• Sonuç bulunamadı

Şeytan, büyü, cin ve şizofreni hastalığı

Tarih boyunca şizofreni hastaları-na yönelik birçok tanımlama yapılmış-tır. Mesela ilkel kavimlerde hastalıkla-rı, özellikle de ruhsal hastalıkları kötü ruhların oluşturduğu ve bu ruhların yok edilmesiyle hastalığın iyileşeceği inan-cı vardı. Hastalığın etkeninin somut olarak ortaya konamaması, insanların metafizik kavramlara ve mitlere yönel-mesine sebep olurdu. Bu yönelim, yüz-yıllar boyunca etkisini kaybetmemiş ve günümüze kadar süregelmiştir. Şizof-reni hakkında elde edilen onca bilgiye rağmen hâlâ hastalığın metafizik etken-lerden kaynaklandığı inancı yaygınlığı-nı sürdürmektedir.

Her kültürde şizofreni hastalığına farklı yakıştırmalar yapılmıştır. Orta-çağda şizofrenlerin içine şeytan girdiği-ne ve hastalıkta ortaya çıkan davranış-ların şeytanın yönlendirmesinden kay-naklandığına inanılırdı. Bu hastaların şeytanın askeri olduğu bile düşünülür-dü. İçlerindeki şeytanı yok etmek için hastalar diri diri yakılırdı. Bu tutum in-sanlık tarihinin en vahşi uygulamaların-dan biri olmuştur. Başka hiçbir kültür-de, hiçbir toplulukta, hiçbir devirde akıl hastalarına karşı böylesine kötü bir yak-laşım sergilenmemiştir. Bu örnek, inan-cın ve kültürün ne kadar ince bir çizgi üzerinde olduğunun göstergesidir. Sap-kınlık noktasına gelmemek çok ince bir ayarı gerektirmektedir.

İçinde yaşanılan kültürde hastalığın biyolojik bir nedenden kaynaklandığı düşünülüyorsa doktora, şeytandan kay-naklandığı düşünülüyorsa şarlatan ve üfürükçülere başvurulmaktadır. Kültür ve inançla bilginin kesiştiği noktada se-çilecek yolu toplumun bilgeliği belir-ler. Bilgelik nesilden nesile aktarılan bir tecrübedir. Bu manada, ilkel kavimle-rin yüzyıllarca ‘bilmeden’ yaşadığı de-neyimler modern toplumlar için bir bi-rikim olmaktadır.

Bilim, insan beyninin soyut yetenekle-rini keşfettikçe ilkel toplumlar bile olay-ları gerçek sebeplerine bağlama beceri-sine kavuşurlar. Ortaçağ Avrupası’yla Ortaçağ Anadolusu arasındaki en bü-yük fark, Anadolu topraklarında ya-şayan Selçuklu ve Osmanlı’nın

bilgi-rüşşifalarda, şizofreni bir beyin hastalı-ğı olarak kabul görmüş, hastalara ilaç, meşguliyet terapileri ve müzikle teda-vi uygulanmıştır. Osmanlı uygulamala-rının Avrupaya intikali, Batı toplumla-rının şizofreni hastalığına yaklaşımını değiştirmiştir. Değiştirmekle kalmamış bu konuda çok ileri bir noktaya gelme-lerine bile vesile olmuştur. Bilim kim-senin malı değildir. Geçmişten gelece-ğe uzanmakta olan ortak bir insanlık de-ğeridir.

Bilimsel çalışmalar şizofreninin ta-nısından tedavisine kadar birçok alda önemli başarılara imza atmıştır, an-cak hurafeleri tamamen ortadan kaldı-ramamıştır. Hâlâ akıl hastalığının şeyta-na, cine, büyüye bağlı olduğuna inanan binlerce insan vardır.

Bir gazeteci Vatikan’daki bir din ada-mına sormuş:

“Neden artık şeytan çıkarma ayinleri yapılmıyor?”

Din adamı şöyle cevaplamış:

“Artık şizofreni diye bir hastalığın var olduğunu biliyoruz.”

