• Sonuç bulunamadı

AHKAM AYETLERİNİN DEĞİŞMESİ. Hazırlayan Muhammed Mustafa Yılmaz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AHKAM AYETLERİNİN DEĞİŞMESİ. Hazırlayan Muhammed Mustafa Yılmaz"

Copied!
55
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AHKAM AYETLERİNİN DEĞİŞMESİ

Hazırlayan

Muhammed Mustafa Yılmaz

ÖZET

Kuran-ı Kerim, indiği günden itibaren günümüze kadar hem yazılı bir şekilde hem de hafızalara nakşedilmiş bir şekilde Allah’ın izniyle gelmiştir. Kuran’da;

peygamberin şahsıyla ilgili, cahiliye devriyle ilgili, Kuran’ın indiği dönemin insanlarının hususi durumlarıyla ilgili ve o dönemde meydana gelen olaylarla alakalı inen hüküm ayetleri mevcuttur. Peki biz Müslümanlar bu ayetleri nasıl anlamalıyız?

Bu ayetleri indiği döneme mi hapsetmeliyiz yoksa maksatlarına bakıp kendi dönemimize bize uygun bir şekilde mi yansıtmalıyız ya da illetin devamlılığına bakıp ayetleri günümüze aynen uygulamalı mıyız? Makalemizde İnşallah bu soruların cevabını arayacağız. Gayret bizden, başarı Rabbimizdendir.

Anahtar Kelimeler:Değişim, İçtihad, Maslahat, Tarihselcilik

(2)

İçindekiler

ÖZET ... 1

GİRİŞ ... 3

1) KURAN’IN TARİHSELLİĞİ ... 4

1.1) Tarihselcilik Ve Fıkıh Usulü ... 6

1.2) İctihad ve Değişim ... 8

1.3) Şatıbi ve Makasıd: ... 12

2) TARİHSELCİLİKTE ÖNE ÇIKAN İSİMLER VE YAKLAŞIMLARI ... 15

2.1) Fazlurrahman ... 15

2.2) Rudi Paret ... 20

2.3) Necmuddin et-Tufi ... 27

3) NESH VE TARİHSELCİLİK ... 32

4) AHKÂM AYETLERİNİ TARİHSEL BAĞLAMDA DEĞERLENDİRME ... 38

4.1) Müellefe-i Kulûb Ayeti( Zekât Ayeti): ... 39

4.2) El Kesme Cezası: ... 42

4.3) Kadının Şahitliği: ... 44

4.4)Peygamberimizin(s.a.s) Yanında Seslerin Yükseltilmemesi: ... 49

SONUÇ ... 52

KAYNAKÇA ... 54

(3)

GİRİŞ

Peygamber Efendimiz’e(s.a.s) Kuran, Ramazan ayında, kendisi HiraMağarası’ndayken nazil olmuştu. Artık Dünya 610 yılı Ramazan ayının 27.gecesinden itibaren yeni bir serüvene başlamış oldu, yani dünya Din-i İslam’ı tanımaya emronulmuştu. Peygamberimiz(s.a.s) içinde bulunduğu Cahiliye Toplumu’ndan çok sıkılmış, onlardan uzak kalmak için ve bu topluluğun nereye gittiğini tefekkür etmek için Nur Dağı Hira Mağarası’na sıklıkla gider olmuştu. Orada yalnız başına Mekke halkının durumunu ve bu kötü durumdan nasıl çıkılabilirdi düşünürdü. Daha sonra bu inzivası(köşeye çekilmesi) sona erdikten sonra Mekke’ye inerek Kabe’yi tavaf ettikten sonra evine dönerdi.1 Yine böyle bir haldeyken kendisine vahiy meleği Cebrail(a.s) gelip, Alak suresinin ilk 5 ayetini okumuştu.

