• Sonuç bulunamadı

27 şehit sahabenin yattığı Hz Süleyman cam

Belgede Bediüzzaman ve Diyarbakır (sayfa 67-74)

Bediüzzamana Diyarbakır'da Mehmet Kayalar'ın evinde ayrılan oda ve Bediüzzamanın ölümünden 3 ay önce Diyarbakır'a gönderdiği

eşyalarından sepeti

130

130. Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, İstanbul 1994, s. 279; Çağlar Avcı Sayı: 614, 11.09.2006 Aksiyon

Hz. Süleyman camii ve türbe

Sahabe Abdurrahman Sultan Suca

DİYARBAKIR'IN FEDAKAR HİZMETKARLARI

1973 yılında gelmişti İzmir'e. Amacı Yüksek İslam Enstitüsü sınavlarına girmekti. Sesine kasetlerden aşina olduğu hocası ile sabaha kadar süren bir sohbet yaptı o gece..

Hocası, "30 yıldır aradım, ancak buldum." diyerek teveccüh etti ona. Yıllar sonra ondan bahsederken de "Gelecek nesillerin Mehmet Özyurt Hoca gibi hasbî ruhları tanıması ve onların izinden yürümesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü onlar, ömürlerinin her anına bir örnek hal, tavır ve davranış sığdırmış insanlardır. Onların sergüzeşt-i hayatları yarının hasbîlerine yol gösterecek işaret taşlarıyla doludur. Dolayısıyla, hem onları birer yâd-ı cemîl olarak anmak hem haklarında duaya vesile olmak ve hem de geleceğin fedakâr ruhlarına hüsn-ü misaller göstermek için Mehmet Hoca gibi kahramanların hayat hi-kâyelerinin yazılması lazımdır." ifadelerini kullandı. Bu teveccühlere mazhar olan kişinin ismi Mehmet Özyurt. Bundan tam 18 yıl önce, 18 Eylül 1988'de geçirdiği bir trafik kazasında kaybetti hayatını. İlminin genişliğini tevazusuyla örtmüş, imanın giremediği sinelere bir nebze de olsun ışık yansıtabilmek için gecesini gündüzüne katmış Özyurt'un şehadet parmağı dışında her yeri yanmıştı o meşum kazada. Aradan yıllar geçti. O ise hâlâ hizmetleri ile yaşıyor şimdi.

İLME VE İRFANA AŞIK BİR HİZMET ERİ

Mehmet Özyurt, 1945'te Antakya'da dünyaya gelir. Altı yaşındayken hafızlık yapmaya başlar. Bir senede hıfzını tamamlar. O dönemde ailesi, tek odalı evlerinde kömür satarak geçimlerini sağıyordur. Daha küçük yaşlardayken, ilme ve irfana âşık

Sahabe Mir Seyyaf Sahabe Malik Eşter(Malik Azur)

MEHMET ÖZYURT HOCA VE DİYARBAKIR

ÖZYURDUNDA HEP “GARİP” YAŞADI

TRAFIK KAZASINDA HAYATINI KAYBEDEN M E H M E T Ö Z Y U R T , U Z U N Y I L L A R GEÇMESİNE RAĞMEN İLİM, FEDAKÂRLIK, HİZMET AŞKI VE DİĞERGÂMLIĞI İLE HATIRLANIYOR.

biridir. Hatta çıraklık için verildiği akrabalarının tuğla ocağından sık sık kaçar ve çoğu kez köy camiinde talebelerin arasında bulur kendini. Kitaplara düşkündür. Annesi, onu yerdeki pöstekide, okuduğu kitabın yanı başında uyurken bulur çoğu zaman.

10-11 yaşlarındayken Hasan Okuyucu Hocaefendi'nin yanında eğitime başlar. Burada Arapça öğrenip, dinî ilimlerde tahsil yapar. Ardından İskenderun Çay Mahallesi Camii'nde müezzinlik görevine başlar. 16 yaşındayken caminin imamı olur. Sesine soluğuna hayran olduğu Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kasetleriyle tanıştığı yıllardır bu dönem. En büyük isteği ise hocasını görmektir. Askere gidene kadar herhangi bir tahsili bulunmayan Mehmet Özyurt, çevresindekilerin teşvikiyle ilk, orta ve liseyi kısa sürede bitirir. Askerliğini Konya'da yapar. İzinlerinde, tanıştığı bir imamın camiinde sohbetler yapar, insanlara hak ve hakikati anlatır. Burada halk tarafından çok sevilir. Yıllar sonra bile Konya'ya gittiğinde eski dostları onu büyük bir sevgiyle karşılar.

