• Sonuç bulunamadı

4. AFRİKA BİRLİĞİ (AU)

4.1. Pan-Afrikanizm

Pan-Afrikanizm en yalın hali ile tüm Afrika halklarının tek bir bağımsız Afrika devleti halinde birleşmesi, Afrika diyasporasının da bu kurulan Afrika devletine dönebilmesi ve Afrika kıtasının tüm Afrikalılar için bir anavatan olabilmesi fikridir (Appiah, 2009: 1; Badejo, 2007: 27).

Afrika’nın modern tarihi modern Avrupa sömürgeciliği ile geri dönülemez bir biçimde şekillenmiştir. Her ne kadar sömürgecilik Afrika’ya Latin Amerika’dan sonra gelmiş olsa da on dokuzuncu yüzyıl sonlarından yirminci yüzyıl başlarına kadar süren Avrupa sömürüsünün etkileri Afrika’da çok ciddi ve yıkıcı olmuştur (Badejo, 2007: 15-16).

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Birleşik Krallık, Fransa ve Portekiz’in halihazırda Afrika’da ekonomik çıkarları vardır ve özellikle sahil şeritlerinde ileri karakol mevkileri kurmuşlardı. Almanya, İtalya ve Belçika da zamanla Afrika zenginliklerini paylaşma savaşına girmişler ve zaman zaman birlikte zaman zaman diğer sömürgecilere karşı sınır ve paylaşım savaşlarına girmişlerdir (Moolakkattu, 2010: 152; Badejo, 2007:

15-16).

Avrupalı sömürge devletleri Afrika’yı kendi menfaatlerine göre bölüşürken ortak kültür ve tarih mirasını paylaşan halkları ayırmışlar ve bambaşka kültüre sahip halklarla bir araya getirmişlerdir. Fransızlar Afrikalıların kendi yerleştirdikleri yönetim şekillerini ve kurallarını tamamen değiştirerek, bu ülkelerde kendi ülkelerinde yürürlükte olmayan sertlikte hukuk kurallarını uygulamışlar, İngilizler mevcut yönetimi ve yöneticileri kendi diledikleri şekilde kullanmayı tercih etmişlerdir (Badejo, 2007: 17). Sömürgeci devletlere göre Afrikalılar kendi kendilerini idare edemeyecek kadar ilkel ve geri kalmışlardı.

Avrupa için Afrika’da sömürgecilik Afrika’nın doğal kaynaklarının ve insan kaynağının her türlü istismar edilmesi ve tamamen ve sadece Avrupalı devletlerin yararına kullanılması demekti. Örneğin tarım arazilerinin nasıl ve hangi ürünler için

satılacağını tamamen sömürge devletleri belirlemekteydi (Badejo, 2007: 17). Afrika halkları yerel kıyafetlerinden vazgeçmek ve Avrupalı üreticilerin sattıkları ‘modern’

kıyafetleri satın almak zorunda bırakılmışlardır. Sömürge vergisini ödeyebilmek ve sömürge yönetiminin satın almaya mecbur bıraktığı gıda ve giysi ihtiyaçlarını alabilmek için yaşam tarzlarını değiştirmek ve sömürge yönetiminde idari görev almak ya da başka ülkelerde çalışmak zorunda kalmışlardır (Badejo, 2007: 17).

İkinci dünya savaşında müttefik kuvvetleri ile savaşmaları Afrika halklarını kendi bağımsızlıklarını kazanmak için savaşmak konusunda teşvik etmiş, bir nevi uyanışa sebep olmuştur. Ayrıca savaş sırasında ‘demokratik değerlere’ ilişkin yaşanan gelişmeler umutlarını arttırmıştır (Badejo, 2007: 18).

