• Sonuç bulunamadı

Çile yumağı bir nebî: Cercis Aleyhisselâm

Belgede Bediüzzaman ve Diyarbakır (sayfa 61-67)

İçkalede Saint George (Cercis) Kilisesi ve Muhtemel makamı

Cercis Aleyhisselâm, İsa Aleyhisselâmın dîni üzere gelmiş ve Îsâ Aleyhisselâmın dînini tebliğ etmiş nebîlerdendir. Filistin'in Remle kasabasında doğdu, Filistin ve Şam civarında yaşadı. Şehirleri gezer, ticaret yapardı. Hıristiyanların St. Georges adıyla tanıdığı Cercis Aleyhisselam gezip gördüğü şehirlerde Hazret-i İsa'nın dînini yaymaya çalışırdı. Vazifesi esnasında birçok kişi ona tâbî olarak Hak Dine girdi.

Cercis Aleyhisselâm fakir, fukara ve yoksul için ticaret yaptığını söyler, yıl sonu geldiğinde kazancını hesaplar, sermayesini yanında alı koyar, kazancının tamamını fakir fukaraya dağıtırdı. Derdi ki:

“Benim çalışmam fakir fukara içindir. Ben çalışayım ki, onlar rahat etsinler. Eğer bu maksudum olmasa, bütün malımı fukaraya baştan yağma ettirirdim. Kendim de bir köşede oturur, Allah'a ibadet ederdim.”

Cercis Aleyhisselâm ile ona tâbî olanlar, başlangıçta çok gizli hareket ettiler, kâfirlerin şiddetlerini üzerlerine çekmemeye çalıştılar. Çünkü o devirde puta tapıcılık ve kâfirlik çok şiddetli idi.

Günlerden bir gün Musul şehri Kralı Dâdiyan som altından bir put yaptırmış, halkı puta tapmaya çağırmıştı. Halk da bölük bölük gelmiş, Eflun denilen bu puta tapmıştı. O sıralarda Musul'da bulunan Hazret-i Cercis (as) bir gün Dâdiyan'ın huzuruna çıkmaya karar verdi. Arkadaşlarına:

“Bu gizlilik içinde ne zamana kadar kalacağız? Kişi dîni yolunda gerekirse ölmelidir! Kâfirler yanında zelil yaşamaktan iyidir. Ne kadar malım varsa size veriyorum. Fukarayı gözetin. İhsanınızı eksik etmeyin. Ben bu gün Kralın huzuruna çıkıp hakkı tebliğ edeceğim. Eflun'a tapmanın yanlış olduğunu bildireyim. Gittiği yolun batıl olduğunu haber vereyim. Hak Dine girmesini teklif edeyim. Ola ki, Hak Teâlâ ona insaf vere de hidayete ere! Cümleniz de onun belâsından emin olasınız!

Yahut da gazapla bana işkence ede ve öldüre!” dedi.

Allah'a sığındı ve Kral Dâdiyan'ın huzuruna çıktı. O sırada Kral, Eflun'a tapmayanların da bulunduğunu haber almış, kızgınlığından küplere binmiş vaziyetteydi. Cercis Aleyhisselâm dedi ki:

“Ey Kral! Allah'ın kullarına kızarsın! Oysa sen de Allah'ın bir kulusun! Onlar da Allah'ın kullarıdırlar ki Allah onları senin elinde kıldı. Ve sana muhtaç eyledi. Bu halkı secde etmeye çağırdığın put mel'undur! Senin Allah'ın vardır ki, seni ve bütün varlıkları O yaratmıştır. Bütün mahlûkat O'nun kullarıdırlar. Bütün mahlûkata O rızık verir. Bütün mahlûkata hayat veren, diri eden, yaşatan ve öldüren O'dur. Seni yaratan Allah'ı bırakıp senin gibi bir mahlûku altından ve gümüşten düzdürüp, ilahımdır dersin! O nedir ki, ona ilah dersin? Ne faydası vardır, ne zararı? Sen gel de Allah'a iman et ve teslim ol. Bak ne büyük fayda göreceksin! Küfrü terk et. Eflun'dan vazgeç.” Kral Dâdiyan kızgınlığından ağzı köpürmüş vaziyette Cercis Aleyhisselâm'a baktı ve bağırdı:

“Sen kimsin behey adam? Sen nice kişisin? Nereden geldin ki bana anlaşılmaz sözler söylersin?”

Cercis Aleyhisselâm gayet sakin cevap verdi:

“Ben Cenâb-ı Allah'ın zayıf ve hakir bir kuluyum! Geldim ki seni Allah'a davet edeyim! Sana hakkı tebliğ edeyim ki, puta tapmaktan ve halkı puta taptırmaktan vazgeçesin de, artık Allah'a dönesin. Allah'a ibadet edesin!”

