• Sonuç bulunamadı

Yatay Örgütlenme Modeli

2. FORUM SÜRECİ VE YAPISI

3.3. Yatay Örgütlenme Modeli

Bir diğer eleştiri ise Forum’un yatay örgütlenme modeline gelmektedir. Her ne kadar dikey örgütlenme ve aşırı bürokrasi istenmeyen bir model olsa da Forum’un kabul ettiği yatay örgütlenme modeli esas sorunların üzerlerinin örtülmesine neden olan bir yapıya dönüşmüştür ve yatay örgütlenme ile tam olarak ne amaçlandığı belirsiz kalmaktadır. Dikey örgütlenmemenin olmaması kişi ya da kurumların herhangi bir sorumluluğunun olmaması ve dolayısıyla da hesap verme zorunluluğunun olmaması sonucuna yol açmaktadır. Şeffaflık ve demokrasi anlayışından uzaklaşılmıştır. Yatay örgütlenme fazlasıyla çekici bir ifade olsa da tam olarak tanımlanması gerekmektedir.

Zira insanların toplandığı küçük ya da büyük herhangi bir toplantıda güç ilişkileri her

zaman mevcuttur ve bunların şeffaf bir sistematik içerisinde demokratik olarak çözümlenmesi gerekmektedir (Becker, 2007: 216; Teivainen, 2003: 9-11).

Bu durum Forum’da gerçekleşen seminer ve diğer aktivitelere de yansımaktadır;

her türlü hiyerarşinin reddedilmesi ‘kadın ve futbol’ ya da ‘LGBT ve hip-hop’ gibi bir atölyenin finansal krizler ya da savaş ve barış üzerine gerçekleşen bir atölye kadar önemli sayılması sonucunu doğurmaktadır. Neoliberalizm karşıtı alternatifler ve stratejiler her bir sosyal hareketin kendi içinde bunu yapması gerektiği gerekçesi ile reddedilmektedir (Teivainen, 2003: 9-11).

Bu noktada akla yine bu kadar apolitik bir forumun neden var olması gerektiği sorusu gelmektedir. Eğer bir forum, forum olarak var olamayacaksa ve binlerce hareketin bir araya geldiği fiziksel bir alan olarak kalacaksa o zaman gerekliliği de tartışmaya açılacaktır.

Nairobi, Dakar ve Salvador de Bahia’da yaşanan organizasyonel sıkıntılar da DSF’nin bir ortak ağ olabilme amacı bakımından ciddi organizasyonel eksiklik içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu noktada ‘merkezileşmemenin’ ve kendi kendini organize eden toplantıların artı ve eksileri tartışılmalı, DSF içerisindeki elit gücün varlığı ve DSF’nin küresel bir forum olarak durduğu yer tanımlanmalıdır.

Nitekim bu yatay örgütlenme modelinde esasında var olan hiyerarşi gizli olarak varlığını tanımlanmamış ilkeler ve prosedürler altında, hesap verme sorumluluğu olmadan sürdürmektedir. Eğer yapılar kimin ne yaptığı belli olmayacak kadar karmaşık olursa yanlış anlaşılmaların olması da kaçınılmazdır.

Karşılaşılan tüm sorunlara ve akıllara gelen tüm sorulara rağmen DSF inkar edilemez bir başarıdır. Alternatif küreselleşme modellerinin tartışılması için sivil toplum hareketlerine benzersiz bir forum sunabilmiştir, bu konuda fazlasıyla yol kat etmiştir ve en önemlisi sivil toplumu dünyanın diğer ‘süper gücü’ olarak ortaya koyabilmiştir. Aynı

bölgesel ve ulusal toplantılarda ortaya çıkmaktadır. DSF bugün sivil toplumun neoliberal küreselleşme karşıtı alternatif bir küreselleşme modeli yaratmada kendi kendini organize edebilen bir yapı olarak hiç olmadığı kadar önem taşımaktadır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

GENEL KAMU HUKUKU AÇISINDAN ALTERNATİF KÜRESELLEŞME

Demokrasi bugün tüm dünyada devlet yönetim biçimi olarak genel kabul görmüş bir norm haline gelmiştir. Daha önce hiç olmadığı kadar ülke yönetim şekillerini demokrasi olarak tanımlamaktadırlar. Bununla birlikte, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız üzere mevcut ve yaygın demokrasilerin ciddi bir çoğunluğu seçilerek yönetime gelmiş kurum ve kuruluşları ve karar alma mekanizmalarında yer alması gereken unsurları, en önemli karar alma faaliyetlerinin ve mekanizmalarının dışında bırakmaktadırlar. Bunun yanı sıra birçok kamu ve özel iktisadi kuruluşu demokratik ve şeffaf olmayan kurallarla yönetilmektedirler ve devlet mekanizmalarının ve karar alma süreçlerinin sınırlarını ihlal etmektedirler. İşte gücün bu şekilde uluslararası ve küresel organizasyonlarda toplanması ve yoğunlaşması yirminci yüzyılın en önemli sosyal gelişmelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte demokrasi teorisi ve uygulaması büyük çoğunlukla ulus devlet merkezli olarak incelenmiştir ve transnasyonel demokrasi uygulaması genellikle göz ardı edilmiştir.

