• Sonuç bulunamadı

uygulamaya konulan bir sübvansiyon programının endüstri özgül sayılması mümkün bulunmaktadır.

Ayrıca, belirli bir sübvansiyon programının bu özgüllük türlerinden birden fazlasına örnek oluşturması da mümkün bulunmaktadır. Örneğin, Maliye Bakanlığı'nın Türkiye'nin Marmara Bölgesi'nde faaliyet gösteren çelik üreticilerine yönelik bir sübvansiyon programı, hem endüstri özgül hem de bölge özgül sayılabilecektir. Çünkü bu sübvansiyon hem coğrafî yönden hem de sektörel yönden sınırlamalar içermektedir.

3. Yasak Sübvansiyonlar

Anlaşma’ya göre yasak sübvansiyonlar kendiliğinden özgül sayılmaktadır (md. 2.3). Bu gruba dahil olan sübvansiyonların özgül olduklarının kanıtlanabilmesi için yasak sübvansiyon teşkil ettiklerinin kanıtlanması yeterlidir98.

Kanaatimizce, firma özgül veya endüstri özgül bir sübvansiyonun söz konusu olabilmesi için sübvansiyonun mutlaka belirli sayıda firma veya sektöre yönelik olması gerektiğini ileri sürmek mümkün değildir. Bu durum sübvansiyonu veren ülke ekonomisindeki sektör çeşitliliği ve belirli bir sektörde faaliyet gösteren firmaların sayısına bağlı olarak farklılık arz edecektir. Bunun bir sonucu olarak da aynı sayıda sektöre yönelik bir sübvansiyon programı bir ülke açısından özgül sayılmakla birlikte başka bir ülke açısından özgül sayılmayabilecektir. Örneğin, ekonomisi % 70 oranında tekstil üretimine bağlı olan bir ülkede bu sektöre yönelik bir sübvansiyon programının özgül sayılmaması mümkün bulunmakla birlikte, sanayisi on sektöre dağılmış olan bir ülkenin tekstil sektörüne yönelik bir sübvansiyon programı özgül sayılacaktır.

Bazı yazarlara göre ise, özgüllük kavramı, genel ekonomi politikaları çerçevesinde tüketimin arttırılması veya gelirin yeniden dağıtılması gibi amaçları güden iç sübvansiyonları hukuka uygun kılmakla birlikte, tanımındaki belirsizlik nedeniyle, keza genel ekonomi politikaları içerisinde önemli yer tutan başka birtakım sübvansiyonların uygulamaya konulması konusunda DTÖ üyesi devletlerin takdir yetkisini kısıtlamaktadır. Örneğin, genel nitelikteki sübvansiyon programlarından çoğunlukla desteğe ihtiyaç duyan bölge veya sektörlerdeki firmalar yararlandığından, hemen hemen her türlü sübvansiyonun de facto özgüllük iddiası ile karşı karşıya kalması mümkün bulunmaktadır. Bu yönüyle Anlaşma’da yer verilen de facto

özgüllük kavramı, özellikle iç sübvansiyonlar konusunda kendisinden beklenen korumayı tam anlamıyla sağlayamamaktadır100.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere101, Anlaşma, de facto özgüllükten bahsedilebilmesi için birtakım koşulların mevcut olmasını gerektirmektedir. Ayrıca, objektif ölçütlere bağlı olan sübvansiyonların özgül olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Bu hükümler karşısında, de facto özgüllük kavramının objektif nitelikteki iç sübvansiyonların özgül sayılması riskini beraberinde getirdiğini ileri sürmek mümkün değildir.

Bir başka görüşe göre ise, özgüllük kavramıyla güdülen amaç, belirli bir firma veya sektöre yönelik olan sübvansiyonların yaratacağı rekabeti azaltıcı etkiyi sınırlandırmaktır. Bu yönden bakıldığında, önemli olan, sübvansiyondan yararlanan firma veya sektör sayısından ziyade belirli bir sübvansiyonun toplam üretimdeki, yatırımlardaki ya da araştırma ve geliştirme maliyetindeki payının ne olduğudur. Bu nedenle bu kriterleri esas alan bir özgüllük tanımı ekonominin gerçeklerine daha uygun olurdu102.

