• Sonuç bulunamadı

2.1. TÜRKİYE’DE YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI

2.1.2. Üniversitelerin Tarihsel Gelişimi

Başlangıçta, Doğu ve Batı medeniyetlerinde dini nitelikli birer eğitim kurumu olarak kabul gören üniversiteler, tarihsel gelişim sürecinde farklı toplumsal, siyasi ve ekonomik amaçlara göre evrilerek, günümüz modern anlamına kavuşmuştur (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93). Üniversitelerin temeli yunan tarihindeki okullara ve İslam coğrafyasındaki medreselere dayanmaktadır (Bernal, 1995). Bunun yanında, yükseköğretim tarihsel gelişim sürecinde üç arklı döneme ayrılmaktadır ve birinci dönemdeki üniversitelere; birinci kuşak üniversiteler, ikinci dönemde yer alan üniversitelere; ikinci kuşak üniversiteler ve üçüncü dönemde yer alan üniversitelere üçüncü kuşak üniversiteler isimi verilmektedir (Wissema, 2009: 2-23). Üniversitelerin yaklaşık bin yıllık tarihleri içerisinde başlangıçta “eğitim-öğretim” misyonu; sonrasında sanayi toplumunun gerekleri içinde “eğitim-öğretim”in yanında “araştırma” misyonunu yüklenmiştir. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru ise, üçüncü misyon olarak üniversitelere, ekonomik ve sosyal kalkınmaya ve bilgi ekonomisine geçişe doğrudan katkı sağlamayı hedefleyen “bilginin ticarileştirilmesi” misyonu yüklenmiştir (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93).

Yükseköğretimin tarihsel gelişim sürecinin birinci dönemi olarak sayılan 11. ve 12. yüzyıllarda kurulan Bologna, Oxford ve Paris Üniversiteleri bugünkü

anlamıyla üniversitelere yakın yapıda kurulan ilk üniversitelerdir (Gökbel vd., 2012: 168). Bu dönemde üniversiteler sadece bilgi aktaran, az sayıda öğrenci kabul eden ve ihtisaslaşmanın olmadığı kurumlar olarak faaliyet göstermektedirler (Tekeli, 2003). Üniversiteler bu dönemde eğitim-öğretim işlevine odaklanmakmış Hıristiyanlığın öğretirleriyle toplumu kontrol altında tutmayı amaçlamıştır. Bu dönemi en iyi temsil eden üniversite olarak Medieval Üniversitesi gösterilmektedir (Wissema, 2009).

Hıristiyanlıktan modern deneysel bilimlere yönelik evrensel ideolojiye geçişin yaşanması ile birlikte başlatılan modernizasyon projesine uygun olarak üniversiteler araştırma işlevine odaklanmaya başlamıştır (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93). Bu dönem yükseköğretimin tarihsel gelişimi açısından ikinci dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. 1800’lu yılların başında Almanya’da kurulan Humboldt Üniversitesi yükseköğretimin tarihsel gelişiminin ikinci döneminin en güzel örneğidir (Wissema, 2009). Humboldt Üniversitesi’ni yükseköğretimin tarihsel gelişiminin ikinci döneminin simgesi yapan, bu üniversitenin eğitim öğretim faaliyetleriyle birlikte üniversitenin araştırma faaliyetlerinin de birlikte yürütülmesi ilkesine dayalı Berlin modeli bir üniversite olmasıdır. İkinci kuşak üniversiteleri en iyi temsil eden üniversitelerden birisi olan Humboldt Üniversitesi, objektif, sistematik, tekrarlanabilen deneylerle modern bilim yöntemine dayalı araştırmaları geliştirmiştir (Wissema, 2009). Berlin modeli olarak isimlendirilen ve üniversitelerde eğitim öğretim ile birlikte araştırma faaliyetlerinin yürütülmesi ilkesine dayanan bu model öncelikle diğer Alman üniversitelerine ve sonrasında İsviçre, Avusturya- Macaristan, Rusya ve İskandinav ülkelerine, 1871’den sonra da Fransa’ya ve Anglosakson üniversite sistemine örnek olmuştur (Gökbel vd., 2012: 168).

