• Sonuç bulunamadı

Tarihöncesi arkeolojisine dair son elli yılda yoğun ve ciddi tartışmaların yaşandığı “Neolitik” terimi ilk kez 1865 yılında İngiliz John Lubbock tarafından taş üretim teknolojisi esas alınarak, Paleolitik dönemden farklı olduğunun vurgulanması için kullanılmıştır (Özdoğan, 2007b: 11; Tekin, 2017: 135). Lubbock'un (1965: 3) tarihöncesine dair ayırımının ilkinde Paleolitik yer alırken, ikinci sıraya ise o zamanlar yaygın kullanılan Cilalı Taş Çağı (Polished Stone Age) yerine Neolitik tanımını önermiştir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlayan Neolitik Çağ terimi, doğası gereği kuramlara açık bir zaman dilimini temsil etmektedir (Tekin, 2017: 135). Başlangıçta Avrupa tarihöncesi kültürler için kullanılan Neolitik terimi, aynı zamanda teknolojik aşamadaki diğer bölgeler için de geçerli hale gelirmiş ve 20. yüzyılın başında toplumsal arkeolojinin de gelişmesiyle, teknik bir kavram olan Neolitik’in içeriği değişerek daha ekonomik bir anlam kazanmıştır (Özdoğan, 1995:269).

23

Kültür tarihinin en önemli aşamalarından biri olarak görülen “Neolitik” ya da “ilk Besin Üretimi Çağı” olarak tanımlanan söz konusu dönem, insanların değişen iklim ve çevre koşullarına, gelişen teknolojileri ile uyum sağladığı bir dönemdir. Aynı zamanda Neolitik dönem, Endüstri Devrimi ile günümüze kadar ulaşan gelişim sürecinin tetiğini çeken, kültür tarihi ile ilgili olarak birçok “ilk”in de ortaya çıktığı bir dönemdir (Özdoğan, 1995: 268).

Arkeologların içerisinde Neolitik dönemin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi ilk ve en açık şekilde vurgulayan kişi Gordon Childe olmuştur (Özdoğan, 2007b: 13). İnsanlık tarihinde gerçek bir sıçrama niteliği taşıyan bu önemli dönem, Gordon Childe (2009: 63) tarafından, yalnızca kuramsal verileren yola çıkılarak insanlığın kültür sürecindeki en önemli aşamalardan birisi olarak görülmüş ve bu süreci bir devrim niteliği taşıdığı ileri sürülerek “Neolitik Devrim” kavramı ortaya çıkarılmıştır. Yine o dönemdeki arkeolojik bilgilere göre bu devrimin ise ancak Fırat, Dicle ve Nil gibi büyük akarsu boylarında gerçekleşip geliştikten sonra buradan, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın diğer yerlerine yayıldığı ileri sürülmüştür (Özdoğan, 2007b: 13).

Neolitik döneme ilişkin olarak ikinci büyük atılım ise, Linda ve Robert J. Braidwood tarafından yapılmıştır. Braidwoodlar, ilk olarak; söz konusu döneme ilişkin içerik olarak belirsizlikler taşıyan “Neolitik” kavramını tartışmaya açmış ve kelime anlamı “Yenitaş Devri” gibi yaşamsal açıdan anlam taşımayan bu sözcüğün içeriğinde “yerleşik köy yaşantısı”, “tarım” ve “hayvancılık” olmak üzere üç ayağın bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle bu dönemin “ilk Tarımcı Köy Toplulukları Dönemi” olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını savunmuşlardır (Özdoğan, 2004: 46).

Bununla birlikte, Robert J. Braidwood doğa bilimlerinden de yararlanarak, bugün “Doğal Yaşam Bölgesi” olarak tanımlanan kuramı ortaya atmıştır. Bu kurama göre; çiftçilik ancak tahıl ve hayvanların yabanıl atalarının doğal ortamlarında birlikte bulunabildiği, sulama gibi gelişkin bir teknoloji gerektirmeyecek bir şekilde tarımın yapılabileceği bir bölgede gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Braidwood’un öne sürdüğü kurama ilişkin olarak doğa bilimcilerle birlikte yaptığı bir ön çalışmayla, çiftçiliğin başlayabileceği bölgenin, Yakındoğu'nun belirli bir kesiminde olabileceğini ve bu bölgenin doğuda Zagros, kuzeyde Güneydoğu Toroslar, batıda Amanos ve Lübnan Dağları ile belirlenen ve ağzı güneye dönük bir hilale benzediği için “Bereketli Hilal”

24

olarak tanımlanan bölgenin biraz gerisindeki dağların etek ve eşikleri boyunca uzanan, daha sulak ve bereketli bir coğrafi kuşağı içerisinde olabileceğini belirtmiştir (Özdoğan, 2007b: 12-13).

