• Sonuç bulunamadı

Alıntı kelimeler, bir dile sözlü ve yazılı yollardan girerler. Şifahi yolla giren alıntı sözcükler (kulak alıntısı) o dilin ses yapısına uydurulmaya çalışılmaktadır. Hatta halk etimolojisi yoluyla semantik olarak dile mal edilmeye çalışılırlar. Yazı yoluyla dile giren yabancı kelimelerin (göz alıntısı) fonetik olarak kendilerini diğer yola nazaran daha fazla korudukları görülmektedir. Alıntı kelimeler, alınma biçimleri, alınma gereksinmeleri gibi birçok ölçüt karşısında, ele alınıp incelenebilir. ( Karaağaç, 2002 :97-109)

Bir dile giren yabancı öğelerin sebeplerini ve etkilerini Prof. Dr. Ahmet Buran hocamız genel olarak “Yabancı Diller Karşısında Türkçe” Buran (2008: 165) adlı makalesinde şu şekilde sıralamıştır.

2.2.1. Sosyal Hayattaki Köklü Değişiklikler

Uzun yıllar göçebe bir yaşam sürmüş olan Türk milleti Uygurlarla birlikte yerleşik hayata geçmeye başlamıştır. Bu durumla beraber başlayan din ve medeniyet alanındaki değişiklikler sosyal yapıyı farklılaştırmış ve dile yeni sözcüklerin girmesine sebep olmuştur. Türklerin hareketli yaşamı bununla sınırlı kalmamış Anadolu’nun fethiyle başka toplumlarla karşılaşmalar da artınca dil içinde alıntı kelimelerin oranı artmaya başlamıştır. Anadolu’nun fethiyle başka toplumlarla da etkileşim arttıkça dil içinde alıntı kelimelerin oranı gittikçe artmaya başlamıştır.

2.2.2. Din ve Medeniyet Dairesi Değişiklikleri

Belirli bir zamanda yoğun temas içerisinde bulunan toplumların dilleri arasındaki etkileşimler göç, savaş, din değiştirme, saygınlık, duygusal yakınlık kurma çabaları vb. gibi birbirinden oldukça farklı nedenler sonucunda azalabilir, hatta var olan etkileşimler tamamen ortadan kalkabilir. Bu duruma örnek olarak, Orhon ve Uygur Türkçesi dönemlerinde Türkçenin Çince, Soğdca ve Sanskritçe ile olan etkileşimlerinin İslamiyet'in kabulünün ardından nispeten azalması ve yerini Arapça ile Farsçaya bırakması verilebilir. Daha sonraki yüzyıllarda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, başta Venedikliler olmak üzere çeşitli halklarla başlayan ticari, siyasi ve kültürel yakınlaşmalar da, aynı şekilde Türkçenin İtalyanca, Rumca gibi dillerle etkileşim sürecine girmesi sonucunu doğurmuştur.

Türkçenin diğer dillerle olan etkileşimleri sonraki dönemlerde de öncelikle Fransızca ve Almanca ile devam etmiştir. Bu etkileşimler, günümüzde ise İngilizce ile devam etmektedir.

Günümüzde ulaşım ve iletişim olanaklarının artmasıyla birlikte ülkeler arasındaki sınırların bir bakıma ortadan kalkması, diller arası etkileşimin seyrini de değiştirmiştir. Özellikle kitle iletişim araçlarının bu konudaki rolü son derece önemlidir.

25

2.2.3. Tercüme Faaliyetleri

Toplumda yaşanan gelişmelerle dile girmesi muhtemel olan sözcükler kendi diline kabul ederken toplumlar kelimeleri her zaman olduğu gibi almamıştır. Uygurlar döneminde benimsenen Maniheizm ve Budizm’le ilgili dini kaynakların Türkçeye tercüme edilmesiyle birlikte tercüme faaliyetleri başlamıştır. İslamiyet’in kabulüyle dini kaynakları tercüme çalışmalarında Arapça ve Farsça sözcüklerin oranı dilimizde artmıştır. Son zamanlarda akademik anlamda Batı’dan yapılan çeviri bilimsel kaynakların artması ve teknolojinin baş döndürücü hızı dilimize giren yabancı sözcüklere müdahale etmeyi imkânsız kılmıştır.

