• Sonuç bulunamadı

BULGULAR VE YORUM

3.2. OLUMSUZ DAVRANIŞLAR VE HAYAT SAHNELERİNİN TEŞHİRİ

3.2.3. Çalışmak Zorunda Kalan Çocuklar

Bir çocuğun çalışması ile kastedilen durum, onun ailesine yardım etmek ya da kendi ihtiyaçlarını gidermek amacı ile maddi bakımdan kazanç elde etmesi ve bu niyetle belli bir işi sürdürmesidir. Çocuk romanlarında, kendini para kazanmak zorunda hisseden veya para kazanmaya zorlanan çocukların kahraman olarak seçildiği görülmektedir. Çocuğun çalışmak istemesi ya da buna zorlanması, ailesinin zorbalığından veya yoksulluğundan kaynaklanmaktadır. Kahramanlar, çalışmaktan mutlu ya da mutsuz olabilmektedirler. Mutlulukları ya da mutsuzlukları maddi kazançlarının miktarından çok, elde ettikleri bu paranın, beklentilerini ne ölçüde karşılandığına bağlıdır.

Çocukların küçük yaştan itibaren çalışmaları, onlarda fiziksel ve psikolojik açılardan birer travma yaratır. Bu travma, etkisini kısa dönemde ve uzun dönemde olmak üzere iki şekilde göstermektedir. Çalışmanın etkisi kısa dönemde, fiziksel olarak çocuğu yıpratma şeklinde görülebilirken; çalışmak uzun dönemde, çocuğun sosyal hayatında zedelenmelere yol açabilmektedir. Çocuk çalıştığı için toplumdan uzaklaşan bir birey haline gelebilir, onun özsaygısı ve benlik algısı zayıflayabilir. Çalışmak, çocuğun kişiliğinde olumsuz etkiler bırakabilir.

T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan çocuk romanlarında çalışıp para kazanan çocukların varlığı yadsınamayacak boyuttadır. Yoksul ailelerin çocuklarının çalışmaya daha meyilli ve bu konuda daha fazla güdülenmiş olduğu söylenmelidir.

Çoğu çocuk, çalışmak zorunda olduğu için okulundan vazgeçer ya da okulunu aksatır.

Bu çocuklar, gündelik ihtiyaçlarını karşılamak niyetiyle geleceklerini tehlikeye atmış olurlar. Çalıştıkları süre içerisinde, karşılanmayı bekleyen istekleri ve gereksinimleri ne kadar düşük ise mutlulukları o kadar garanti altındadır. Bu gereksinimleri karşılayabildikleri zaman daha mutlu olurlar. Hayattan beklentileri yükseldikçe mutlu olmaları zorlaşır.

İncelenen eserlerde çocukların çalışma hayatına atılmalarının en büyük nedeni yoksulluktur. Ailelerine yardımda bulunmak, evin çalışan ferdini maddi açıdan rahatlatmak, evin geçimine katkıda bulunmak gibi amaçlarla çalışan çocuklar, büyük birer sorumluluk taşımaktadırlar. Aynı zamanda ailesi bulunmadığı için kendi başına bir hayat sürdürmek zorunda kalan çocuklar da çalışma hayatıyla erken tanışmışlardır. Bu durumda çocuğun çalışmaktan başka bir çaresi yoktur. Ailesinin yoksulluğu ya da ailesi olmadığı için çalışmak zorunda olan çocukların yanında bir de çalışma hayatını merak edip bu yolu seçen çocuklar vardır. Romanlarda bu çocuklardan çok sık bahsedilmemektedir.

Ailesinin yoksulluğu nedeniyle çalışmak zorunda olan çocuklar, bu sorumluluklarından mutlu değildirler. Yine de kendilerine yüklenen bu görevden kaçmazlar. Ellerinden gelenin en iyisini yapmaları gerektiğinin farkındadırlar.

Çalışmak, onlar için yaşamın amacı haline gelmiştir. Bu çocuklar arasında çalışıyor olmanın hayatlarını engellendiğini düşünen çocuklar vardır. Ama ailelerine yardım ediyor olmak, onları daha bilinçli, sağduyulu ve sorumluluk sahibi yapmıştır. Çalışmak zorunda kalan bu çocuklar, yaşıtlarına oranla daha olgundurlar.