Anlaşma'da yer verilen özgüllük kavramı, sübvansiyonun toplam üretimdeki, yatırımlardaki ya da araştırma ve geliştirme maliyetindeki payının ne olduğuna değil, belirli firmalara, sektörlere veya coğrafî bölgelere yönelik olup olmadığına dayandırılmıştır. Kanaatimizce bu düzenleme tarzı yerindedir. Çünkü bir sübvansiyon programının hedefleri yerine o sübvansiyon programı çerçevesinde

100 DIDIER: s. 238-239.

101 Bkz. yuk. s. 44 vd.

102 STEHN, Jürgen: “Subsidies, Countervailing Duties, and the WTO: Towards an Open Subsidies Club”, Kiel Discussion Papers, No. 276, June 1996, s. 10.

yapılan ödemelerin toplam üretimdeki, yatırımlardaki ya da araştırma ve geliştirme maliyetindeki payına bakılırsa, yöneldiği hedef itibariyle özgül olan bir sübvansiyon programı, sübvansiyonu veren devletin malî durumu ve ekonomisinin büyüklüğüne bağlı olarak özgül sayılmayabilecektir. Böyle bir yaklaşımın ise tutarsız sonuçlar doğuracağı açıktır. Örneğin, belirli firmalara yönelik olan bir sübvansiyon programı çerçevesinde, malî kaynaklarının yetersizliği nedeniyle veya başka politik gerekçelerle az miktarda ödeme yapan bir DTÖ üyesi devletin sübvansiyon programı özgül sayılmazken, aynı nitelikteki bir program çerçevesinde daha çok ödemede bulunan bir diğer devletin sübvansiyon programı özgül sayılacaktır. Hukukî vasfı aynı olan bir programın, program çerçevesinde yapılan ödemenin miktarına bağlı olarak tâbi olacağı hüküm ve sonuçların değişmesi tutarsızlık yaratırdı.

Diğer taraftan, özgüllük kavramının Anlaşma’nın temel hedeflerine de uygun olmadığı ileri sürülmüştür. Bu görüşe göre, eğer Anlaşma’nın temel hedefi dünyadaki üretim kaynaklarının irrasyonel kullanımını engellemek ise, özgüllük kriterine bakılmaksızın kaynakların irrasyonel kullanımına sebep olan sübvansiyonların genel olarak hukuka aykırı sayılması yerinde olurdu. Çünkü, her türlü sübvansiyon, kaynakların etkin kullanılmasını engellemektedir103.

Yukarıda belirttiğimiz üzere, sübvansiyon kavramının çok geniş tanımlanması durumunda, güvenliğin sağlanması gibi temel devlet fonksiyonlarının dahi sübvansiyon sayılması mümkün bulunmaktadır104. Özgüllük kavramının çok geniş tanımlanması da benzeri sakıncaları yaratacaktır. Diğer taraftan, her türlü

103 DIDIER: s. 239.

104 Bkz. yuk. s. 20 vd.

sübvansiyonun hukuka aykırı sayılacağı bir düzenlemenin DTÖ üyesi devletler tarafından kabul görmesi de kanaatimizce mümkün değildir. Çünkü sübvansiyonlar, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, DTÖ üyesi ülkeler tarafından ekonomik kalkınmanın önemli araçlarından birisi olarak görülmektedir.

Sonuç olarak, sübvansiyonların ekonomik kalkınmadaki itici rolünü kabul etmekle birlikte, ekonomide kaynakların etkin kullanımını engelleyen ve verimsizliğe yol açan sübvansiyonları bir disiplin altına alma amacını güden Anlaşma'nın, bu iki öncelik arasındaki dengeyi sağlamak amacıyla özgüllük konusunda getirdiği düzenlemenin yerinde olduğu kanaatindeyiz.

IV. TÜRLERİ

Anlaşma, sübvansiyonun genel bir tanımını yaptıktan ve unsurlarını sıraladıktan sonra, sübvansiyonları çeşitli gruplara ayırmış ve her grup için farklı hüküm ve sonuçlara yer vermiştir. Buna göre sübvansiyonlar, genel olarak üç gruba ayrılmaktadır: Yasak sübvansiyonlar (prohibited subsidies), önlem alınabilir sübvansiyonlar (actionable subsidies) ve serbest sübvansiyonlar (non-actionable subsidies)105. Belirli bir sübvansiyonun niteliği, o sübvansiyonun dahil olacağı grubu;

bu grup ise, o sübvansiyona karşı Anlaşma çerçevesinde önlem alınabilmesi için

105 Öğreti ve uygulamada Anlaşma’da yer alan üç sübvansiyon türünü simgelemek üzere trafik ışıklarına benzetmede bulunulmuştur. Buna göre, yasak sübvansiyonlar kırmızı, önlem alınabilir sübvansiyonlar sarı, serbest sübvansiyonlar ise yeşil ışıkla simgelenmektedir. Bu konuda bkz.

JACKSON: Jurisprudence of GATT, s. 96; ANDERSON/HUSISIAN: s. 308; WILCOX, William, K.:

“GATT-Based Protectionism and the Definition of a Subsidy”, Boston University International Law Journal, Spring 1998, Volume 16, s. 151-152.

sübvansiyonun genel tanımı dışında ilâve bazı unsurların kanıtlanmasının gerekip gerekmediğini belirlemektedir106.