Dâdiyan daha da sinirlendi. Fakat Cercis Aleyhisselâmın fikirlerini aklınca çürütmeden onu cezalandırmayı makamına uygun bulmadı. Dedi ki:

“Senin övdüğün ilah eğer gerçekten de dediğin gibi olsaydı, seni böyle aç ve sefil bırakır mıydı? Görmez misin benim ilahım bana nice mertebeler verdi! Bu gördüğün halkın içinde nice zenginler vardır. Cümlesi de bu Eflun'un uğurlu inancıyla zengin oldular...”

Cercis Aleyhisselâm:

“Allah isterse bu dünyada verir, isterse âhirette verir. O verdiği zaman ebedî olarak verir. Bu dünya geçicidir. Kaç günlük krallığın var? Hiç düşündün mü? Devlet dediğin ebedî olmalı! Nimet dediğin sonsuz olmalı! Lezzet ve keyif dediğin hesapsız olmalı! Senin sahip olduğun bütün varlıklar ise yok olmaya mahkûmdur!” Cercis Aleyhisselâm Kral Dadiyan'a tebliğini yaptı, fakat bedelini canıyla ödedi. Kral ona dayanılmaz işkenceler yaptırdı. Ağaçlara bağlattı. Mübarek vücudunu demir taraklarla tarattı. Ateşten ve kaynar sulardan geçirdi. Cercis Aleyhisselâm her türlü işkenceden mucize eseri sağ olarak kurtuldu. Mücadelesinden yılmadı. Fakat nihayet bir gün bu işkencelerle şehit oldu.1

Risâle-i Nur'da Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Cercis'in (as) sıkıntı ve musibetler karşısındaki sabır ve rızasını, talebelerine örnek olarak göstermiştir

Üstad Bediüzzaman, dışarıdan gelen her türlü zorluklara karşı müsbet hareket etmenin önemini anlatırken Tarihçe-i Hayat'ta Hz. Cercis'in yaşadıklarını örnek verir:

“Biz, en acı vaziyet ve sıkıntılara karşı, kemâl-i sabır içinde şükür etmekle mükellefiz. Ve cildleri ve derileri soyulan Cercis aleyhisselâm gibi, binler, milyonlar hakîkat mücâhidlerinin hakaik-ı îmâniyenin kudsî hizmetinin bir nümûnesine mazhar olan Nur şâkirtlerinin çektikleri zahmetler, o eski zâtların zahmetlerine nisbeten binde bir olmaz. Ve ücret ve kazanç cihetinde, inşaallah birdirler ve beraberdirler.”

Üstad Bediüzzaman, müsbet hareket noktasında kendi hayatından örnekler verirken yine Hz. Cercis'e şöyle atıfta bulunur:

“Otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.”

114. http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2044

114

Fiskayada Yunus (AS) Makamı (Evliya Çelebi seyahatnamesi) Eğil'de Zennun hazretlerinin mezarı ya Hz.Yunus'un makamıdır veya Zennun isimli bir evliyanın mezarıdır. Zira Hz.Yunus'un mezarı Diyarbakır Suriçindedir

Diyarbakır'da inanç esasları ile Ortadoğu, Mısır birbirinden kopuk değildir, iç içedir. Yani Peygamber diyince akla sadece Ortadoğu'nun gelmesi yanlıştır. Çayönündeki en eski papaz şamanlar gerçekten Mısır'ın büyük tanrılarının torunları idi.(?) Neolitik kavimlere ait insan kurban etme uygulamasında da Çayönü ve Mısır arasında bir paralellik var. Tarihte Mısır'ın bir toprağı olarak Urfa'nın doğusunu yani Diyarbakır'ı da görmekteyiz.

Çayönünde insan kurban etme olgusunu da gözlüyoruz.

Bir diğer ifadeyle bölgeleri izole olarak ele almak doğru değildir. Çevrevi etkileşim vardır. Örneğin Urartu'ların merkezlerinden Van'da Çavuştepe'de Karacadağ bazaltlerini görüyoruz. Diyarbakır'ın tarihin derinliklerinde Mısır'la ilişkide olduğunu anlıyoruz. Diyarbakır Mezopotamya, Ortadoğu ve Mısırla iç içe olmuş ve inanç sistemleri de karşılıklı etkileşimde olmuştur. İ.Ö.2400'lerde Sami asıllı I.Sargon, Sumer kralı Urzababa'ya başkaldırıp kendisini kral yapıyor. Sumer'in şehir beyliklerini birer birer idaresi altın alıyor. Sargon yönetim sınırlarını Kuzey mezopotamyaya kadar uzatıyor ve Kendisine Sumer ve Akkad'ın kralı unvanını veriyor. Sargon'dan sonra kral olan Naramsin Diyarbakır'a kadar geliyor.