Neoliberal küreselleşme ve neoliberal ekonomi politikaları ise küreselleşmeye çok yakın ve küreselleşme ile yakın ilişki içerisinde olmasına rağmen ondan esaslı şekilde ayrılırlar. Küreselleşme genel olarak tüm dünyada insanların zamansal ve mekansal olarak entegrasyonunu ve etkileşimini karşılarken, şirketler tarafından yönlendirilen ve yönlendirilen neoliberal küreselleşme belirleyicisi olan uluslararası büyük güçler ve onların egemenliğindeki uluslararası, uluslarüstü örgütlerin yönlendirdiği, ticaret, doğrudan yabancı yatırım ve kısa vadeli sermaye hareketi gibi yollarla ulusal ekonomilerin uluslararası ekonomiye entegrasyonu ve bu çerçevede az gelişmiş ülkeler

Afrika ve Latin Amerika’nın Avrupa tarafından fethine ve kolonileştirilmesine kadar, yani yaklaşık beş yüz yıl kadar geriye gider.

Bugün gelinen noktada egemen olan neoliberal küreselleşme insanların yaşam standardını dönüştürmek suretiyle olabilecek en kötü birbirine bağımlı toplumsal düzeni ortaya çıkarmıştır. Yaşamın her alanında ve dünyanın her tarafında neoliberal küreselleşmenin negatif etkileri tüm insanlar tarafından deneyimlenmektedir; insanların büyük çoğunluğu devamlı bir savaş hali içerisinde yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar, küresel ısınma ve çevre kirliliği dünyayı sadece bugün değil, gelecek nesiller için de yaşanılmaz kılacaktır, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke halkları, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar neoliberal küreselleşmenin etkilerini en savunmasız gruplar olarak en şiddetli şekilde deneyimlemektedirler. Bu çerçevede tüm insanlığın katılım sağladığı bir çaba ile birbirine bağlı ancak herkesin ortak çıkarının dikkate alındığı, tüm insanlar için insan haklarının mümkün kılındığı ve kültürel ve toplumsal farklılıklara saygılı yeni bir dünya yaratılması elzemdir.

Çevreci topluluklar en başta uluslararası şirketlerin ve Dünya Bankası’nın çevreye zarar veren ve yok eden politikaları benimsemesi ve desteklemesi nedeniyle, küresel ısınmanın ve asit yağmurlarının nedeni olarak neoliberal küreselleşmeyi görmektedirler ve alternatif küreselleşme hareketlerini desteklemektedirler. Az gelişmiş ülke halkları uluslararası finansal sistemleri ve yapısal uyum programlarını küresel fakirliğin ana nedeni görmekte, bu nedenle alternatif küreselleşme hareketlerinin yanında yer almaktadırlar. Hem gelişmiş hem az gelişmiş ülkelerde küçük çiftçileri destekleyen hareketler yeni ticaret anlaşmalarının endüstriyel tarım için aile çiftliklerini yok ettiklerini tespit etmişlerdir, işçi hareketleri uluslararası sermaye hareketinin işçiler lehine olmadığını ve gelir kaybına yol açtığını ortaya koymuştur, kadın hareketleri ise neoliberal küreselleşme ve yapısal uyum programlarının çalışan kadınları destekleyen kamu projelerine sekte vurduğunu görmüşlerdir. Tüketici hakları hareketleri neoliberalizmin

besin kalitesini düşürdüğünü ve ürün güvenliğini tehlikeye attığını, öğrenci hareketleri eğitimin çok uluslu şirketler için bir pazardan ibaret olduğunu saptamışlardır. İlk etapta aslında birbirinden bağımsız gibi değerlendirilen bu gelişmeler, aşağıdan küreselleşme hareket(ler)i, DTÖ, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlara karşı hareketler olmaktan çok daha ötedir. Aşağıdan küreselleşme hareketi ve alternatif küreselleşme arayışları üretimin, pazarın ve sermayenin küreselleşmesine, küresel şirketlerin yeniden yapılandırılmasına, internet gibi yeni teknolojik gelişmelere, devletin radikal olarak değişen rolüne, neoliberal ideolojinin egemenliğine, fakirlik kaynaklı ekonomik göçe, neoliberal küreselleşme kültürü egemenliğindeki medya hakimiyetine, nihayet kapitalist ülkelerin yatırımcılarının dünyanın geri kalanına egemen olmaktan beslenen neo-emperyalizme ilişkindir. Neoliberal küreselleşmenin bu yok edici etkisine karşılık, devletlerin, uluslararası ve çok uluslu şirketlerin ve pazarın demokratik kontrolü ile dünya ve insanlar için daha yaşanabilir bir gelecek amaçlamaktadırlar. Sadece DTÖ, IMF ve Dünya Bankası’na karşı olmanın ötesinde, örgütlenerek yerelden küresele, devlet kurumlarından sivil topluma her seviyede değişimi desteklemeyi ve zorlamayı amaçlamaktadırlar.