• Sonuç bulunamadı

5. TOKAT KAZASININ İDARİ YAPISI

6.1. Sosyal ve Kültürel Hayat

6.1.1. Aile ve Diğer Sosyal Gruplar

Akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan topluluğa aile denmektedir (Aydın,1989:196–200). Aileyi oluşturan fertler devirlere, bölgelere, sosyal ve ekonomik yapıya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Geniş aile, bir aile reisinin otoritesi altında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. İncelediğimiz 16 numaralı defterde geniş aile örneğine pek rastlanmamıştır. Ancak bir örnek olması bakımından aynı işi, aynı evi paylaşan Basmacı Babük ve Ohannes veled-i Agop kardeşlerin durumu geniş bir aile yapısının varlığını ortaya koyar niteliktedir (TŞS 16, 122/1). Dar ya da çekirdek aile ise bir karı koca ile çocuklardan meydana gelmektedir. 1812–1813 yıllarına ait şer‘iye sicillerindeki tereke örneklerine bakıldığında Tokat’ta çekirdek aile anlayışının daha yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Mirasın belirli masraflar çıktıktan sonra dağılımına bakıldığında genelde eş ve çocuklar arasında paylaştırılması bunu örneklendirmektedir. Ayrıca bir evin birden çok sokak kapısı olması da bunun farklı bir yansımasıdır. Terekelerden anladığımız kadarıyla büyük bir ev zamanla sokak kapıları çoğaltılarak çocuklara pay edilebilmekteydi (TŞS 16, 33/2, 54/1).

Ailedeki hâkimiyetin baba veya annede oluşuna göre aileler ikiye ayrılmaktadır. Baba hâkimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarını içine alan aileye ataerkil (pederşahî-patriarkal), anne hâkimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarının teşkil ettiği aileye de anaerkil (maderşâhi-matriarkal) aile denmektedir. İncelediğimiz dönemde Tokat’ta pederşahî ailenin yaygın olduğu açıktır. Örneğin Artin adında bir zimmî mal ve mülkünün önemli bir kısmını üvey oğlu Kazzâz Bedos’a hibe etmiş, eşi Ahsapret bu duruma karşı çıkmış ancak Artin bu mülkü ölünceye değin kendisini

gözetmesi karşılığında bıraktığını belirtince Ahsapret’te bu hibe olayını kabullenmek zorunda kalmıştır (TŞS 16, 16/3). Ancak bu örneğe bakarak kadının sosyal hayatta tamamen geri planda olduğunu söylemek imkânsızdır. 16 numaralı sicildeki terekeler incelendiğinde kadınların da terekelerinin olduğu, mal-mülk sahibi olabildiği ve sosyal konularla ilgilendiğinin delillerine rastlamak mümkündür. Örneğin Şemsiye Hanım’ın vakfiyesine bakıldığında bir ev, bir serdar konağının yarım hissesi, Sipahi Pazarı’nda dükkân, Urgancılar Sokağı’nda dükkân, Sulu Sokak’ta dükkân sahibi olduğu anlaşılmaktadır ve malının bir kısmını vakfettiği görülmektedir. Anna isimli zimmî bir kadının toplam 3894 guruşluk mirasının 769 guruşluk kısmını ziynet eşyalarının oluşturduğu düşünüldüğünde, Tokat’taki kadınların toplumsal hayattaki konumu daha iyi anlaşılacaktır (TŞS 16, 134/1). Tokat’ta incelediğimiz dönemde en büyük miras Arakil veled-i Agob’un mirasçılarına kalan 13812 guruşluk bir miktardı ki bu miras eşi ile doğmamış çocuğu arasında taksim edilmiştir (TŞS 16, 138/2). Kadınların sosyal konulara ve çevreye olan duyarlılığını ortaya koyan bir başka örnek de Yarahmed Mahallesi’nin kaldırımlarının düzenlenmesi için mirasından 100 guruş bırakan Arife Hanım’dır (TŞS 16, 68/3).

Aile, eşlerin sayısına göre de tek eşliliğe (monogami), çok eşliliğe (poligami) dayanan aile olmak üzere de ikiye ayrılmaktadır. 16 numaralı şer‘iye sicilinin kapsadığı dönemde Tokat’ta tek eşliliğin yaygın olduğu görülmektedir. Ancak Hasan Efendi’nin Şerife ve Fatma (TŞS 16, 19/1) ve Ömer Efendi’nin de Şerife ve Naime (TŞS 16, 33/1) isimlerinde iki eşi olduğu görülmektedir.

