• Sonuç bulunamadı

1.6. Kan Üre Nitrojeni(BUN)

1.6.3. Üre Sentezinin Substratları

Amonyak, bikarbonat ve aspartatın ornitin siklusu substratları olduğu in vitro olarak gösterilmesine karşın in vivo şartlarda söz konusu substratların siklusun başlaması için yeterli olmadığı bildirilmektedir. Bu moleküller vücut protein mobilizasyonu ya da diyetle alınan aminoasitlerin, nükleik asitlerin ve diğer azotlu bileşiklerin katabolizması sonucu oluşabilmesine karşın, üre sentezi sadece proteolizis ile başlamakta ve final ürün olan üre ile sonuçlanmaktadır(Meijer ve ark 1990).

74 Hayvanlarda karaciğere nitrojen girişi beslenme şartlarına ve hormonal duruma göre değişmektedir. İntestinal mukoza ve karaciğer dokusunda metabolize edilen glutamin kaynaklı ve sindirim sistemindeki bakteriyel üreaz kaynaklı serbest amonyak üreagenezise substrat olarak katılırken üreagenezise katılan diğer bir madde ise dallı-zincirli olanlar hariç olmak üzere çoğu karaciğere ulaşan aminoasitlerdir.

Ruminantlarda detoksifikasyon için mevcut amonyağın diyetle alınan RDP ve fermente edilebilen korbonhidrat miktarını yansıttığı bildirilmektedir(Butler 1998). Ürenin diğer bir kaynağı ise karaciğerde gerçekleşen deaminasyon reaksiyonlarıdır. Vücut tarafından asimile edilmeyen dolaşımdaki aminoasitler üre ve enerji substratları olmak üzere deamine edilmektedirler (Butler 1998). Ayrıca ruminantlarda ruminal epitel ve duodenal mukoza hücrelerinin üre sentez kapasitelerine sahip oldukları in vitro olarak gösterilmiştir(Oba ve ark 2004). Meme dokusundaki arginin metabolizması sonucu da küçük miktarda üre vücut üre havuzuna dahil olmaktadır(Nousiainen ve ark 2004).

Serbest amonyak

Üreagenezise katılan bir madde olan serbest amonyak intestinal mukoza ve karaciğer dokusunda metabolize edilen glutamin ile sindirim sistemindeki bakteriyel degradasyonu kaynaklıdır. Amonyak; portal vena amonyağı, portal vena glutamini, mitokondriyal glutamat dehidrojenaz yolu ile elde edilen amonyak, hepatik arter amonyağı ve glutamini ile karaciğerin sahip olduğu enzimlerle üretilen amonyak olmak üzere çeşitli yollardan üreagenezise katılmaktadır.

Söz konusu bu metabolik yollardan glutamat dehidrojenaz yolundaki glutamat alanin, glutamin, prolin ve histidin gibi aminoasitlerden derive edilmektedir. Glutamat dehidrojenaz yolu ile amonyak üretimi α-ketoglutarat’ın ortamdan sürekli çekilmesine bağlıdır(Meijer ve ark 1990). Çünkü bu metabolit glutamat dehidrojenasyonunun amonyak üretimi yönünü güçlü bir şekilde inhibe etmektedir.

75 Gastrointestinal sistemde amonyak üretimi bütün türlerde iki ana yoldan olmaktadır. Bunlardan ilki protein, peptid, aminoasit ve nükleik asit gibi nitrojen içeren bileşiklerin mikrobiyal degradasyonu yoluyla meydana gelmekteyken ikincisi gastrointestinal sisteme difuze olan ürenin hidrolizisi ile oluşmaktadır(Meijer 1990).

