• Sonuç bulunamadı

E. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin İç Hukuktaki Yeri

4. Ayrımcılığa Tabi Olmama Hakkı

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ nin on dördüncü maddesinde yer alan hak ve özgürlüklerin ayrım yapılmaksızın kullanılmasını güvence altına alma yükümlülüğü getirmiştir. Sözleşmede düzenleme altına alınmayan haklar bakımından böyle bir yükümlülük yoktur. Vergilendirme alanında bir vergisel muamelenin sözleşmenin on dördüncü maddesi anlamında ayrımcılık yasağını ihlal edip etmediği söz konusu muamelenin Sözleşmenin diğer maddelerinde düzenlenen bir hak veya özgürlükle bağlantılı olarak değerlendirilecek bir konudur. Mülkiyet hakkının, özel yaşam hakkının, ya da adil yargılanma hakkının kullanımında vergi yoluyla ayrımcı muamele yapılıp yapılmadığı incelenir. Sözleşmedeki ayrımcılık yasağı mutlak ayrımcılık olarak değerlendirilmez. Ayrımcılık yasağı, benzer durumlardaki bireyleri Sözleşmede ve Protokollerinde sayılan hakların kullanımında ayrımcılığa karşı korumaktadır. Bununla beraber bu bireylerden birine yönelik muamelede herhangi bir farklılık sadece “ nesnel ve meşru bir gerekçeye dayanmıyorsa “ yani meşru bir amaca hizmet etmiyorsa ve gerçekleştirilmek istenen amaç ile bunun için kullanılan yollar arasında mantıklı bir orantılılık ilişkisi yoksa ayrımcı olur. Vergilendirme alanında ayrımcılık yasağının ihlali iddiası genellikle mülkiyet hakkı çerçevesinde ileri sürülmüştür. Bu davalara cins, medeni durum, ikametgah kriterlerine dayalı ayrımcılık iddiası ele alınmıştır310.

Vergi mükelleflerine ayrımcılığa tabi olmama hakkı sözleşmenin on dördüncü maddesi ile sağlanmaktadır. Ayrımcılık yasağı aynı anda benzerlik gösteren durum veya koşullar bakımından geçerli bir durum olduğu için, somut olaya

309

YALTI, a.g.e. , s. 155 – 157.

ilişkin koşulların farklılığı halinde bir ayrımla karşılaşılması her zaman mümkün olabilmektedir. Bu bağlamda yasak olan husus ayrımın “objektif ve makul bir nedenden mahrum bulunması” yani meşru bir amaca yönelik olmaması ve görülen amaçla kullanılan araç arasında makul bir orantı ilişkisine sahip bulunmamasıdır. Yine bu kapsamda vergi mükelleflerine çeşitli haklar sağlanmaktadır. Komisyona göre, vergi mevzuatı içerisinde, kaçınılmaz olarak nüfusun çeşitli sınıfları arasında farklılık yapılmaktadır. Ayrımcılık konusunun ortaya çıkması için karşılaştırılabilir grup ya da sınıflar üzerinde farklı uygulamaların yapılmakta olması gerekmektedir311.

5. Özel Hayatın Gizliliği Hakkı

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin sekizinci maddesi özel yaşam hakkını düzenler. Bu çerçevede herkes özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Sözleşme bu madde ile bireyin fiziksel ve duygusal dokunulmazlığını, onur ve saygınlığını, adını ve kimliğini koruma altına aldığı gibi bireyin izlenmesi ve gözlenmemesi veya meslek sırrı saklama ödevi kapsamına giren bilgilerin açıklanmaması yönünde bir koruma alanı yaratır. Bu anlamda devletin bireyi izlemeye alması, faaliyetleri hakkında kayıt tutması, mali faaliyetlerini araştırması telefonunu dinlemesi veya mektuplarını denetlemesi özel yaşam hakkına müdahaledir. Bu müdahalenin meşruiyeti bazı standartlar altında uygulanmasına bağlıdır. Sözleşmeye göre özel yaşam hakkı; ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması şeklinde sıralanmıştır. Vergilendirme alanında devletin bilgi alma – toplama yoluyla özel yaşama müdahalesi söz konusudur. Bu açıdan özel yaşam alanı hem bilgi toplama hem de toplanan bilgileri saklama, koruma ve kamuya açıklamama açısından hem de yükümlü hakkında toplanan verilere bizzat yükümlünün ulaşması bakımından değerlendirmek durumundadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, vergilendirmeye ilişkin davalarda, vergi idaresinin yükümlünün özel yaşamına ilişkin davalarda, vergi idaresinin yükümlünün özel yaşamına yönelik müdahalesini ekonomik refahın sağlanması veya suçun önlenmesi amacıyla yapılan bir müdahale olarak değerlendirmektedir. Fakat vergi

yükümlüsünün kişisel/ ticari / mesleki sır alanına yönelik müdahalelerin meşruiyeti yasa ile öngörülmesine ve demokratik toplumda gerekli olmasına bağlıdır312.

