• Sonuç bulunamadı

Bürokrasi Siyaset İlişkilerin de 1990 Sonrası Dönem

III. BÖLÜM

3.9. Bürokrasi Siyaset İlişkilerin de 1990 Sonrası Dönem

1984 yılından itibaren Kamu Ortaklığı İdaresi tarafından yürütülen özelleştirme çabalarına hız vermek amacıyla 1994 yılında özelleştirme idaresi başkanlığı kurulmuştur. Özelleştirme idaresinin kısa zamanda yeni bir Kite dönüştüğü özelleştirme çalışmalarında başarı gösteremediği ve dolayısıyla kendisinin özelleştirilmesi gerektiği savunulmuştur. Özelleştirme ile birlikte ülkemizde memur sayısında azalma beklerken tam tersi bir artış meydana gelmiştir. Kamu personel sayısındaki artışların, gerçek hizmet ihtiyacından değil, popilist istihdam politikalarıyla ilişkili olduğu ve Kamu yönetimin de rasyonelliğin dikkate alınmadığını gösterir. Bu gelişmeler desantralizasyon politikalarının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak 1982 Anayasası önceki anayasadan farklı olarak , yasal yönetimler üzerindeki vesayet denetimini çok geniş tutması , “hukuki denetim” yanında birde “ yerindelik denetimi getirmesi, uygulamanın siyasal yönlere çekilebilmesine olanak tanımış ve yerel yönetimlerin gelişmesini olumsuz etkilemiştir. İdari ve siyasi sistemde yolsuzlukların ve yozlaşmaların arttığına dair önemli bir kanı bulunmaktadır. Teorik olarak, siyasi, idari ve ekonomik sistemde önceleri hızlı değişikliklerin yapıldığı geçiş yada dönüşüm dönemlerinde yolsuzluklarda önemli bir tırmanma görülebilir. Çünkü değişme dönemlerinde ortaya konan yeni kural ve kurumların , önceden tahmin edilmeyen bir takım boşluklar doğurması olasıdır. Bunları fırsat bilen kişi ve kuruluşlar, bu boşluktan yararlanmaya çalışır. Bir zamanlar (1990’dan önce ) hayali ihracat buna örnek gösterilebilir.222

Bu bağlamda yolsuzlukları sistemin kendisi ürettiği ve son dönemlerde ortaya çıkan yolsuzluklarda üst düzey bürokratların olduğu, başak bir deyişle yolsuzlukların üst düzey bürokratik ve siyasi makamlarda yoğunlaştığı görülmektedir. Yolsuzlukların çoğu zaman üst makamlarla ( siyasi-idari) bir biçimde bağlantılı olarak yürütüldüğünü gösteren güçlü işaret ve beyan değerlendirmeler bulunmaktadır. Ülkemizde hiyerarşik otoritenin gücü dikkate alındığında alt kademelerin üstlerden habersiz hiçbir şey yapamayacakları anlaşılır.223 Örnek vermek gerekirse; 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta meydana gelen trafik

222 Eryılmaz, Bürokrasi ve Siyaset, Bürokratik Devletten Etkin Yönetime,s.156 223 A.g.e,s.157

kazasında 15 yıla yakın bir süredir. Ülkede yaşanan bürokrat-siyasetçi ilişkisini tüm çarpıklığıyla sergiledi. DYP-SHP Hükümeti sırasında yerleşen bir anlayışın nelere sebep olduğunu gün ışığına çıktı. Yap İşlet Devret Kanunu Bakanların imzaladıkları metinden ayrı bir metin olarak Resmi bir gazete’ye gönderilince kıyamet koptu. Acaba bunun böyle olmasını birimi emretmişti yoksa bürokratlar mı değiştirmişti? Anlaşılamadı. Devlet içinde çeteler oluştuğu bağırılmaya başlandı. “ Benim memurum işini bilir” keyfi yönetimi gelmişti. Siyasetçi bürokrat ve mafya üçgeninde gezinen Türkiye, “ birilerinin düğmeye basmasıyla” harekete geçti.224

