• Sonuç bulunamadı

4.1. Amaç boyutuna ilişkin bulgular

4.1.4. Amaçların dayandığı yaklaşım

Yükseköğretim kurumlarının amaçlarının dayandığı, temel olarak aldıkları bir eğitim yaklaşımı olup olmadığına ilişkin katılımcıların görüşleri sorulmuştur. Amerika ve İngiltere’de yükseköğretim kurumlarının amaçlarının dayandığı bir yaklaşım olduğu göze çarpmaktadır. Bu yaklaşım Amerika’da daha çok belli bir alana yönelik olarak, kurumların açılırken bir eğitim yaklaşımı belirlediğini ve kurumun amaçlarının ve uygulamalarının bu yaklaşıma dayandığı ifade edilmiştir. İngiltere’de yükseköğretim kurumlarının köklü bir geçmişe sahip olması ve gelenekleri sürdürmesinin yanında dünyadaki gelişmelere paralel olarak dinamik bir yaklaşıma sahip olduğu söylenebilir. Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının bağlı olduğu YÖK gibi merkezi bir kurum vardır. Üniversitelerin genel olarak bir yaklaşımı olsa da YÖK’e bağlı olduğundan dolayı kendi yaklaşımlarını belirleme ve sürdürme anlamında özerk olmadıkları görülmektedir. Aşağıda katılımcıların ifadelerine yer verilmiştir.

(E,7ABD,8TR): “Dünyadaki bütün yükseköğretim kurumları belli bir felsefeye dayalı olarak kuruluyorlar. Örneğin eski zamanlarda ortaçağ öncesinde ağırlıklı olarak din adamı yetiştirmek felsefesiyle üniversiteler ya da öncesinde medreseler, katedraller ya da sinagoglar değişik eğitim kurumları özünde din adamı yetiştirme misyonuyla kuruluyordu. Daha sonra misyonlar biraz daha çeşitleniyor. Topluma hizmet, iş dünyasına adam yetiştirme, modern devlete adam yetiştirme. Dolayısıyla üniversiteler aslında hem bulundukları ya da içinden doğdukları kurumlarla son derece iç içe gelişiyorlar. Günümüzde ise modern döneme baktığımızda, üniversitelerin dayandığı felsefe ya da misyon açısından baktığımız zaman özünde iş dünyasına insan hazırlama misyonu biraz daha ön plana çıkmış durumda. Dolayısıyla biraz daha pragmatik felsefeyle hareket ediyorlar. Topluma bir fayda sağlıyorlar. Özellikle Amerika'da üniversitelere baktığımız zaman, bunu da olumsuz anlamda kullanmıyorum, olumlu anlamda kullanıyorum. Nihayetinde üniversiteler bir şekilde topluma hizmet etmeli diye düşünüyorum. O anlamda olumsuz bir şey olarak söylemiyorum (…) O açıdan Amerika'daki üniversitelerin temel kurucu felsefesinin topluma hizmet olduğu söylenebilir.”

(E,23İNG,4TR): “Hem öğretim elemanı ya da öğretim üyesi kendini sürekli olarak geliştirmek zorunda. Bunu artık bir yaşam biçimi olarak edinmek zorunda. Ben Türkiye'deki üniversitelerde bütün akademisyenler için

konuşmuyorum ama genel çerçevede baktığımız zaman bir kariyer olarak algılanıyor. Ne yapıyorsunuz çalışıyorum, para kazanıyorum, bir meslek olarak bakılıyor. Ama benim İngiltere'de kendi deneyimimden, yaptığım gözlemlere göre yaşam biçimi bilimsel çalışma. En büyük farklılık buradan kaynaklanıyor. Ne yapıyor, sistem üniversiteleri özerk bıraktığı halde yayın yapmayan, üretken olmayan akademisyenleri o sistem zaten eliyor. Her ne kadar benim hangi konuda araştırma yapacağım, ne yapacağım konusunda üzerinde müthiş bir özerklik bulunmakla birlikte, o özerklik bana yan gelip yatma hakkı tanımıyor. O sistemin içine giren bir şekilde bu sisteme ayak uydurmak zorunda. Ama özerklik ilkesi her zaman söz konusu. Öğretim üyeleri üzerinde hiçbir zaman sıkı denetim söz konusu değil. Öz disiplini olmayan bir öğretim üyesinin o sistemin içerisinde yaşamasının mümkünatı yok.”

