• Sonuç bulunamadı

4. AFRİKA BİRLİĞİ (AU)

1.3. Doğu Asya Krizi

değiştirilmesi değildir, talep edilen değişim dünya halklarının kendilerinin nasıl yaşamak istediklerine ilişkin olarak yetkilendirilmeleri ve bu yetkilerinin güçlendirilmesidir.

1997 yılında Tayland’da döviz krizi olarak başlayan kriz, hızla finansal ve ekonomik bir krize dönüştü ve bölgedeki diğer ülkelere yayıldı, çoğu ülkede para birimleri ve varlık fiyatları %30 ila %40 arasında değer kaybetti ve bölgedeki bankalar ve şirketler finansal güçlük içerisine düştüler. 1997 yılı sona ermeden Tayland, Endonezya ve Kore Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) yardım talebinde bulunmak zorunda kalmıştır. 1998 yılına gelindiğinde, Singapur ve Hong Kong gibi görece daha sağlam finansal ve kurumsal sektörleri haiz ülkeler de dahil olmak üzere bölgede etkilenen tüm ülkeler ciddi bir ekonomik durgunluğa girmiştir (Stiglitz, 2002: 111-121).

Krizin etkileri ise Asya sınırlarının çok daha ötesinde hissedilmiştir. Bir yıldan biraz daha fazla süre içinde kriz gelişmekte olan diğer ülkelere ve küresel sermaye piyasalarına yayılmıştır. Bugün ‘Doğu Asya Krizi’ ya da ‘Asya Krizi’ olarak bilinen krizin şiddeti ve daha önce görülmeyen yayılma hızı uluslararası toplumu fazlasıyla şaşırtmış ve hazırlıksız yakalamıştır. Bu kriz ile birlikte krizin nedenleri, IMF’nin krizdeki rolü ve uluslararası sermaye piyasalarının finansal yapısı hakkında önemli sorular ortaya çıkmıştır (Stiglitz, 2002: 111-121). Zira bu kriz sürecinde zorla kabul ettirilen IMF politikaları durumu kötüleştirmiş ve bu tür krizleri önlemek ve bunlarla mücadele etmek için kurulan bir uluslararası kuruluşun birçok yönden başarısızlığa uğraması oynadığı rolün tekrar gözden geçirilmesine yol açmıştır. IMF politikalarının ve kurumun kendisinin yeniden gözden geçirilmesi talep edildiği gibi, IMF politikalarının çöküşleri sadece şiddetlendirmediği aynı zamanda bunların ortaya çıkışından da kısmen sorumlu olduğu görülmüştür. Zira krizin ortaya çıkmasının nedenleri ülkelerin kendi politikaları olduğu kadar para ve sermaye piyasalarının da aşırı hızlı liberalleşmesiydi (Stiglitz, 2002: 111-121).

Krizden etkilenen ülkelerin hükümetlerinin krize verdikleri tepkiler ülkeye göre değişiklik göstermiştir. Bu ülkelerin aldığı bazı önlemler krizin yönetilmesinde ve

Bazı ülkeler krizin ve etkilerinin kontrolden çıkması üzerine IMF’den yardım istemiştir.

Tayland 1997 yılının Ağustos ayında, Endonezya Ekim ayında ve Kore Aralık ayında IMF ile yardım paketi anlaşmaları yapmıştır. Finansmanın ve yardım paketlerinin uzatılmasının bir koşulu olarak IMF krizi yönetmek için her hükümetle bireysel programlar hazırladı ve reform reçeteleri oluşturdu (Hong Kong Üniversitesi, 2000:

7vd.).