Askerlik dönüşü İskenderun'da Şükriye Hanım'la (1967) evlenir. Bu evliliğinden üçü erkek, ikisi kız toplam 5 evladı olur. İskenderun'da imamlık yaptığı bu yıllarda Mehmet Hoca, anne babası ile beraber kalıyordur. Evlerinin misafirsiz kaldığı gün sayısı çok azdır. Hayatının dönüm noktası ise Yüksek İslam Enstitüsü'ne gitmesidir. Sınavlar için tercihini İzmir'den yana kullanır. Amacı sesine aşina olduğu hocasını da görmektir. 1973 yılında girdiği sınavda birinci olur. Sınav için geldiği günün gecesinde, Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşür.

HAPİSTEN SONRA AYAKLARINI GÖSTERMİYORDU

Mehmet Özyurt Hoca, İzmir hayatına bir yıl Gütepe Camii'nde görev yaparak başlar. Sonra Bornova Büyük Camii'ne imam olarak tayin edilir. Aynı camiye 1976 yılında Fethullah Gülen Hocaefendi vaiz olarak gelir. Caminin yakınlarında ev tutan Mehmet Özyurt, her cuma hanesinde Hocaefendi'nin vaazlarına gelen insanlara yemek verir. Eşi Şükriye Hanım o günleri şöyle anlatıyor:

"Cami, evimize çok yakındı. Eve hoparlör çekildi. Kadınlar bizde toplanır, vaaz dinlerdi. Daha sonra şehir dışından gelen misafirlere evde yemek verirdik. Her cuma 40-50 kişinin yemek yediği olurdu. Tek bir maaşımız olmasına rağmen bize yeterdi."

Bu süreç 1980 ihtilaline kadar devam eder. 1980-1983 yıllarında Bornova'da görev yapar. Şubat 1983'te asılsız bir iddia üzerine 28 gün arkadaşlarıyla birlikte cezaevinde kalır. Eşi, "Çıktığında ayaklarını kimseye göstermiyordu." derken, hapishane arkadaşı Sami Çizginer, o günleri şöyle anlatıyor: "Medrese-i Yusufiye'de beraberdik. Orada bizden daha çok sıkıntı çekti. Ayrı ayrı hücrelerde kaldık. Bir s e f e r i n d e k o r i d o r d a k a r ş ı l a ş ı n c a , o n a ' B u r a d a b u l u n m a m ı z ı n a s ı l değerlendiriyorsunuz?' diye sordum. Bana, 'Burada çekilen ıstıraplar, ebedi âlemde gül bahçesine dönecek. Burada ne kadar sıkıntı çekersek, çekelim. Biz ebedi âlemde gül bahçelerine talibiz. Hiç merak etme.' dedi."

Serbest bırakıldıktan sonra memuriyetine son verilir. O, ''Bunda da bir hayır var'' diyerek, gönüllere iman aşılamak için ailesiyle Diyarbakır'a gider. Orada soğuk karşılanmalarına rağmen, selam vermediği kişi kalmaz. Ailesiyle birlikte damdan

dönüştürme bir eve yerleşir. Eşyaları azdır. Şükriye Hanım'ın bileziklerini satarak geldikleri Diyarbakır'da, kıt kanaat geçinir. Teklif edilen yardımları da birisi hariç kabul etmez. Eşi bu durumu şöyle açıklıyor: "Diyarbakır'a gittikten sonra evimize bir yıl meyve girmedi. Bir tanıdık evimize meyve getirince Mehmet Hoca ona, 'Neden getirdin. Bir yıldır eve meyve almıyorduk. Alışmışlardı. Şimdi tekrar isteyecekler.' dedi.