Yazılı Sincap (1984) romanında, yukarıda bahsedilen olgunluğa sahip çocuklar göze çarpar. Kahramanlar çocukluk döneminde olmalarına rağmen, ailelerinin çalışıp onlara baktığının bilincindedirler. Ailelerine yardımcı olmak için ellerinden geleni yapmak isterler. Babalarının zor çalışmaları karşılığında kazandığı ekmeği bedavadan yediklerini düşünürler. Bu olgun tavır, eseri okuyan çocuklara da örnek niteliğindedir.

Ekmek Parası (1979) romanı, eserin adına da tesir eden bir hayat mücadelesini anlatmaktadır. Romanda fakirlikleri ile ön olana çıkan bir aile vardır. Ailenin bütün bireyleri ağır işlerde çalışmakta; aile yine de kıt kanaat geçinmektedir. Kemal ve onun ağabeyi Ali, babalarına yardım etmek için çalışmayı göze alan çocuklardır. Çalışmak

onlar için utanılacak bir şey değildir. Kemal, küçük yaşına rağmen yaptığı şeyin ne kadar önemli olduğunu fark edip kendisi ile gurur duyacak kadar olgun bir çocuktur.

Hamallık, çıraklık gibi işler yaparak ailesini rahata kavuşturmaya çalışır. Durumlarını anlatabilmek için Kemal şu cümleleri kurar: “Biliyorum, anamın hiç parası olmayacaktı ve bana balon alamayacaktı. O an çalışmaya karar verdim.” (İzgü, 1979: 42).

Kemal’in okul dışındaki tüm zamanı o günden itibaren çalışmakla geçer.

Çalışıyor olmaktan mutsuzluk duymaz. Ailesinin ağabeyinin ve kendisinin çoğu ihtiyacını karşılayamayacağını; bu nedenle çalışarak ailesine katkıda bulunmak zorunda olduğunu bilir. Yine de küçük yaşta çalışmanın kalıcı bir çözüm olmadığının bilincindedir.

Bir gece yağan şiddetli bir yağmur yüzünden yıkılan derme çatma evlerine çok üzülürler. Evi tamir etmeleri mümkün olmadığından, başlarını sokacak yeni bir gecekondu yaparlar. İki kardeşin kendi evlerini yapmak için harıl harıl çalışmaları da dikkat çekicidir.

Kemal, daha büyük başarılar için okul hayatını önemsemesi gerektiğini bilir. Bu nedenle derslerini hiç aksatmaz. Eser, yazarın kendi hayatından kesitler barındırmaktadır. Ekmek parasını küçük yaşta kazanmak zorunda kalan bir insanın bu kadar gerçekçi ve umut dolu bir eser meydana getirmesi, okuyucuda etkileyici bir izlenim bırakacaktır.

Kaya Öztaş’ın Zor Günler (1979) romanı, yoksullukla mücadele eden Hasan isimli topal bir çocuğun zor günlerini anlatmaktadır. Babası ölmüş, annesi de romanın sonlarında kör olmuştur. Şehrin gecekondu bölgesi olarak bilinen yoksul mahallelerinden birinde yaşamaktadırlar. Babasının ölümünün ardından bütün yük büyük ağabeyinin üstüne kalmıştır. Hasan ise bu durumdan rahatsız olur.

Hasan, okul müdürünün evine gittiği bir gün, evdeki ocağı görüp ona imrenir.

Eve geldiğinde annesinin ateş yakarak yemek yapmakta zorlandığına şahit olur.

Müdürünün evinde gördüğü gaz ocağından annesine almaya karar verir. Birikmiş parası olmadığı için çalışmaya karar verir. Para biriktirip annesine o ocaktan alacağı güne kadar çalışacağına dair kendine söz verir. Zenginlerin yaşadığı mahallelere gidip iş aramaya başlar. Yol üzerinde, kendisi gibi küçük bir çocuğun gazete sattığını görür; ona imrenir, kendisi de gazete satmaya karar verir. Eve geri döndüğünde tüm gün başından geçenleri annesine anlatır. Çalışmaya başladığını, çalışma koşullarını tek tek anlatır, annesinin içini rahatlatır. Almayı planladığı ocak hakkında hiçbir şey söylemez.