Neolitik dönemde, tahıla dayalı bir yaşam biçiminin, avcılığın ve toplayıcılığın yerini alması 20. yüzyılın başlarında çok güç bir dönüşüm olarak görülmüştür. Bu nedenle araştırmalar, öncelikle doğal çevrenin kısıtlı olduğu, insanların yaşamlarını sürdürmek için tahıl tanelerini toplamak zorunda olacakları kurak ve yarı kurak bölgelerde, özellikle Filistin, İsrail ve Güney Suriye‘de yapılmıştır. Söz konusu araştırmalar ilk olarak Filistin çevresinde yoğunlaşmıştır; Güney Filistin‘de Natuf ve Kebaran gibi Neolitik Dönem‘in öncülü olabilecek kültürel oluşumlara rastlanması uzun bir süre araştırmacıların ilgisini Güney Levant olarak tanımlanan bölgeye odaklanması sağlamıştır (Özdoğan, 2007b: 16). Günümüzde ise, Neolitik olarak tanımladığımız yaşam biçiminin oluşum bölgesini Orta Anadolu Havzası’nın doğusu, Güneydoğu Anadolu, Batı İran, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile Güney Levant’a kadar olan geniş bir coğrafya içinde tanımlayabiliriz. Özdoğan’a göre (2016: 54) bu geniş coğrafyada tek bir Neolitik oluşumdan söz etmek olası değildir. Bu düşünceden hareketle, Neolitiğin çekirdek bölgesinin başlangıcı, gelişim süreci ve kültürel oluşumu bakımından birbirinden farklı özellikler gösteren üç bölgeye ayrılmaktadır (Harita 3). Bunlar: Orta Anadolu (1), Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye (2) ve Güney Levant Bölgesi’dir (3).

Neolitik dönem topluluklarının yaşam biçimine dair yaklaşımlar içerisinde 1950’lili yıllarda genel olarak, yaşam mücadelesi veren basit çiftçiler ve eşitlikçi topluluklar olarak görülmüştür. Günümüzde ise Neolitik Dönem’e ilişkin tartışmalar, 1950 ya da 1960’lı yıllarda yürütülen tartışmalardaki tablodan tümüyle farklıdır. Bu farklar; özellikle Yukarı Mezopotamya’da keşfedilen Nevali Çori, Göbeklitepe, Harbetsuvan ve Jerf el-Ahmar gibi kazı yerlerinde bulunan tapınaklar, heykeller dışında aynı zamanda hemen hemen tüm ÇÇN dönemine ait yerleşmelerde yaygın olarak görülen statü ve süs eşyaları, dönemin ya da ilk tarımcı köy toplulukların yaşam biçimi ile ilgili ortaya çıkan yenilikler, zengin kalıntılardır. Bu kalıntılardan yola çıkalarak Neolitik Dönem tanımlanmasında eşitlikçi olmayan, katmanları belirgin bir düzenden söz edilirken, yanı sıra “tapınak ekonomisi”, uzak bölgeler arası canlı ve karmaşık bir ticari

25

sistem, etkin bir bilgi ve teknoloji aktarımı, uzman zanaatkarlar, “mega” yerleşmeler gibi adlanlandırmalar kullanılmaktadır (Özdoğan, 2004: 47-50).