Mikrobiyal degradasyon kaynaklı serbest amonyak

Rumende proteinlerin degradasyonu

Rumendeki protein degradasyonunun ilk adımını bakterilerin yem partiküllerine adezyonu ve ardından mikrobiyal protoezların aktivitesi oluşturmaktadır. Ruminal mikroorganizmaların %70 ila 80’inin sindirilmememiş yem partiküllerine adsorbe olduğu bunlarında %30 ila 50’sinin proteolitik aktivite gösterdiği bildirilmektedir(Craig ve ark 1987).

Protein degradasyonu tek bir proteinin içerdiği farklı bağlar nedeniyle farklı proteaz içeren mikroorganizmaların sinerjistik aktivasyonu sonucu tamamlanabilmektedir(Wallace ve ark 1997). Protein degredasyon oranı ruminal mikrofloranın aktivitesine ve protein tipine göre değişmektedir. Bu prosesin sonucu olarak ortaya çıkan ürünler olan aminoasitler ve peptidler mikrobiyal hücrelere transporte olmaktadırlar. Peptidler burada peptidazlarla ileri bir degradasyona maruz kalarak aa'lar oluşur. Mikrobiyal hücre içine alınan aa'lar mikrobiyal protein sentezine katılabildiği gibi deamine olarak uçucu yağ asitleri, karbondioksit ve amonyağa da dönüşebilmektedir. Mikrobiyal hücre tarafından absorbe edilen peptid ve aminoasitlerin akibeti enerjiye ve buna bağlı olarakta ortamda bulunan karbonhidrat miktarına bağlıdır. Enerji varlığında transaminasyon reksiyonlarına giren ya da direkt mikrobiyal protein sentezinde kullanılan aminoasitler enerjinin kısıtlı olduğu durumlarda deamine edilerek elde edilen karbon iskeleti uçucu yağ asitlerine fermente edilmektedir. Bazı flora bakterilerinde sitoplazmadan extraselüler ortama a.a transfer mekanizması yoktur. Bu nedenle absorbe edilen aminoasidin fazlasını ortama amonyak olarak vermektedirler.

Degradasyonu etkileyen faktörler; Mikrobiyal protein degradasyonunu etkileyen en önemli faktörler protein tipi ve diğer besin maddeleri ile etkileşimi ile

76 rasyon, ruminal pasaj oranı ve ruminal pH’ya bağımlı olarak değişen predominant mikrobiyal populasyundur.

-Proteinin tipi: Proteinlerin çözünebilirliği ile mikrobiyal proteaz aktivitesi arasında pozitif bir ilişki vardır. Çözünebilirlik arttıkça protezlar daha efektif hale gelmekte ve yıkılabilirlikleri artmaktadır. Örneğin prolamin ve glutelinlerin çözünebilirliği az olduğundan degradasyonları yavaş olmakta ancak globülinlerin çözünebiliriliğinin yüksek olması rumendeki degradasyonlarını oldukça yüksek düzeye çıkarmaktadır(Romagnolo ve ark 1994). Çözünebilirliğin yanında proteinin yapısıda degradasyonu etkileyen bir faktördür. Yapısal olarak protein zincirleri arasındaki ve içindeki bağlar protein degradasyonunu etkilemektedir. Bazı albüminler yüksek çözünürlüğe sahip oldukları halde disülfit bağı içerdiklerinden rumendeki degradasyonlarının yavaş olduğu bildirilmektedir. Soyanın N- terminalinde bulunan güçlü disülfit bağlar barındıran glisinin asidik subünitesi, normal glisin, löysin içeren çeşitli peptidlerin degradasyona oldukça dirençli olduğu bildirilmektedir(Schwingel ve Bates 1996).

-Ruminal içeriğin dilusyon oranı; Protein degradasyonu ile ruminal pasaj oranı arasında invers bir ilişkinin varlığı bildirilmektedir(Ørskov ve McDonald 1979). Ruminal pasaj oranının artması protein degradasyonunda ılımlı bir düşüşe neden olmaktadır. NRC verilerine göre kaba yemlerin ruminal pasaj oranı konsantre olanlara göre daha hızlı olurken, kaba yemler arasındaki karşılaştırmada ise yaş olanlar kurulara göre rumeni daha hızlı terk etmektedir. Standart çayır silajı, kuru yonca ve soya küspesi ile yapılan çalışmada ruminal protein degradasyonunda sırasıyla %1.2, %2.1 ve %3.5 oranında bir düşüş gözlendiği bildirilmektedir(Bach ve ark 2005).