Siyasal yolsuzlukta aktörler siyasal gücü elinde bulunduranlarken, yönetsel( bürokratik) yolsuzlukta aktörler kamu Yönetimi’ndeki bürokratlardır. Bürokratların eline geçen ekonomik kaynakları kullanma ve kontrol etme yolsuzluğa davetiye çıkarmaktadır. Siyasal gücün bürokrasi üzerindeki atama, tayin, görevden alma gibi yetkisi-kendi yakınını alma, ideolojik görüşe göre belirleme vs. şikayet edilen konular arasındadır. Siyasal güç meclise ve halka karşı sorumludur. Eğer bürokratlar halka karşı sorumlu olursa halkın bilgi edinme ve bilgiye ulaşma yolları, halkın bürokratları denetlemeleri daha kolay olacağından demokrasiye uygun , fonksiyonlu hale gelir.225 Pek çok bürokratik eylem ve işlemler doğrudan kamuoyunun gözü önünde yapılırsa daha şeffaf bir yapıya doğru gidecektir.226 Az gelişmiş ülkelerde bürokratik yolsuzluğa daha fazla rastlanılmaktadır. Buralarda sivil toplum kuruluşları, siyasal güçleri zayıf kaldığı için bürokrasi örgütlenip daha güçlü hale gelmektedir. Dolayısıyla kimi siyasal karar mekanizması yer almaktadır.227

Siyasal gücü veya toplumsal nüfuzu olan kimseler kamu görevlilerinden ayrıcalıklı ve haksız menfaat sağlamaktadır. Kamu görevlisi sözü geçen kişilerin olumsuz tepkilerinden kaçınmak ve ileride olanlardan yardım istemek düşüncesi ile bu şekilde davranabilir.228

224 a.g.e.,s.160

225 Ali Osman Sali, Muttalip Ünal, “Yolsuzluk Analizi ve Yolsuzluklarla Mücadelede Alınması

Gereken Önlemler”, Yeni Türkiye Dergisi,Y:3,S:13,s.644

226 Turgay Ergun, “Kamu Yönetimin’de Yolsuzluklar ve Bürokrasinin Sorumluluğu”, Yeni Türkiye

Dergisi,Y:3,S:13,s.390

227 A.Ümit Berkman, Az Gelişmiş Ülkeler de Kamu Yönetimin’de Rüşvet ve Yolsuzluk, TODAİE

Yayınları, Ankara,1983,s.18

Bu şekilde yapılan siyasal kayırmacılık gündeme gelmektedir. Günümüzde siyasal güçler, iktidara geçince kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolar açarak veya yerine yenisini tahsis ederek partileri istihdam eğilimi içindedir.229

Bu da şunu göstermektedir. Bürokrasinin bir çevresi vardır. Ve bu çevre ile sürekli olarak ilişkiler içindedir. Çevre ile bürokrasi karşılıklı olarak birbirini etkiler. Bürokrasiyi çeşitli kaynaklardan gelen güçlerin baskısı altındadır. Politik liderler, kendi ünlerini arttırmak, durumlarını güçlendirmek için bürokrasiyi ister istemez kullanmak isterler. İster yansız ister partizan olsun kendilerine çokca saygılı, edilgen bir memur kitlesi arzu ederler.230 Böylece hareket serbestisi kazanırlar. Bu durumlarda meydana gelen yolsuzlukları önlemeye yönelik çıkarılan yasalar fazla etkili olamamıştır. Bu alanda 1990 yılında çıkarılan 3628 Sayılı “ Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” ele alınabilir. Bu kanun seçilmiş ve atanmış tüm kamu görevlilerinin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yönetici ve görevlilerin, ayrıca gazete sahibi gerçek kişilerin, sorumlu müdürlerin, baş yazar ve fıkra yazarlarının v.b kişilerin kendilerine, eşlerine ve velayeti altındaki çocuklarına ait taşınır ve taşınmaz mallarını beyan etmelerini ön görmektedir. Ancak yasa, mal beyanlarının kişinin dosyasında saklanmasını, soruşturma dışında üçüncü kişilere ve basına açıklanmasını yasaklamaktadır. Ülkemizde liyakat sistemi görüntüsü altında fiilen kayırma sistemi uygulanmaktadır. Bu durum, 1980’den sonra devam etmiştir. Çoğu kez üst düzey kamu görevliliği, hep siyasi makamlar olagelmiştir. Bu makamlarda siyasal iktidara kişisel yakın kişiler( dost, akraba, arkadaş, hemşehri, partili...) bürokrasinin üst düzeylerinde daha çok tercih edilir olduklarını gösterir uygulamalar oluştur. Uygulamada iyi bir bürokrat, sadık ve vefalı bir yöneticidir; aynı zamanda iyi bir yöneticidir. Düşüncesinden hakim olmuştur.231 Yolsuzluk ve kayırmacılık sistemin her alanında görülür hale gelmiştir. Kayırmacılığı önlemek için, 1999 yılından önce Kamu Kurumları’na memur alımlarında kurumun kendisinin açmış olduğu sınavla memur alımı yapılmaktaydı. Bu durum kayırmacılığın açık ifadesi olsa gerek. Siyasetçiler kendilerine yakın olan kişileri belirli makamlara getirmişlerdir.

