Bireyin Sözvarlığı
BKOV, 9) ağlamak
1. Alma iĢi yapılmak: ―Olay yerinin değişik kesimlerinden alınan toprak örnekleri,
laboratuvara götürülmek üzere, tüplere dolduruldu.‖ (G. Dayıoğlu, AK,
13); ―Mustafa, kısa bir süre sonra mahalle mektebinden alınarak daha yeni
yöntemlerle eğitim yapan Şemsi Efendi Okuluna verildi.‖ (KOZA, ĠT6DK,
32)
2. Ele geçirilmek, zapt edilmek: ―Sinop alınmalı, Türk topraklarına katılmalıydı.‖ (M. Önder, ASA, 75)
123
3. mec. Bir sözün, bir davranıĢın kendisine söylediğini veya yapıldığını sanarak incinmek, kırılmak: ―Selin alınmıştı. ‗Aaa, aşkolsun Sedat Amca...‘ ‖ (A. Akal, SG, 203)
→ asker(liğ)e alınmak Askerlik hizmeti için görev verilmek: ―Bu duygu sadece
Küçük Hasan'da değil, cepheye gidememiş ve askerliğe alınmamış öğrencilerin hepsinde vardı.‖ (MEB, ĠT6DK, 84); ele alınmak Bir Ģey üzerinde
çalıĢmaya baĢlanmak, incelenmek, araĢtırılmak: ―Ertesi sabah, gece
yaşanan yanlış alarm, komutanların toplantısında, gündemin başkonusu olarak, ele alındı.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 12); ―Bir süre ara verilen kazılar, 1931 yılında yeniden ele alınmış.‖ (M. Önder, ASA, 135); karar alınmak
Bir dava, bir sorun sonuca bağlanmak: ―Türkiye'de de çeşitli kurumlar
tarafından, yarışmaya katılma kararı alındı.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 8); öç
alınmak Yapılan bir kötülüğün acısı kötülük yapılarak çıkarılmak, intikam alınmak: ―Yıllar yılı düğümlendi acımız / Dinmez ağrım, alınmazsa
öcümüz / Hak bizimdir, Hak'tan yana gücümüz / Mevzileri söke söke gideriz.‖ (M. Önder, ASA, 73); örnek alınmak Bir kimseye huy ve
davranıĢta uyulmak, ölçü olarak benimsenmek: ―Örnek alınacak,
olağanüstü bir kız!‖ (Z. Cemali, PK, 19); tedbir alınmak Önlem alınmak: ―Alınan her tedbirin bir nedeni olduğunu bu fıkradan daha güzel kim anlatabilir.‖ (M. Önder, ASA, 140)
alınabilmek
→ sonuç alınabilmek Ġstenilen sonuca ulaĢabilmek, verim alınabilmek: ―Ancak
çevrenizdekilerin yapısal özellikleri, gizil enerjiyi almaya uygunsa, başarılı sonuç alınabilir.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 311)
alıĢ a.
→ nefes alıĢı Soluk alma, nefes alma: ―Arada sırada dallar arasından gelen bir
hışırtı, bu sessiz duruştan yorulmuş olan ağaçların nefes alışlarını veya iç çekmelerini andırıyor.‖ (KOZA, ĠT6DK, 91)
alıĢılmadık öna. AlıĢılmamıĢ, az görülen, olağanüstü: ―Necip, Alfa'nın bu ilginç ve
124
alıĢkın öna. Bir Ģeye veya bir Ģey yapmaya alıĢmıĢ olan: ―Sık sık röportaj teklifi
almaya alışkındı ne de olsa.‖ (A. Akal, SG, 105)
alıĢma a. AlıĢmak iĢi: ―Birce ve Gilman garip olaylara alışmaya başladıklarından,
yeşil böceklerin gösterisi onları şaşırtmamıştı.‖ (M. Yener, MZ, 103)
alıĢmak Uyum sağlamak, ister olmak: ―Gözlerim karanlığa alışınca, uzaktan da
olsa incelemeye başladım civcivleri.‖ (Ç. Öner, G, 14); ―Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu dürümleyerek hem kaşık hem çatal yerine kullanmayı beceriyordu.‖ (KOZA, ĠT6DK, 19)
alıĢtırılmak AlıĢtırma iĢine konu olmak: ―Dahası, kötü alıştırılmıştı.‖ (A. Kutlu, BKÇ, 6)
alıĢtırmak AlıĢmasına yol açmak: ―Onu atmosferimize (suyumuza) alıştırdığımız
gün bayramlar edeceğiz.‖ (S. F. Abasıyanık, SH, 127)
alıĢveriĢ a. Alma ve satma iĢi, alım satım: ―Oysa, sağ olsun, bu çocukcağız bütün
alışverişi üstlendi.‖ (Z. Cemali, PK, 106)
alıĢveriĢ merkezi Büyük bir alanda kurulmuĢ ve çeĢitli mağazaların olduğu yer: “Daha sonra ailemle alıĢveriĢ merkezine gitmek kızıma en güzel kıyafetleri almak…” (E, 6-A, 11)
→ görüĢ alıĢveriĢi KarĢılıklı görüĢ bildirme: ―Kitaplar okuyor, arkadaşlarıyla görüş
alışverişinde bulunuyordu.‖ (KOZA, ĠT6DK, 32)
alimallah ünl. Ar. Söylenen bir sözün doğruluğunu desteklemek için "en iyisini Allah bilir" anlamında kullanılan bir söz: ―Kırk gün, kırk gece öyle bir toy,
düğün ederler ki, alimallah dillere destan olur, olur ya, ne oğullarının yüzünü güldürebilirler, ne de sözüm ona, küçük Sultan dedikleri Karakızın yüzünü görebilirler; hem de yüzgörümlüğü olarak dünyaları hediye ettikleri halde.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 93)