Yirminci yüzyılın sonlarına doğru bazı araştırma bütçelerin hükümetlerin üniversitelere sağladığı toplam bütçeden fazla bütçe gerektirmesi, yükseköğretimin kitleselleşmesi ve hükümetlerin üniversitelerin bütçelerinde kısıtlamalara gitmesi üniversiteleri yeni alternatif finansal kaynak arayışları içine gitmiştir. Bunun yanında, hükümetlerin üniversiteleri artık sadece bilimsel bilgi üreten ve aktaran kurumlar olarak görmenin yanında, bilgi temelli ekonomiye geçişe temel oluşturan kurumlar olarak görmeleri de üniversiteleri, teknoloji temelli firmalarla iş birliğine itmiştir. Üniversitelerin teknoloji temelli firmalarla birlikte araştırma gerçekleştirmek

istemesi ve firmaların rekabet güçlerini artırmak için kendi temel araştırmalarını üniversiteler ile birlikte gerçekleştirme yoluna gitmektedir (Wissema, 2009). Yükseköğretim, 21. yüzyılda özellikle bilişim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmelerin zemin hazırladığı bilgi ekonomisi ile söz konusu yeni ekonomi için eğitimli insan yetiştirme konusunda üstlendiği rol dolayısıyla hem ulusal, hem de uluslararası boyutta muazzam önem kazanmıştır (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93). Bahsedilen gelişmeler, yükseköğretimin tarihsel gelişiminin üçüncü dönemine zemin hazırlayan faktörlerdir. Bu dönede, üniversiteler sadece eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerini yerine getiren değil, bunun yanında, bilginin ticarileştirilmesini gerçekleştiren ve böylelikle bilgi ekonomisine zemin hazırlayan kuruluşlar olarak görülmektedir.

Üniversiteler, küreselleşmenin de etkisiyle, bu dönemde yerel olmaktan çıkıp tüm dünyadaki yükseköğretim pazarında en iyi öğrencileri ve bilim insanlarını bünyesinde bulundurmak ve en iyi araştırma işbirliklerini gerçekleştirmek için bir birleriyle yarışır hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, üniversiteler sadece araştırmalarına kaynak bulmak için değil bunun yanında, bunun sürekliliğini sağlayacak, daha kaliteli araştırmaların planlanması geliştirilmesinde görev alacak bilim insanlarını ve öğrencileri bünyesinde bulundurmak için rekabet etmektedir. Dünya genelinde eğitimin bu yöne doğru gitmesinde birçok ülkede serbest piyasa koşullarıyla yükseköğretim politikalarında “devlet” yerine “piyasa”yı ikame etmesi etkili olmuştur (Gökbel vd., 2012: 168). Bu durum yükseköğretim sektörünün ticarileşmesi anlamına gelmektedir. Üniversitelerin, piyasaya bilgili işgücü yetiştirme ve sanayide kullanılacak bilgiyi üretme özellikleri açısından ekonomik yapının üretim faktörleri arasında yer aldıkları görülmektedir (Charle ve Verger, 2005). Yükseköğretimin tarihsel gelişim sürecinin üçüncü aşaması olan bu dönemde, üniversiteler, ürettikleri bilginin kullanımının ve ticari etkinlik haline getirilmesinin etkin bir şekilde peşinde olan ve bunu bilimsel araştırmayla ve eğitimle eşit önemde üçüncü bir hedef olarak saymaktadır. Faaliyetlerini bu çerçevede gerçekleştirilen üniversitelere “Üçüncü Kuşak Üniversiteler” ismi verilmektedir (Wissema, 2009: 23).

Üçüncü kuşak üniversitelerin yanında, günümüzde ortaya çıkan bir diğer üniversite tipi girişimci üniversitelerdir. Girişimci üniversiteler, üçüncü kuşak üniversitelerle aynı çerçevede ele alındığına ve kavramsal olarak aynı anlamları taşıdığına işaret ede çalışmalar mevcuttur (örneğin; Özer; 2011; Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012). Özer (2011) tarafından girişimci üniversiteler, klasik anlamda eğitim, öğretim ve araştırma rollerinin yanında piyasada daha fazla yer almaya çalışan, faaliyetleri sonucu kar elde eden, piyasanın taleplerini dikkate alan bir modele sahip olan üniversiteler olarak ifade edilmektedir. Üçüncü kuşak üniversiteler gibi, girişimci üniversitelere de zemin hazırlayan önemli etkenler arasında üniversitelerin finansal kaynaklara, öğrencilere, akademisyenlere ulaşmak için ettikleri rekabet ve devletin teknoloji temelli ekonomik büyümede üniversitelerden olan beklentileri etkili olmuştur (Etzkowitz, 2004). Bunun yanında, bu üniversitelerin amaçlarında ve özelliklerinde az da olsa temel bazı farklılıklar mevcuttur. Üçüncü kuşak üniversitelerde, girişimcilik, üniversitenin rekabet gücünü ve teknoloji transfer gücünü artırmaya yönelik önemli bir araçken, girişimci üniversiteler, ekonomiyi, refah düzeyini ve toplumda eşitliği geliştirmede aktif rol almaktadır. Diğer bir ifadeyle, üçüncü kuşak üniversiteler geliştirilen icatlalar temelinde yeni girişimler, işletmeler yaratmaya ve üniversiteden işletmelere bilgi transferini geliştirmeye yönelik üniversitenin teknoloji ve rekabet yönlü olarak sanayi ile işbirliği içinde olmasıdır. Girişimci üniversiteler ise, ekonomik konuların yanında, sanayi ile işbirliği gerektirmeyen toplumsal meseleler ile de ilgilenen ve çözüm üreten üniversiteler olarak görülmektedir.