2.2.4. Alfabe Değişiklikleri

Türkler tarih boyunca yaklaşık 17 alfabe kullanmışlardır. Bu durum benimsenen alfabelerdeki bazı seslerin dilimize geçmesine aynı zamanda alfabesini kullandığımız milletin kullandığı sözcüklerin dilimizde varlık göstermesine sebep olmuştur.

Her dilde olduğu gibi Türkçede de kullanılan alfabe, alıntı kelimenin imlâsında belirleyici olmuştur. Yerli bir alfabe olan Köktürk alfabesinin kullanımında alıntı kelimeler Türkçeleştirilip ses imlâsına tabi tutulmuştur. Soğdlardan devşirilen Uygur alfabesinde de Çince ve Eski Hintçeden gelen kelimeler de hemen ses imlâsına uygun yazılmıştır. Karahanlı devresinde Türkçeye girmiş Arapça ve Farsça kelimelerin imlâsı, Arap alfabesine geçmiş olan Türkler tarafından ses bakımından Türkçeleştirilmesi, din faktörünün güçlü tesirinden dolayı mümkün olamamıştır. Bin yıl civarında bir süre tutan Arap alfabesi kullanımı devresinde Arapça ve Farsça kelimeler Türkçede asıl imlâlarıyla kullanılmış, Türkçeleştirme çabaları sadece ağızlarda gerçekleşebilmiştir.

Yirminci asrın başlarında Batı kültür ve medeniyetiyle kurulan sıkı münasebetler neticesinde Latin esaslı alfabe benimsenmiştir. Bu süreçte de başta Fransızca, Almanca ve İngilizce olmak üzere, Latin esaslı alfabe kullanan dillerden kelime almanın önüne geçilememiş; daha da ötesi bu kelimeler ve özellikle yabancı özel adlar -önceden alınıp Türkçe ses imlasına uydurulmuş yabancı özel adlar dışında- asıl imlâlarını muhafaza ederek Türkçede yer edinmiş ve yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Rus işgali sonrası Azerbaycan Türkçesinde ve Batıya yöneliş sonrası Türkiye Türkçesinde yabancı özel adların imlâsı konusunda benzer ve farklı tutumlar görülür. Türkiye Türkçesinde özellikle Batı kaynaklı kelimelerin çoğunun imlâsında göz için imlâ

ve Azerbaycan Türkçesinde yaygın biçimde kulak için imlâ tercihi yapılmıştır (Almemmedova, 2013 : 365).

2.2.5. Geri Kalmışlık

Bilim, sanat ve teknoloji alanında ileri olan toplumlar geri kalmış ülkelerin dillerini de etkilemektedir. Geri kalmış toplumların dillerindeki yabancı sözcük sayısı da fazla olacaktır. Çünkü diller arasındaki ilişkide alıntının yönü genellikle üst kültürden alt kültüre, yönetenden yönetilene, üretenden tüketene doğrudur. Üretici toplum olmadıkça gelişmiş ülkelerin dillerinden gelen yabancı sözcüklere dilimiz açık olacaktır. Türkçe de bu açılardan geçmiş yıllardan beri bu tür alıntılar yapmaktadır (Buran, 2008 : 271).

2.2.6. Dil Bilinci Eksikliği

Günümüzde, Batı uygarlığının çeşitli ulusal kültürlere ve yerel nitelikteki milli ve manevi değerlere küresel-kültürel ölçekteki yozlaştırıcı etkisi gittikçe yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda dil bilinci eksikliğini gidermek için en temelde anne ve babalara görev düşmektedir.

Anne, baba açısından, çocuğun kavramaya başladığı dili doğru şekillendirmek en başta gelen görevleri arasındadır. Anne, baba ve toplumdaki eğitimciler olarak milli dil bilincini küçük yaşlarda çocuklarımıza aşılamalı, dil konusunda hasassiyetli nesiller yetiştirmeliyiz.