Afrika halkları 1960 ve 1970’lerde bağımsızlıklarını kazanmakla beraber yeni bir sorun ile karşı karşıya kalmışlardır: Afrika halklarının kendi kendilerini yönetim biçimi sömürge devletleri tarafından bölündüğü için elde kalan Avrupalılar tarafından yaratılan yapay yönetimlerdir. Ayrıca sömürge neticesinde ülkeleri için kullanabilecekleri çok az kaynakları kalmış, çok az Afrikalı modern devlet idaresi, ticaret ve ekonomi konularında eğitilmiştir ve ülkelerine kaynak sağlayabilecek ticari faaliyetlerin büyük kısmı Avrupa’ya odaklanmıştır (Moolakkattu, 2010: 152; Badejo, 2007: 18). Afrika halkları kendi ekonomilerini kendileri şekillendirmek istemiştir ve toplumlarının gelişmesi için gerekli zenginliği yaratmayı amaçlamışlardır.

Pan-Afrikanizm hareketi on dokuzuncu yüzyılda özellikle Kuzey Amerika ve Karayipler’de yaşayan ve kendilerini aynı ırkın, siyahi ırk, mensubu olarak gören entelektüeller tarafından başlatılmıştır. Bu erken dönemde Pan-Afrikanistler esas olarak ten rengi daha koyu olan Afrikalıların olduğu Sahra altı Afrika’ya odaklanmışlar ve daha açık renkli olan ve çoğunluğu Arapça konuşan Afrikalıları Pan-Afrikanizme dahil etmemişlerdir (Appiah, 2009: 1). Ancak, yirminci yüzyıla gelindiğinde Afrikalı kimliğinin bu ırksal ayrımı sorgulanmaya başlamıştır ve özellikle Afrika’da doğan ve

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hareketin liderliğini ele geçiren entelektüeller Afrikalı kimliğini coğrafi olarak ele almış ve geliştirmişlerdir. Mısır lideri Cemal Abdünnasır ve Gana lideri Kwame Nkrumah gibi liderler Afrika’nın birliğini tüm kıta için öngörmekteydi; Afrika kıtasını paylaşan tüm Afrika halklarının birleşmesi ve Afrika diyasporasının da geri dönmesi (Appiah, 2009: 1).

Kuzey Amerika ve Karayipler’de yaşayan entelektüellerin ortaya çıkardığı ve erken Pan-Afrikanizm olarak da adlandırılan bu dönem Alman filozof Johann Gottfried Herder’in düşüncelerinden yaşayan bir felsefi geleneği yansıtır (Appiah, 2009: 2).

Herder’e göre halklar, örneğin Slavlar, Almanlar, İtalyanlar dünya tarihinin kilit aktörleridirler. O’na göre bu halkların kimlikleri dillerinde, halk kültürlerinde ve edebiyatta dışa vurulmuş ve doğal süreç içerisinde bu halklar paylaştıkları dil, kültür ve gelenekleri çerçevesinde birlikte yaşamak istemişlerdir ve bu kültürel birlik onları siyasi birliğe yöneltmiştir (Appiah, 2009: 2).

William Edward Burghardt Du Bois bu teoriyi sistematik şekilde Afrikalı soyuna uygulayan ilk siyahi entelektüeldir ve 1897’de yayımlanan ‘The Conservation of Races’

isimli makalesinde ilk defa ‘Pan-Negroism’ (‘Siyahicilik’ ya da ‘Zencicilik’) ifadesini kullanmıştır (Appiah, 2009: 2). Aynı makalede Du Bois ‘dünya tarihinin kişilerin değil grupların, ulusların değil ırkların tarihi’ olduğunu tartışmaktadır. O’na göre ırksal farklılıklar, düşünsel ve fiziksel farklılıklardı ve bu farklılıklar, özellikle de fiziksel farklılık, ırkları birbirlerinden ayırmaktaydı ve her bir ayrı ırk uygarlık için kendi mesajını oluşturmak ve iletmek için çaba göstermekteydi. Pan-negroism bakımından ise sorun bu mesajı kimin ileteceğiydi. Du Bois, Afrikalı Amerikalıların iyi bir eğitim aldıkları ve bilgiye en iyi şekilde ulaşabildikleri için lider olmaları gerektiğini düşünüyordu (Appiah, 2009: 2).