Malezya, krizle kendisi başa çıkmayı tercih edebilen ve IMF’ye karşı duran tek ülke olmuştur. Malezya Ringiti ciddi bir değer kaybettikten sonra dahi, Malezya hükümeti IMF ile anlaşma yapmaktan kaçınmıştır ve kendi kemer sıkma programını başlatmıştır. Tayland, Kore ve Endonezya'da IMF tarafından uygulanan programlar ise, başarılı bir şekilde işlediği ve sonuç verdiği için pazardaki güveni yeniden inşa edecek ve özel sermayeyi ülkelere yeniden çekeceği beklentisi ile, yakın zamanda Latin Amerika’da uygulanan programlara dayanılarak oluşturulmuştur. Bu çerçevede Tayland, Kore ve Endonezya’da merkez bankalarına rezerv sağlamak için resmi finansman taahhüdü, pazar veriminin arttırılması için finansal ve kurumsal sektörlerin yeniden yapılandırılması ve yapısal reformlar kabul edilmesi, döviz kurlarını stabilize etmek için faiz oranlarının arttırılması ve nihayet finansal yeniden yapılandırma ve cari işlemler açığının beklenen maliyetlerini karşılamak için yeterli kaynakları sağlayacak bir ek devlet bütçesi oluşturması ilkeleri çerçevesinde IMF programları kabul edilmiştir (Hong Kong Üniversitesi, 2000: 15vd.).

IMF’nin Tayland, Kore ve Endonezya’ya toplam 110 milyar ABD Doları’nın üzerindeki fon sağlama taahhüdüne rağmen, yabancı sermaye bu ülkelerden çekilmeye devam etmiştir. Net sermaye çıkış 1997 ortalarında başlamış, 1998 yılında hızlanmış ve 1999 yılında yavaşlamakla beraber devam etmiştir. Sermaye çıkışı en çok ticari bankacılık sektöründe etkilerini göstermiştir ve döviz kurları, programlar uygulandıktan sonra bile keskin bir şekilde değer kaybetmeye devam etmiştir (Hong Kong Üniversitesi,

2000: 17). Hisse senedi fiyatları da keskin şekilde düşmeye devam etmiştir ve ekonomideki ciddi daralma ve küçülmeler nedeniyle varlık fiyatlarında keskin düşüşler meydana gelmiştir. IMF kendi ön değerlendirme raporunda programın krizin ciddiyetini ve derinliğini fazlasıyla yanlış ölçtüğünü, paraların değer kayıplarının finansal kurum ve kuruluşların bilançolarına etkileri ile harcamaların ciddi şekilde azalmasına neden olduğunu ve varlık fiyatlarındaki keskin düşüşlerin de yine bilançoları etkilediğini belirtmiştir (Hong Kong Üniversitesi, 2000: 18). Ortaya çıkan bu tablo finansman üzerinde olumsuz etkiler yaratmış ve piyasaya güveni sarsarak iç yatırımın da çökmesine ve hızlı bir ekonomik küçülme ile tüketimin ciddi şekilde azalmasına neden olmuştur (Uluslararası Para Fonu, 1999: 119). IMF programlarının uygulanmasına rağmen her üç ülkede de ekonomik durumun gittikçe kötüleşmesi, krizin derinleşmesi ve iyileşmemesi IMF’nin öngörülerini yeniden değerlendirmesine ve programlarını defalarca tekrar düzenlemesine sebep olmuştur.

Gerçekten IMF krizin başından itibaren krizi fazlasıyla basite indirgemiş ve hatta krize Asya ülkelerinin kendi politikalarının neden olduğunu öne sürmüştür (Fisher, 1998:

2). IMF’nin krizi yanlış değerlendirmesinin sonucu olarak da aslında gerçekte var olmayan bazı sorunlara reçete yazılmıştır (Dieter, 1998: 14). IMF programı, çok yavaş ya da sıfır ekonomik büyümeye ve büyük işten çıkarmalara neden olan ve yüksek vergileri, azalan harcamaları ve yüksek faiz oranlarını içeren ciddi bir daralma makroekonomik politikası uygulamıştır. Aynı program 1980'lerde, makroekonomik dengesizliklerin, hükümet yolsuzluklarının ve aşırı enflasyonun neden olduğu Latin Amerika borç krizinde uygulanmıştır. Ancak Asya ülkelerinde bu sorunlar mevcut değildi; kurumlar ve hükümetler Latin Amerika’daki gibi yozlaşmamıştı ve yüksek tasarruf oranları, devletin eğitime yaptığı yatırım ve devlet güdümlü sanayi politikasının birleşimi bölgenin bir ekonomi santrali haline gelmesine hizmet etmişti ve krizden önce aşırı enflasyon söz

olabilirdi ancak bütün olarak bakıldığında devletler işe yarayan bir strateji keşfetmişlerdi ve bu strateji makro istikrarın önemiydi. Ticaret önemliydi ancak üzerinde durulan nokta ithalatın önündeki engellerin kaldırılması değil, ihracatın arttırılmasıydı (Park, 2002: 150;