Bu durum Hocaefendi'ye anlatılır. O da bir nebze olsun yardım edilmesini ister. Mehmet Hoca bunu öğrendiğinde çok üzüldü. Bir şey anlatmıyordu. Israr edince 'Ben Hz. Ebu Bekir gibi hizmet etmek istiyorum. Ücret almadan hizmet etmek istiyorum. Para aldıktan sonra bana ne faydası olur. Siz aç değilsiniz. Bir de Hz. Aişe validemizi görseydiniz. Sahabe annelerimizi görseydiniz ne yapardınız. Sadece lüksümüz yok.' dedi. Ama ısrar edilince kabul etti. Ama o parayla ne aldıysa evde misafirle yedi. 'Bu hizmetin parası. Tek başımıza yiyemeyiz.' diyordu.

"Diyarbakır'da o zaman öğrenciye ev veren yoktur. Bir gece oturduğu evin eşyalarının bir kısmını alıp, olduğu gibi öğrencilere verir. Taşındığı birkaç evde de böyle yapar. Diyarbakır'da günlerinin büyük bir kısmını hizmet için evinden uzak geçiren Mehmet Özyurt'un eve geldiği gün sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordur. Evde kaldığı günlerde ise misafirin olmadığı gün yoktur. Evlilikleri boyunca baş başa çay içemediklerini söyleyen eşi, bir hatırasını şöyle anlatıyor: "İstanbul'dan dönmüştü. Erken geldi. 'Seni kimse gördü mü?' dedim. 'Ben kimseyi görmedim' dedi. Ben de, 'Bugün bizimle olacaksın. Gelen olursa daha dönmedi deriz.' dedim. Daha ben yemeği hazırlarken kapı çaldı. Çok sevdiğimiz Sakıp amcamız geldi. Onu sordu. Yok diyemedim. Ben sadece o var sandım. Ama gelen sadece o değildi. 10 kişiye yakın misafir vardı. Onları içeri buyur etti. Yemek yediler, gecenin geç saatlerine kadar s o h b e t o l d u . B i r d a h a d a b a ş b a ş a ç a y i ç m e f ı r s a t ı b u l a m a d ı k . " Mehmet Özyurt, Medrese-i Yusufiye'ye Diyarbakır'da da girer. Burada mahkûmlardan gardiyanlara kadar herkese hak ve hakikati anlatır. Suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakılır. Bulunduğu bölgede hizmetin hüsnükabul görmesi için neredeyse mesaisinin tamamını harcar. Eşi bir gün, "Beş çocuğun var, biraz onlarla ilgilen." dediğinde, "Onlarla da ilgilenen çıkar. Ama öte yandan ilgilenme bekleyen binlerce çocuk var." cevabını verir. Yılları hizmet aşkıyla geçen bu insanın vefatına bir ay kala farklı şeyler yaşanır. Hanımı da bu durumu sezer. Bu dönemde gördüğü bir rüyayı eşine bile anlatmaz. Sadece "Hocama anlatırım." diye konuşur. Eşi bir anlam çıkaramaz. Vefatı yaklaştıkça ondaki düşünce daha da artar. Son hafta herkesle ayrı ayrı ilgilenir, eş dost, akraba ziyaretleri yapar. Tekrar Diyarbakır'a dönen Mehmet Hoca, dinlenmeden bu kez Van'a gider. Döndüğünde yorgun ve halsizdir. Eve geldiğinde eşi, "Ne zaman beraber olacağız?" deyince, "Dua et Allah ahirette nasip etsin." cevabını verir.

ANCAK YANAR KÜL OLURSAK CENNETE GİRERİZ

Sonra Urfa'ya gitmek için hazırlanmaya başlar. Evden çıkarken eşine şunları söyler: "Öleceğime hiç üzülmüyorum. Sana üzülüyorum. Arkanda bakanınız yok. Beş çocukla, ne yap arsın?" Eşi, bu konuşmalara bir anlam veremez o sırada. Sonra çocuklarını öper:

"Ayakkabısını giydi. İçeriye bakıyordu. 'Ne oldu' dedim, 'Bir şey yok' dedi. Bir basamak indi. Döndü, baktı. 'Ne oldu, bir şey mi unuttun' dedim. 'Hayır' dedi. Gözleri ıslaktı. İnerken ben kapıyı kapattım, içimde büyük bir sıkıntı vardı. Geri açtım kapıyı, gitmemiş. Orada duruyordu. 'Bir şey mi var' dedim. 'Yok' dedi. Yüzüme dikkatlice baktı. 'Allah'a ısmarladık' dedi, koşar adımlarla indi. Kapıyı kapattım, hemen balkona koştum. Balkonumuz müsaitti. Aşağıya baktım gitmiş, göremedim. Onu son görüşümdü."