Neolitik Dönem’e ilişkin bir diğer unsur ise; özellikle yazılı belgelerin olmadığı tarihöncesi döneme ilişkin olarak dönemin uzun bir zaman dilimini kapsaması nedeniyle bazı bölümlere ayrılmış olmasıdır. Bu ayrımın temelinde ise “yaşam biçimi” esas alınarak, gözle görülür köklü değişimler belirleyici olmuştur (Tekin, 2017: 112). İngiliz Arkeolog Trevor Watkins, Yakındoğu’da Epi-Paleolitik ve Erken Neolitik dönemleri kapsayan yaklaşık 16 000 (ca. MÖ 23 000-7000) yıllık uzun süreyi üç önemli evreye ayırırken, ilk evreyi; küçük ölçekli ve hareketli avcı-toplayıcı toplulukların kalıcı yerleşik düzene geçmeye hazır topluluklara dönüştüğü evre olarak tanımlamıştır. İkinci evreyi ise bu büyük yerleşik toplulukların simgesel temsiller ve uygulamalar içeren anıtsal yapıların inşası olarak görmektedir. Üçüncü evreyi ise uzun erimli nüfus artışı ve “bilişsel”, “kültürel” ve “sosyal” evrimi izlemektedir (Watkins, 2010: 622). Bu açıdan Erken Neolitik topluluklarının ilk iskan aşamasında “anıtsallık” yoluyla kültürel birikimi dışa vurabilecek hale geldiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de Göbeklitepe, Nevali Çori; Suriye’de Jerf el-Ahmar bu duruma güzel örnekler oluşturmaktadır (Tekin, 2017: 115). Watkins’e (2010: 622) göre bu dönemde; insan beyninin bazı biyolojik sınırlamaları, kültürel yollarla aşması mümkün olan “insan bilişsel evrimi” sayesinde artan zihinsel etkinliklerin, kendi iç eviniminin bir ürünü olarak da büyük ve daha karmaşık toplumsal gruplara güvenmesine yol açmıştır. Bunun sonucu olarak da Neolitikleşme süreci başlamıştır.

Neolitik Dönem’in kendi içinde evrelere ayrılmasında en önemli keşif, ilk olarak Eriha’da yürütülen kazılarda ortaya çıkan, etkileyici mimari (kule ve surlar), çok sayıda yeni alet biçimleri ve özellikle de ok ucu tipleri dışında o zamana kadar bilinmeyen, günümüzde ise Neolitik dönemin belirleyicisi sayılan çanak-çömleğin bilinmediği bir evrenin keşfidir. Bu bağlamda neolitikleşmenin en önemli aşamalarının belirlendiği ve evrelere ayrılmasında belirleyici bir unsur çanak-çömlek görülmüştür. Günümüzde hala kullanılmakta olan, Neolitik kültürün gelişim basamaklarını yansıtan “Çanak Çömleksiz Neolitik” ve “Çanak Çömlekli Neolitik” ayrımı da ilk kez bu kazıda K. Kenyon tarafından ortaya atılmıştır (Özdoğan, 2007b: 16; Aurenche, 2007: 419; Schmidt, 2007a: 36).

26

Önasya´da kültürel oluşum süreci yaklaşık olarak 4 bin yıl kadar sürmüş olan Neolitik Dönem’e (Özdoğan, 2007a: 448) ek olarak, Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem Önasya’da ilk yerleşik üretimci toplulukların gelişim aşamalarının daha belirgin bir şekilde gelişmesi ve 2 bin seneyi aşan uzun bir dönem olması sebebiyle, birbirini izleyen ÇÇNA ve ÇÇNB olarak adlandırılan iki döneme ayrılmıştır (Türkcan, 2006: 9). ÇÇN dönemin ilk evresi olan ÇÇNA evresi Önasya’nın Holosen kültürlerinin en eskisi olarak görülürken; ÇÇNA, Doğu Akdeniz ve Orta Fırat Havzası için yaklaşık olarak Holosen dönemin başında MÖ 10 000 dolaylarında başlayıp, MÖ 8500 dolaylarına kadar sürdüğü gözlemlemlenmiştir (Mellaart 1975: 48; Kujit, 2000: 8-9). Bu evreyi izleyen ve Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemin ikinci gelişim evresi olan ÇÇNB evresi, bazı yerleşimlerde ÇÇNA döneminden sonra kesintili veya kesintisiz olarak devam etmiştir. ÇÇNA evresinin bitimi ile yaklaşık olarak MÖ 9. binin ortalarında (yaklaşık MÖ 8500) başlayan ve 2 bin yılı aşan bir dönem olan bu gelişkin kültür evresi kendi içinde de özellikle yontma taş endüstrisinde belirginleşen değişimlere dayanarak bir takım değişimler gösterdiğinden Erken (EÇÇNB), Orta (OÇÇNB) ve Geç (GÇÇNB) olarak üç evre altında tanımlanmktadır (Kujit, 2000: 8-9; Türkcan, 2006: 9).

