• Sonuç bulunamadı

Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik algısının değişmesi ile ideolojik ve askeri unsurların yerini ekonomik olgular almaya başlamıştır. Bu yeni dönemde dış politika artık sadece barış ve güvenliğin korunmasıyla değil, refahın sağlanmasıyla da ilgilenmeye başlamıştır. Realistler tarafından “alçak politika”1 konusu olarak kabul edilen ekonomik konuların “yüksek politika” konularının önüne geçmesi ile dünya çapında doğal kaynakların kullanılması, çevrenin korunması gibi alanlarda devletler arasında işbirliği olanakları giderek artmaktadır. Devletler arasında işbirliğinin artması karşılıklı bağımlılık olgusunu yaratmış olmakla birlikte dünya sisteminin anarşi özelliği taşıması nedeni ile ulusal çıkar (beka) kavramı hala önemini korumaktadır.

Uluslararası ilişkilerde politika (güç) kadar ekonominin (kar) de önemli hale gelmesi sonucunda, dış politikada aktör çeşitliliği de artmıştır. Enerji diplomasisini göz önünde bulundurduğumuzda devletlerin yanı sıra üyeleri devletler olmakla birlikte üyelerinin karar verme süreçleri üzerinde ciddi etkileri olan küresel ve bölgesel enerji işbirliği örgütleri ile çok uluslu enerji şirketleri de aktör olarak kabul edilmektedir. Enerji yatırımlarının ileri teknoloji ve yüksek yatırım maliyeti gerektirmesi nedeniyle, çok uluslu şirketler sahip oldukları politik ve ekonomik güç aracılığıyla enerji kaynaklarına sahip olan devletler üstünde sadece ticari anlamda değil; siyasi konularda rol oynayabilmektedirler. Ancak, enerji sektöründe güçlü bir

1

Devleti tek aktör olarak kabul eden klasik realist teoriye göre, uluslararası ilişkilerin gündemini oluşturan konular arasında hiyerarşi bulunmaktadır. Bu varsayım doğrultusunda, devletler açısından güvenlik en önemli konudur. Bu nedenle, ulusal güvenlikle ilgili unsurlar yüksek politika konusu kabul edilmektedir. Devletin bekasının korunmasını yüksek politika konusu olarak kabul eden klasik realist teorinin bu varsayımına göre, ekonomi başta olmak üzere uluslararası ilişkilerin gündemini oluşturan diğer konular alçak politika konusu olarak kabul edilmektedir (Tayyar, 2010-a: s. 142-143).

15

kaynak millileştirme eğilimi olması nedeni ile çok uluslu şirketler ile kaynak sahibi ülkeler arasındaki ilişkinin doğası zamanla tersine dönmektedir. Kaynaklarının geliştirilmesi için enerji şirketlerine muhtaç olan az gelişmiş ülkeler bir süre sonra enerji kaynaklarından elde ettikleri gelir ile kaynak millileştirme politikasına yönelerek enerji şirketlerinin etkisini azaltmaktadır.

Enerji güvenliği bu çalışmada; sistem (küresel ve bölgesel enerji örgütleri, çok uluslu şirketler, enerji piyasaları), devlet ve birey (proje) düzeylerinde analiz edilecektir. Çalışmamızın vaka analizi olan Hazar Bölgesi ülkelerinde enerji kaynaklarının tek sahibi devlet olup bu konuda son karar verici olarak gücünü olabildiğince merkezileştirmiş durumdadır. Bu nedenle çalışmada ana aktör olarak devlet kabul edilmiş olup çok uluslu şirketlerin enerji diplomasisindeki etkisine ise sistem ve proje düzeyinde yer verilecektir.

Enerji, devletlerarasındaki ilişkilerde en önemli belirleyicilerden biri olmuştur. Üretici ve tüketici devletler, farklı amaçlarla da olsa, enerji politikasına öncelik vermektedirler. Üretici devletler, kendi kaynakları üzerinde karar haklarının olmasını ve farklı tüketicilere petrol veya doğal gaz satarak, ihracat gelirlerini belli bir seviyede tutmayı hedefindedirler. Tüketici devletler ise, kaynağın devamlılığının, ulaşımının güvenliğinin ve fiyatların istikrarının sağlanması için politikalar üretmektedirler. Bu süreçte transfer ülkeleri de enerji koridoru bir kez oluştuktan sonra önemli bir pazarlık gücüne kavuşmaktadır.