229 C.Can Aktan, Kirli Devletten Temiz Devlete, Yeni Türkiye Yayınları,Ankara,1999,s.53 230 Güven,a.g.m.,s.53

Günümüzde bakanlıların tek tek kuruluş kanunları çıkarılmış olup, bu kanunlar gereğince hazırlanan Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliklerine göre, işe almalar mutlaka sınav ile olmakta sınavlar yazılı ve sözlü(mülakat) olmak üzere iki aşamada yapılmaktadır. Sınavlarda , yazılılarda az olmasına rağmen, mülakatlarda geniş ölçüde kayırmacılık hakimdir. İl ve İlçe bazında yapılan yerel nitelikli memuriyet sınavlarında genelde kimlerin işe alınacağı sınavdan önce belli olmakta, sınavlar bürokratları sorumluluktan kurtarmak için yerine getirilen bir formalite düzeyinde kalmaktadır. Ancak merkezi hükümetçe yapılan sınavlar diğerlerine nazaran daha objektif yapılmakta olup, siyasal baskı yine fazla olmasına rağmen en azından yazılı sınavlarda objektifliğe önem verilmekte, kayırmacılık daha çok sözlü sınavlarda olmaktadır.232

1999 yılından sonra ülkemizde Kamu Kurumlarına alınacak personelin ÖSYM tarafından yazılı sınava tabi tutulması, sınav sonuçlarına göre ilgili Kamu Kurum ve Kuruluşlarına yerleştirilmesi uygulamasının tarafsızlık ve liyakat ilkeleri bakımından önemli bir adım olarak değerlendirmek gerekir.233 Ne var ki sistem bütün unsurları ile getirilemediği için uygulamada sınavlar, bir tür kayırma aracı olarak kullanılmaktadır. Personel sistemi ciddi sınıflandırmaya dayandırılmıştır. Bunun anlamı, türlü hizmet kadrolarının gerektirdiği niteliklerin belirsiz kalması ya da en azından hizmete girişte son derece genel bir takım niteliklerle yetinilmesidir. Bu ise hizmete girişte kayırcılığı teşvik edici niteliktedir. Çünkü hizmete girişte hangi nitelikleri taşıyan kimselerin hangi görevlere atanacağı önceden kesinlikle belirtilmediği için genel öğrenim düzeyi ve niteliği hizmete girişin tek ölçütü olmaktadır. 234

Son yıllarda devlet memuru alımlarında KPSS başlatılmış olup; bu sistemle politikacının rolü sadece sınavda başarı gösterenleri atamaya indirgenmiştir.Yönetimin siyasallaştırılması açısından asıl önemli atamalar yüksek yönetim kademelerine yapılan atamalardır. Bu konuda tam bir sistemsizlik görülmektedir. Türkiye’de siyasal iktidar el değiştirmeden bir Bakan’ın değişmesi