Diyarbakır'da ön planda Asurlular'ı görüyoruz. Burada İsrail oğulları peygamberlerini görüyoruz. Buradaki peygamberlerin Asurluları etkilediği gözlenmektedir. 'Peygamberlik olayı, Yahudilerden Asurlulara geçmiş. Çivi yazılı metinlere göre Asur'da Tanrıdan bir peygamber yoluyla alınan haberler tabletlere yazılmıştır.

İlk Müslüman Cinler Bölge Cinleri

Nusaybin cinleri tarihçe biliniyor. Birçok kitaba da konu olan efsanevi hikâyeleriyle bilinen Nusaybin cinleri, Peygamber Efendimize ilk iman eden cin taifesini oluşturmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi'nin bir eserinde cinlerin müslüman olduğunu şöyle kaydediyor:

“Muhaddisler, nakl-i sahihle İbni Mesud'dan beyan ediyorlar ki: İbni Mes'ud dedi: “Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnîleri ihtidâ için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnîlerin geldiklerini haber verdi. Hem İmam-ı Mücahid, o hadiste İbni Mes'ud'dan nakleder ki: O cinnîler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti.”

Elmalı tefsirinde Ahkaf-29 tefsirinde 'bir kaç rivayette geldiğine göre bunlar

Diyarbekir tarafından Nusaybin cinlerinden imiş' denmektedir. İbnü Abbas'a göre Diyarbakır/Nusaybin yöresindeki, cinlerin ileri gelenleri idi. İblis onları Tihame

bölgesine göndermişti. Onlarsa Nahle vadisine gelmişlerdi. Kalabalık bir cin topluluğu olan bu grubun liderlerini ve iman eden bu cinlerin isimlerini Alûsi, tefsirinde şöyle sıralamaktadır: “Hasâ, Mesâ, Şasır, Masır, Elerdevanyan, Serme ve Ahkâb.” 115 116 117 118 119 120

115Ç. Austen Henry Layard; Ninova ve Kalıntıları, Avesta yay. İstanbul 2000, s.2. 116. Enver Yorulmaz: Güneydoğu.Ank.1997.s.194,184

117. Muazzez İlmiye Çığ; İbrahim Peygamber, Kaynak yay.6.basım, İstanbul 2006, S.77.

118. Muazzez İlmiye Çığ; Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sumerdeki kökeni, Kaynak yay. İstanbul 2007, s.15. 119. Mektubat, s. 128.

Bediüzzaman ve Sahabeye Saygısı

Diyarbakır'da 541 Sahabe (ilçeler dahil edildiğinde 885) Yatmaktadır.

Bediüzzaman sahabe mekânlarına çok önem ve sevgi gösterirdi. Eyüp Sultan mekânına büyük ilgisi vardı' birgün İstanbul'un Eyüp Sultan kabristanının dereye bakan yüksek bir yerinde oturuyordum. İstanbul etrafındaki âfâka baktım. Birden, bakıyorum, benim hususî dünyam vefat ediyor, bazı cihette ruh çekiliyor gibi bir hâlet-i hayaliye bana geldi. Dedim "Acaba bu kabristan'ın mezar taşlarındaki yazıları mıdır ki, bana böyle hayal veriyor?" diye nazarımı çektim. Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan Eyüp Camiinin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiğim gibi, bu defa da girdim. Düşündüm ki, ben üç cihette misafirim. Bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul'da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, birgün de İstanbul'dan da çıkacağım, diğer birgün de dünyadan çıkacağım.'

Sahabeler Hakkındadır

Sahâbelerin nev-i beşer içinde enbiyâdan sonra en mümtaz şahsiyetler olduklarını ve onlara yetişilmediğini katî bir sûrette ispat eder. Enbiyâdan sonra, nev-i beşerin en efdali Sahabe olduğu Ehl-i Sünnet ve Cemaatin icmâı, bir hüccet-i kàtıadır ki; o rivâyetlerin sahih kısmı fazîlet-i cüz'iye hakkındadır. Çünkü cüzî fazîlette ve hususi bir kemâlde, mercuh, râcihe tereccüh edebilir. Yoksa Sûre-i Fethin âhirinde, sitâyişkârâne tavsifât-ı Rabbâniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur'ân'ın medih ve senâsına mazhar olan Sahabelere fazîlet-i külliye nokta-i nazarında yetişilemez. Şu hakikatin pek çok esbâb ve hikmetlerinden, şimdilik üç sebebi tazammun eden üç hikmeti beyân edeceğiz. Mevlâna Câmi'nin dediği gibi derim: Yâ Resûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf'in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennete girseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı Kehf'in köpeği; ben ise senin Ashâbının(sahabenin) köpeği (Yirmi Yedinci Sözün Zeyli)