Bu, aklın ve bilimin, din ve inançla na-sıl olumlu bir etkileşim içinde olduğu-nun güzel bir örneğidir. İnsanlar bilgi-ye ulaştıklarında yanlış inançlarını fark edebilemekte ve değiştirebilmektedir-ler.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu hastalığın büyü ve cinden kay-naklandığına inananlar azımsanmaya-cak kadar çoktur. Büyü, cin gibi kav-ramların varlığı veya yokluğu tartış-mayla çözülebilecek bir konu değildir. Bunların varlığına inanan bir kişi, bunu kültürünün ve dini inancının bir gereği olarak yapıyorsa müdahale etmek doğ-ru değildir. Bilim adamı veya tıp adamı kendisine gelen insanı değerlendirirken bu temel prensibe dikkat etmek zorun-dadır. Onun işi inançları yargılamak de-ğildir, inanç ve hastalık arasındaki çiz-giyi belirleyebilmektir. Yani nereye ka-dar inanç, nereden sonra hastalık

HABER

rusunun cevabını bulmaktır. Ancak in-sanlar da bilimsel gerçeklere müdaha-le etme hakkına sahip olmadıklarını bil-melidirler. Bilim şizofreni hastalığının bir beyin hastalığı olduğunu ispat ettiği halde metafizik kavramları sebep olarak ileri sürmek, sınırın ihlali demektir ki bu hem inancın hem de bilimin kuralla-rına ters düşmektedir. Bu zihniyet şizof-reni hastalığını çözümsüzlüğe, şizofşizof-reni hastalarını da örselenecekleri bir mace-raya mahkum etmektedir.

Hasta yakınları sıklıkla “Biz bu has-tayı cinci hocalara, üfürükçülere dük. Okuttuk; yatırlara, türbelere götür-dük; kurşun döktürgötür-dük; kırk defa şura-dan buraşura-dan atlattık” gibi ifadelerle gel-mektedirler. Hekimin tavrı bu noktada çok önemlidir. “Kardeşim kaçıncı yüz-yılda yaşıyoruz? Bunlara hâlâ nasıl ina-nıyorsunuz? Bırakın artık bu

inançla-rı” şeklinde yaklaşan bir hekim hastası adına davayı baştan kaybetmiş demek-tir. Meselenin kişilerin inancını sorgula-mak olmadığını belirtmiştik. İletişimde kabullenme ilişkileri olgunlaştırıcı bir yaklaşımdır. Hekim hiçbir inanç sorgu-laması ve savunma atraksiyonları yap-madan direk şizofreninin bir beyin has-talığı olduğunu, hangi sebeplerle ortaya çıktığını, hastanın gösterdiği belirtilerin neler olduğunu, ilaç ve terapi olmadan şizofreninin iyileşmeyeceğini anlatma-lıdır. Direk inancı sorgulayarak başla-mak hasta ve hasta yakınlarının tepki-sine, hekime inancın zedelenmetepki-sine, hasta-hekim ilişkisinin başlamadan bir-mesine yol açmaktadır. Burada hedef bağcıyı dövmek değil üzümü yemektir. Yani hasta yakınlarını azarlamak değil, hastayı tedavi etmektir.

ŞİZOFRENİ, DİNİ YAŞANTI VE DİNİ KAVRAMLAR

İnsanın bir dine inanması ve o dinin gereklerini yerine getirmesi yani iba-det etmesiyle hastalığın ortaya çıkardığı dini yaşantıları ayırt etmek gerekir. Me-sela, aşırı günahkârlık ve suçluluk he-zeyanları olan, kendisinin cehennemlik olduğuna inanan bir şizofreni hastasının sürekli namaz kılması, aşırı dini yaşan-tıya yönelmesi ve mistik konularla faz-lasıyla ilgilenmesi önemli bir hastalık bulgusudur. Bu kişi, bir dini rüknü yeri-ne getirmekten ziyade, hastalıklı bir dü-şüncenin dayatmasıyla hareket etmek-tedir. Bunu fark edemeyen birçok has-ta yakını, hashas-tanın aşırı derecede ibadet etmesini teşvik edip daha da kötüleş-mesine sebep olabilmektedir. Yapılması gereken, hastanın tutumunu hekime bil-dirmek ve zarar görmesini engelleyecek kısıtlamalarda bulunmaktır.

