• Sonuç bulunamadı

4.1. Amaç boyutuna ilişkin bulgular

4.1.3. Amaçları gerçekleştirme: yol haritası

Yükseköğretim kurumlarının amaçlarını gerçekleştirmek için neler yaptığı, nasıl bir yol haritasına sahip olduğuna yönelik katılımcıların deneyimlerini, gözlemlerini paylaşmaları istenmiştir. Katılımcıların görüşlerine dayanarak Amerika ve İngiltere’de amaçların, vizyon ve misyonun kağıt üzerinde ya da web sitesinde yazılı olarak kalmadığını, bunun ötesinde bu amaç uğruna çaba gösterildiği ve değerlendirme mekanizmalarının da oldukça etkili işe koşulduğu söylenebilir. Türkiye ile ilgili görüşlerde ise birkaç üniversitenin dışında amaçların sadece yazılı olduğu, buna uygun stratejilerin belirlenmediği görülmektedir. Bu noktada Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarının büyük çoğunluğunun devlet tarafından finanse edildiği ve ek bir takım kaynakları olmadığından stratejileri olsa bile bunları hayata geçirme açısından sıkıntılar olabileceği ve yeterince özerk olmadığı anlaşılmaktadır. Görüşmeler kayıtlarına ilişkin alıntılar aşağıda verilmiştir.

(E,1ABD,15TR): “Benim çok önemsediğim ve dikkat ettiğim şeylerden bir tanesi şu. Amerika'daki üniversitelerde bu amaçların gerçekleştirilmesi için iki tane çok önemli ayak var. Bir tanesi maddi kaynağını bulunması, ikincisi de insan kaynağının bulunması. Bu iki konuda da Türkiye'deki bir Amerika'daki üniversiteler arasında çok önemli farklılıklar var. Maddi kaynağını bulunması açısından şöyle bir farklılık var. Türkiye'de ağırlıklı olarak devlet üniversiteleri var. Son birkaç yıldır da vakıf üniversiteleri var. Mesela devlet üniversitelerinden başlarsak, devlet üniversiteleri zaten tamamen devlet desteği ile faaliyet gösteriyor. Bütün harcamalar devlet tarafından karşılanıyor ve üniversitelerin henüz maddi gelir ya da imkan üretme ihtimalleri ya da becerileri çok gelişmiş değil. Tamamen devlete yaslanmışlar ve bir performans sistemi de yok (…) Amerika'da ise bu konularda hem devlet desteği var devlet üniversitelerinde, hem de bir yandan üniversitelerin performansı ölçülüyor. Buna karşılık üniversitelerin ayrıca para kazanma, gelir elde etme, sürdürülebilirlik kavramı çerçevesinde faaliyetlerine önem vermesi isteniyor (…)”

(K,9ABD,2TR): “Yayın, çok yayın yapıyorlar. Mesela ben Boğaziçi Ekonomi mezunuyum. Öğrenci kalitesini, seviyesini en iyi gösteren şey onun için referans yazan kişinin ne kadar yayın yaptığıdır. O çok düşüktü ben üniversitede okurken dünya üniversiteleri arasında. Şimdi daha geriye gitti. O zamanlar daha iyi hocalar vardı. Bu nasıl olabilir. O kişinin çok yayın yapması. Onun da maalesef belli kuralları var. Buradan o tarz yayın, bizim

ülkemizden çok fazla çıkmıyor, çıkamıyor bunun da belli nedenleri var.” (E,9ABD,3TR): “Temel farklardan bir tanesi bu. Mesela vizyon neyi nasıl planladığınız ve planlarınızın ne kadar gerçekleştirebildiğinizle alakalı. Burada hiçbir okulun bir dönem sonra hangi ders açacağını bilemezsiniz. Amerika'da biz iki yıl sonrasını bilirdik. Orada hangi tür alanlara yöneleceği, o bölümün yoğunlaştığı alanın ne olduğunu baştan planlarlar. Biz de her şeyi yapmak gibi bir eğilim var. Orada öyle değildir. Yoğunlaştıkları, daha eğilmek istedikleri bir alan vardır. Buna uygun biçimde bir eğitim kadrosu oluşturulur. Bölüm kendisini buna göre planlar. Buna göre dersler açar, kurduğu merkezler, yürüttüğü çalışmalar bununla ilgili olur. Bu bizde yok, ben görmüyorum en azından.”

