• Sonuç bulunamadı

6. ALAN ARAŞTIRMAS

6.7. Ali Atmaca

Ali Atmaca, 1947 Kadirli doğumlu. Ali Bey’in ailesi Maraş’tan göçmüş, altı kardeşin en büyüğü; iki kız, üç erkek kardeşi var, beş yaşına kadar Kadirli’de doğduğu yerde yaşıyor.

Oturdukları yer onlar gibi birçok göçebenin yaşadığı aynı tip evlerden oluşuyor. Bu evlerin üzerinde ne demirin, ne çinkonun bulunduğu yağmurdan korunmak için sadece sazlarla örtülü bir çatısı olduğunu hatırlıyor. Bu sazla kaplı örtü yağmurun içeriye girmesini engelliyormuş. Bu evlere “huğ” denildiğini anımsıyor. Tek gözlü olan bu evler bir boşluk içerisinde sayıları 5-20 arasında değişebiliyor.

Hatta yaşadıkları yerde kendinden yaşça büyük olan komşuları Yaşar Kemal’in onu gezdirdiğini, birlikte dolaştıklarını anımsıyor. Fakat bu anılar onun belleğinde silik izler taşıyor.

Daha sonra yine aynı yörede bir çiftliğe taşınıyorlar. Babası ve annesi bu çiftlikteki hizmet işlerini yürütüyorlar. Kasabaya 20 km uzaklıktaki bu çiftlik evinin dışı ve içinin ahşap olduğunu hatırlıyor. Hatta bu evin o zamanlar kasabanın en zenginlerinden biri olan daha sonraları da belediye başkanlığı yapmış kişinin konağı olduğunu söylüyor.

Ali Bey ve ailesi, bu konak içerisinde de yine huğ diye tabir edilen evde yaşıyorlar. Bu evdeyken ilkokula yürüyerek gittiğini anımsıyor. Bu evle ilgili de Ali Bey’in silik anıları var.

“Çocukluğumun en güzel yılları” ve “çocukluk evim” diye tabir ettiği evi ise babasının kalan mirasla alınan evde geçtiğini aktarıyor. “…Bu ev, el işi olan bir evdi.

Tamamen yöresel kaynaklarla yapılmış, sanayinin girmediği bir evdi..”

Evin iki katlı, ikinci katın ortak bir balkonu var ve tamamen ahşap olduğunu hatırlıyor. Salondan bir merdiven çıkıyor ve evin iki ayrı kullanıma olanak verdiğini hatırlıyor. “…Zamanında da bu evi ayrı aileler kullanmış. Üstte bir oda, altta bir oda

ve ortada ahşap süslemeli bir balkon var. Yani evin genelinde üstte iki oda, altta iki oda var onları salondan birleştiren bir merdiven var…” Bu evi amcalarıyla beraber

Evin yapım sistemini şu şekilde hatırlıyor: “…Önce direkler dikiliyor. O yöreye özgü

ağacımsı bir ot var. “Hayit çalısı”, onun dalları çok esnek. Hayit çalısının dallarını örgü sistemiyle bu dikmelerin arasına bağlıyorlar. Bir çamur hazırlanıyor. Killi topraktan hazırlanan bu çamurun içerisine mukavemeti arttırmak için saman konuluyor. En son olarak da kireç badana çekiliyor…”

Ali Bey bu evde ortaokulu bitirinceye kadar yaşıyor. Evin salonunun olmadığını, alt katta iki ayrı mutfağın olduğunu, açık mutfak gibi hatta çevrilmemiş olduğunu ve yanında da banyo yapılan bir yer bulunduğunu hatırlıyor.