Mehmet Hoca, Urfa'dan Gaziantep'e gideceği günün gecesini Bayram Acar, Hasbi Hoca ve Memduh Hoca'yla birlikte geçirir. Sohbette, günümüzde, günahların insanı her taraftan sardığından, ihlâs ve takva üzere bir yaşayışın olmadığından dert yanılır. Bayram Acar, "Bana kalırsa şehit olmaktan başka bir şey temizlemez bizi." der. "Savaş yok, bir şey yok. Nasıl şehit olacağız ki!" denilince, Mehmet Hoca'nın verdiği cevap şu olur: Ancak yanar kül olursak cennete gireriz.

Sabah üç arabayla yola çıkılır. Urfa'yı 14 km geçildikten sonra Mehmet Hoca önde giden arabasını durdurur. Yorgun olduğunu söyler. Ortadaki araca geçer. Kısa bir süre sonra içinde Mehmet Özyurt Hoca'nın da olduğu araba bir tankerle çarpışır. Yanan araçta Mehmet Hoca ile birlikte Bayram Acar, Hasbi Hoca ve Memduh Hoca da hayatını kaybeder. Şehadet parmağı dışında her yeri yanar. Daha sonra bu gönül insanı doğduğu yere gömülür.

EŞİ ŞÜKRİYE HANIM: SECDEYE GİDERKEN SAPSARI KESİLİRDİ

Diyarbakır'da evimize ekmeğin zor girdiği günlerdi. Öğrencilere yardım Diyarbakır'da azdı. İstanbul'dan 3 top kumaş gelmişti. Öğrencilerin kaldığı eve perde dikilecekti. Benim de bir namazlık eteğim yoktu. Kumaştan bir parça aldım. Komşuya diktirmesi için rica ettim. Mehmet Hoca öğrenince bana, "Allah'tan korkmadım mı, o hizmetin değil mi?" dedi. Ben de, 'Biz de hizmetin değil miyiz?' dedim. 'Kesinlikle olmaz. Sen arkadaşına telefon aç, onu sofra bezi yapsın. Dershaneye vereceğim.' dedi. Bu kadar hassastı. Hatta bir defasında eve pakette baklava geldi. Bir hafta açmadım. Bozuldu. O da 'niye açmadın' dediğinde 'Sen kızıyorsun' dedim.' Namaza durduğu vakit ben ona bakamazdım. Sanki ağlıyor gibiydi. Secdeye giderken sapsarı kesilirdi. Her namazı böyleydi. Geceleri çok az uyurdu. Teheccüdü hiç kaçırmazdı. 'Ben eşimle baş başa hiç çay içmedim. İstanbul'da aldığı porselen demlik ile iki tane çay bardağı vardı. Çay içmek nasip olmadı. Hâlâ duruyor. Son gün evden çıkarken bana 'Ben de o çayı içmeyi çok istedim. Allah belki burada içirseydi orada içirmeyecekti. Belki orada içeceğiz.' demişti.

Diyarbakır'lılar Hocaefendinin öğrencisi ve yakın arkadaşı Mehmet Özyurt'u unutmamış vefalarını bir öğrenci yurduna ismini koyarak göstermişlerdir

MEHMET ÖZYURT VE DİYARBAKIR HATIRALARI

Abdurrahim Yıldız'm anlattığı bir hatırada Mehmet Hoca'nın kimler için çile çektiğini daha iyi anlıyoruz:

Diyarbakır eşrafından Hani ilçesi eski Belediye Başkanı Sıddık Berk Bey ile beraber köylerini, daha sonra da ilçesi olan Hani'yi ziyaret ettik. Bu zât Mehmet Hoca'nın hayranı mübarek bir insandı, ilçede herkes tarafından tanınır ve sevilirdi. Ehl-i kalp ve takva sahibiydi. Mehmet Hocama çok iltifat eder ve çokça destek olurdu. Onu ilçe halkına takdim eder ve eğitim-öğretim hizmetlerinden dolayı sitayişle bahsederdi. İlçeyi bir baştan bir başa gezdik, herkes kıyam ederek saygı gösteriyordu. Mehmet Hoca'nın simasından iyi bir insan olduğunu seziyorlardı. Buralarda terör belasının izleri çok açık bir şekilde görülmekte idi. Yakılan evler, virane hanlar, açıkta ve perişan insanlar Mehmet Hocamı çok duygulandırdı: "Buralara sahip çıkmak lazım, ömür vefa ederse, değişik vesilelerle ellerinden tutmak lazım. Yoksa terörü nasıl önleyebiliriz, kardeşliği nasıl tesis edebiliriz ki? Allah buralara zekâ nimetini his s edilebilir bir derecede ihsan etmiş. Bu zeki çocuklara sahip olmazsak, başkaları onlara bâtılı hak olarak takdim edecek ve kabul ettirecek, nifak tohumları yeşertecek. Böylece içinden çıkılmaz kardeş kavgaları meydana gelecektir." demişti."

