• Sonuç bulunamadı

Bürokrasi Siyaset İlişkilerinde 12 Eylül 1980 Sonrası

III. BÖLÜM

3.6. Bürokrasi Siyaset İlişkilerinde 12 Eylül 1980 Sonrası

1970’li yıllar güçsüz bırakılmış siyasi iktidarın hüküm sürdüğü bir dönemdir.1970 ve 80 arasında on iki hükümet kurulmuş, hükümetlerin ortalama görev süreleri bir yıl bile olmamıştır. Bürokrasinin yarattığı güçsüz siyasi iktidar modeli sonucun da ülke anarşi ve karmaşa içine düşmüştür. Bu dönemde siyasiler bazen yakınmakla birlikte bürokrasiye karşı tavır takınmaktan çekinmişlerdir. 12 Eylül müdahalesinin ardından, önceki dönemle ilgili yapılan eleştirilerde, siyasi parti ve şahıslar yanında, siyasi iktidarın güçsüzlüğü de yer almıştır. 12 Eylül lideri, siyasi iktidarın güçlendirilmesi gerektiğinden ve bu yönde düzenlemeler yapılacağından bahsetmiştir. Bu tür konuşmalar, 1970’li yıllarda ki olumsuzluklara bürokrasinin siyasi iktidarları güçsüz bırakmasının neden olduğunun itirafı anlamındadır.189 12 Eylül dönemi 1983 seçimlerine kadar devam etti. Bürokratik aksaklıklar ve olumsuzlukların düzeltilmesi de hedefler dahilindeydi.

1980’li yıların başında yaşanan yüksek enflasyonun ve 1980 yılı başlarından beri uygulanan ekonomi politikasının bir bütün olarak bürokrasinin yaşam koşullarını daha ağırlaştırdığı söylenebilir. Sayısal büyüme ve yoksullaşmanın yanında, bürokrasinin büyük bunalımı esas olarak kendini liyakatın çöküşü olarak

187 Tataroğlu,a.g.m,s.3594

188 Eryılmaz, Bürokrasi ve siyaset, Bürokratik Devletten Etkin Yönetime,s.151 189 Tataroğlu,a.g.m,s.3596

göstermiştir. Türkiye’de devlet kapitalizminin temel işlevinin özel sermaye birikimi için rant sağlama olması bürokraside liyakatın çöküşünün potansiyel nedenlerini taşımaktadır. Burada sözü edilen rantlar için, doğal olarak sermaye kesimlerinde bir yarışma ortaya çıkmakta, yarışmanın amacı siyasal iktidar yoluyla ekonomik işlevli kamu kuruluşlarını etkilemek olmaktadır. Etkilemenin somut biçimiyse “yetenekli yönetici” yerine “ uyumlu yöneticilerin” görev yapmasıdır. KİT’lerdeki ve diğer ekonomik işlevli kamu kuruluşlarında yüksek yönetim pozisyonlarında çok yüksek bir dolaşım, ortaya çıkması bu olgunun kanıtı olarak yorumlanabilir. Nitekim bürokrasinin yüksek düzeylerinin 1960’lı yılların ortalarında ise partizanlaştırıldığı bürokrasinin rant sağlamayla uyumlu işlevsel yönünü ortaya çıkardığı söylenebilmektedir. Bürokrasinin üst düzeyleri için geçerli olan partizanlaşmanın son yıllarda tüm sistemde , yoğun bir biçimde ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye toplumunun bütün şiddetiyle yaşamaya başladığı yapısal bunalım, toplumun tüm kesimlerini olduğu gibi bürokrasiyi de siyasallaştırmaya başlamış; artan işsizlik nedeniyle bürokrasiye giderek büyüyen talep ve bunun yarattığı yarışma, büyüme ve yoksullaşma, siyasallaşmayı yada partizanlaşmanın yoğunlaşmasıyla doğru orantıyla liyakatın çöküşüne neden olmuştur. Bürokrasi halen bu bunalımı bütün şiddetiyle yaşamaktadır.Türkiye’de kamu bürokrasisinin yapısı, konumu ve siyasal-iktidarla ilişkileriyle ilgili nesnel veriler, egemenliği paylaşan otonom bir güç odağı oluşturan bürokrasi yaklaşımlarını desteklemektedir. Ancak bu, devletin egemen kesimlerin isteklerinin birebir doğrultusunda işlev gördüğü anlamına gelmez. Egemen kesimlerin çıkar ve istekleri arasındaki farklılıklar ve zıtlıkları toplumsal yaşamın dinamizmi bu tür bire bir ilişkiyi engellemekte, devlet göreli bir otonomi içinde işlevlerini yerine getirmektedir. Özellikle bunalım dönemlerinde sistemin varlığını sürdürmek amacına yönelik olarak devletin bu göreli otonomisi artmakta zaman zaman toplumdaki güçlerden bağımsızmış gibi bir görünüm kazanmaktadır. Bu otonomide doğal olarak bürokrasi içinde alınan kararlar ve saptamalarda kendini göstermektedir. Ancak bürokrasinin göreli kullanım, bağımsız öz seçmelerine göre değil kurulu düzenin güç dengesinin sınırları içerisinde olmaktadır.190