Anadolu’daki Neolitik dönem de, Önasya’nın diğer bölgelerindeki çağdaşı kültürel gelişim sürecine benzer biçimde ÇÇNA ve ÇÇNB şeklinde iki büyük aşamada ele alınmaktadır. MÖ 11. binyıldan 8. binyılın sonlarına kadar süren dönem ÇÇN dönemini, aşağı yukarı MÖ 6000’lere kadar devam Çömlekli Neolitik (ÇN) takip etmektedir. İlk yerleşik köy birimlerinin ortaya çıktığı süreç ÇÇNA dönemine tarihlendirilirken, Filistin’deki buluntu yerinden dolayı Sultanyen ve Suriye’de kalan Orta Fırat Bölgesi’ndeki buluntu merkezine dayanarak Mureybetyen diye adlandırılan bu aşama MÖ 10 500’lerden MÖ 8880’lere kadar sürmüştür (Hauptmann ve Özdoğan, 2007: 406). İki aşamalı olarak ele alınanan ÇÇN dönemini, geleneksel kronolojiye ve terminolojiye göre ele alan Aurenche (2007: 421) ise; MÖ 10 200 ile 8200 arasını ÇÇNA’nın tümü ve ÇÇNB’nin en eski evresini kapsadığını belirtmektedir. MÖ 8200 ile 7000 arasındaki ikinci aşamayı ise, Orta ve Son ÇÇNB evresini kapsamaktadır.

Geleneksel kronolojik gelişim içinde genel olarak ÇÇNA (yaklaşık MÖ 10 500– 8500) ve ÇÇNB (yaklaşık MÖ 8500-7000) evresi kendi içinde esas olarak mimari özellikleri ile ayrılır. ÇÇNA evresinde mimari açıdan, çukur tabanlı yuvarlak ya da oval planlı yapılar söz konusudur. Buna karşın ÇÇNB evresinde ise mimari yapıların en tipik

27

özelliği dikdörtgen bir plana sahip olmasıdır (Aurenche, 2007: 419). Diğer bir yandan ÇÇNA yaşam biçiminden ÇÇNB yaşam biçimine geçiş köyün büyümesi, el zanaatlarında uzmanlaşma, uzak mesafelerde ticaret, yeni inanç sistemleri, evcilleştirmenin ilk adımları ile de devam etmiştir (Erim-Özdoğan, 2007: 68).

İlk köy birimlerinin ortaya çıktığı ve tüm yıl boyu iskân edilen yerleşik köylerin çoğaldığı bir dönem olan ÇÇNA döneminde, Orta Fırat ve çevresinde erken yerleşik köylerin sayısı oldukça az olarak görülmektedir. Bu bölgede yer alan Mureybet, Şeyh Hassan, Jerf el Ahmar, yerleşmeleri belli başlı ÇÇNA dönemi yerleşmeleridir. Suriye’de bulunan Qaramel, Mureybet, Dja’de el Mughara, Tell ‘Abr 3, Wadi Tumbaq 3 gibi yerleşimler Orta Fırat bölgesine yakın ve benzer özellikler gösteren diğer yerleşmelerdir. Kuzey Mezopotamya Bölgesi’nde ise ÇÇNA evresi çağdaşı kültürler, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Çayönü (Diyarbakır), Hallan Çemi (Batman), Gusir Höyük (Siirt), Hasankeyf (Batman), Göbeklitepe (Şanlıurfa), bugün Irak içinde kalan Kermez Dere ve Nemrik gibi belli başlı yerleşim yerlerinde de görülmektedir (Stordeur, 2015: Tablo 1; Aurenche, 2007: 421; Hauptmann ve Özdoğan, 2007: 406-407). Tüm bu yerleşimlerde hala ceylan ve yaban domuzu gibi hayvanların avcılığına dayanan bir avcı- toplayıcı hayat tarzı sürülürken, yerleşmeler ise artık geçici bir göçer konaklama yeri özelliğini sergilemez. Mimari olarak tüm bu yerleşimlerde yer alan yarısı toprağa gömülü birbirinden bağımsız olan oval konut yapıları, birer barınak olmanın ötesinde belirgin toplumsal farklılaşmaya, aile ve akrabalık birliklerinin varlığına işaret etmektedir (Türkcan, 2006: 10).