232 Ramazan Şahin,a.g.e,s.32-33

233 Eryılmaz, Bürokrasi ve Siyaset, Bürokratik Devletten Etkin Yönetime,s.162 234 Cahit Tutum, “Yönetimin Siyasallaşması ve Partizanlık”,Amme İdare

bile, yüksek yöneticiler arasında, hatta daha alt kademlerde tedirginlik yaratır.235 Yeni göreve başlayan bakan önce, özel kalemden işe başlamakta, giderek müsteşarlık, genel müdürlük, daire başkanlığı, şube müdürlüğü hatta en alt kademe de bulunan mevkilere el atmakta ve bu süreç, bakanın kişisel tutumuna göre hızlı yada yavaş olmaktadır. Bu görev değiştirmeleri uygulamada, “ nöbet değiştirme”, “ekibini kurma”, “adamını getirme” terimleriyle alınmaktadır. Bu değişiklerde dikkati çeken nokta yüksek kademe yöneticilerinin genellikle pasif mevkilere getirilmeleridir. Başka bir deyişle, bulundukları mevkilerden uzaklaştırılanlar yine bürokrasi içinde kalmakta, pek azının görevine son verilmektedir.236

Kısacası, 1980’li yıllardan sonra, global ölçekte yaşanılan değişiklikler sonucunda bürokratik yapı örgütlenişi ve işleyişi kendisinden beklenen işlevleri hızlı ve etkin bir biçimde yerine getirmekten uzak, ekonomik ve sosyal gelişmelere göre kendisini yenileme istidadından yosun bir görünüm sergilemiştir. Adeta bürokrasi ve siyaset tam bir rekabet içinde yarışır hale gelmiştir.

3.10. Piyasa Mekanizması Ve Üst Kurullar Bürokrasisi

Bürokrasi-siyasi iktidar ilişkileri bakımından önemli bir gelişme de, 1990’ların sonu ve 2000 yılının başında, büyük ölçüde IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların önerileri ve etkileriyle gerçekleştirilen Üst Kurullar Bürokrasisidir. Türkiye, 1980’den itibaren, karma ekonomik modelden, piyasa ekonomisine dayalı bir modele geçiş yapmakla birlikte, bu modelin gerektirdiği düzenleyici kurumları oluşturmamıştır. Sanayi,tarım, ticaret, enerji ve iletişim alanlarında devlet tekeleri ve müdahaleleri kaldırılıp işler piyasa sistemine bırakılınca, devlet hakemlik görevini yerine getirecek kurumlara ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Bu gelişmenin olumsuz etkileri,2000 ve 2001 yılarında bankacılık finans sektöründe ortaya çıkan kötü yönetim ve yolsuzluk olayları; büyük ölçüde buna bağlı olarak gelişen ekonomik krizde kendini göstermiştir.19 Şubat 2001 günü piyasalarda şok etkisi yaratan kriz Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER’in Devlet Denetleme Kuruluna kamu bankalarını denetleme görevi vermesi nedeniyle Başbakan Ecevit toplantıyı terk

235 Osman Meriç, “Siyasal İktidar ve Yüksek Yöneticiler Sorunu”, Amme İdare Dergisi,Cilt:7,Sayı:3,

Eylül,1974,s.75

236 Ramazan Sodan, “ Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma”, Mahalli İdareler Dergisi,

etmesiyle ortaya çıkmıştır. Kamu bankalarının “görev zararları” olarak nitelendirilen açıkları artmış ve 19 özel banka, içi boşaltıldığı gerekçesiyle Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna devredilmiş, kısaca devletleştirilmiştir. Bankacılık krizinin devlete, dolayısıyla topluma maliyeti 20 milyar dolar civarındadır.Hem siyasetçiler, hem ekonomi bürokratları ve hemde özel sektör kötü sınav vermştir.Görüldüğü gibi ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olan faktör, siyasetçilerin bürokrasiyi yeterince denetlemediği görüşünden kaynaklanmaktadır. Kötü yönetim ,yozlaşma, siyasi popilizm, yolsuzluklar, borcu borçla ödeme politikalar nedeniyle son yirmi yıl içinde özellikle 1990’ların başından itibaren Türkiye’nin iç ve dış borçları artmış; Örneğin, dış borçlar, 1983 yılında 19.2 milyar dolar iken bu miktar 1990 yılında 49 milyar dolara yükselmiştir. 2002 yılı sonunda ise bu borç 130 milyar dolar civarındadır.237