(E,11ABD,3TR): “(…) Kaliteli hoca almaya çalışıyorlar, yayın yapmalarını istiyorlar, derslerdeki işlenişi, öğrenci değerlendirmelerinin yüksek olmasına dikkat ediyorlar. Bunun için çaba gösteriyorlar ki okul üst sıralarda yer almaya devam etsin. Bunun yanında sporda çok başarılı bir okuldu. Basketbol takımları hem kız hem erkek her sene şampiyonluğa oynar. Amerika'da da kızlar üç sene üst üste şampiyon oluyor, erkekler 3-5 yılda bir kere şampiyon oluyorlar veya final oynuyorlar. Sporla öne çıkıyor. Herhangi bir Amerikalıya bu üniversiteyi söylerseniz aklına ilk gelen basketbol şampiyonu. Yani spor eğitimin önüne geçmiş durumda UCON da. Ben öğrencilerle anket yaptım üniversiteden memnun musunuz diye. Cevapların %40-%50’si spor okulu, eğitim o kadar kaliteli değil dedi. Spora yönelen, NBA hedefleyen oyuncular hep bu üniversiteyi tercih ediyordu.”

(K,5İNG,4TR): “Senede bir rektör gelir okula. Rektör bir konuşma yapar yanında bir eğitimden sorumlu rektör yardımcısı, araştırmadan sorumlu, onlar gelirler. Bilgi verirler, ne yaptık, ne yapacağız, neler değişiyor, konjonktürdeki değişiklikleri anlatırlar. Diyelim ki devlet bütçeleri değiştirdi. Araştırmada başarılı olan üniversitelere devlet daha fazla bütçe veriyor. Başarısız olana daha az veriyor. Onun için üniversiteler devamlı araştırma puanlarını yükseltmeye çalışıyorlar. Buna hazırlık oluyor. Beş yılda bir yapılıyor bu. Bu hazırlığın içeriği nasıl olmalı, neler yapmalıyız, neler eklenmeli onunla ilgili sonuçlar yapılırdı devamlı. Her bölümün, her okulun Teaching’den ve Research’ten sorumlu profesörleri olur. Onlar yine toplantılar yapar. Bölüm toplantılarının hep dışında bunlar. Devamlı bir bilgilendirme olur. Hep tartışılır ve orada sizin bunları tamam deyip kabul etmenizi beklemezler. Öyle yapan kişilere iyi gözle bakılmıyor. Genelde bir tartışma ortamının yaratılmasını isterler, sorgulanmasını isterler. Bizlerden hep elimizi kaldırıp niye bu böyle, nasıl böyle olur gibi bir şeyler ortaya koymamızı isterler. Alternatif çözümler, yaratıcı şeyler, onlara çok önem

veriyorlardı. O açılardan çok farklıydı.”

(E,23İNG,4TR): “Ben Anglosakson geleneğinden geldiğim için kurum istesin istemesin bunu devam ettiriyorum. Çünkü başka türlü bir şey olması beni rahatsız eder. Kurumsal açıdan baktığımızda belirli bir perspektife ya da stratejik plan oluşturup, o stratejik plandaki ilkelere ya da hedeflere ulaşmak, bu konuda hedefler oluşturup, komisyonlar oluşturup, o hedefe giden yolda bir takım şeyler yapmak yerine gündemin sürekli değiştiğini görüyoruz. Araştırmaya önem verilmiyor. Ertesi gün eğitim önemli deniyor. Başka bir toplantıya gidiyorsunuz, yayınlar önem kazanıyor, yayın önemli diyorsunuz. Dönem sonunda değerlendiriyorsunuz. Bazı insanlar yayın yapmadığı için cezalandırılırken, diğer taraftan hiçbir şey yapmayan kişilere bir şey yapılmıyor. Bizde onun sürekli değişmesi söz konusu ölçütlerin bireyselleştirilmesi. Türkiye'de bütün eğitim sistemi açısından konuşacak olursam patronluk ilişkileri, patronaj dediğimiz ilişkiler çok çok önemli (…) İngiltere'de esas olan bölümdür. Bölümler son derece güçlüdür. Kendi bütçesini kendisi yapar, kendi planını kendisi yapar, öğretim üyesi stratejilerini kendisi geliştirir. Ana birim bölümdür. Patronaj ilişkisi derken Türkiye'de dekanlık vardır. Dekanın üzerine rektörlük vardır. Bunun dışında bölümün pek ehemmiyeti yoktur. Patronaj ilişkileri derken bunu kast ettim.” (K,4ABD,2TR): “Sene başında yapılan toplantılar var. Bununla ilgili gelen mailler var. Mesela her cuma sabah altıda mutlaka başkandan yani rektörden mail gelir. Geçtiğimiz hafta ne yaptık, bundan sonraki hafta neler olacak. O bölgeye özel ya da ülkeye özel çok önemli bir tatil varsa ya da önemli bir olay olduysa başkan mutlaka mailinde bundan bahseder. Yaz geliyorsa yaz geliyor, finalleriniz var, çalışın şöyle güzel günler olacak ya da şunları yaptık biliyor musunuz, bu hafta bunlar olacak gibi çok samimi bir şekilde her hafta başkandan mail alırdık. En genel bilgi verip misyonu vizyonu hatırlatan maili zaten rektör yollardı. Onun dışında da daha alt seviyelerde kendi direktörümüz toplantılar yapıyor ya da bölüm başkanınızla sene başında hangi dersler veriliyor, neler yapılacak şeklinde mutlaka toplantılar oluyor. Öğrenci olarak da zaten öğrenci komiteleri var. Orada da yine dekan ve başkan çok daha kısa, senede bir kere o konuşmayı yapıyor. Mesela doktora öğrencileri ile bir öğle yemeği yiyor ve o öğle yemeğinde diyor ki ne yapıyorsunuz, nasıl gidiyor, bir sıkıntınız var mı ya da neler yaptınız anlatın, projeleriniz nelerdir, ihtiyacınız var mı gibi toplantı yapıyor. Öbür tarafta da kendi dekanınız daha aylık, en fazla 2-3 ayda bir görüşmelerle departmanlarda neler yapıyorsunuz, nasıl gidiyor ya da burslar verilecekse onları anlatıyor. Bunun gibi hep bilgilendirme ile verimli geçen toplantılar yapılıyordu. Bunları Türkiye ile kıyasladığımda belirgin farklar var. Çünkü buradaki eğitim biraz daha farklı, çok fazla öğrenci odaklı değil araştırma odaklı da değil. Bunun dışında