Okul müdürünün kendisine kefil olduğu yalanını söyleyerek iş konusunda annesinin içinin rahat olmasını sağlar. Müdürünün, söylediği yalandan ve çalışmaya başladığından haberi yoktur. Hasan bu yalanı, annesinin çalışmasına karşı gelmemesi için söylediğini ifade eder. Yazar, bu anlattıklarına bir not düşmüştür. Yazar, bazı yalanların faydalı olabileceğini, iyi bir şey yapmak için söylenen yalanlar ile kötülük adına söylenmiş yalanlar arasında bir fark olduğunu söyler. Yine de en doğru davranışın yalan söylememek olduğunu anlatır.

Hasan annesinin de onayını aldıktan sonra gönül rahatlığı ile çalışmaya başlar.

Yeni arkadaşı Selim ile birlikte, günlük belli bir sayıdaki gazeteyi satmaktan sorumlu olurlar. Gazetelerini sattıklarında ellerine günlük kârları kalmaktadır. Hasan, iradeli davranır. Her gün işini aksatmadan yapar ve kendi kendine söz verdiği şeyi gerçekleştirir. Üç ay içinde annesine gaz ocağı alacak parayı biriktirmiştir. Bir gün yeni ocağı eve getirir; annesini sevindirir ve gururlandırır. Ocağı almış olmasına rağmen Hasan, çalışmayı bırakmayacaktır. Annesinin gözlerinin kör olması bu durumda önemli rol oynamaktadır.

Selim aracılığıyla tanıştığı gazete bayisinin sahibi Vedat, yaz geldiğinde tatile çıkmak ister. İş yerinin kapalı kalmasını da istemediğinden- çocukların okullarının tatile girmesini de bahane ederek- iş yerini Selim ve Hasan’a emanet etmek ister. Onlara, temmuz ayında kaplıcalara gitmesi gerektiğini, bölgedeki tek gazete bayisi kendisi olduğundan dükkânı kapatmak istemediğini, bir ay süre ile dükkânı çocuklara emanet etmek istediğini söyler. Çocuklar çok şaşırır. Vedat, onları cesaretlendirir; zaten işi az çok bildiklerini söyler. Çalıştığı bu bir aylık süre içerisinde hak ettikleri parayı alacaklarını da söylemeyi ihmal etmez. Çocuklar söylenilenleri uygularlar. Yazar, burada çocukların sekiz ve dokuz yaşlarında olduğu vurgusunu yapmayı ihmal etmez.

Yetişkin bir insanın bu yaşlardaki iki çocuğa iş yerini emanet edişindeki düşünce sorgulanmamaktadır.

Eve para getirmek, Hasan için okumak kadar önemli bir gaye haline gelir.

Hasan, romanın başlarında annesine hediye almak amacıyla çalışmaya başlasa da bu durum romanın sonlarına doğru mecburi hale gelmiştir. Okulunu ihmal etmeyen Hasan, büyüdüğünde bir doktor olacaktır. İleri yaşlarında bu romanı kaleme aldığını belirten yazar, çalışmak zorunda kalışının okulunu ihmal etmesini gerektirmediği izlenimini vermeyi ihmal etmemiştir.

Merdiven (1998) romanında, yoksul bir ailenin oğlu olan Hasan, ailesine yardımcı olabilmek için çeşitli işlerde çalışır. Tatil döneminde pazarda insanların

yükünü taşımaya karar verir. Hasan, pazarda karşılaştığı öğretmeninin de paketlerini taşır. Öğretmeninin verdiği parayı almak istemez. Ancak öğretmen, bu paranın hakkı olduğu konusunda onu ikna eder. Bu metinde para kazanmanın tadını yaşayan bir çocuk örneği verilerek alın teri ile kazanılan paranın önemi vurgulanmıştır.

Hasan pazarda yük taşımaktan vazgeçmek zorunda kalır. O bölgede çalışan diğer tecrübeli hamallar, Hasan’ı o pazarda barındırmak istemezler. Kendi ekmeklerini onunla paylaşmak istemeyenlerin yaptığı baskıya direnemez. Böylelikle çocuğa çalışma hayatında yorulmanın dışında sıkıntılar da olduğu hissettirilmiş olunur. Bundan sonra Hasan babasının bulduğu yeni işi olan kebapçıda çalışmaya başlar. Yeni pişmiş kebap kokuları eşliğinde bütün gün yemek hayalleri kurar. Kebapçıda çalışırken, çok çalışıp ileride buralarda kebap yiyebilecek biri olmak ister. Bunun için azimle çalışır. Kırdığı bardak nedeniyle kebapçıdan kovulan Hasan, boyacılık yapmaya karar verir. Küçük yaşta çalışmanın yükü hep omuzlarındadır. Onun çalışma hayatındaki bu maceraları, ailesine rahat yüzü gösterebilmek içindir. Babasının bu yaştaki bir çocuğu inatla bir işe yerleştirmek istemesindeki amaç da budur. Geçim derdi, küçük bir çocuğun tüm zamanını çalmaktadır.