ÇÇNB evresinde ise kültürel ve sosyal gelişimde derinlere inen değişimler kendini göstermeye başlamıştır. Bunlar; farklılıkların ve hiyerarşik özellikler sergileyen yapıların kendini gösterdiği bir toplum biçimini beraberinde getirmiştir. Bu evre aynı zamanda Neolitik kültürün ilk doruk noktası olarak görülür. Özellikle yerleşimlerin artan yoğunluğu ile de bu durum kendini göstermektedir. Bu değişimin nedeni, özellikle ÇÇNB’nin orta evresinden sonra, gelişmiş tarım ve evcil hayvanların çoğalması, ayrıca çok sayıda av hayvanlarının hala yoğun biçimde avlanmasının devam ediliyor olması, bununla ilişkili olarak da beslenmenin giderek garanti altına alınması ve artı ürünün sağlanmasıdır. Bununla birlikte, ÇÇNA evresinin baraka tipi yuvarlak ev tipinin yerini bu dönemde, Nevali Çori ve Çayönü örneğinde olduğu gibi, uzunlamasına dikdörtgen planlı ve sağlam yapılı konutlar alır (Hauptmann ve Özdoğan, 2007: 407). Yerleşim

28

örgüsü ve mimaride de belirgin şekilde görülen gelişkinlik ile birlikte, nüfusunda Güneydoğu Anadolu’da ve Akdeniz’in doğusunda, doğal dengesi kolay bozulmayan yerlerde (büyük oranda Fırat ve Dicle kenarında yağış eğrisinin 200’den düşük olmadığı alanlarda) toplanması, söz konusu kültür evresinin diğer bir belirgin özelliklerindendir (Bar Yosef ve Meadow 1995: 92; Türkcan, 2006: 11).

Bir geçiş evresi olarak Erken ÇÇNB özellikle yuvarlak planlı yapılardan dörtgen planlı ve çok mekânlı yapılara geçişi gösteren yuvarlak köşeli uzun eliptik yapılarla belirginleşmektedir. Orta ÇÇNB ise, standart gelişkin dörtgen planlı yapıların ortaya çıkışı ve yerleşimlerin hem Doğu Anadolu, hem de Kuzey Levant’ta yayılım göstermesi ile de belirginleşir. Geç ÇÇNB de yerleşimlerin sayısı giderek azalırken, tersine nüfusun büyüdüğü görülmektedir. Bahsedilen bu geç evrenin sonunda Nevali Çori gibi yerleşiminin terk edilip, Çayönü yerleşiminde görüldüğü gibi mekân içlerinin daha fazla bölümlendirilmesi ve ikinci kata ait bulgularla nüfusun arttığı anlaşılmaktadır (Bıçakçı 1998: 145-146; Aurenche, 2007: 422). ÇÇNB evresine ait kültür özelliklerinin Güneydoğu Anadolu’da ortadan kalkması, özellikle söz konusu dönemin kronolojik diziliminin iyi belgelendiği Diyarbakır Çayönü’nden elde edilen bilgilere göre daha erken bir tarihte MÖ 7. binin ortalarına doğru gerçekleştiği anlaşılmaktadır (Özdoğan 1999: 314).

Bu çalışmada ele alınan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde dikilitaş buluntuları veren anıtsal veya dini amaçlı kullanılan yerleşimler, kronolojik olarak ÇÇN döneminin evreleri arasında belirleyici unsur olan mimarideki değişim ile birlikte dikilitaşlarda da yapısal bir değişim görülmektedir. ÇÇNA evresine tarihlendirilen Göbeklitepe, Gusir Höyük, Hasankeyf Höyük gibi yerleşim yerlerinde dikilitaş barındıran binalar yuvarlak ve yarı çukara gömülü olan yapılardır. Nevali Çori Harbetsuvan ve Çayönü’nden bilinen ÇÇNB dönemi kült yapıları ise dikdörtgen planlı olarak karşımıza çıkmaktadır (Bkz. Üçüncü Bölüm).

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kült uygulamalar ile ilişkili olarak anıtsal mimari ve dikilitaş örnekleri veren her yerleşmenin kronolojik tabakalanması, eğer varsa C14 tarihlendirmelerine dayanarak metin içinde verilmeye çalışılacaktır. Buna bağlı olarak da veriler, bölgenin kronolojik gelişimleri ile karşılaştırılarak yapısal ve simgesel bir değerlendirilmeye gidilecektir.

29

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DİN, RİTÜEL VE SİMGECİLİK KAVRAMLARI

Din, ritüel ve simgecilik, uzun yıllardır Antropoloji, Etnoloji, Sosyoloji, Psikoloji ve Dinler Tarihi alanında yürütülen çalışmaların odak noktalarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Arkeoloji disiplini içinde de kendisine yer edinen ritüel ve simgecilik, tartışmaların odağında yer almış ve bu disiplin içinde farklı tartışmalara konu olmuştur. Arkeoloji disiplini içinde özellikle son 20 yıldır, Yukarı Mezopotamya, Levant ve İç Anadolu bölgesi Neolitik toplumları bağlamında yoğun tartışmaların merkezinde yer alan temalardan biri olan ritüel ve simgecilik ile birlikte “Din ve Kült Arkeolojisi” adıyla özel bir araştırma ve çalışma alanı oluşturulmuştur.