Sözleşmenin 8. maddesinin birinci fıkrasında sözleşme tarafından korumaya alınan hak belirtilirken, ikinci fıkrasında hakkın mutlak olmadığı, sınırlamalara konu olabileceği ve sınırlandırmaların haklılaştırılabileceği temeller belirtilmiştir. Vergi idaresi, vergi mükellefinin vergi beyannamesi de uygun miktarda gelirini göstermediğinden yüklü miktarda sermayeye sahip olduğunu ve sermayesini değerlendirmesi suretiyle elde ettiği gelirleri beyan etmediğinden kuşkulanabilmektedir. Bu nedenle de mükellefleri harcamalarını belgeleri ile birlikte listelemekle yükümlü tutabilmektedir. Bu aşamada vergi idaresinin özel hayatın gizliliğine karışması olarak görülen bu tedbirin, maddede belirtilen haklılaştırma amaçları temelinde kanuna uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Özel hayatın gizliliğinin diğer yönünü de iletişim hakkı oluşturmaktadır. Vergi idaresi tarafından vergi mükellefinin iletişimi kontrol altında tutarak vergi mükellefi ile ilgili tasarruflarda bulunması, özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale olarak kabul edilmektedir. Kısaca, bireylerin iletişimlerinin araştırılması, izinleri olmaksızın ikametgahlarına girilmesi özel hayatın gizliliğinin ihlali olmaktadır. Yapılan ihlallerin maddeye dayandırılarak haklılaştırılması gerekmektedir. Hakkın ihlali Avrupa Hukuk Sistemi içerisinde normal olarak var olduğunda iç hukuka uygunluk söz konusu değilse, ihlale ilişkin açılan dava ulusal mahkemeler tarafından çözümlenmektedir313. Demokratik bir toplum yapısının varolduğu ülkelerde, bu yapı içinde kamu güvenliği, kamu düzeni, genel sağlık ve ahlak veya başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma ihtiyacı doğmuşsa sınırlama yoluna gidilebilir. Bu sınırlama yasayla düzenlenebilecektir314. 312 YALTI, a.g.e. , s. 166 – 167. 313 GÖKBEL,a.g.t., s. 227. 314

Ali Nezhet BOZLU, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü”,

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE MÜKELLEF HAKLARI VE DEĞERLENDİRİLMESİ

I. TÜRKİYE’ DE MÜKELLEF HAKLARI

Türkiye’de vergileme süreci ile ilgili usul ve esaslar kanunlarla ayrıntılı olarak düzenlendiği ve sıkı kurallara bağlandığından, mükelleflere tanınan haklar da esas itibariyle anayasal normlarda ve vergi kanunlarında düzenlenmiştir. Ancak söz konusu haklara kanunlarımızda dağınık olarak yer verilmektedir. Mükellef hakları, ayrı bir kavram ve idari bir görev olarak ilk kez 5 Mayıs 2005 tarih ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri hakkında Kanun’da yer almıştır. Kanun’un 1. maddesinde yeni kurulan Gelir İdaresi Başkanlığı’nın amacı, gelir politikasını adalet ve tarafsızlık içinde uygulamak, vergi ve diğer gelirleri en az maliyetle toplamak, mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu sağlamak; mükellef haklarını gözeterek yüksek kalitede hizmet sunmak suretiyle yükümlülüklerini kolayca yerine getirebilmeleri için gerekli tedbirleri almak, saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, etkinlik, ve mükellef odaklılık temel ilkelerine göre görev yapmak olarak belirlenmiştir. Aynı Kanunun’un 4. maddesiyle mükellef haklarının korunması ve mükellef ile başkanlık ilişkilerinin karşılıklı güven esasına dayanması konusunda gerekli tedbirleri almak; mükellefleri, vergi mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirmek görevleri Gelir İdaresi Başkanlığı Teşkilatına verilmiştir. 10 ve 24. maddelerinde bu görevler ile mükellef memnuniyetini ölçmek ve değerlendirmek görevinin merkezde Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı, Taşrada Vergi Dairesi Başkanlıklarınca yürütülmesi öngörülmüştür315.

Çağdaş ülkelerdeki mükellef hakları ile ülkemizde vergi mükelleflerine tanınan haklar karşılaştırıldığında, mükellef haklarının önemli bir kısmının aslında Türk vergi hukukunda da mevcut olduğu görülmektedir. Ancak, Türk vergi kanunlarında mükellef hakları ile ilgili ayrı ve sistematik bir düzenleme olmayıp, kanunlarda düzenlenen müesseselere ait hükümler şeklinde yer verilmiştir. Gerek usul yasalarımızda, gerekse teknik vergi yasalarında mükellef haklarını düzenleyen birçok müessese ve madde bulunmaktadır. Bunların bir kısmı mükellefler tarafından iyi nüfuz edilememiş, bir

kısmı ise hazine yararı, sorumluluktan kaçma, teknik yetersizlik, ilgisizlik v.b. sebeplerle mükelleflerden uzak tutulmuştur. Mükelleflerin yasalardan doğan haklarının yanında, vatandaşlıktan, mükellefiyetten ve insan haklarından doğan doğal hak ve özgürlükleri de bulunmaktadır. Tüm bu hak ve özgürlüklere öncelikle idare tarafından saygı gösterilmesi, bu hak ve özgürlüklerin tesis edilmesi konusunda idarenin hem içe dönük, hem de mükellef ve meslek mensuplarına yönelik tanıtım ve eğitim çalışmalarına önem vermesi gerekmektedir. Bu anlamda mükellef hakları konusunda mükellef - idare ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturması son derece önem taşımaktadır. Günümüzde mali idarenin mükellefe dönük yüzü büyük ölçüde vergi daireleri olduğundan mükellefe hizmet sunumunun büyük ölçüde gerçekleştirildiği vergi dairelerinin her yönüyle nitelikli hizmet sunan bir yapıya kavuşturulması aynı derecede önemlidir. Bu anlamda vergi daireleri teknolojik alt yapısını tamamlamış, temiz, modern hizmet binaları yanında, kaliteli ve nitelikli hizmet sunan güler yüzlü çalışanları ile örnek olmak durumundadırlar316. Bu çerçevede, ülkemizde mevcut mükellef haklarını anayasal temellere dayandırmamız yerinde olacaktır. Türkiye’de mükelleflere tanınan haklar, anayasal temelleri itibariyle vergilerin kanuniliği ve sosyal hukuk devleti ilkesi olmak üzere iki başlık altında incelenmektedir.