-Rumen pH’sı ve substrat; Rumendeki proteolitik enzimlerin optimal pH sınırlarının 5,5 ila 7,0 arasında olduğu ancak protein degredasyonunun bu değerlerin alt sınırında azaldığı bildirilmektedir(Cardozo ve ark 2005). Amilolitik bakteriler selülotik bakterilere göre daha proteoltik olmasına rağmen yüksek oranda konsantre yem içeren rasyonlarda protein degradasyonu pH değerinden bağımsız olarak daha düşük olduğu bildirilmektedir(Cadozo ve ark 2005). Tamamı kaba yemden oluşan rasyonla beslenen hayvanlardaki protein degradasyonu pH’nın 6,5’tan 5,7’ye

77 düşürülmesi ile azaltılabilirken, %90 konsantre rasyonla beslenen hayvandaki ruminal amonyak içeriği pH’dan bağımsız olarak daha düşük raporlanmıştır(Lana ve ark 1998). Bu sonuçlar protein degradasyonunda pH ve substrat eksenli değişimlerin predominant mikrobiyal popülasyonla ilintili olabileceği bildirilmektedir(Bach ve ark 2005).

-Besin interaksiyonları; Protein degredasyonunda esansiyel enzimler proteolitik enzimler olsa da diğer bazı enzimatik aktivitelerinde bu süreçte rol oynadıkları belirlenmiştir. Bu enzimlerden biri olan amilazın rumene infuzyonu tahıl tanelerinin protein degredasyonunu %6-20 arasında yükselttiği bildirilmektedir(Assoumani ve ark 1992). Protein degredasyonunu etkileyen diğer bir enzimde selülaz enzimidir. Birçok bitki proteini fiber bir matriksle çevrelenmiştir. Proetazlar bu fiber matriksi aşarak etkilerini gösterebilmektedirler. Bu enzim NDF bağlı proteinlerin degredasyonunu söz konusu bağı çözerek hızlandırmaktadır(Bach ve ark 2005). Ortam pH’sının düşmesi sonucu ortaya çıkan protein sindirimindeki düşme selülotik bakterilerin sayısının azalmasıyla açıklanmaktadır. Zira pH’nın 6,3’ten 5,9’a düşmesi rumen proteolitik bakterilerin saysında bir azalma meydana getirmezken, selülotik bakterilerin sayısında yaklaşık %50 oranında bir düşüşe neden olmaktadır. Bu şartlarda protezlar proteini çevreleyen fiber matriksi aşamadıklarından protein sindirimi indirekt olarak etkilenmektedir(Mansfield ve ark 1994).

Mikrobiyal protein sentezi

Rumimal mikroorganizmaların protein sentezi yapabilmeleri için gerekli olan enerji fermente olabilen karbonhidratları kullanılanbilmesi ile sağlanmaktadır. Başka bir deyişle; rumen mikrobiyal protein üretimi karbonhidrat fermentasyonu ile orantılıdır (Ørskov, 1994). Şeker ve nişasta gibi kolay eriyebilir CHO’lar mikrobiyal gelişim için selüloz gibi diğer CHO’lardan daha efektif olarak kullanılmaktadır. Mikrobiyal popülasyonun ana enerji kaynağı olan CHO’lar ayrıca karbon iskeletlerine amonyak eklenmesi ile protein sentezine preküsördürler (Schroeder ve Titgemeyer, 2008).

