• Sonuç bulunamadı

2. GAZELLERİN İNCELENMESİ

2.16. Âşık Çelebi (ö. 1572)

Asıl adı Pir Mehmed’dir. Prizrenlidir. 1535’te İstanbul’a gelip önemli hocalardan dersler almış, iyi bir eğitim sahibidir. Ömrünün çoğunu, çeşitli yerlerde kadılık yaparak geçirir. Serfice’de dîvânını tertip eder.

Kanunî’nin “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi” mısralı gazelini tahmis edip, karşılığında Niğbolu kadılığı almıştır. Rind tabiatlı, güzellere ve şaraba düşkündür.

En meşhur eseri Meşairü‘ş-şu‘arâ adlı tezkiresidir. Şiirleri, nesirdeki diline göre daha sade yazılmıştır. Şiirlerinde aşktan ve bahttan yana dertli olduğu görülür. Filiz Kılıç, onun gazellerinde Rumelili şairlere özgü izler ve Âşık Çelebi’nin karakterinin izlerini bulmanın mümkün olduğunu söyler. Şiirlerindeki aşk, çoğunlukla cismânîdir.

Gazelleri82

Âşık Çelebi’nin çalışmamıza konu olan 1’i Gerek, 1’i ise İster redifiyle yazılmış 2 gazeli vardır.

“Gerek” Redifli Gazeli

Gerek redifli beş beyitlik gazelin, maksadını en iyi anlattığını düşündüğümüz üç beytini buraya almayı ve açıklamayı uygun bulduk.

81 Âşık Çelebi’nin hayatı ve sanatı hakkındaki bilgiler, Filiz Kılıç’ın hazırladığı “Âşık Çelebi Dîvânı”ndan ve Günay Kut’un yazdığı TDV İslam Ansiklopedisi’ndeki “Âşık Çelebi” maddesinden alınmıştır. Bkz: Filiz Kılıç, Âşık Çelebi Dîvânı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2017; Günay Kut, “Âşık Çelebi”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1991, s.549-550.

82 Çalışmamıza konu olan gazellerin tamamı Filiz Kılıç’ın hazırladığı Âşık Çelebi Dîvânı’ndan alınmıştır.

91

2) “‘Azm-i kûy-ı ‘adem itdüm n’ideyim cân u dili Sâlik-i râh-ı Nebî yolda sebük-bâr gerek”

Günümüz Türkçesi:

“Yokluk yerine gittim [artık] can ve gönlü neydeyim

Peygamber yolunun yolcusu olmak için yükü hafif olmak gerek”

“Sebük-bâr” yani yüklerinden kurtulmuş, hafiflemiş olmak, dünyevi sevgisinden, beşeri aşkından kurtulmuş, onu Peygamber yolunun yolcusu olma uğruna saf dışı bırakmış olmak demektir.

“n’ideyim cân u dili” kullanımı iki manayı da karşılar. Birinci anlam, can ve dili bu saatten sonra neydeyim diye yakınma manasına gelir. İkinci mana ise, sevgili olmasa bile ben hâlâ can ve dil sahibiyim ve bu “can u dil” beşerî aşk olmasa da, ilahî sevgiye, Peygamber yoluna yönlendi, demektir. Gazelin bu beytinde “yola girmiş” bir sâlik edası sezilir. Artık dünya ve dünyadaki sevgili değil, Peygamber yolu tutulmuştur.

3) “Kişi zevk eylemege lezzet-i ‘ışkı cândan Kendi pür-sıdk u safâ yârı cefâ-kâr gerek” Günümüz Türkçesi:

“Kişinin aşktan zevk alması [için]

Kendisinin sadık ve keyifli yârinin cefa çektiren [olması] gerek”

“Cefakâr” kelimesi günümüzdeki gibi cefa çeken manasında kullanıldığı gibi, kelimenin birincil manası olan “cefa çektiren” şeklinde kullanıldığı da sık görülür. Bu kelime zaman içerisinde anlam kaymasına uğramıştır.

Yukarıdaki beyte bu ön bilgi ile yaklaşılırsa mana kendiliğinden ortaya çıkar. Dîvân şiirinin temel meselelerinden biri olan “dert çektikçe zevke gelen âşık” tiplemesi, bu beyitte de karşımıza çıkar. Âşık Çelebi’ye göre kişinin aşktan zevk alması, kendisinin aşkına sadık olması ve sevdiğinin cefa çektirmesine bağlıdır. Çünkü çoğu zaman sevgili tarafından muhatap alınmak bile âşığa bir ödüldür.

4) “Dûd-ı dil penbe-i dâg ile yeter dâg u kabâ ‘Işk abdâlına ne câme ne destâr gerek”

92 Günümü Türkçesi:

“Gamlı gönül [ve] yaraların pamukları giysi [olarak] yeter Aşk abdalına ne giyecek ne sarık gerekir”

Abdallar, aşklarının gerçekliğini ispatlamak için, tenlerine zarar verirler. Bu zarar ise genellikle vücuda yahut başa yara açmakla olur. Dağlamak, vücuda kızgın demir ile (bazen tıbbî gerekçelerle) damga vurmaktır. Abdallar ise bunu, bedenlerine acı vermek, ruhlarını terbiye etmek için kullanırlar. Açılan yara üzerine pamuk basılır, yara bu şekilde kızgın demir ile dağlanır. Genellikle Kalenderîlerle83 bağdaşmış bu davranışı, çeşitli abdal gruplarında da gözlemek mümkündür. Dağlamak ile ilgili bu beytin bir benzerini Muidî’yi incelediğimiz kısımda ele alacağız.