Üniversitenin tarihsel gelişim sürecindeki birinci dönemde veya diğer ifadeyle, birinci kuşak üniversitelerde hakim olan anlayış kilise öğretilerinin aktarılması olması nedeniyle bu dönemdeki üniversitelere “Kilise Merkezli Üniversite”; ikinci döneme veya diğer ifadeyle, ikinci kuşak üniversitelerde ulusalcılığın etkisinin görülmesi nedeniyle “Ulus Devlet Üniversitesi” ve üçüncü kuşak üniversiteler ise, bilginin ticarileştirilmesi ve bilgi toplumuna geçişe yönelik misyonları nedeniyle “Bilgi Toplumu Üniversitesi” isimleri de verilmektedir. Üniversitenin tarihsel gelişim sürecindeki üç farklı döneme ait farklılıklar tabloda özetlenmiştir.

Tablo 1: Üniversite Anlayışının Gelişimi (Tekeli, 2003) Din Merkezli

Ünibversite

Ulus Devlet Üniversitesi Bilgi toplumu üniversitesi

İşlev Sadece öğretim Öğretim, araştırma ve

kültürel dönüşüm

Ayrışmış biçimde öğretim, araştırma, topluma hizmet

Öğrenci Az sayıda Elit eğitimi Kitle eğitimi

Örgütlenme Öğrenci ya da öğretim

üyeleri loncası

Akademisyenler kominitesi

Üniversitenin içi ve dışı arasındaki farkın eridiği bir organizasyonlar kompleksi

Yönetim Meslektaşlar arası

yönetim modeli

Meslektaşlar arası yönetim modeli(rektör kısa süreli olarak seçilmekte ve eşitler arası birinci

konumdadır.)

Lider niteliği olan rektör tarafından toplam kalite anlayışında girişimci yönetim

Finansman Büyük oranda öğrenci Devlet Öğrenci, devlet, piyasa

Dil Latince ya da Arapça Ulusal dil İngilizce Diploma

Geçerliliği

Tüm hırıstiyanlık dünyasında veya tüm islam dünyasında

Ulus devlet içinde

Uluslarası, diploma önemsiz, yaşamboyu öğrenme

Uzmanlaşma Uzmanlaşma alanları

yok

Uzmanlaşmış kürsü ya da enstitü

Araştırmacı profesörlük kategorisi

Müfredat Üzerinde uzlaşılmış her

yerde geçerli müfredat

Her üniversitede ayrı, mesleğe yönelik olmayan

Tüketici eğilimlerine hassaslaşmış, modüler programlar

Denetim Papalığın denetim

hakkının bulunması

Sadece harcama denetlenmesi

Dıştan akreditasyon, öğretim elemanlarının çok yönlü performans

değerlendirmesi

Yukarıdaki tabloda üniversite gelişim sürecinde işlev, öğrenci, örgütlenme, yönetim, finansman, dil, diploma geçerliliği, uzmanlaşma, müfredat ve denetim açısından karşılaştırmalara yer verilmiştir. Tabloda da görüldüğü gibi öğrenci sayısı açısından az sayıda öğrenciden, elit eğitimine ve ondan da kitle eğitimine doğru bir evrilme söz konusudur. Finansal kaynak açısından ise, sadece öğrenciden devlete ve ondan da öğrenci, devlet ve piyasa üçlüsüne doğru bir evrimle söz konusudur. Uzmanlaşma açısından ise, uzmanlaşma alanları ikinci kuşak üniversitelerde geliştirilmiş ve üçüncü kuşak üniversitelerde ise, disiplinler arası çalışmalara önem verilmiştir. Müfredat konusunda ise, üçüncü kuşak üniversitelerde öğrenim çıktıları öğrenci yönlü olarak ele alınmış ve müfredat bu çerçevede şekillenmiştir. Üniversitelerin denetiminde ise, iç denetimlerin yanında dış denetime ve öğretim

elemanlarının performanslarının sürekli denetlenmesine doğru bir evrilme söz konusudur.