• Sonuç bulunamadı

Bireyin Sözvarlığı

212) ağırlaĢmak

100

1. (Organ) Görevini yapamaz duruma gelmek: ―Zati bu sırada şu kulağım

ağırlaştı. — Bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı...‖

(S. F. Abasıyanık, SH, 122)

2. GevĢemek, uyku gelmek: ―Ne kadar çok açmaya çalışsa da gözkapakları

kurşun gibi ağırlaşmış ve asker yine derin bir uykunun kuyusuna düşüp kalmış.‖ (Ġ. Z. Burdurlu, ÜE, 16)

ağırlık a. Ağır olma durumu: ―İki, bir demez de, ağırlıklarınca altın verirseniz,

yavrularınızı onların elinden kurtarırım.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 170); ―Bu balığın yavrusu yirmi, yirmi beş kilo ağırlığında olurmuş diye duyardık.‖ (S. F. Abasıyanık, SH, 14);

ağırlık çökmek GevĢemek ve uyku gelmek: ―Bir ara, ne olmuş nasıl

olmuşsa gözlerine bir ağırlık çökmüş.‖ (Ġ. Z. Burdurlu, ÜE, 16); ―Üzerlerine öyle bir ağırlık çöktü ki, oldukları yere kıvrılarak, uykuya geçtiler.‖ (G.

Dayıoğlu, AK, 160) ağız a.

1. Yüzün dudaklarla çevrelendiği bölümü: ―Gözleri yumuk yumuktu Gülibik'in, ağzı

kocaman açılmıştı.‖ (Ç. Öner, G, 15); ―Kentten uzaktaydık ama burnumuzdan, ağzımızdan giren hava çok temizdi.‖ (M. Ġzgü, ADK, 103)

2. Birkaç yolun birbirine kavuĢtuğu yer, kavĢak: ―O da alıp götürmüş cin

yavrula-rını; üç yol ağzında bir musalla taşının üstüne; bir de bir ateş yakıp oracıkta, geçmiş karşısına.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 170)

3. Uç, kenar: ―Açmak istediği çekmecenin kenarına tornavidanın ağzını yerleştirip,

sapına elinin ayasıyla kuvvetlice vurdu.‖ (H. N. Canat, BKOV, 9)

ağız dolusu öna. mec. Birçok, birbiri ardınca olan: ―Bir bölük insan ise,

korku içinde kıvranarak, bağırıp çağırıyor, hatta Akilopanta'lara ağız dolusu sövgülerle ilençler yağdırıyordu.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 310)

ağza alınmak KonuĢulmak, söylenmek: ―Fakat analarınız böyle bir

mücadeleyi, memleketimizde kadın hakları diye bir hakkın ve tüm hakların ağza bile alınamadığı zamanlarda dile getirebilmiş ve en önemlisi, savaş

101

alanlarında tarih boyunca görülmemiş kahramanlıklar yaratarak vermişlerdir.‖ (KOZA, ĠT6DK, 37)

ağzı bir karıĢ açık kalmak Bir olay, bir durum karĢısında çok ĢaĢırmak:

―Peng'in ağzı bir karış açık kalmıştı.‖ (S. Ak, PFÇ, 11)

ağzı dualı öna. Hayırlı konuĢan: ―Doğrusun, ağzı dualı kulum, doğrusun;

Allah verecekse, hayırlısından, ömürlüsünden versin; ve zira sen onu büyüt de kendi boyunca, sonra da götürüp kendi elinle kara topraklara ver.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 176)

ağzı kalabalık öna. Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz konuĢan, boĢboğaz (kimse): ―Definecilerin ağzı kalabalık olur.‖ (M. Yener, MZ, 100)

ağzı kulaklarına varmak Çok sevinmek: ―İmzalı albümler için olduğu

kadar, patronundan zam alacağını duyduğu için Sedat Amca'nın ağzı kulaklarına varıyordu.‖ (A. Akal, SG, 216); ―İşte o zaman çopur kızın ağzı kulaklarına varır.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 91)

ağzı varmak Söylemekte, açıklamakta sakınca görmemek: ―Hey Allah'ın

zalimleri; ağzınız nasıl varıyor da şu öksüze dil uzatıyorsunuz!‖ (E. C.

Güney, EZĠ, 18)

ağzına almak Söylemek: ―Korkudan Oğuzcan Selimoğlu'nun adını ağzına

alamamıştı, ama yine de yeşil bereli adamı tanıdıklarını belli ederek yeterince hata yapmışlardı.‖ (A. Akal, SG, 115)

 (bir Ģey) ağzına yuva yapmak (Bir Ģeyi) Çokça söylemek: ―Nasıl olsa

yalan ağzına yuva yapmış, lafa bunalacak değil ya, nazar mı değdi der, perilerim mi tuttu der, ne derse der, yatağa düşer; yemeden, içmeden de kesilir.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 94)

ağzından almak Birinin bildiği Ģeyleri, ustalıklı konuĢmalarla ona sezdirmeden öğrenmek: ―Acep dağda, belde bir uğrağa mı uğradı; git

gide güzelliği kan ediyor bu kızın; nasıl etsek de, ağzından alsak bunu!‖

(E. C. Güney, EZĠ, 19)

ağzından çıkanı kulağı duymamak Sözlerini tartmadan söylemek: ―Hey

Allah'ın insafsız kulları; suç, günah onda değil, ağzından çıkanı kulağı duymayan kızınızda.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 22)