alkıĢ a. Bir Ģeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için el çırpma: ―Alkıştan yer
gök inliyor, Peng'in ayaklarının dibine bozuk paralar yağmur gibi yağıyordu.‖ (S. Ak, PFÇ, 12); ―Dışardaki alkış seslerini duyuyorsun, değil mi?‖ (S. Ak, PFÇ, 78)
125
alkıĢ(ı) almak Çok beğenilmek: ―Onca alkışı başarılı taklit yeteneğinden
ötürü almıştı.‖ (S. Ak, PFÇ, 9)
alkıĢ tutmak Taraftar olmak, belli bir görüĢten yana olmak: ―Bu düşler
gerçekleşirse, o zaman, tüm insanlar bize alkış tutacaktır.‖ (G. Dayıoğlu,
AK, 18)
alkıĢlamak Bir Ģeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için el çırpmak:
―Coşkuyla alkışlıyordu çünkü.‖ (S. Ak, PFÇ, 11); ―Eski memuru alkışlıyorlar.‖ (S. Ak, PFÇ, 78)
Allah öz. a. Ar. Evrende herĢeyi yaratan, koruyan, tek ve yüce varlık, Tanrı:
―Allahım, bana yardım et; el deliye hasret biz akıllıya...‖ (A. Binyazar,
OBTM, 92); ―Kimin ne olduğunu bir Allah bilir kızım, kim bana ne
gözle bakarsa, ben de ona o gözle görünürüm.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 20)
Allah aĢkına ünl. Ant vermek veya yalvarmak için "Allah'ını seversen" anlamında kullanılan bir söz: ―Allah aşkına söyle, Osman'ım mı bu?‖ (H. N. Canat, BKOV, 123) ―Neredeysen çık Allah aşkına!‖ (A. Binyazar, OBTM, 94); ―Yapılacak şey mi bu, söyleyin Allah aşkına!‖ (A. Akal, SG, 203)
Allah razı olsun Yapılan bir iyilik karĢısında "Tanrı seninle olsun, iyiliğini senden esirgemesin" anlamında teĢekkür olarak kullanılan bir söz: ―Hay
Allah razı olsun Apti Bey.‖ (KOZA, ĠT6SDK, 75)
Allahaısmarladık Ayrılanın kalana söylediği bir esenleme sözü: ―Haydi
allahaısmarladık!‖ (S. F. Abasıyanık, SH, 122)
allak bullak öna.
allak bullak etmek KarmakarıĢık bir duruma getirmek, düzenini bozmak:
―Yeryüzündeki toplumları, allak bullak ettiniz.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 309)
allak bullak olmak KarmakarıĢık bir duruma gelmek, düzeni bozulmak:
―Derler ki, Tufan zamanı suların çekilmeye başladığı günlerde Nuh'un Gemisi ansızın şiddetli bir sarsıntıyla allak bullak olmuştur.‖ (M. Önder,
126
allı öna. Üzerinde al renk bulunan: ―Üstelik bu yeşil alanlar, yukarılardaki kar ve
buza karşın, allı morlu çiçeklerle bezenmişti.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 162)
allık a. Kadınların süs için yanaklarına sürdükleri renkli boya: ―Adamın aklı, fikri
durmuş: ‗Kız, tuz-ekmek haini,‘ demiş; ‗kızım demeğe dilim varmıyor sana; bu ne, bu yüzündeki allık; bu ne, bu gözündeki sürme?‘ ‖ (E. C.
Güney, EZĠ, 18)
alma a. Almak iĢi: ―O zaman ben de parayı toptan almaya karar verdim.‖ (A. Akal, SG, 208); ―Sezin Hanım, onları belediyenin minibüsü ile almaya
geldi.‖ (M. Yener, MZ, 192); ―Bu arada tarihçi Osman Bey'i alması için arabasını göndermeyi de unutmadı.‖ (A. Akal, SG, 213)
→ bilgi alma Bir durumu öğrenme: ―Bunun için sık sık Harbiye Nezaretinin olduğu
Beyazıt'a gidiyor, son durum hakkında bilgi almaya çalışıyordu.‖ (MEB,
ĠT6DK, 84); görev alma Bir görevde bulunma, bir görevi üstlenme:
―Atatürk, kadının erkekle birlikte öğrenim yapması; sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta onlarla birlikte görev alması görüşünü benimsemiş ve savunmuştur.‖ (MEB, ĠT6DK, 47); (bir) hal alma …bir duruma gelme: ―Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmaya, rengini atmaya, bembeyaz kesilmeye giden bir hal almaya başlamıştı.‖ (S. F.
Abasıyanık, SH, 126); izin alma Bir Ģey yapmak için onay sağlama:
―Birce için asıl ödül, anne ve babasından kazı alanına gitme iznini alması olmuştu.‖ (M. Yener, MZ, 13); selam(ını) alma Birinin
selamlamasına karĢılık verme: ―Köye girdiğiniz zaman, bir kahvehane ve
bir bakkal dükkânının tahta peykelerinin sıralandığı meydanda durmayı, size selam verenlerin selamını almayı ihmal etmeyiniz.‖ (M.
Önder, ASA, 138); sorumluluk alma Sorumluluk yüklenme: ―Ah şekerim
sen ne dersen de, büyüdü bu oğlan, artık sorumluluk almaya başladı.‖ (A.
Akal, SG, 12); yer alma Bir iĢi hazırlayanlar arasında bulunma: ―Onların
ardından, Kuş Bilimci Elbey, lazer teknolojisi dalında öğrenim görmüş olan Ata da, Akilopanta projesinde yer almaya gönüllü oldular.‖ (G.
Dayıoğlu, AK, 19) almak
127