HABER

Kıyametin hemen kopacağı inancı, hastanın aşırı dini yaşantıya yönelme-sine sebep olabilir. Kişi hastalığın etki-sinden kurtulup makul, mantıklı düşün-meye başlayıncaya kadar hekim hastayı dini yaşantı konusunda kısıtlayabilmek-tedir. Ancak hastalığı tetikleyici olma-yacaksa, alevlenme dönemleri dışında ibadet etmenin bir zararı olmamaktadır. Tedavide hedef, hastayı normal günlük yaşantısına geri döndürebilmektir. Bu günlük yaşantının içinde ibadet varsa kişinin onu da yaşaması sağlanmalıdır.

Kendisini mehdi zanneden, Allah tara-fından görevlendirildiğine, bir misyonu olduğuna inanan hastalarla sıkça kar-şılaşılır. Bunlar paranoid düşünceler-dir ve ‘büyüklük hezeyanı’ veya ‘mis-tik hezeyan’ olarak adlandırılır. Bu he-zeyanlar, eğer zamanında kişinin hasta olduğunun farkına varılmazsa tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Zaman zaman ba-sında bazı paranoid şizofreni hastaları-nın peygamberlik iddialarıhastaları-nın yer aldı-ğı görülmektedir. Kendisine kitap

gel-diğini, peygamber olduğunu iddia eden ve birçok yandaşı bulunan insanlara da sıklıkla rastlanmaktadır. Bu kişiler, bü-yük bir ihtimalle şizofreni hastasıdır. Bu tür hastalar öz bakımları iyi ve konuş-ma melekeleri korunmuş olduğundan kolay kolay fark edilmezler. Düşünce-leri aşikâr hale geldiğinde ve bu davra-nışa dönüştüğünde şizofreni oldukları anlaşılır. Söz konusu hastalar hezeyan-larını destekleyen o kadar çok delil öne sürer ve o kadar inandırıcı olurlar ki ko-laylıkla kendilerine inanan insanlar bu-labilirler. Bunun sonucunda da ‘payla-şılmış hezeyan’ adı verilen durum ge-lişir. Hastanın yandaşları da hastalanır. Mehdi olduğunu söyleyen çocuğuna inanan anneler, onun keramet gösterdi-ğine bile ikna olup mehdiligösterdi-ğine delil ge-tirmeye başlarlar. Paylaşılmış hezeyan, kişinin hastalığını kabul etmesini ve te-daviye başvurmasını gitgide imkânsız hale getirir.

Allah tarafından görevlendirildiğine veya Allah’a düşmanlık eden insanları

öldürmesi gerektiğine inanan hastalar, bazı kişilere zarar vermeye bile yeltene-bilirler. Nitekim bu duruma işaret eden bazı suikast girişimlerine medyada sık-lıkla rastlanmaktadır.

Psikiyatri servislerinde peygamber, mehdi, veli, ermiş olduğunu iddia eden çok hasta vardır. Şizofreni hastalarının yattığı servislerde kendisini tanrı, pey-gamber, mehdi, evliya sanan hastalar hezeyanları vasıtasıyla iletişim kurabi-lirler. Peygamber olduğunu iddia eden bir hastanın çevresinde, onu gerçekten mehdi ve evliya sanan hastalar topla-nabilir. Bu durumda hezeyani iletişimi mutlaka kesintiye uğratmak gerekir.

Hastalığın ve inancın karıştığı bu çet-refilli mesele ancak önyargısız bir tıp adamına teslim olmakla çözülebilmek-tedir. Onun için ailelerin hekimin söy-lediklerine kulak vermeleri, onunla iş-birliği yapmaları, ona inanmaları çok önemlidir.

Çocuk istismarı nasıl önlenir?