Küçük Çekmece Okyanusu/ Can Kurtaran Yılmaz (1979) adlı romanının ikinci bölümü olan Can Kurtaran Yılmaz’da Yılmaz, babası hastalandığı için küçük yaşta çalışma hayatına giren bir çocuktur. Babası duvardan düşmüş, belini incitmiştir.

Babasının bir yıl daha çalışamayacağını söyleyen Yılmaz, çalışmak zorunda kalır.

Annesinin de temizlikçilik yaptığı belirtilse de bu para ailenin geçimine yetmez.

Yılmaz, bir restoranda garsonluk ve bulaşıkçılık yapmaya başlar. Herkesin denize gidip eğlendiği tatillerde, eğlenmek yerine çalışmak onun zoruna gider; fakat çalışmak zorunda olduğunun farkındadır. Roman boyunca farklı şekillerde çalışmayı sürdürmüş ve ailesine katkı sağlamıştır. Ailesinin maddi sıkıntıda olduğunun farkındadır. Geçim sıkıntısının yükünü omuzlarında taşımak, Yılmaz’a bazen çocukluğunu unutturmuştur.

Çuval Kütüğü (1999) adlı romanda çocuklar ailelerine yardımcı olmak amacıyla ormandan kütük toplar ve satarlar. Bu durum romandaki çocukların sürekli gerçekleştirdiği bir eylemdir. Çocuklar, çalışmayı ve para kazanmayı doğal bir durum olarak görürler; çünkü aileleri onların çalışıp para kazanmalarına muhtaç durumdadır.

Çocuklar da çalışmayı yaşamlarının bir parçası olarak görürler.

Küçük Kuklacılar (1986) romanında İzzet Bey, Fulya ve Necla’ya kuklacılığa başlayışının öyküsünü anlatırken babasının bu mesleği seçmesine nasıl karşı çıktığına değinir. Onun bu anısı, ailesine yardım etmek için çalışmak zorunda kalan küçük bir

çocuğun yaşadığı zorlukları gösterir. Küçüklük döneminde, yaşadıkları yere gelen gezici kuklacıları izleyen İzzet Bey, hemen kuklacı olmaya karar verir. Ama o dönemin aileleri, çocuklarının yazarın deyişiyle ‘Karagözcü, kuklacı’ olmasını kesinlikle istemezler. İzzet Bey’in içine kuklacılık ateşi düşmüş olmasına rağmen, babası buna engel olmak adına oğlunu hemen bir teneke atölyesine çırak olarak verir. İzzet Bey burada uzun bir süre çalışır. Küçük yaşta çalışma hayatına atılmış olması aklını bir süre oyalasa da kukla yapmak ve oynatmak isteği içinde yeniden belirir. Ustasının anlayışlı bir insan olmasının da faydasıyla içindeki hevesin geçici olmadığı ve bu konuda yetenekli bir genç olduğu fark edilir. Ustası onu hem tenekecilik konusunda hem de kukla yapımında ve oynatımında eğitmeye başlar. Babasının istemeyerek de olsa ona yaptığı bu iyilik, bir kukla ustası ortaya çıkarmıştır. İzzet Bey’in kuklacılık sanatıyla nasıl tanıştığını dile getirdiği bu bölümde, babasına maddi konularda yardımcı olmak için başladığı çalışma hayatının içinde ne gibi zorluklarla karşılaştığını, kendini geliştirmesinin önündeki engelleri nasıl aştığını anlatır.

Bazı romanlarda, ailesinden tamamen kopmuş, ailesi dağıldığı için yalnız kalmış çocuklara rastlanır. Bu çocuklar, sadece kendileri için çalışmak zorundadırlar. Ailelerine yardım etmek gibi bir amaçları olmadığı gibi karınlarını doyurmak için de kendilerinden başka kimseden yardım talep edememektedirler. Bu nedenle düzenli bir çalışma hayatının içinde olmak zorundadırlar. Hayat onlara başka bir seçenek sunmamıştır. Bu çocuklar, yaşamak için çalışmaktan başka seçeneklerinin olmadığının bilincindedir ve bu durumdan şikâyet etmezler. Çalışmak, onları mutsuzluğa sürüklememiştir.