Herkesle H e m d e m idi. Mehmet Hocamla 1979 yılında İzmir Bornova'da tanışmıştım. Ondan sonra belli aralıklarla görüştüm. Kendisinin Diyarbakır'da bulunduğu dönemde ben de Konya'da üniversite okuyordum. Diyarbakır'daki gayretli çalışmalarını hep duyuyorduk. 1992 yılında ben de Diyarbakır'a gelrniştim. işim icabı çevredeki birçok ile gidip geliyordum. Mehmet Özyurt Hocamın bizim buralara geldiğirniz dönemlerden çok önce, sanki buralarda Hızır misali dolaştığını müşahade ettim. Mardin-Midyat'a gittim. "Oralarda bir tanıdık dostumuz var mı?" diye sorduğumda bir eczacının ismini verdiler. Aradım ve o eczaneyi buldum. Sahibiyle tanıştıktan sonra bana: "Sana birini soracağım, acaba tanıyor musun?" dedi. Ben de "Buyurun kimmiş o?" diye cevap verdim. "Bir zaman buralara Mehmet Hoca diye biri gelirdi. O şimdi gelmez oldu. Şimdi nerede acaba?" diye sordu. Ben de "Mehmet Hocamı mı soruyorsunuz? O şimdi sevdikleriyle birlikte." diye cevap verdim. Şehit olduğu haberi, onlara henüz ulaşmamıştı. Yıllar geçmesine rağmen insanlar hâlâ onun gelmesini bekliyorlar. Mehmet Hocam Güneydoğu'da hemen her yere birçok kez gitmiş, derdini, gayesini anlatmış, ayak basmadık bir yer bırakmamış.

Siz Şimdiye Kadar Allah'a Ne Verdiniz?

Onu andıkça gözleri parlıyor Abdurrahim Yıldız'in: Bir gün, Mardin'de ağa ve aşiretleri ziyaret ediyorduk. Bahardı ve yağmurlar çok az yağmış, ekinler tehlikeye girmişti. O civarın bilinen ağalarından Şakir Duyan'ın evine gittik. Orada, Mehmet Özyurt Hocamı onlara tanıttım. Çok mübarek bir insan olduğunu, duasının makbul olduğunu beyan ettim. Şakir Ağa fırsattan istifade "Hocam ekinlerimiz kurumak üzere, Allah'a dua et bize yağmur göndersin, yoksa hâlimiz berbattır." dedi. Mehmet Hocam Şakir Ağa'ya hiç beklemediği şu cevabı verdi: "Siz şimdiye kadar Allah'a ne verdiniz veya O'nun için ne yaptınız?

Bir Hızır Gibi Gezmiş

Uğramadığı yer kalmamış. Şahideri o kadar çok ki... İşte Âdem Bey'in anlattıkları: 1992'den sonra Diyarbakır'da beraber olmak nasip oldu. Diyarbakır ve

havalisinin sokaklarını ve köylerini gezerken gittiğimiz yerler arasında; "Mehmet Hoca buralara uğramıştı.' sözünü duymadığımız yer yok gibiydi. Gezdiği bu yerlerde bir Hızır gibi gezmiş, güleryüz ve tatlı diliyle çok gönüller fethetmiş, onların Cenab-ı Hak'la ve Efendimiz'le (sallallahu aleyhi ve sellem) tanışmalarına vesile olmuş. Hizmet-i imaniye ve Kur'âniye'nin lâtif ve gülen veçhesini güzel temsil etmişti.

Belgede Bediüzzaman ve Diyarbakır (sayfa 67-74)