(E,5İNG,2TR): “Benim İngiltere'de kaldığım üniversite çok eski bir üniversiteydi. Geleneği oturmuş bir üniversite, İngilizce konuşulan dünyanın ilk Üniversitesi. 12. yüzyılda hatta resmi olarak 13. yüzyılda kurulduğuna dair 1000 yıla yaklaşmış üniversiteden bahsediyoruz. İlk üniversite olarak adını duyurmuş, monarşi ile krallıkla çok yakın dirsek temasında olan, devlet adamı yetiştiren ya da 12.-13. yüzyıllardan bahsediyoruz kilisenin çok güçlü olduğu bir Avrupa’dan bahsediyoruz ya da kiliseye insan yetiştiren ülkenin din adamları ya da devlet adamlarını yetiştiren bir yapıdan geliyor. Fakat daha sonra sivilleşen, demokratikleşen, daha modern bilimin modern üniversitelerin standartlarına doğru evrilen bir yapısı var. Dolayısıyla üniversitenin bir eğitim felsefesi var. Hep vardı ve bu birazda gelenekten beslenen, oturup ne yapalım da bizim eğitim felsefemiz ne olsun deyip kurulan bununla ilgili çalıştaylar konferanslar yapan bir yer değil. Mesela modern olarak açılan üniversiteler böyle gidiyor. Bizim üniversitemizde bunlardan bir tanesi. Türkiye'de biz 2013'te açıldık ve şimdi tam olarak bu konuları çalışıyoruz, konuşuyoruz. Öğrencimiz yok henüz. Eğitim felsefemiz ne olmalı, bizim kurumsal kimliğimiz ne olmalı, biz ne yapmalıyız, asli görevimiz araştırma, yeni bilgi üretme, bu bilgiyi bilime katkıyı arttırma, insanlara hizmet mi olmalı yoksa eğitim üniversitesi olacağız, yeni nesiller yetiştireceğiz, vasıflı insanlar, kalkınmamıza refahımıza hem ülkemize hem de dünyaya katkıda bulunacak (…) bütün bunları biz şuan konuşuyoruz tartışıyoruz (…) Çok daha yeni, modern, eklektik bir özelliği İngiliz tarihi üniversitelerine öykünüyor, bir özelliği çok modern. Uluslararası para gelsin, fon gelsin diye yapıyor böyle okullarda vardır. Oxford dünyanın sayılı üniversitelerinden biri ve burada kalması lazım. Bu rekabetin içerisinde diğer üniversiteler sizi sürekli geçmesini engellemek için sürekli fon almanız lazım (…) bu soru 1000 yıllık üniversite de de var. Biz kimiz, ne olmalıyız, ne yöne

gitmeliyiz ama onların bu soruya cevap verirken biraz daha rehber edineceği gelenekleri oluyor. Yeni üniversiteler buna daha sıfırdan masaya oturup başarılı örneklerden alabileceğimiz bir şey varsa alalım. Burada bunu yapmışlar ama olmamış biz nasıl yapabiliriz diye oturup konuşuyoruz. Dolayısıyla üniversitelerin bir eğitim felsefesi her zaman çok homojen, stabil, değişmeyen şekilde değil, vardır ve olmalıdır. Çünkü kendilerini tanımlamak durumundalar neredeyiz diye. Türkiye baktığımız zaman burada biraz daha dağıldığını görüyoruz. Çünkü YÖK’ten baskı geliyor. Şu bölümü aç, bu bölümü aç diye, kontenjan arttır diye. Kendi öğrencisini seçme şansı olmaması gibi şeyler var. Çok plansız büyüklüğünü görüyoruz. Türkiye'de genç ve büyük bir nüfusu var. Eğitim hâlâ çok değer görüyor. Herkes eğitimli olmak istiyor. Eğitim hala sosyal bu ileti aracı (…) dolayısıyla Türkiye'de çok kolay değil benim eğitim felsefem budur, benim üniversite olarak varlığım şudur demek. Ama üniversiteler buna kafa yormalı ve böyle bir kavram bence önemlidir.”