Rumende oluşan NH3-N’unun fiksasyonunda iki enzim etkili olmaktadır. Bunlar glutamin sentetaz ve glutamat dehidrogenazdır. Glutamin sentetaz 1 mol

78 amonyum iyonunu protein molekülüne bağlamak için 1 mol ATP’ye gereksinim duyarken, glutamat dehidrogenaz aktivitesinde ATP kullanılmamaktadır.

Glutamat dehidrojenaz enziminin katalizlediği

NH4+ + α-ketoglutarat + NADPH + H L-glutamat+NADP+ + H2O

Tepkime sonucu sentezlenen glutmat;

Glutamat + NH4+ + ATP Glutamin

reaksiyonu sonucu glutamine çevrilmektedir.

Aminoasitlerin büyük kısmının amino grupları, en sonunda transaminasyon sonucu -ketoglutarata taşınır ve glutamat oluşur. Oluşan glutamattan transaminasyonla diğer aminoasitler oluşmakta ve protein sentezi gerçekleşmektedir. Rumen mikroroganizmaları ayrıca tükrük ve plazmadan rumen duvarı aracılığıyla rumene diffüzyonla ulaşan endojen üre azotunu da üreaz enzimi mediyatörlüğünde gelişen reaksiyonla yeniden kullanmaktadır.

Rumendeki mikroroganizmaların protein sentezi için kullandıkları azot kaynakları hem protein tabiatında, hem de protein tabiatında olmayan (NPN) kaynaklar olabilmektedir. Rumen mikrobiyel gelişimi için amonyak esansiyeldir. Bu konuyla ilgili 1962 yılında yapılan çalışmada rumen bakteriyel popülasyonunun yaklaşık %90’nının amonyağı kullanabileceği belirtilirken(Bryant ve Robinson, 1962), bu miktarın rasyon protein kaynaklarına göre değişmekle birlikte mikrobiyal

azotun %40-68’i rumen amonyak havuzundan derive edildiği

bildirilmektedir(Hristov ve Broderick, 1994). Ayrıca bu populasyunun amonyağın yanında amonyak havuzuna dahil olmayan aminoasitleri ve peptidleride mikrobiyel protien sentezinde kullanabildiği gösterilmiştir(MacKie ve White 1990).

Yapısal karbonhidratlar üzerinde etkili olan rumen bakterileri büyüme ve gelişimleri için sadece amonyağa ihtiyaç duyarken, yapısal olmayan karbonhidratlar üzerinde etki gösteren bakterilerin nitrojen ihtiyaçları yaklaşık %65 oranında peptid ve aminoasitler tarafından kalan kısım ise yine amonyak tarafından karşılanmaktadır (Russell ve ark 1992).

79 Amonyaktan derive edilen mikrobiyal protein oranının in vitro yapılan çalışmalarda diyet protein varyasyonlarına göre %40 ila 68 arasında değiştiği bildirilmektedir. Yüksek düzeyde protein içeren yem tüketen ruminantlarda ince bağırsaklara geçen gerçek proteinlerin %40’ı, düşük protein içerikli yemleri tüketenlerde %60’ı ve sadece NPN’den oluşan azot kaynağı ile yemlenenlerde ise %100’ü mikrobiyel orijinli olmaktadır(Hristov ve Broderick, 1994).

Rumende amonyak oluşumu

Bazı flora bakterilerinde sitoplazmadan extraselüler ortama aminoasit transfer mekanizması yoktur. Bu nedenle absorbe edilen aminoasidin fazlasını ortama amonyak olarak vermektedirler. Amonyak üreten bakteriler rumen sıvısındaki sayılarına ve aktivite düzeylerine göre; düşük aktiviteye sahip ancak sayıca çok olan bakteriler ve yüksek aktivite gösterip sayıları görece düşük olan bakteriler şeklinde iki gruba ayrılmışlardır. Amonyak üretimine protozoaların katkısı ise direkt olarak degredasyon veya indirekt olarak bakteriyel profili değiştirmek suretiyle olmaktadır.