Mevlana Caminin dediği gibi bizler Ashabın (sahabenin) köpeği olsaydık

çok iyi olurdu. Ancak Bizler bugün Diyarbakırda 541 sahabe ve tabiine (aileleriyle 2500 kişi) saygı göstermiyor, mezar çevrelerini ihya etmiyor, onları dünyaya tanıtmıyoruz.

Bediüzzaman sahabileri bir yana bırakalım. Velilere karşı sonsuz saygı içindedir.'Tek bir veliyi inkâr veya istihfaf etmek, meş'umdur'demektedir.

Bediüzzaman Mevlanayı ziyaret gittiğinde hürmeten ayakkabılarını çıkararak yalın ayakla ziyaretini yaptı. Mevlana'ya karşı saygısını eserlerinin bir- çok yerinde görüyoruz.

Hadis-i Şerife göre 1 sahabe 200.000 evliyaya eşittir. Bu açıdan Diyarbakır'daki sahabelere karşı görevlerimiz yerine getirmeli, kabirlerinin etrafını

122 121 123 124 125 126 121. Bediüzzaman; Lem'alar, s. 237. 122. Bediüzzaman; Sözler, s.698. 123. Bediüzzaman; Sözler, s. 451.

124. Mary F.Weld. Bediüzzaman Said Nursi. Etkileşim yay.2006. s.200.

125. N.Şahiner; Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi,52.Baskı, s.433. 126. Bediüzzaman; Sözler, s. 206; Mesnevi-i Nuriye, s.10; Emirdağ Lahikası, s.436.

düzenlemeli, şenlendirmeli ve onları âleme tanıtmalıyız. En azından eski Diyarbakır'lılar kadar olmalıyız.

Mevlana Halid hazretleri, Bediüzzaman'ın yeleğini taşıdığı en çok saygı duyduğu kişidir. Bu hususta daha geniş bilgi için bakacağımız kaynaklar aşağıya not olarak verilmiştir. Mevlana Halid Diyarbakırda sahabe türbesini ziyaret için camiye girmiştir.

Sahabeler bodrum katta yatmaktadır. Ancak camiye girer girmez Mevlana Halid hemen camiden çıkmıştır. Mevlana Halid-i Bağdadi eserinde ise ayakların basamayacağı kadar şehid sahabeden yani yüzlerce şehid sahabeden bahseder. Mevlana Halid hazretleri; “şühedadan ayak basacak yer bulamadım.” demektedir. Niçin dışarıda namaz kıldığını soranlara 'Orada o kadar çok şehid bir arada idi ki, onları incitmektense dışarıda kılmayı tercih ettim demiştir.

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Mehmet Kayalar hakkında bir talebesine

söyledikleri:

“Ben Diyarbakır'a üç kere gittim. Her seferinde Mehmet Kayalar'ın sohbetinde bulundum. Diyarbakır'ın Mihmandarı Halid bin Velid'in oğlu Hz.Süleyman'dır. Hz.Süleyman'dan sonra Mehmet Kayalar gelir. Mehmet Bey'in Dicle kıyısındaki evi duruyor mu? Eğer satılıksa o evi gidin alın Mehmet beyin hatırasını yaşatın Mehmet bey ağaca çok meraklıydı. Çok ağaç dikerdi. Orası öyle yeşillik mi?”

127

128

129

127. Barla Lahikası: Sayfa: 117; Şualar, s. 604, 619, 619, Tarihçe-i Hayat; s. 287. 128. H.Ali Öztürk: Diyarbakır'ın Şehid Sahabileri, s:39.

129. İrfan Haspolatlı; Nur'un Muallimi Mehmet Kayalar ve Hatıralar, 2003, s.78

Mehmet Beyin Dicle kenarındaki evi

Bediüzzaman hazretleri ölmeden önce Diyarbakır'a yerleşmek istemiştir. Belki de bu istek günümüz sorunlarını önlemeye yönelik bir çabaydı. Ölmeden 15 gün önce Mehmet Kayalara'a geleceğini telgrafla bildirmiş, eşyalarını Mehmet İsimli bir gençle göndermiştir.

Bediüzzaman bir jandarma eşliğinde Eğirdir Gölü'nü kayıkla geçerek

Belgede Bediüzzaman ve Diyarbakır (sayfa 61-67)