2.2.7. Yabancı Dille Eğitim

Yabancı dille eğitim, dilin, dolayısıyla kültürün yozlaşmasında önemli rol oynar. Bir milletin var oluş sebebi olan kültür birliğinin zedelenmesi için ilk önce dili yozlaştırılmalıdır.

Bunun tarihte pek çok örneği vardır.

Uluslar arasında ilişkiler başlayınca ortak bir iletişim diline gerek duyulmuş, böylece yabancı dil öğrenimi başlamıştır. Eğitim ve öğretimin niteliğini yalnızca yönetimin ihtiyaçlarının belirlediği dönemlerde, bu öğrenim dar kapsamlı tutulmuş, ama yabancı bir dille eğitim öğretim zamanla kurumsallaşmıştır.

Günümüzde yabancı dilin önemi her alanda kendini göstermeye başlamış, tüm iş sahalarında adeta vazgeçilmez unsur olmuştur. Durumun böyle olması insanları dil eğitimine yönlendirmeye başlamıştır. Bunun yanında yabancı dilde öğretim yapan

27

okulların çoğalması İngilizce öğrenimine ilgiyi daha da artırmış yabancı dillerle haşir neşir olan insanlar o dillerden farklı sözcükleri dilimize taşımışlardır. Entelektüelliğin bir göstergesi de olan yabancı dil, moda ve özenti alıntıların dilimize girişini hızlandırmaktadır. Bu da büyük bir tehlike oluşturan ve anadili bilincine çok fazla zarar veren bir durumdur.

Gerçektende günlük konuştuğumuz dile baktığımızda görüyoruz ki, farkında olmadan dilimize ait olmayan kelimeler kullanmaktayız. Kullanırken bunların bazılarını değiştiriyoruz, bazılarını ise değiştirme-uyarlama gereği bile duymadan olduğu gibi kullanıyoruz. Bu durum sonucunda da anadilimizin yapısı bozulmakta ve dilimiz gitgide orijinalliğini kaybetmektedir.

2.2.8. Çok Coğrafya Değiştirmek

Türkler, Orta Asya’dan çıkarak Anadolu’ya gelinceye kadarki uzun yürüyüşte İslamla temasta bulunmuş, bu dini ve buna bağlı medeniyeti benimsemişlerdir. O zamana kadar daha çok büyük Avrasya coğrafyasının Türkistan, Sibirya, Altaylar, Çin ve Hint topraklarında ve sınırlarında yaşamış ve kültürel alışverişlerle uğraşmış Türkler, bu zamandan itibaren Fars ve Arap dilleri ile de edebî ve kültürel ilişkiler kurarak Arap alfabesini kullanmışlardır. Böylece, yeni bir Türk uygarlığı ve Türk-İslam medeniyeti dönemi veya sentezi, XII-XIII yüzyıllarda artık ana çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Türkçe, zamanında bir yandan Arapça ve Farsçadan çeşitli dil-kullanım unsurları alırken, öte yandan İtalyanca, Fransızca, Almanca ve İngilizceden de kelimeler almayı devam ettirmiştir. Akabinde, dil alakaları sisteminde yan katman olarak nitelendirilen dil- kullanım alışverişinde önce Fransızca, sonraları ise İngilizceyle daha yakın bir dil dışı ve dil içi teması kurulmuştur. İtalyancayla Türkçe arasındaki kelime alışverişinin temelinde ticaret ilişkileri yer almıştır.

Türklerin Anadolu topraklarını fethettiği zamanlarda Akdeniz, Orta Doğu ve Bizans ticareti, Venedik ve Cenevizlilerin elindeydi. Bundan dolayı, Türklerle İtalyanlar arasında önce ticaret sonraysa siyaset ve kültürel alanlarında ilişkiler gerçekleşmiştir. İtalyancadan Türkçeye çok sayıda kelime ve terim, söz konusu ilişkilerin sonucunda geçmiştir. Bunların arasında banka, banyo, baston, bira, çimento, fabrika, gazete, karyola, limonata, lira, kasa, komposto, lokanta, moda, nota, pantolon, pasta, propaganda, salata, soda, tempo, vazo, villa vb. kelimeler bulunmaktadır (Kundakçı, 1978 : 135-153).