“…O görüntü muhteşemdi. Çam ağaçlarının, portakal ağaçlarının, incirlerin içinde iki katlı dört odalı üzeri kiremit kaplı bir evin görüntüsü belleğime yerleşmiş…Evler birbirine uzaktı. En yakın ev 200-300 mt uzaklıktaydı. Geniş bahçeler vardı. O evlerin çoğunluğu yığmaydı. Yine direkler vardı fakat bu sefer direkleri birbirine paralel şekilde iki tane koyuyorlar. Her bir direk arasını hayit çalısıyla ördükten sonra aralarını taşla dolduruyorlardı…”

Ali Bey, renkli topraklar olduğunu anımsıyor. Kişilerin kendi beğenilerine göre evin dışını yarısı kırmızı, yarısı beyaz, yeşil yaptıklarını hatırlıyor. Mutfaklarda duvarın üzerine boyanmış çivit mavisi rengi hatırlıyor. Renklendirilmiş kireç olduğunu anımsıyor. Pastele yakın soluk bir yeşil rengi de mutfak duvarlarında hatırlıyor. Komşu evlerdeki mutfakların da kendilerinkine benzer şekilde boyalı olduğunu aktarıyor.

Ali Bey için en özel diyebileceği yer onun odası. Küçük yaştan beri hem yazmaya hem de çizmeye olan merakından odasından çıkmadan elektriğin olmadığı bir ortamda gaz lambasıyla saatlerce odasında çizim yaptığını hatırlıyor.

“Bizim evimizde ısınmak için bir şey yoktu. Biz ısınmazdık…” Kışın sobanın alt katta

kurulduğunu ama onun da en fazla bir ay yandığını anımsıyor.

Ali Bey daha sonra çocukluk evine gitme fırsatı bulmuş. Çok yıkık ve harap olarak gördüğünü anlatıyor. “…Bana saray gibi gözüken bu evin sıvaları dökülmüş, alttan

çalıları gözüküyordu. Bakımsızlıktan bir gecekondudan farksızdı… Evimizin yanında dere akardı, hatta o dere o kadar büyüktü ki, nehir gibiydi. Üzerinde bir de tahta köprüsü vardı. Yıllar sonra o dere, o köprü, o devasa incir ağaçları, dut ağaçları her

şey küçülmüştü…” Ali Bey, çocukluk eviye sonraki yıllardaki buluşmasını korkunç

bir hayal kırıklığı olarak nitelendiriyor.

Ali bey, evin en çok ahşap merdivenlerini severmiş. Açık renkli ağaçtan olan bu evin, silinmekten ve inip çıkmaktan aşınmış olan orta kısımları ayrıca ilgisini çekermiş. Kapıların ahşap olduğunu, fakat pencerelerde cam bulunmadığını hatırlıyor. Penceredeki panjur için kullanılan ağacın çok ilginç bir şekilde oyulduğunu, yağmurun bile bu oyuntulardan girmediğini hatırlıyor.

Bu evde aklından çıkaramadığı kokuyla ilgili bir anısı var. Alt katta hasta olan halasının yattığı yerden ağır hastalık kokularının ahşapların arasından sızarak odalara yayıldığını hatırlıyor.

Evinde çocukluk evinden getirebildiği her hangi bir eşyası yok. Fakat son zamanlarda satın aldığı iki adet eski Milas kapısı, çocukluğundaki ahşap kapı ve detaylarını anımsatıyor.

Lise döneminde Adana’ya geçişiyle beraber, yapılar onun hafızasında siliniyor. Çok özelliği olmayan evler hafızasından silinmiş.

Daha sonraki yıllarda Ali Bey, yaşamak için gittiği Paris’te Corbusier’in eserlerinden çok etkilendiğinden bahsediyor. Mimar arkadaşıyla beraber Corbusier’in eserlerini dolaşarak onun mimariye bakışını belleğine kaydettiğini aktarıyor.

2006 yılından beri Ali Bey, Bodrum’da Gümüşlük’te iki katlı evinde yaşıyor.

"…İstanbul yordu beni. Zaten o kenti hiç sevmedim. Ama burada bir arkadaşım olduğu için zorunlu bir kalış oldu. Şimdi birlikte geldik…” Bodrum’daki evini aynı

zamanda atölye olarak da kullanıyor. Evi ve atölyesi arasında küçük bir bahçesi var. Resimlerinde canlı renkleri müthiş bir ustalıkla kullanan Ali Bey Bodrum’da mutluluğu ve huzuru bulduğunu dile getiriyor.