(K,8ABD,3TR): “Amerika’daki üniversitelerin, özellikle ben kendi üniversitemi hep göz önünde bulundurarak anlatacağım. Orada üniversitelerin belli kategorileri var biliyorsun. “Research, “araştırma üniversitesi” bir, araştırma üniversitesi iki, benim devam ettiğim bir devlet üniversitesi idi. Devlet üniversitesi olması onun arkasındaki eğitim felsefesini de etkiliyor. Eee, şöyleki orada “university of” olduğunda daha “akademik ağırlıklı”, “state university” olduğunda aslında ilk kurulduğunda tarıma destek, tarımsal alandaki bir takım değişmeleri, gelişmeleri sağlamak amacıyla kurulmuş üniversiteler bunlar. Yani, university of … varsa farklı bir şey, … state university varsa o başka bir şey. Bunlar ikisi farklı amaçlara hizmet ediyor. Ama benim üniversitemin kesinlikle dayandığı bir felsefe vardı. Bu da “topluma hizmetti”. Topluma hizmetin olduğu, bir şehir üniversitesiydi. O yüzden şehrin tam içinde, herhangi bir sınırı olmayan yani buradaki gibi bir kampüs üniversitesi değildi ve o yüzden de şehirle çok iç içe geçmiş bir üniversiteydi. Çok fazla topluma hizmet, işte bu “service learning” dedikleri öğrenme, hizmet yoluyla öğrenme, “topluma hizmet yoluyla öğrenme” üniversitenin en büyük felsefelerinden bir tanesidir. Ki zaten üniversite bu anlamda Amerika genelinde ödül almış üniversitelerden bir tanesiydi. O yüzden üniversitenin mottosu “that knowledge serve the city”. “Bilginin şehre hizmet etmesini sağlama, bilgi şehre hizmet etsin” gibi bir mottosu vardı. O yüzden de bütün felsefe, eğitim felsefesi aslında daha çok yaparak, toplumla iç içe, işte o bölgenin sorunlarıyla, oradaki yaşayan minority, işte o bölgede yaşayan azınlıkların hakları ya da mesela bir native american “kızıl derililer merkezi” vardı üniversitenin içinde. Yahudilerin bir programı vardı. Yani oldukça o farklılıkları ön plana çıkarmaya çalışan ve şehrin yapısına hizmet

etmeye çalışan bir üniversite felsefesi vardı. Türkiye’de bence genel olarak üniversitelerin bir felsefesi var. Ama orayla kıyasladığımız zaman ön plana çıkan üniversiteler daha az gibi geliyor bana. Misyonu, amaçları çok net olduğu, felsefesinin ne olduğu belli olan üniversite az (…) O yüzden böyle bir farklılık görüyorum açıkçası Türkiye ile Amerika arasında.”

(E,9ABD,7TR): “Kendi tecrübelerime dayanarak şöyle söyleyebilirim. YÖK diye bir algı, anlayış yok. Her üniversitenin kendine ait bir felsefesi var mı var, olmazsa olmaz. Çünkü durduk yerden hadi üniversite açalım gibi açılmıyor yurtdışında. Belli bir takım gerekçelerle açılıyor ya bireyler bir araya gelip açıyor ya da eyalet kendi vatandaşları için açıyor. Fakat temel ve tek bir sebebi yok, tek bir felsefesi yok. Örneğin Georgia’da küçük bir üniversiteye gitmiştik. Üniversitenin rektörü bizi gezdirdi. Rektör, yerdeki halılara dikkat ettiniz mi dedi. Ben açıkçası etmemiştim. Yerdeki halılar yeşil renktedir dedi. Dolar rengi dedi yani dolar yeşili. Ama gerçekten de öyleydi. Öyle tuhaf bir yeşil, doların üzerindeki yeşil gibi. Biz çok uğraştık o rengi yakalayabilmek için dedi. Niye böyle yaptıklarını sordum. Sormayacaksınız diye korktum dedi. Sebebi şu; bizim felsefemiz burada kazanma üzerine, öğrenci yetiştirme parayı bir şekilde kazanacak motivasyonla öğrenci mezun etmek istiyoruz. Derdimiz bu bizim. İster bu öğretmen olsun en iyi öğretmen, en çok kazanan öğretmen olsun, ister hemşire olsun en çok kazanan hemşire, ister mühendis en çok kazanan mühendis. İlginç bir şeydi bu. Ben etkilendim açıkçası. Burada kıytırık bir üniversitenin böyle bir felsefesi varken bizim üniversitelerin, bu anlamda genelleme yapmak belki yanlış olabilir, çünkü içinde çalıştığınız zaman görebilirsiniz bazı yansımaları felsefi yansımaları. Ama ben kendi kurumun için bunu görmüyorum. Öyle bir felsefe görmüyorum, belki vardır ama genel anlamda bizim bir felsefemiz olduğuna inanmıyorum.”