Yağmur Dede (1991) romanı hayatlarını tek başlarına sürdürmek zorunda kalan iki küçük çocuğun mücadelesini anlatmaktadır. Köylerinde okula devam edememiş, İstanbul’a göç etmiş olan Hidayet ve Rıfkı, İstanbul’da yanında yaşayabilecekleri kimse olmadığı için yalnız yaşamaktadırlar. Kendilerine ait minik bir gecekonduları vardır.

Okula gidemeyen Hidayet ve Rıfkı, karınlarını doyurabilmek için ellerinden gelen her işte çalışmayı göze alırlar. Roman boyunca çeşitli işlerde çalışan iki çocuk, çalışmaktan hiç şikâyet etmez. Çalışmayı bir hayat gayesi olarak benimserler. Yaptıkları işten yeterli miktarda para kazanamadıkları zaman iş değiştirirler. Kendi işlerini yapmayı denerler;

kalem satarlar. Çıraklık ve hamallık yaparlar. Çalışmak, onların hayatlarının büyük bir parçasını oluşturur ve onlar için hep zordur. Çocuklar, işlerinin kıymetini bilir, işlerine sahip çıkar. Bunu yapmalarının nedeni çalışmak zorunda olduklarını bilmeleridir.

İşlerini koruyabilmek adına elinden gelen her mücadeleyi verirler.

Yaşıtlarının sahip olduğu maddi ve manevi olanakların çoğuna sahip olmayan bu iki çocuk, yaşıtları ile kendilerini kıyaslayabilecek kadar bile çevrelerinin farkında değildirler. Kendilerini çalışmaya adamış olan bu çocuklar, çalıştıkları ve para kazandıkları oranda mutlu olmaktadır. Yazar, bu yönde doğrudan bir mesaj verme çabası içine girmese de iki çocuğun çalışmaktan başka bir uğraş içine girmemelerini eleştirmektedir. Hayatları boyunca çalışmak zorunda kalan çocuklar, sosyal anlamda yaşıtlarının hatta toplumun bile gerisindedirler. Hidayet de Rıfkı da çocukluklarını yaşayamamanın ezikliğini taşımaktadır. O yüzden yeni arkadaşlar edinmektense birbirlerinin arkadaşlığına sarılmaktadırlar.

Romana adını veren komşuları Yağmur Dede, çocukların sosyal yönden eksikliklerini tamamlama görevini üstlenmiş, onları kültürel, sosyal, ahlaki yönlerden beslemiştir. Roman boyunca çalışmaktan başka bir şey düşünemeyen bu çocuklar, toplumun geri kalmış bir yönünü yansıtırlar. Çalışmak zorunda kalan çocukların tümünü temsil eden Hidayet ve Rıfkı, toplumun kanayan bir yarasını gündeme taşımıştır.

Roman, gerektiğinde çalışmanın onurlu bir davranış olduğunu anlatmasının yanında, çalışmak zorunda kalan çocukların varlığını çarpıcı bir şekilde göstermesi bakımından etkileyicidir.

Güneşle Oynayan Çocuk (1976) romanında Hüseyin ve Haşim, ailelerinden kopmuş ve farklı zamanlarda İstanbul’a gelmişlerdir. Hüseyin, vapur iskelesinde çalışmakta; kendi parasını kazanmaktadır. İlkokulu bitirmiş, ortaokula gidecek fırsatı ve parayı bulamamıştır. İskeleyi evi bellemiştir. Onurlu, çalışkan ve dürüst bir çocuktur.

Roman boyunca olgunluğunu ortaya koyar. Çalışmanın ayıp olmadığının bilincindedir;

hatta bundan gurur duyar. Dilencilik yapıp başkalarına el açmanın kendisine yakışmayacağının farkındadır. Dilenciliği insan onuruna yakıştırmaz; bu işi yapanlara karşı kötü duygular besler. İnsanın çalışkan olup kendi ekmeğini kazanmasının onurlu bir davranış olduğunu bilir. Bu nedenle iskelede insanların bavullarını taşımaktan, gazetecinin paketlerini düzenlemekten, çiçekçinin siparişlerini iletmekten, araba camı silmekten çekinmez. Romanın ileriki bölümlerinde Hüseyin’e bir arkadaş gelir. Haşim de Hüseyin gibi İstanbul’a çalışmaya gelir. Hüseyin, Haşim ile sıkı dost olur. İki çocuk, el birliği yapıp hayatlarını devam ettirmek için roman boyunca çalışırlar. İnsanın alın teri ile kazandığı parayı harcamasının ayrı bir tadı olduğunu söylerler.