Rumendeki proteolitik aktivite ile proteinler amonyak, CO2, uçucu yağ asitleri ve dallı zincirli yağ asitlerine parçalanır. Aneorobik proteolizde iki tip reaksiyon vardır. İlk tip rumende fazla bir öneminin olmadığı belirtilen ve çok düşük pH-şartlarında gözlenen dekarboksilasyon reaksiyonlarıdır. Dekarboksilasyon sonucu bir amin olan trimetilamin oluşmaktadır(Baldwin ve Allison 1983)

İkinci tip aneorobik reaksiyon oksidatif olmayan deaminasyondur. İki basamakta meydana gelen oksidatif olmayan deaminasyon transaminaz ve dehidrojenaz enzimlerinin ortak etkisi ile tamamlanır. İlk basamakta alanin, önce α- ketoglutarik asitle bir transaminasyon reaksiyonuna girer, sonuç olarak bir α-keto asit olan piruvik asit ile glutamik asit olusur. İkinci basamakta, glutamik asit te oksidatif olarak dezaminasyona ugrar. Bu reaksiyon bir dehidrojenaz enzimi tarafından katalize edilir. Reaksiyon sonunda glutamik asit, α-ketoglutarik asit ve amonyağa çevrilir.

80 Amonyak üretiminin miktarı ve oranı, diyet kaynaklarının fermente olabilirliği ve çözünebilirliği ile endojen N kaynağını yansıtmaktadır. Nonprotein N, olgunlaşmış olanlar haricindeki hemen bütün yeşil yemlerde çözünebilir formdadır. Tane yemler ve protein konsantreleri de N içeriği bakımından benzer yelpazeye sahiptir. Fermente edilebilir özellik gösteren çözünebilir N’nin tamamı ve çözünmeyen N’nin bir kısmı ile tamamı çözünebilir özellikte olan endojen N kaynakları total N alımının %12-41’ni oluşturmakadır(Sniffen ve ark 1992). Başka bir deyişle alınan nitrojenin %12 ila 41’i çözünebilir formdadır ve fermente edilerek amonyak havuzuna dahil olmaktadır.

Amonyağın sindirim sisteminden emilimi

Gastrointestinal dokular besin maddeleri için diyet ve hayvan arasındaki formudur ve bu besin maddelerinin bağırsak lümeninden kan dolaşımına geçişinde direkt etkisi vardır. Nitrojenin gastrointestinal sistemdeki hareketi amonyağın absorbsiyonu ve ürenin difüzyonundan oluşmaktadır. Amonyağın gastrointesitinal sistemden total absorpsiyonu toplam nitrojen emiliminin yaklaşık yarısını oluşturmakta ve karaciğere akümüle olan amonyağın yaklaşık %50’si de ön midelerden absorbe olmaktadır(Tamminga 2006).

RDP fraksiyonunun mikrobiyal yıkımı sonucu ortaya çıkan amonyak genel olarak rumen mikroorganizmalarının kullanabileceği miktardan fazla olmaktadır. Bu fazla amonyak rumen duvarından emilerek portal vena yoluyla karaciğere gelmekte ve bu organda üreye dönüşmektedir (Tamminga 2006). Suda çözünebilen bir molekül olan üre kan dolaşımına girerek bütün vücut sıvılarına dağılmakta ve bir kısmı ise salya ya da rumen duvarından difüzyon yoluyla rumene geri dönmektedir. Amonyak ve amonyum bileşiklerinin pKa değerleri fizyolojik pH değerinden yaklaşık 2 birim daha düşük olduğundan ruminant gastrointestinal sisteminde bulunan amonyak protone edilmiş NH4+ formunda bulunmaktadır. Amonyak molekünün protonasyon ve deprotonasyonu membranlar arası geçiş mekanizmasına olanak sağlamakta ve amonyağı N metabolizmasının bir ürünü olmanın yanı sıra asit- baz regülasyonunun da önemli bir molekülü haline getirmektedir.