Bu politikalar aslında bir kısır döngüye sebep olmaktadır: Enerji kaynakları açısından zengin olan bölgelere nüfuz etmek isteyen devletlerin rekabetleri, enerji kaynağı sahibi ülkelerde istikrarsızlıklara sebep olmaktadır. İstikrarsızlıklar ve bahsi geçen nüfuz mücadeleleri yüzünden, devletler silahlanma yarışına girmektedirler. Bu yarış hem devletlerarasında güvensizliği doğurmakta hem de hâkimiyet peşindeki devletlerin güvenlik sağlama maksadıyla, enerji bölgelerine müdahale etmelerine sebep olmaktadır. Bu durumda, küresel güçlerle rekabeti devam ettiremeyecek durumdaki enerji zengini ülkeler, ikili veya çok taraflı ilişkiler geliştirerek, siyasal ve ekonomik açıdan kalkınmalarını sağlamaya çabalamaktadırlar.

16

Enerji ilişkileri genel olarak tek taraflı bir görünüm sergilemekle birlikte petrol piyasasında OPEC’in varlığı nedeni ile çok taraflı boyuttan da söz etmek mümkündür. Ancak, Hazar ülkelerinin OPEC üyesi olmamaları, bölgenin doğal gazda diğer üreticilere alternatif olma potansiyelinin petrole göre daha güçlü olması nedeni ile Hazar’daki enerji ilişkilerinin çoğunlukla tek taraflı görünüm sergilediği varsayımından yola çıkılarak vaka analizleri tek taraflı boyuttan ele alınmıştır.

Dünyanın artan enerji talebinin karşılanmasında kısa ve orta vadede fosil yakıtların alternatifinin bulunması beklenmemektedir. Fosil yakıtların tüketiminde gerek taşınma ve gerekse de kullanım konusunda ciddi anlamda çeşitliliğe sahip olan petrol ilk sırada yer alırken enerji güvenliğinde çevresel kaygıların giderek daha yoğun hissedilmesinin sonucu olarak doğal gaz ikinci, kömür ise üçüncü sırada yer almaktadır. 21’inci yüzyılın doğal gaz çağı olacağı ve gazın tüketim dağılımında birinci sıraya yükseleceğine yönelik ortak bir kanı olmakla birlikte doğal gaz kullanımının petrol kadar yaygın olabilmesinin önünde teknik ve coğrafi engeller bulunmaktadır. Kullanım alanı petrol kadar geniş olmayan, en önemlisi yaygın olarak henüz ulaşımda kullanılamayan, doğal gazın transferi de petrole göre daha zor ve daha maliyetlidir. Doğal gaz piyasasının petrol piyasasından daha sert bir yapıda olması nedeni ile bu çalışmada doğal gazın petrolden daha politik bir enerji kaynağı olduğu varsayımı üzerinden doğal gaz (bölgesel) ve petrol (küresel) ticareti ve yatırımları incelenecektir.

Şekil 1: Küresel Enerji Tüketiminde Fosil Yakıtların Dağılımı

17

Enerji kaynaklarına sahip olmak için yüzyıllardır devam etmekte olan çatışmalar ve istikrarsızlıklar, enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamanın önemini açığa çıkarmaktadır. Egemenlik mücadelesindeki devletlerarasında ihtilaflar ve kısa süren çatışmalar yaşansa da, gerek enerji ithalatçıları, gerekse ihracatçıları, gerekse de transfer ülkeleri kaynakların güvenliğine ve arzına zarar verecek kesintilerin yaşanmasını istememektedirler. Ancak, enerji güvenliğinin tehdide açık yapısı nedeni ile kasti bir kesinti söz konusu olmasa bile teknik aksaklıklar, kaza, afet, iklimsel sorunlar, savaş, etnik çatışmalar, terör saldırıları, ayaklanmalar, darbe gibi pek çok iç ve dış etken enerji güvenliğini etkileyebilme gücüne sahiptir. Bu nedenle de; “enerji güvenliğinin merkezinde hala tüm taraflar için kaynak çeşitlendirmenin bulunduğu” araştırmacı tarafından ana varsayım olarak kabul edilmiştir.