Her ne kadar Du Bois’in fikirleri Avrupa milliyetçiliği ile temellenmiş olsa da

de önemli derecede etkilenmiştir. Du Bois ile Pan-Afrikanizm hareketinin önde gelen entelektüelleri arasında Martin Delany, Alexander Crummel ve Edward Wilmot Blyden sayılabilecektir (Appiah, 2009: 3-4).

Bu dönemde Yeni Dünyada Afro-Amerikalı düşünürlerin odağında köleliğin ve köle ticaretinin kaldırılması vardır. Siyahi ve beyaz ırk arasındaki düşmanlığın kaçınılmaz olduğunu düşünüldüğünden kölelik karşıtı düşünürler özgürleşen Afrikalıların yaşayabilecekleri alanların tespitinin çok önemli olduğuna inanıyorlardı. Bu çerçevede serbest bırakılan ve kölelikten kurtulan Afrikalıların yaşayabilmesi için kölelik karşıtı İngilizler on sekizinci yüzyılın sonlarında Sierra Leone‘yi, Amerikalılar ise Liberya’yı kurmuşlardır (Appiah, 2009: 3). Bu çabaların temelinde yatan düşünce, Afrikalıların siyasi bir yapı altında bir arada yaşamak istediğinin varsayılması ve o dönemde özgürleşebilen Afrikalıların gidebilecekleri bir vatan ihtiyacıdır. Delany Afrika’nın yeniden doğuşu için ulusal kimliğin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamış ve

‘Afrika’nın Afrika ırkı için olması gerektiğini ve Afrikalılar tarafından yönetilmesi gerektiğini’ belirtmiştir. Bu söylem Pan-Afrikanizmin kurucu ilkesinin ve stratejisinin en erken tespitlerinden bir tanesidir (Appiah, 2009: 3).

Afrikanizm hareketinin kurumsallaşması ise 1900 yılında Londra’da ilk Pan-Afrikan Konferansını gerçekleştiren Henry Sylvester Williams ile gerçekleşir (Appiah, 2009: 4). Williams ve Du Bois önderliğinde gerçekleşen bu Konferansın ardından 1919 – 1927 yılları arasında ırksal eşitlik, Afrika halklarının özgürlüğü ve Afrika kıtasının siyasi özerkliğinin tartışıldığı dört adet Pan-Afrika kongresi gerçekleşmiştir. Ancak bu kongreler büyük çoğunluğu Afrika diyasporasından olmak üzere sınırlı elit bir grup haricinde beklenen ve istenen sesi getirememiş, her ne kadar önemli konular tartışılmış ve esaslı taleplerde bulunulmuşsa da beklenen kitle hareketi başlatılamamıştır (Schramm, 2004: 153; Appiah, 2009: 4-5).

1945 yılında gerçekleşen Beşinci Pan-Afrikan Kongresi ise Pan-Afrikanizm için bir dönüm noktası olmuştur; diyaspora yanında Afrika kıtasından da çok fazla katılım sağlanmıştır ve katılımcılar Afrika’nın bağımsızlığı ve özerkliği için somut adımlar atılması yönündeki taleplerini güçlü bir şekilde dile getirmişlerdir. Beşinci Pan-Afrikan Kongresi ile artık Pan-Afrikanizm sadece Karayipler ve Kuzey Amerika’daki Afrika soyunun hareketi olmaktan çıkmıştır ve Afrikalı ulusalcıların kıtalarındaki sömürgeciliğe karşı savaşmak için çatısı altında birleştikleri bir hareket haline gelmiştir (Schramm, 2004: 153).

Kwame Nkrumah da Beşinci Pan-Afrikan Kongresinin düzenleyicileri arasında yer almıştır ve bu O’nun Afrika özgürlüğü için başlatılan hareketinin liderlerinden biri olmasını sağlamıştır (Schramm, 2004: 153). Ayrıca Nkrumah’ın önderliğin yürütülen mücadele neticesinde Ghana 1957’de özgürlüğünü kazanmış ve sonrasında da Pan-Afrikan hareketin odak noktalarından biri haline gelmiştir.