81 Amonyum iyonu bağırsak epitelinden diffuze olmazdan önce barsak duvarında amonyağa çevrilmekte ve ardından protone edilerek tekrar amonyum iyonu haline çevrilmektedir. Amonyak olarak difüzyondan başka amonyum iyonlarının bikarbonatla ya da UYA anyonları ile asosiye olarak da transportunu sağlayan mekanizmaların varlığı bildirilmektedir(Parker ve ark 1995). Portal vena yolu ile karaciğere ulaşan amonyağın %27’si ila 51’nin ince bağırsaklardan emildiği ineklerde yapılan bir çalışmayla ortaya konmuştur(Parker ve ark 1995).

Rasyonla alınan azot miktarının görece düşük olması durumunda ürenin rumende degrede olma oranının %25’ten %53’e yükseldiği bildirilmektedir (Bunting ve ark 1989). Bu oran fermente olabilir karbonhidrat alımının artmasıyla daha da yükselmektedir(Huntington 1989). Keçilerde ise diyetle alınan azotun yükselmesi degredasyon yüzdesinin %43’den %46’ya ılımlı şekilde yükselmesine neden olduğu bildirilmektedir (Obara ve Shimbayashi 1980).

Ruminantlarda özellikle de azot içerği yüksek olgunlaşmamış yeşil yemleri tüketenlerde konsatre yem tüketenlerle karşılaştırıldığında NH3 absorbsiyonu daha fazla olmaktadır. Amonyak absorbsiyonu açısından gözlenen bu farkın ürenin azot fraksiyonlarına olan etkileri ile ilgili farklı bildirişler vardır. Fitch ve ark (1989) tarafından ürenin N miktarı ile karaciğere akümüle olan NH3 arasındaki oran kaba yemden oluşan rasyon tüketen ineklerde 2,8 olarak belirlenmişken, kaba – konsantre yem oranları eşit rasyon tüketen ineklerde 1,3 olarak belirlenmiştir. Bu oranlar birim üre N üretimi için kaba yem tüketen ineklerde ½,8=0,35 birim NH3 kullanılırken kaba – konsantre yem tüketen ineklerde 1/1,3=0,76 birim NH3 kullanıldığını göstermektedir.Bu oranın kaba ve konsantre yem tüketimi ile etkilenmediği ve her iki durumda da 1,2 olarak bildiren yazarlar (Huntington 1989) olduğu gibi üre N üretimi ile karaciğer tarafından ortadan kaldırılan NH3 arasındaki oranın sırasıyla 1,8 ve 1,6 olarak belirlendiği çalışmalar da vardır(Reynolds ve ark 1991). Üreagenezis için ikincil nitrojen kaynağının aminoasitler olduğu göz önüne alındığında konsantre yemle beslenenlerde aminoasitlerin anabolik prosesler için kullanılabileceği belirtilmektedir(Lobley ve ark 1996).

82 Üre sirkülasyonu

Üre ruminal epitele yapışmış bulunan bakteriler tarafından hızlı bir şekilde hidrolize edilmekte ve oluşan amonyak rumen amonyak havuzuna dahil olmaktadır(Bunting ve ark 1989). Üre degredasyonu sonucu oluşan amonyağın bazı faktörlere bağlı olarak %80’inine kadarı bakterilere azot kaynağı olmaktadır. Bu oran bazı durumlarda sıfıra kadar da inebilmektedir. Söz konusu faktörlerden en belirleyici olanın ise enerji varlığı olduğu bildirilmektedir(Bunting ve ark 1989). Organik madde sindirilebilirliği ve ruminal amonyak konsantrasyonunun üre transferine olan pozitif etkileri fermentesyon ürünlerini asimile edecek mikrobiyal kapasitenin fonksiyonuna bağlı olmaktadır.