102

ağzından dirhemle (laf) çıkmak Çok az veya zorla konuĢmak: “Her zaman ölçülü davranan, ağzından dirhemle laf çıkan babam bile bülbül kesildi.” (Z. Cemali, PK, 106)

ağzından dökülmek Anlık olarak bir Ģey söyleyivermek: ―Oğlanın

ağzından bu kez şu dizeler dökülmüş.‖ (A. Binyazar, OBTM, 174)

ağzından kaçırmak Ġstemediği hâlde boĢ bulunup söyleyivermek: ― ‗Eğer

bunlar çeteye girerse, Semra'yı da almamız gerekir‘ diye kaçırdı ağzından Atay.‖ (S. Dölek, YB, 60)

ağzını açmak Söz söylemek: ―Bre ana, ne oldu böyle sana; dilin, dişin

mi kilitlendi, ağzını açıp da bir harf etmiyorsun?‖ (E. C. Güney, EZĠ, 21); ―Üstelik ben ağzımı bile açmadım, deminden beri konuşan sensin.‖ (A.

Akal, SG, 12)

ağzını bıçak açmamak Üzüntüden söz söyleyemeyecek durumda olmak:

―Gökhan'ın bu sözlerinden sonra üçünün de ağzını bıçaklar açmadı.‖ (A.

Akal, SG, 112); ―Ağızlarını bıçak açmıyordu.‖ (S. Dölek, YB, 118)

(birinin) ağzının içine bakmak Ne söyleyeceğini beklemek: ―Herkesi

çevreme toplarım. Millet ağzımın içine bakar. O günün en önemli kişisi ben olurum.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 169)

→ armut piĢ ağzına düĢ; baklayı ağzından çıkarmak Açıkça söylemekten kaçındığı bir durumu sonunda açıklamak: ―Tamam, anneannem baklayı

ağzından çıkardı.‖ (M. Ġzgü, ADK, 56); bir ağızdan be. Hep birlikte,

beraberce seslerini, sözlerini birleĢtirerek: ―Generalin sorusunu, adeta

fısıldarcasına, bir ağızdan yanıtladılar.‖ (G. Dayıoğlu, AK, 317); ―Gözleri, bir ağızdan konuşan onlarca insanın üzerinde dolaşırken, üç beş kişiyle selamlaştı.‖ (Z. Cemali, PK, 15); hep bir ağızdan be. Hep birlikte,

beraberce seslerini, sözlerini birleĢtirerek: ―Genç kızlar hep bir ağızdan: —

Elbette isteriz, yanıtını veriyorlar.‖ (KOZA, ĠT6DK, 37); ―O zaman hep bir ağızdan: ‗Ne ağır dağ!‘ derler.‖ (M. Önder, ASA, 15); kesenin

ağzını açmak Bol para harcamaya baĢlamak: ―Karakız hiç birine

parmağının ucunu göstermez ama, vekilharcına bir göz edince, kesenin ağzını açtıkça açar.‖ (E. C. Güney, EZĠ, 95); (birinin) parmağı ağzında

103

görenlerin parmağı ağzında kalmış; padişah da sevinip seyran eylemiş, beğenip bayram eylemiş ama, gelgelelim bulduğu, umduğuna değmemiş (E. C. Güney, EZĠ, 177); ―Tiyatroyu görenlerin parmakları ağızlarında kalıyormuş. Çok beğenmişler, pek sevmişler.‖ (Ġ. Z. Burdurlu,

ÜE, 84); yüreği ağzına gelmek Birdenbire çok korkmak, aĢırı korku veya sevinçten fazlasıyla heyecanlanmak, endiĢelenmek: ―Canım baban taktırdı

ya geçende, hani sıcak suyu açınca yüreğim ağzıma geliyor, haaar diye yanıyor.‖ (M. Ġzgü, ADK, 53); yüreği ağzında Heyecan ve endiĢe dolu bir

durumda: ―Yüreğim ağzımda yanına gidip, yatağın kenarına iliştim.‖ (Z. Cemali, PK, 117)

ağızcık a. Küçük ağız: ―Pembe ağızcığını açıp seslendi annesine: ‗Cik! Cik! Ciiiik!‘

‖ (Ç. Öner, G, 15)

ağızlık a. Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç: ―Kalınca sardığı sigarasını yasemin ağızlığına geçirdi, yaktı.‖ (M. Önder, ASA, 7)

ağlama a. Ağlamak iĢi: ―Bir kötünün, bunları verip kızı kandırdığını sanıp

başlamış ağlamaya.‖ (A. Binyazar, OBTM, 93); Elleri boş dönmemek için etrafındaki eşyaları incelerken Osman'ın ağlaması duyuldu.‖ (H. N. Canat,

BKOV, 9)