Böylelikle Peygamberimiz(s.a.s) kıyamete kadar sürecek olan risalet görevini Cebrail vasıtasıyla Allah-u Teala’da almıştı. Peki Peygamberimizin ilk vahyi alışı nasıl olmuştu, ona değinmek istiyorum. Buhari Şerif’te Hz. Aişe annemizden naklen gelen rivayete göre; Peygamberimiz(s.a.s) yine HiraMağarası’ndayken kendisine Cebrail(a.s) geldi ve Ona oku dedi, Peygamberimiz(s.a.s) ben okuma bilmem dedi, bunun üzerine Cebrail onu takatı kesilinceye kadar sıktı, sonra bıraktı. Yine oku dedi, Peygamberimiz ben okuma bilmem dedi, bunun üzerine Cebrail onu takatı kesilinceye kadar sıktı ve bıraktı. Cebrail ona yine oku dedi, Peygamberimiz yine ben okuma bilmem dedi, bunun üzerine Cebrail Peygamberi yine takatı kesilinceye kadar sıktı ve bıraktı ve Cebrail(a.s) şöyle buyurdu: Oku! Yaratan Rabbinin adıyla. O insanı bir alakadan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini de öğretti.2Bu olay üzerine Peygamberimiz korku içerisinde hemen evine koştu, yatağının içine girip beni örtün, beni örtün diye seslendi…3Peygamberimiz bu şekilde risalet görevine başlamış oldu. Yukarıda Peygamberimizin Cahiliye adetlerinden sıkıldığını ifade etmiştik, işte Kuran bu toplumu ıslah etmek için nazil oldu. Peki Kuran bu toplumu ıslah etmek için nazil olduysa biz Kuran’nın hedef kitlesi oluyor muyuz ?Kuran’nın Cahiliye toplumu için

1İbrahim SARIÇAM, Hz.Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2011, s:81

2Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Kuran-ı Kerim Meali,Alak 1-5

3Ebu Abdullah Muhammed B. İsmail El-Buhari,El-Câmiu-s Sahih, Beyrut, Daru-l Erkam, 1416/1995, Bedyu-l Vahy/1.

(4)

barındırdığı ayetler bizi kapsıyor mu ? Yani daha açık bir şekilde soracak olursak, Kuran’ın indiği ortamdaki şartları bugün bulamazsak, bu ayetleri nasıl anlamalıyız?

Tarihe mi gömmeliyiz, ya da bir kısmını alıp bir kısmını bırakmalı mıyız? İnşallah bu tür sorulara makalemizde cevap aramaya çalışacağız. İlk bölüme geçmeden bu kısmı bir ayetle bitirmek istiyorum. نوظفاحل هل انا و ركذلا انلزن نحن انا(Şüphesiz bilesiniz ki bu vahyi kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyanda biziz.)4

1) KURAN’IN TARİHSELLİĞİ

Kuran-ı Kerim indiği günden günümüze kadar, bugünümüzden de kıyamete kadar baki kalacak bir kitaptır. Müslümanlar olarak bunu bildiğimiz halde ya kasten ya da araştırmamaktan ya da gerçeği görememekten dolayı bu ilkeye ters düşüyoruz.

Şöyle ki; biz Kuran’ın maksadını ele alalım, lafzı Peygamber döneminde kalsın. Bu anlayış halihazırda birçok problemi beraberinde getirecektir. Bu mevzulara ilerleyen sayfalarda değineceğiz. Peki bizleri böyle düşünmeye sevk eden hususlar nedir diye araştıracak olursak, hepsinin ortak noktası; Müslümanları bu gerikalmışlık durumlarından kurtarmaktır. Bunu da yeni karşılaşılan durumlara günümüz sistemiyle cevap vererek sağlayabiliriz. Yani Kuran’ın gayesini günümüz meselelerine güncel bir şekilde yansıtmalıyız ki geri kalmışlıktan kurtulalım.Tabi böyle bir anlayışın faydaları olmakla beraber daha çok zararları gün yüzüne çıkmaktadır. Evvela Kuran’ın ne kadarın güncelleyebiliriz ? Muhkem ayetleri nasıl anlamalıyız ?