Ürenin sentezi, eksreksiyonu ve resirkülasyonunun hayvanın verim önceliği ve diyet kompozisyonu ile yakından ilişkili olduğu bildirilmektedir. Bu faktörlere göre; sentezlenen ürenin %19 ila 96’sı resirküle olmakta, bu resürkilasyonun %15 ila 94’lük kısmı salya ile gerçekleşmekte ve %25 ila 90’lık kısmı sindirim sisteminde degrede edilmekte (Bunting ve ark 1989) %25-60’lık kısmı ise idrarla eksrekte edilmektedir. Rasyonda N kaynağının artması üre sentezini situmüle ederek keçi ve besi danalarında idrarda üre miktarını yükseltirken, besi düvelerinin ve koyunların idrarındaki üre yüzdesinin düşmesine neden olmaktadır. Yapılan çalışmalarda idrarla atılan üre azotunun rasyon fermente edilebilen karbonhidrat ve N miktarlarından etkilendiği bildirilmektedir. Rumene üre transferi plazma üre konsantrasyonuna ve salya üretimine bağlı olarak değişmekte ve salyanın bu sürece katkısının epitel transfere göre yaklaşık 3 kat daha fazla olduğu bildirilmketedir(Obara ve Shimbayashi 1980)

Sindirim sistemine giren üre azot kaynağı olarak önemli bir yer tutmaktadır. Zira resirküle ürenin toplam azot içindeki yerinin %10 ile 42 arasında değiştiği bildirilmektedir(Huntington 1989). Azot siklusunun sürekli olması rumende ve sindirim sisteminin diğer bölgelerindeki mikrobiyal fermentasyonu desteklemektedir. Ürenin gastrointestinal sisteme resirkülasyonu ruminal amonyak konsantrasyonunun artmasıyla düşmektedir. Bu düşüşün nedeni olarak rumen epitelinin üreye geçirgenliğinin azalması gösterilmektedir. Organik madde sindirilebilirliğinin ve

83 ürenin plazma konsantrasyonun artması ise kandan üre difüzyonunu artırmaktadır,(Kennedy veMilligan 1980).

İntestinal mukoza ve karaciğer dokusunda metabolize edilen glutaminden elde edilen amonyak

Karaciğerde gerçekleşen aminoasit degredasyonu, üreagenezis ve glikoneogenezis yolaklarının genel olarak asinusların periportal bölgelerinde gerçekleştiği genel kabul görmektedir.

Ornitin karbomil transferaz ve karbomil fosfat sentaz gibi üre sentezine dahil olan enzimlerin periportal hepatositlerde lokalize olduğu bildirilmektedir(Meijer ve ark 1990). Oysa glutamin sentetaz yoğunlukla terminal hepatik venülün etrafını saran perisentral hepatositlerin küçük bir popülasyonunda lokalizedir. Bu konumu itibarı ile bir şekilde üre sentezine dahil olmayan amonyak dolaşıma girmeden önce perisentral hepatositlerce yakalanmakta ve glutamata bağlanarak glutamine çevrilmektedir. Böylece toksik bir komponent olan amonyağın dolaşıma geçmesi ikinci bir mekanizma ile önlenmiş olmaktadır. Sentezlenen glutaminin amid azotu dolaşım kanalıyla tekrarlayan pasajlarda hepatositler tarafından tekrar hidrolize edilerek amonyak oluşmakta, oluşan amonyak ise üreye metabolize edilerek ortadan kaldırılmaktadır. Amid azotunu kaybetmiş olan glutamin, glutamat formunda karaciğerden ihraç edilmektedir. Zira Lobley ve ark(1996) yaptığı bir çalışmada glutamatın net çıkışının glutaminin hidrolizasyonuna bağlı olabileceğini bildirmektedirler.