Korkmaz, Düzenleyici ve Denetleyici Kuruluşlarla ilgili şunları belirtmektedir. Biz düzenleyici ve Denetleyici Kuruluşların karşısında değiliz ve Türkiye’nin geleceğinde yer alması gereken kurumlar olduğu bir gerçektir. Ama, Türkiye deki uygulamayı bütünü ile savunduğumuzu söyleyemeyiz. Önce, Türkiye’de Üst Kurulları mantar gibi çoğaltmaktan vazgeçilmeli, çünkü bu kurulları ne kadar çok üretirseniz o kadar asıl soru olan, “ demokratik hesap verilebilirlik”, yani “gerçek bağımsızlık” sorunu ile karşı karşıya kalırsınız. Üst Kurullar’da birinci kural şu:

-Ekonomik nitelikli olmayan kurumlar ile ekonomik nitelikli kurumlar birbirinden ayıracaksınız. Yani RTÜK ve BDDK’ yı aynı kefeye koymayacaksınız. Demokrasi açısından asıl bombayı ekonomik nitelikli olmayan kurulların taşıdığı unutulmamalıdır. Ekonomik nitelikli olmayan kurullar ise üç yerde gereklidir.1) Rekabet 2)Elektrik ve Telekominikasyon gibi devlet tekelindeki bağlantı endüstirilerinin ( örneğin eletrik teki üretim-iletişim,dağıtım zincir) özelleştirilmesi sonucu özel sektör monopollerine dönüşme olasılığı olan sektörde (ÇEAŞ ve KEPEZ’e el konulmasının arasında Uzan’ların EPDK’nın ya üretimde, ya iletişimde olan çağrılarına cevap vermeyişleri ve monopolleşme isteklerinin olduğunu unutmayalım) 3) Kendine özgü denetim gereksinimlerinin olduğu sektörde ( örneğin bankacılık sektörü- BDDK ve Sermaye Piyasaları SPK) bunlara dikkat ettiğinizde bizdeki Şeker Kurulu, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası

Düzenleme Kurulu, İhale Kurulu gibi kullanmaya ihtiyaç yoktur. Eğer bu kurallara “ Ne yapalım Dünya Bankası IMF böyle istiyor” gerekçesinin arkasına sığınıp mantar gibi çoğaltırsanız bu Kamu Bankalarını etkinliğini kaybetmesi ile birlikte ekonomi üzerindeki ağır elini kaybeden bürokrasisi ve siyasetçinin kurallar vasıtasıyla yeniden bu hakimiyetlerini tesis etmenin bir yoludur.

Bu husus belki de bu kuruluşların maksatlarına hizmet edişlerinin bağımsızlıklarının ve demokratik hesap verebilirliklerini temin edilmesinin en önemli öğesidir.238

Kısacası,Üst Kurullar’ın azaltılması gerekir.Böylece hem bürokrasinin önüne geçilir hem de denetim etkin bir şeklide yapılarak demokrasinin hızlı bir şekilde işleyişini kolaylaştırarak hesap vermenin kolaylaşmasını sağlayacak ve bürokrasi ve Siyasetin tam bir denge ve uyum içerisinde olmasını sağlayacaktır.

SONUÇ

Her devlette toplumun amaçlarını belirleyen bir süreç var. İşte bu süreçte siyasiler genel kararları alır. Bürokratlar ise bunları uygular. Alınan kararlar ile bunların uygulamaları, görev alanları birbirinden ayrılması gerekir. Ama bazen de bürokratlar siyasilerin görev alanına giren konularda da söz sahibi olurlar. Bunları yaparken belirli bir sınır çerçevesinde olması gerekir. Bürokrasi siyasi iktidar ilişkilerinde onun taleplerini yerine getiren kanunlar çerçevesinde iktidara bağlı olması gerekir.