1980’li yılların başı, bütün dünyada özelleştirme ve devletin küçültülmesi politikalarının uygulamaya konulduğu bir dönemi ifade eder. Ülkemizde ilk defa bir siyasi parti ( ANAP) özelleştirme politikasıyla birlikte “bürokrasiyle mücadele”

konusunu da programın temel hedefleri arasına yerleştirdi.191 Çünkü 1980’li yıllara gelindiğinde, bürokratik yapı örgütlenişi ve işleyişi ile kendisinden beklenen işlevleri hızlı ve etkin bir biçimde yerine getirmekten uzak ekonomik ve sosyal gelişmelere göre kendisini yenileme estetiğinden yoksun bir yapı, ekonomik ve sosyal gelişmelere ayak uydurmaması onların gerisinde kalmıştır.192

1980’lerde başta gelişmiş Batı ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelerde özelleştirme, deregülasyon ve devletin küçültülmesi politikalarına hız verildi. Batıda devletin bürokratik yapısı ve işlevleri ve ekonomik politikalarında bu değişiklikle yaşanırken, içeride de Ordunun emir-komuta sistemi içinde 12 Eylül 1980’de sivil siyasete müdahale ederek iktidara el koyması süreci başlamıştır.

Türkiye, 12 Eylül 1980’den başlayarak 6 Kasım 1983 tarihin’de yapılan genel seçimlerin sonucuna göre Anap Genel Başkanı Turgut ÖZAL’a 8 Aralık 1983’e kadar hükümeti kurma görevi verilinceye kadar askeri iktidar tarafından yönetilmiştir.193 Bürokratik aksaklıklar ve olumsuzlukların düzeltilmesi de hedefler

dahilindeydi. İktidar olağanüstü güçlere sahip askeri bürokrasinin elinde bulunmasına ve devlet başkanın nelerin değiştirilmesini istediği bilinmesine rağmen yinede bunların hepsi tamamlanamadı. Bunun nedeni bürokrasi çarklarının iktidarın her isteğini istediği şekil ve hızda yapmayıp, direnmesiydi. Bürokrasi olağanüstü yetki ve güçlere sahip askeri iktidara bile direnebilecek güce sahipti.194

3.7. 1982 Anayasası’nın Bürokrasi-Siyaset İlişkilerine Etkileri

12 Eylül akabinde hazırlanan 82 Anayasasında siyasi iktidarın güçlendirildiği gözlenmektedir. Oysa 1961 Anayasasının hazırlanmasında bürokrasinin tepkisi etkili olmuştu ve siyasi iktidar zayıflamıştır. 1982 Anayasası, devletin üstün ve aşkın niteliğine vurgu yapmış ve dolayısıyla devleti sivil toplum karşısında siyasal yönden güçlendirecek mekanizmalara ağırlık vermiştir. Devletin siyasal ve ideolojik yönüne yapılan vurgu, kamu bürokrasisinin hem merkeze bağlılığını ve hemde sivil toplum üzerindeki rolünü güçlendirmiştir. Bu bağlamda

191 Eryılmaz, “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Bürokrasi-İktidar İlişkileri”,s.64 192 Ali Şahin,a.g.e,s,170-171

193 Eryılmaz, Bürokrasi ve Siyaset, Bürokratik Devletten Etkin Yönetime, s.154 194 Tataroğlu,a.g.m,s.3596

1982 Anayasası, yürütmenin cumhurbaşkanı kanadının yetki ve görevleri ile Milli Güvenlik Kurulunun siyasal sistem içindeki ağırlığını arttırmıştır.195

Bakanlar kurulu ile ilgili Anayasa maddelerinde de yürütmeyi güçlendirici değişiklikler yapılmıştır. Başbakanın bakanlar kurulundaki yeri 1961 Anayasasında “ Başbakan bakanlar kurulunun başkanı olarak, bakanlar arasındaki işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Biçiminde ifade edilmişken , 1982 Anayasası bu ifadeye ek olarak bakanların görevini anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlü olduğunu da belirtmektedir. Anayasa bununla yetinmeyerek bakanların, başbakanın önerisi üzerine cumhurbaşkanınca görevden alınması yolunu da açmıştır. 1961 Anayasasında bakanların bu yolla azledilmeleri olanağı yoktu. 12 Eylül müdahalesini yapanlar, bürokratik bozulmadan şikayetçi olmuşlar ve hedefleri içine kamu bürokrasisinin düzenlenmesi ilgili ilkeleri de almışlardır.1980 ‘de iktidara el koyan askeri bürokrasisinin bürokraside bozulmaya hedef olması, varoluş amacının aksine hizmet etmek yerine iktidar olmak amacındaki bürokrasisinin bünyesinde meydana gelen bozulmayı ve sağlıksızlığı işaret eden önemli bir olgudur. Askeri rejimin başbakanın bürokrasiden sözleri adeta bürokrasinin egemenliğinin Türk toplumsal yaşamında ortaya koyduğu sonuçları da açıklamaktadır. Bürokrasinin egemenliği toplumsal işleyişi tıkamıştır. Kamu bürokrasisinin denetlenememesi, aşırı merkeziyetçilik, atıl kapasite, aşırı formalite ve kırtasiyecilik yaratmış, sosyal kalkınmayı engellemiş, güven ve huzurun sağlanmasında etkili olamamıştır.196