İslam hukukunda kocanın karısı üzerindeki yetkileri aile birliğini devam ettirme esasına yöneliktir ve bununla sınırlıdır. Evlenme sırasında kadına mehir adıyla belirli bir para veya mal öder veya ödeme yükümlülüğü altına girerdi. Mehir evlenecek

kadının ailesine değil bizzat kendisine verilirdi ve kadın diğer mallarında olduğu gibi mehirde de dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahip olurdu. Mehir her ne kadar İslam’a özgü bir durum sayılsa da kısmen ve farklı olarak Yahudilerde de var olan bir durumdu (Aydın,1989:196–200). Ne var ki incelediğimiz defterde Hıristiyan Osmanlı kadınlarının da mehir aldığına dair örneklere rastlamaktayız. Serkiz isimli zimmînin tereke defteri buna bir kanıt olarak gösterilebilir. Serkiz isimli zimmî ölmüş ve mirasının taksiminde eşi Zanike’ye 33 guruş mehir borcu gösterilmiştir (TŞS 16, 40/1). Divâlger Vartir’in Zevcesinin defterinde de Hanım bint-i Bogos’un eşinden alacağı 16,5 guruş mehr gösterilmektedir (TŞS 16, 92/1). Bu örnekler zimmî kadınların da İslam hukukunun kadınlara sağladığı ayrıcalıkları kullanmakta olduğunu ortaya koymaktadır.

İslam hukukunda boşanma konusunda erkeğin kadına oranla daha geniş bir serbestlik içinde olduğu düşünülebilir. Bu durum, boşanmanın mali bütün külfetinin erkeğin omuzlarında olması ve erkeği boşanma kararından önce dikkatli olmaya iteceği kanaatiyle ilintilidir. Bununla beraber erkeğin sahip olduğu boşama serbestîsi tatbikata pek yansımamıştır. Kadın erkeğe oranla boşanma konusunda daha sınırlı bir yetkiye sahiptir. Kadın ancak kocasıyla anlaşarak (muhâla‘a) ya da mahkeme kararıyla (tefrik) boşanabilmektedir. İncelediğimiz defterde anlaşma yollu boşanma olaylarına rastlamaktayız. Örnek olarak Hirosima bint-i Bogos’un eşi Ohannes veled-i Artin’den (TŞS 16, 10/1) bu yolla anlaşarak ayrılması gösterilebilir.

Osmanlı Devleti’nde uygulanan hukuk, vasi tayini, nafaka, kisve baha, nazır ve kayyım tayini gibi sosyal güvenlik konularına da el atmıştır. Ölen kişinin çocuklarından küçük olanlar varsa reşit olana kadar onlara babaları ya da annelerinden kalan malları kollayıp gözetmek için aileden ya da mahalleden uygun bir vasi tayin edilirdi. 16 numaralı defterde çok sayıda vâsi ve nafaka hücceti görmekteyiz. Bu vâsi kayıtlarından

anladığımız kadarıyla vâsi olan kişi çocuğa kalan mirastan mahkemenin belirlediği bir günlük meblağı ihtiyaç halinde kullanma ruhsatını da elde ediyordu(TŞS 16, 18/2, 19/3, 22/3,vd.).

Vasi tayini, Müslümanlar ve Gayrimüslimlerin ölümü durumunda küçük çocukların mallarının korunması için mahkeme tarafından yapılıyordu. Mahkeme, vâsi tayini dışında yetim ya da öksüz kalan çocukların mallarının korunup gözetilmesi için bir nazır da atayabilirdi. Bu nazırlar, vâsilere nezâret etmekle sorumlu kılınırlardı (Beşirli, 2005: 315). 16 numaralı şer‘iye sicilinde de nâzır atamalarına şahitlik eden örnekler bulunmaktadır. Rabia bint-i Mustafa ölmüştür. Küçük oğlu Mustafa ve küçük kızı Abide’nin aynı zamanda vasileri olan dedeleri es-Seyyîd Ahmed Ağa da ölmüştür. Dede ve ninelerinden de çocuklara miras kalmıştır. Bunun üzerine mahkeme halaları Şerife’yi çocuklara vâsi tayin etmiştir. Mahkeme her bir çocuğa günlük 40’ar para nafaka ve kisve-baha layık görmüş ve bu parayı harcama yetkisini de Şerife Hatun’a vermiştir. Bu meblağ, incelediğimiz defterde en yüklü miktardaki nafaka ve kisve bahadır. Ortalama o dönemin rayicinde 3–5 para civarında nafaka verilmekteydi(TŞS 16, 32/1). Daha sonra mahkeme Şerife Hatun’a nezaret etmek üzere eşi es-Seyyîd Receb Efendi’yi nâzır olarak tayîn etmiştir (TŞS16, 32/2).