Stiglitz, 2002: 112). Liberalleşme gerçekleşmişti ancak ihracata yönelik üretim yapan sanayi dallarında yeni iş alanları açıldıkça ve yavaş yavaş gerçekleşmişti. IMF reçetesi ise, yeni bir ‘hastalık’ için eski ‘ilaçtan’ sadece biraz daha fazla ya da farklıydı ve bu nedenle Asya ekonomileri için bir tedavi olarak uygun değildi. IMF’nin programı Asya’da aslında alacaklılar için bir aracı kurum gibi hareket etmesine neden olmuştur ve yabancı yatırımcının krizden herhangi bir yara almadan ülkeden ayrılması ve krizin ağır sonuçlarının ve yükünün sadece yerel yatırımcı ve ülke nüfusu tarafından katlanılması sonucunu doğurmuştur (Dieter, 1998: 16).

Bir diğer eleştirilen nokta, IMF'nin Asya'ya yaklaşımının, 1980'lerden beri sürdürdüğü politikalarının devamı olduğu ve Dünya Bankası ile birlikte, gelişmekte olan ülkelere empoze ettiği ‘yapısal uyum’ programlarının uygulanmasından ibaret olmasıdır.

Latin Amerika ve Afrika’da IMF’den yardım alan ülkelerin fonları kullanmalarına radikal ve tam liberalleşme, sert bir şekilde serbest piyasa ekonomisine geçiş, devlet kontrollerinin kaldırılması ve özelleştirme programlarının kabul edilmesi şartı ile izin verilmişti. Zira IMF sermaye hesabının tam liberalleşmesinin ülkelerin daha hızlı büyümesine yardımcı olacağına inanıyordu. Asya krizinde uygulanan aynı reçetenin hiçbir işe yaramaması ise mevcut küresel parasal ve finansal düzenlemelere ve kurumlara ilişkin olarak ciddi sistematik problemlerin olduğunu göstermiştir ve gelecekte benzer krizlerin tekrar etmesinin önlenmesi için, uluslararası finansın küresel yönetimine ve düzenlenmesine duyulan ihtiyaç konusunda farkındalığın artmasını sağlamıştır (Park, 2002: 148-150). Mevcut uluslararası finansal sistemle ilgili temel sorunlardan biri, uluslararası mali ve finansal işlemler ve hareketlere ilişkin olarak, uluslararası ticarette olduğu gibi bir denetimin ve kontrol yapısının bulunmamasıdır (Park, 2002: 148-150).

Mevcut yapı, borç veren kuruluşlar yerine borç alanların (ülkelerin) kontrol edilmesine yönelik tasarlanmıştır ve uluslararası kurumlar ve düzenlemeler krizi önlemek yerine yönetmek için dizayn edilmiştir. Küreselleşen dünyada serbest piyasa ekonomileri ve artan mali entegrasyon ile birlikte, faiz ve döviz kuru politikalarının küresel etkisi ve doğru şekilde regüle edilmesi fazlasıyla önemli hale gelmiştir. Bu alanlarda etkili bir izleme mekanizması mevcut değildir (Park, 2002: 148-150).

Asya krizi Bretton Woods kurumları kurulduğundan beri küresel ekonominin önemli ölçüde değiştiği gerçeğini acı bir deneyimle göz önüne sermiştir. Yüzleşilmesi gereken yeni gerçeklik, özel sermaye piyasalarının ezici sermaye kaynağı olduğu gerçeğidir (Das, 2000: 21). Böyle bir ortamda IMF farklı bir rol üstlenmek zorunda ve yapılanmasını buna göre değiştirmek zorundadır ve tasarımının değişmesi gerekmektedir.

IMF giderek şeffaflığı arttırmaya odaklanmalı ve ulusal bilançoların kırılganlığını daha fazla göz önüne almak zorundadır. Fon, borç verme uygulamasını kısa vadeli likiditenin sağlanmasıyla ve gelişmekte olan ülke ekonomilerine sadece acil durumlarda borç vermekle sınırlamaya ve düşük gelirli gelişmekte olan ekonomilere makroekonomik tavsiye vermeye odaklanmalıdır (Das, 2000: 21).