Bürokrasi ve iktidar arasında girit ilişkiler meydana gelmektedir. Bürokrasi gücünü bilgi ve uzmanlıktan, iktidar ise halktan almaktadır. Bürokraside rol farklılaşması ortaya çıkmakta, rollerin farklılaşması uzmanlaşmanın ortaya çıkmasına neden olmuş buda yolsuzlukları ve rüşvetin ortaya çıkarmıştır. Bilgi ve uzmanlaşmanın artması üst kurulların çoğalmasına nede olmaktadır. Üst kurullarda oluşan bilgi ve uzmanlık ellerinde bulunan bu gücü, iktidara karşı kullanmakta buda bürokrasi ve siyaset arasında girit ilişkilerin doğmasına neden olmuştur. Bürokrasi ve siyaset birbiri ile uyum içinde olması gerekmektedir.

Hükümet rolünün gelişmesi, hükümetin yapıları ve yönetim sistemlerinin giderek karmaşıklaşması, kuruşlara ve bunlara verilen görevlerde uzmanlaşmayı gerekli kılmıştır. Geleneksel görevler giderek genişlemekte ve hükümetlerin programlarına yeni görevler eklenmektedir. Hükümetlerin yerine getirmek zorunda oldukları görevlerin güçlük ve genişliği yönetimlere daha geniş bir güç vermiştir.

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kalan miras, ekonomiden sosyal alana ve kültürden yönetime geniş bir yelpazeyi içermektedir. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte, İmparatorluk bürokrasisinin biçimsel yönü ile birlikte yönetim gelenekleri ve siyaset kültürü de miras olarak intikal etti. Bilindiği gibi son dönem Osmanlı bürokrasisinin yapı ve işleyişiyle ilgili unsurları, 1839'da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu ile birlikte şekillenmeye başladı. Bugünkü anlamda bakanlıkların kurulması, II. Mahmut'un son dönemlerine rastlar. Eyaletten il yönetimine geçiş, belediyelerin, il özel yönetimlerinin, Sayıştay ve Danıştay gibi temel kurumların oluşturulması, Tanzimat döneminde gerçekleştirildi. Sivil ve askerî bürokrasiye elaman yetiştiren okulların büyük bir kısmı, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinin ürünüdür.

Tanzimat'la birlikte bürokratlar, siyaset sahnesinde hakim bir unsur olarak ortaya çıktı. Kalemiye'ye mensup, az çok Avrupa görmüş ve kısmen yabancı dil bilen bürokratlar, devlet yönetiminde ulemanın önüne geçti; otorite, saraydan Bab-ı aliye intikal etti. I. Meşrutiyet'te II. Abdülhamit'in kişisel özellikleri sebebiyle, saray idarî otoriteyi tekrar ele geçirdi. İttihat ve terakki ile birlikte ordu siyaset sahnesine etkili olarak katıldı. Bu üçüncü dönemde otorite ne Babıali bürokratlarının ne de hükümdarındı. Siyasî bir cemiyet olan İttihat ve Terakki, Saray ve bürokrasi üzerinde güçlü bir otorite kumuştu. Kurtuluş Savaşı'nın yönetici kadroları, büyük ölçüde İttihat ve Terakki içinde yetişmiş veya en azından o gelenekten etkilenmiş kişilerdi.

Bürokrasinin Tanzimat sonrasındaki işlevini etkileyen önemli bir faktör de, toplum sorunlarının hangi yöntemle çözülebileceği konusu oldu. Bu konuda hakim görüş ve politika, toplum sorunları tepeden ve yasalarla çözülür biçiminde ortaya çıktı. Bu görüşün uygulanması, merkezî otoriteyi modernize ederek güçlendirmek ve merkeziyetçiliğe ağırlık vermekle sağlanabilirdi. Toplum sorunlarının çözümüne ilişkin bu yaklaşım, Cumhuriyet bürokrasisinin yapı ve işlevlerini etkileyen temel faktörler arasında yer aldı. Osmanlı'dan Cumhuriyete devreden bu nitelikleriyle siyasî-idarî sistem, tek parti döneminden çok partili döneme ve sonrasında yeni nitelikler kazanarak gelişimini sürdürmüştür.