İslam aile hukukunda vefat eden kişinin malları mirasçılar arasında pay edilirdi. Ancak paylaşım sırasında mirasçılardan bir ya da bir kaçı orada bulunmuyorsa ya da nerede olduğu ile ilgili bir bilgi yoksa mirasçı ortaya çıkana kadar malını kollayıp gözetmek üzere mahkeme tarafından bir kayyım belirlenirdi (Özmel, 2002:107). İncelediğimiz defterde haml-ı mevkûfa ve mecnûna da kayyım tayin edildiğini gösteren örnekler bulunmaktadır. Örneğin Arakil veled-i Agob’un 13812 guruşluk mirasından büyük bir bölümü doğmamış çocuğunun hissesine düşmüştür. Mahkeme doğmamış

çocuğun amcası Ohannes veled-i Karz’ı kayyımlığa atamıştır (TŞS 16, 9/3). Öte taraftan ard arda babasını, annesini ve kız kardeşini kaybeden Mustafa isimli bir mecnûnun mirasını korumak ve kollamak üzere mahkeme tarafından akrabalarından biri olan Hasan bin Halil isimli şahıs kayyım olarak atanmıştır (TŞS 16, 32/1).

Genel olarak çekirdek aile yapısının izlerini bulduğumuz 16 numaralı sicilde, çocuk sayıları ile ilgili bilgilere, bilhassa terekelerden ulaşmaktayız. Terekelerden ulaştığımız sonuca göre Tokat şehir merkezinde doğum oranının pek yüksek olmadığı, ailelerin çok çocuk yapmadığı ve bakabilecekleri kadar çocuk yaptıkları sonuçlarına ulaşmaktayız. Öte taraftan Müslim ve Gayrimüslim vatandaşların neredeyse aynı oranda çocuk sahibi olduğu sonucuna varmaktayız. Ailelerin büyük çoğunluğunun 1 ya da 2 çocuklu olduğu da gözlemlenmektedir.

Tablo 8.Tokat'taki Müslim ve Gayrimüslim Ailelerdeki Çocuk Sayıları Çocuk sayısı (hane

başına)

Müslim Aile Gayrimüslim Aile

1 28 8 2 20 6 3 8 5 4 8 3 5 1 - 6 - 2 7 1 1

Tokat’ta incelediğimiz dönemde köleliğin ve cariyeliğin yaygın olduğunu gösteren örneklere rastlanmadı. Cariye ifadesi yalnızca Şemsiye Hanım’ın vakfiyesinde geçmektedir. Bu durum Şemsiye Hanım’ın malvarlığı ve gücüyle izâh edilebilir. Ancak belgeden anladığımız kadarıyla cariyeler ezilmemekte hatta haklarına da dikkat edilmekteydi. Şemsiye Hanım vakfiyesinde kendisi, kızı Abide Hanım, karındaşı Mehmed Bey ve cariyesi Mazlumşah için dörder tane koyun ve balmumu alınmasını; Berat Gecesi’nde bu mumların Takyeciler, Behzad, Horuş camileri ve Cami-i Kebir’de

yakılmasını istemektedir. Bu yönüyle bakıldığında Şemsiye Hanım cariyesinin kendi üzerindeki hakkını da ödemek istemektedir (TŞS 16, 144/2).

Tokat’ın söz konusu dönemde sosyal hayatında kahvehanelerin varlığı dikkat çekmektedir. Şehirde hayatın aktığı önemli yerlerden biri de bu mekânlardır15. Ayrıca Tokat’ta bir fahişenin bulunduğu da boğularak ölümü üzerine hazırlanan beytülmal defterinden anlaşılmaktadır (TŞS 16, 45/1).

Benzer Belgeler