Hüseyin, para kazanmakla kalmamış, aynı zamanda ileride ortaokula gidebilmek için tasarruf bile yapmıştır. On sekiz yaşından önce bankadan bir büyüğü olmadan para çekemeyeceğini bildiği için bankaya, kazandığı paranın bir kısmını düzenli olarak

yatırır. Büyük bir miktar parası da birikmiştir. Okul çağındaki bir çocuğun çalışmak zorunda kalması elbette ki üzücüdür. Onları koruyup kollayan ailelerinin olmaması onları çalışma ortamına sürüklemiştir. Hayatın gerçekleri ile erken yaşta tanışmış çocukların gururlu tavırları ekmek parası kazanmak için çalışmanın onurlu bir davranış olduğunu ortaya koyar.

Hüseyin, iskelede tanıştığı bir albayın torununun doğum günü partisine davet edilmiştir. Partiye arkadaşı Haşim’i de götürür. Kendilerine yaraşır kaliteli bir hediye seçip partiye giderler. Partide yaşıtları çocuklar vardır ve hepsi de iyi ailelerin çocuklarıdır. Hayatları boyunca çalışmak zorunda kalmamış bu çocuklar, Haşim ile Hüseyin’i anlamakta zorluk çekerler. Çocukluk yapıp onları küçümser ve onlarla dalga geçerler. Bu durum iki çocuğu çok üzer ve yaralar. Hayatta herkesin aynı şartlara sahip olacak şekilde doğmadığını bir kez daha fark ederler. Olgunluk göstererek diğer çocuklara kendi durumlarını açıklamaya çalışırlar. Çalışmanın ayıp olmadığını, emekleri ile para kazandıklarını açıklarlar. Doğum günü kutlanan çocuk Tuncer ise iki arkadaşa hak verir ve diğer misafirlerini susturur. İki arkadaş, ortaokula gidebilmek için çalışmak zorunda olduklarını söylerler. Önemli olanın büyüyünce vatana yararlı birer insan olabilmek olduğunu söylediklerinde zengin çocuklar yaptıklarından utanır.

Çocuklar, sözleri ile diğer zengin ve şımarık çocuklara bir hayat dersi vermiş olurlar.

Hayatta herkesin eşit şartlara sahip olamadığını ve bazı insanların hayatlarını kazanmak için daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğini üstüne basa basa tekrarlarlar. Çocuklar, yaptıkları işten onur duyduklarını kanıtlarlar. Çalışmanın utanılacak ya da saklanacak bir şey olmadığı; aksine çok onurlu bir davranış olduğu ortaya konmuş olur.

Başı Bulutlu Uçurtma (2000) romanında Öner ve Caner, maddi olanakları yetersiz olan ailesiz iki çocuktur. Paralarının olmaması onları hayal ettikleri şeyleri elde etmek fikrinden alıkoymaz. Sahip olmak istedikleri uçurtmaya ulaşabilmek için ayakkabı boyacılığı yapmaya başlarlar. Başlarda kimse onlara ayakkabı boyatmaz.

Ayakkabı boyacılığının, istedikleri parayı onlara hemen kazandırmayacağının farkına varan çocuklar yine de isteklerinden vazgeçmezler. Çalışıp para biriktirerek uçurtmacının elindeki en güzel uçurtmayı alırlar. Hiçbir zaman yılgınlığa düşmemenin, istenilen şeyler için bir çaba sarf etmek gerektiğinin vurgulandığı romanda, iki çocuğun çalışmaktan mutlu oldukları görülmektedir.

Altın Ekin (1979) romanında da çalışan bir çocuğun çalışma öyküleri anlatılmaktadır. Erdeli’nin ailesi sağ olsa da o yalnız başına yaşamayı tercih etmiştir.

Erdeli, çalışmaktan yüksünmez, aksine çalışan biri olmanın büyük bir üstünlük