Âşık bedeninde o kadar yara açmış ve üzerine pamuk basıp dağlamıştır ki, bu pamuklar neredeyse bir kıyafetmiş gibi bir bütünlük arz edip, tek parça bir elbise görünümünde durmaktadırlar. Gamlı gönül ve bu pamuklardan olan kıyafet “aşk abdalı”na giysi olarak yeter. Ona bunlar haricinde ne başka bir kıyafet ne de sarık gereklidir.

Çalışmamızın çeşitli yerlerinde bu düşünceye yer verdik. Âşık için kıyafet ve hatta beden gerekmez, ruh gereklidir. Çünkü sevilen, bu dünyaya ait bir şey olmadığından, onu bu dünyanın sundukları aracılığıyla “hissetmek” mümkün değildir. Öte yandan kıyafet ve sarık bir statü sunduğundan, âşığın buna da ihtiyacı yoktur.

“İster” Redifli Gazeli

İster redifli gazelinin yalnızca ilk beytini buraya alıp incelemenin yeterli olduğunu tespit ettik. Beş beyitlik gazelin diğer beyitleri mana olarak ilk beyit kadar dünya görüşünü vermediğinden ele almadık.

1) “Gönül mâl ü menâli terk idüp fakr u fenâ ister Geçüp ma’mûre-i âfâkdan vîrân serâ ister” Günümüz Türkçesi:

“Gönül mal ve mülkü terk edip fakirlik ve yokluk ister

93

Bayındır yerlerden [vaz]geçip harap [olmuş] yerler ister”

“Fakr” ve “Fenâ” kelimelerinin her ikisi de yok olmak, yokluk anlamına gelir. Her ikisi de kendini Allah ile birlikte var görme isteği, onun haricinde yok görmektir. Her ikisi de tasavvufî literatüre ait kelimelerdir.

Mısrada şairin “terk etmek” istediği dünyevî mal-mülktür. Tasavvufun temel öğretilerinden biri olan, sonu “terki terk etmek” e varan “terk etmek” kavramı burada işlenmiştir. Zira insana bağlı kaldığı şeyler bağımlılık verir, oysa terk etmek, her zaman için özgürlük getirir. Kul, Allah’a ulaşma yolunda kendisine ayak bağı olan, geçici olarak güzel gelen şeylerden vazgeçtiğinde, kendini özgürleşmiş hisseder. Kul, mal-mülk-sevgili ve daha birçok “yaratılmışa” (kesret) bağlanmak yerine, bir tasavvuf öğretisi olarak Vahdet’e yönelir. Kişi eğer terk edeceği şeye hâkim değilse, terk etmesi de söz konusu olamaz. Tasavvuftaki terk ediş kavramı, her şeyin terk edilmesini ister ama terk etmeyi savunmaz. Yani terk ettiği için artık bir şeyler hak ettiğini (mesela ahiret hayatının en iyisini, en rahatını) düşünen bir kimse, hatalı davranmış, terk etmenin manasını kavrayamamıştır. Nitekim dünya malını terk ettikten sonra gelen adım, ahiret hayatının güzelliklerini düşünerek, ahiret için çalışmayı terk etmektir. Hülasa “terk etmek” yalnızca Allah rızası için, her şeye mâlik iken onlardan vazgeçmektir.

İkinci mısra ise yine âşığın göze hoş gelen, revnaklı yerlerden vazgeçip harap olmuş yerler istediğini belirtir.

Âşık Çelebi Hakkında Sonuç:

İncelenen her iki gazelde de Âşık Çelebî’nin sanatına ve mizacına tam uymayan beyitler gözlemlendi. Biyografisini verdiğimiz kısımda hatırlanacağı üzere kendisindeki aşkın cismanî olduğu, kendisinin de rind tabiatlı olduğunu söylemiştik. Verilen beyitler rind tabiata uysa da, bunlara cismanî şiir demekte tereddüt edebiliriz.

Her iki gazel (bu gazellerde ele alınan beyitler) Âşık Çelebi’nin abdal bir yönü olduğunu, melametliğe yakın olduğunu gösterdi. Abdal dervişlere has dağlama işlemi hakkında beyit söylemesi, bu yönünün ispatıdır. Dağlama işlemini kendi üzerinde yapıp yapmadığı hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlamadık. Ancak bulunduğu resmî görevler göz önüne alındığında, tamamen öznel bir yorum getirecek olursak, Osmanlı Devleti’nin bu itikatta birine bu görevleri verip vermeyeceği

94

tartışmalı olduğundan, Âşık Çelebi’nin abdallığın yalnızca “edebiyatını yaptığını” söyleyebiliriz. Kaldı ki, abdal olmak için vücuda illa dağlama işlemi yapmak, abdal gibi giyinmek, onlar gibi davranmak gerekmez. Âşık Çelebi’nin ele aldığımız iki şiirindeki abdallık-melametlik durumları bilinmezliğini korumaktadır. Çalışmamızın Genel Değerlendirme kısmında bu tip konulardaki biyografi-eser çelişkilerine değineceğiz.