Glutamin degredasyon reksiyonunu katalizleyen enzim olan glutaminaz glutamin sentetaz enziminin aksine sadece periportal hepatositlerde lokalizedir. Karaciğer içinde glutaminin sentez ve yıkımı simultane biçimde gerçekleşmektedir. Bu dönüşümün glutamin sentazla karbomil fosfat sentazın mitokondriya içerisindeki pozisyonel ilişkilerinden kaynakalandığı bildirilmektedir. Glutaminazın, katalizlediği rekasiyonun son ürünü olan amonyak tarafından aktive edilmesi glutamini son derece efektif bir amonyak donörü haline getirmekte ve bu nedenle fazla enerji gerektirmemektedir. Karbomil fosfat sentaz için gerekli olan amonyağın glutaminden elde edilmesininin artması N-asetilglutamatın sadece karbomil fosfat sentazı değil

84 aynı zamanda glutaminazıda aktive etmesinden kaynaklanmaktadır(Meijer ve Verhoven 1986).

Sindirim sisteminden emilerek ve kas kütlesinin proteolizisi sonucu oluşan aminoasitler

Bağırsaklardan emilmek suretiyle ve kas kütlesinin proteolizisi sonucu karaciğere gelen aminoasitler burada üre yapımında kullanılmaktadır. Normal koşullarda enerji ihtiyaçlarını karbonhidrat ve yağlardan sağlayan ruminantlarda enerji dengesinin sağlanamadığı durumlarda protein mobilizasyonu gerçekleşmektedir.

Sindirim sisteminden aborbe edilen aminoasitler

Ruminantlar protein gereksinimlerini rumende degrede olmayan gerçek protein fraksiyonlarından ve mikrobiyal proteinlerin ince bağırsaklara geçmesi ile sağlamaktadırlar. Sindirim kanalında protein sindirimi sonucunda ince bağırsaklarda serbest kalan aminoasitler aktif bir mekanizma ile bağırsak mukoza hücrelerine alınırlar. Özellikle pridoksal fosfat olmak üzere B grubu vitaminlerin bu emilimde görevli olduğu bilinmektedir. Bir kısım aminoasitler seçimli emildikleri gibi bir kısmıda bazı aminoasitlerin emilimini inhibe etmektedir. Glutamin, glutamat ve aspartat mukozal hücrelerde alanin ornitin, citrulin, prolin ve amonyağa dönüşmektedirler. Vena porta ile karaciğere gelen aminoasitlerin büyük bir bölümü burada tutulur. Kalan kısmı dolaşıma geçer, kanda plazma ve eritrositler arasında bölüştürülerek taşınır ve dokulara yayılır(Meijer ve ark 1990).

Ruminantlarda total N alımının %16 ila 73’ü amonyak olarak absorbe edilirken kalan kısım aminoasit olarak absorbe edilmektedir ( Huntington ve Archibeque 2000). Koyunlar üzerinde yapılan bir çalışmada ise portal drenasyon organlarından absorbe olan NH3 azotu miktarı aynı anatomik yolla absorbe olan aminoasit azotunun 0,63’ü ila 0,67’si olduğu raporlanmıştır(Lobley ve ark 1996). Söz konusu bu oranların sığırlarda kaba yemde 1.30 kaba-konsantre rasyonda 1.90ve kaba yemde 1.40 kaba-konsantre rasyonda 3.00 aralığında olduğu bildirilmektedir(Reynolds ve ark 1991, Huntington 1998). Bu oranlar koyunlarda

85 absorbe olan majör üre N kaynağının aminoasitler, sığırlarda ise NH3 olduğunu göstermektedir.

Absorbe edilen nitrojen karaciğer nitrojen metabolizmasınıda etkilemektedir. Koyunlarda düşük nitrojen içerikli rasyonlar absorbe edilen NH3 azotu ile aminoasit azotu arasındaki oran 0,67’den sığırlardaki orana benzer şekilde 1,4’e yükselmekte ve dominant nitrojen absorbsiyonu NH3 azotu olarak gerçekleşmektedir(Lobley ve ark 1996). NH3 yapısında bulunan azot aspartata transfer edilmekte ve arjinosüksinat