yönetimsel olarak da motivasyona dayalı şeyler daha az oluyor. Misyon ve vizyon şu anki üniversitemizin de belli ama bu doğrultuda giderken daha tam gerçekten rayına oturmamış şeyler olduğu için bu çok sağlıklı ilerleyemiyor. Bu belki kültürel farklılıklardan da olabilir. Türkiye'deki eğitim sistemi ile de alakalı. Bu sadece üniversite, yükseköğretim anlamında değil öncesi ile de alakalı aslında.”

(E,1ABD-2İNG,15TR): “Bölüm bazında olmasa bile fakülte bazında oluyor hatta yüksekokullar. Hepsinin ayrı bir sistemi oluyor. Bu yapı Türkiye'de birkaç üniversite birkaç üniversitede de var. Örneğin bizim üniversitemizde rektörlük üniversitenin 2020 stratejik planını iki sene önce yayınladı. 2020 yılına kadar üniversite neye önem verecek, bölümler neye önem verecek onları belirledi. Stratejik plana uygun olacak şekilde biz misyonumuzu ve vizyonunuzu belirledik. Şu anda zaten akreditasyonu başvurma sürecindeyiz. Önkoşulları sağladık. Ön elemeleri geçtik. İşletme okulları bazında dünyadaki en iyi akreditasyon, Amerika tabanlıdır. Bunu almak için zaten üniversitenin misyonuna vizyonuna bakıyorlar. Bölümünde amaçlarını teker teker yazıp belirtmenizi istiyor. Zaten bu süreçte akredite olan her üniversite bunu yapmak zorunda. Amerika'da akreditasyon varsa bir üniversitenin mutlaka amaçlarını net bir şekilde belirlemiştir. Gerekli prosedürlere göre kontrol edip üniversiteye bunu enforme etmek zorundadır. İngiltere'de kesin bir İngiliz akreditasyonu yok. Orada şöyle bir şey var. Research exercise dedikleri bir şey var. Her beş senede bir İngiltere'deki fonları sadece hükümet değil de bazı topluluklardan gelen fonların servise sunan kuruluş. Her beş senede bir yaptıkları araştırmalar, ne kadar ürün ürettikleri, ne kadar anlaşma yaptıkları, ne kadar para kazandırdıkları, sanayiye ne kadar katkıda bulundukları gibi bunları incelemeye geliyorlar (…)”

(K,8ABD,3TR): “Akademisyenlerin derslerine, yaptıklarına baktığın zaman bunun etkilerini görüyorsunuz. Özel dersler var. Mesela benim okulumda, eğitim fakültesinde “sürdürülebilirlik eğitimi, “sürdürülebilir liderlik eğitimi” eğitimde ama spesifik olarak. Yani orada bir programın learning garden’ı “öğrenme bahçesi” vardı. Çocuklar, bölgelerdeki okullardan çocuklar gelirlerdi orada işte tarım yapıyorlar. Öğreniyorlar tarımın nasıl yapıldığını falan. Yani böyle nereye baksanız görüyorsunuz, bu okul evet böyle bir yer. Burası hem çevre açısından hem de sürdürülebilirlik çok önemliydi. Hem de şehre hizmet etme misyonunu çok yerine getiren bir okuldu ve öğrencilerin bir kısmı da sırf bunun için geliyordu zaten, yani bunu yapmak isteyenler geliyordu, bunu bilerek geliyorlardı.”