Bu başlık altında, ilk olarak din kavramı ve toplumsal işlevi, ritüelin tanımı ve işlevi, arkeoloji disiplini içinde ritüele dair yaklaşımlar ve toplumsal görünümleri, son olarak simgenin tanımı ve simgesel düşüncenin ortaya çıkış süreci ile birlikte yine arkeolojide simgecilik düşüncesi ve toplumsal görünümleri ele alınmıştır. Konunun birçok disiplin içinde tartışmalarda kendine yer edecek kadar geniş ve kapsamlı olması sebebiyle, farklı disiplinlerden (sosyoloji, psikoloji, antropoloji vb.), alanında çalışmaları ile otorite olarak kabul gören bilim insanlarının yaklaşımlarına da yer verilmiştir. Bugünü, geçmiş üzerinden anlama çabası içinde olan ve geçmişi maddi bulgular ile açıklamaya çalışan Arkeoloji disiplini içinde de konunun ele alınış biçimi, konuya yaklaşım, buna dair görüşler ve tartışmalara yer verilecektir. Maddi bulgularla da kendini gösteren kült, ritüel, simgesel davranış ve etkinliklere dair tarihöncesi topluluklar üzerine yapılan çalışmalarda açığa çıkan materyallerin doğru bir şekilde analiz edilmesi ile dönemin insanlarının toplumsal yapı ve sosyal ilişkilerinin yanı sıra sosyo-ekonomik yapısının da anlaşılabileceği kanısındayız. Konu başlığı altında detaylı olarak tartışılacak olan din, ritüel ve simge kavramlarını burada kısaca tarif etmekte yarar vardır.

Kendini bilen ve kendi hakkında düşünen varlıklar olarak tanımlanan insan; Antropolog Haviland ve diğerlerine (2008: 641) göre, yaşamını sürdürme gibi bir biyolojik sorunun dışında, varlıklarını anlamlandırma gereği kaygısından kaynaklı olarak zihinsel sorunlarla da karşılaşır. Bu zihinsel sorunlardan kaynaklı olarak insanın önde gelen etkinlik alanlarından birisi olan din, aynı zamanda tanıtlanması da en güç olandır.

30

Doğaüstü güçlere inanç sistemleri her toplumda kendine yer edinirken, aynı zamanda aralarında büyük farklılıklarda göstermektedir. Bunlardan her birisinden yola çıkarak belirlenebilecek kavramlar din olgusunu açıklamakta yetersiz kalır. Wells (1984: 131) ise; bu konuda belki de söylenecek tek şeyin “din” adını verdiğimiz kültürel olgunun, doğaüstü güçlere olan bir inançla ilgili zihinsel tutumlar ve davranışsal örüntülerinin bütünleşmesi olduğudur.

Uygun zamanlarda yerine getirilen ve simgelerinde kullanılabildiği, sık sık tekrarlanan davranış modeli olarak tanımlanan ritüel ise; toplumsal bir olgu olmakla birlikte, aynı zamanda katılanların duygu dünyalarıyla da ilgilidir. Topluluklar üyeleri arasındaki farklılık ve başkalık ile başa çıkılmasına yardımcı bir rol üstlenen ritüeller, diğer bir yandan topluluk üyeleri arasında bir cemaat hissi ve toplumsal ilişkiler yaratmasına yardımcı olur. İnsan ilişkilerine anlam ve yapı kazandırırken geçmiş ile geleceği de bağlayan bir özelliğe sahip olması ile, süreklilik ve değişimi, geçiş ve aşkınlık tecrübelerini de kolaylaştırır.

İnsan türünü diğer hayat formlarından ayıran bir diğer etkinlik alanı ise simgeler kullanma yeteneğidir. Simge, duyularla ifade edilemeyen bir şeyin yerine kullanılan somut nesne veya işaretlerdir. Bir grubun kendi bilincine varma ve bu bilinci ‘sürekli kılma’ aracı olan simgeler aynı zamanda insan özünün de bir parçasıdır. Aynı zamanda simgeler, imgeler ve mitler gibi psikenin sorumsuz yaratıları olmayıp, bir gerçekliğe de cevap verir. Simgeler doğal olarak “simgesel materyal” kullanırken, simgesel materyal ise kişisel, toplumsal, politik ve evrensel kürelerden alınır.