Tanzimat’ın ilan edilmesinden günümüze kadar bürokrasi ve siyaset adeta iç içe yaşamıştır. Tek Partili dönemde bürokrasi altın yıllarını yaşamış ve tek parti dönemi bürokratları hep üst kademeler ola gelmiş; kendilerinden beklenen görevlerini yerine getirememiştir. 1950 seçimlerinde DP’nin iktidara gelmesiyle Çok Partili döneme geçilmiş, bürokrasi bu dönemde 27 Mayıs 1961 Askeri müdahalesine kadar güç kaybetmiş ve kaybedilen itibar ve güçlerini yeniden kazanmak için 27 Mayıs 1961 askeri müdahalesi yapılıştır. Bu dönemde bürokrasiyi güçlendirici kararlar alınmıştır. 12 Mart 1971 askeri müdahale söz konusu olmuştur.

1980’li yıllara gelindiğin de global ölçekte yaşanılan değişiklikler sonucunda bürokratik yapı örgütlenişi ve işleyişiyle kendisinden beklenen işlevleri hızlı ve etkin bir biçimde yerine getirmekten uzak, ekonomik ve sosyal gelişmelere göre kendisini yenileme istidadından yoksun bir görünüm sergilemekteydi. 6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimlerde iktidara gelen Anap hükümeti ilk defa özelleştirme politikasıyla birlikte “ bürokrasiyle mücadele” konusunda programının temel

hedefleri arasına almıştır. ANAP hükümeti, bürokrasi kavramını daha çok kırtasiyecilikle mücadelede, tüm kamu kurumlarına yapılmamış bir kaçı ile sınırlı kalmıştır. Bunlar, bilgisayar, faks, çağrı cihazı, cep ve araç telefonu, ehliyet v.b hizmetler artmasına rağmen bürokrasi zihniyeti geleneksel tutumunu sürdürmüştür. Bu dönemde kamu bürokrasisinin temel sorunları olan, merkeziyetçilik, hantallık, örgütsel büyüme, gizlilik, kuralcılık, tutuculuk, biçimsellik, siyasallaşma v.b olumsuzluklar ciddiyetini korumuştur.

Bilindiği gibi iktidar güç kaynağını halktan alır buda onun meşruiyetini

gösterir. Bürokrasiyi işletme, yönlendirme ve denetleme siyasi kurumların yetkisindedir. Bürokrasinin ise en önemli güç kaynağı bilgi ve uzmanlıktır. Bilgi ve uzmanlığa ihtiyaç hissedilmesi, 2000 ‘li yılların başında üst kurullar bürokrasisi’nin doğmasına neden olmuştur. Bu yüzden her gelen siyasi iktidar kendi rey potansiyellerini arttırmak ve alacakları kararları daha çabuk uygulamaya koymak amacıyla bakanlık nezdin de görev yapan en üst kademen en alt kademeye kadar değişikliklere gitmektedir. Siyasetçiler bürokratlara bürokratlar siyasetçilere bir bakımdan muhtaç durumuna düşmektedir.

Birde Son yıllarda memurluk sınavları yapılamaktadır. Birazcık olsun liyakat, bilgi ve becerinin ön planda tutulmasını sağlamış böylece kayırmacılığı bir nebze olsun en aza indirgemiştir. Kısacası; bürokrasiyi siyasetten, siyaseti bürokrasiden ayrı düşünmek anlamsızdır. Hem bürokrasi hem de siyaset arasında tam bir denge olması gerekmektedir. Bürokrasinin temel amacı, toplumsal ihtiyaçlara daha duyarlı kamu politikasının oluşturulmasını özendirmek ve bunu yaparken de etkinliğe, verimliliğe ve toplumsal ihtiyaçları sağlamaya yönelik çalışmalarda bulunmak olmalıdır.

Siyasi iktidarlar esas olarak kamu politikasının belirlenmesi ile ilgilenirler.