Modern dönemde Kuran’a yapılmak istenen bu güncelleme hareketi sonucunda tarihsellik kavramını ortaya çıkarmıştır. Kuran’ın tarihsel olduğu yönündeki tartışmalar ilk defa 19. Yüzyılın ikici yarısından itibaren Hint-Alt Kıtası’ndaki klasik İslam modernistleri tarafından başlatılmıştır. Bu anlayış daha sonra bir takım değişimlerle Fazlur Rahman, Hasan Hanefi, Muhammed Arkoun ve Nasr Hamid Ebu Zeyd tarafından günümüze taşınmıştır.5İsimlerini zikrettiğimiz bu müfessirlerin aralarında bir takım farklılıklar olmasına rağmen buluştukları yön İslam kültür ve geleneğini kıyasıya eleştirmektir. Tabi bu eleştiriler en çok fıkıh ve fıkıh usulü kaidelerine gelmektedir. Şöyle ki; illet-hikmet ilişkisi gereğince, illet ortadan

4Hicr/9

5 Recep Demir,Kuran Tefsirinde Tarihselci Yöntem,Hikmet Yayınevi, İstanbul, 2013 s:302

(5)

kalkarsa o hükmün insanlara sağlayacağı bir hikmet yoktur, bu yüzden biz bu hikmeti gerçekleştirebilmek için başka alternatif yol bulacağız. Peki nasıl ?Öncelikle şunu bilmemiz lazım, usul olmadan vusul olmaz. Temeli tamamen yıkarsak üzerine inşa edeceğimiz bütün katlar telef olacaktır. Bu konu hakkında Prof. Yunus Apaydın hocamız Fıkıh Usulünün Temel Kabulleri ve Tarihselcilik adlı makalesinde şöyle demiştir: ‘’Şu anda tarihselciliğin hala İslam’ın sahih bir şekilde var oluşu ve bekası açısından riskler taşıdığını, tehditler içerdiğini düşünüyorum, bu risk ve tehditlerin hangi noktalarda olduğunu göstermeye çalışıyorum… Geleneksel yolun elverişliliğini savunuyor olması tebliğ sahibinin kanaatini etkileyecek, hatta değiştirecek katkılara kapıları kapattığı, ne pahasına olursa olsun kendi savunduğu fikri üstün çıkarmaya çalışacağı anlamına gelmez. Tebliğci sağlam olduğunu düşündüğü bir dala (fıkıh usulü, fıkıh geleneği) tutunmuştur. Sağlam olduğunu düşündüğü bu dalın kendisinin göremediği zaaf noktalarına işaret edilmesi, yanı başında duran ve kendisinin çürük sandığı dalın (tarihselcilik) kuvvetli yönlerine, meziyetlerine dikkat çekilmesi, risk ve tehditler içermek veya tehlikeli olmak bir yana, dinin anlaşılması açısından yararlı olduğunun gösterilmesi halinde hakikatin yanında yer almakla lahza tereddüt etmeyecektir, çünkü hakikate verilmiş bir söz vardır.’’6Evet hakikatin yanında olacağız, hakkı savunacağız. مكبر نم قحلا لق و (Ve de ki: Gerçek, Rabbinizden gelendir).7

Batı, Aydınlanma Felsefesi’yle birlikte Klise’nin otoritesini sarsmaya başladı, Rönensans ve Reform hareketleriyle de Klise’nin anlayışını tamamen ortadan kaldırarak, bireye yönelik dindarlık getirmiştir. Maneviyat kişilerle özdeşleştirilmiş, herhangi bir dini kuruma bağlılık reddedilmiştir. Bu durum da beraberinde kutsal kitapların eleştirilmesine hatta tarih altı görülmesine daha da ilerisi tahrif edilmesine kadar gitmiştir. ‘’Reform sonrasında HırıstiyanlarınKitab-ı Mukaddes hakkında farklı kanaatlere sahip oldukları görülmektedir. Bazısı onun tümünün evrensel ve kültürler üstü olduğunu savunurken, diğerleri de onun yazıldığı dönemin kültürünü yansıttığını ve böylece kendi tarihsel çevresiyle sınırlı olduğunu iddia etmiştir. Bunların yanında Kitab-ı Mukaddes’in kısmen evrensel, kısmen tarihsel olduğunu iddia edenler de olmuştur…Reform sonrasında Hıristiyan teologların Kitab-ı Mukaddes’e

6Yunus Apaydın, ‘’Fıkıh Usulünün Temel Kabulleri ve Tarihselcilik’’, Dini Hükümlerin Kaynağı ve Dini Metinlerin Anlaşılması Konusundaki Çağdaş Yaklaşımlar Çalıştayı, İstanbul, 2009

7Kehf/29.

(6)

yaklaşımlarında tarihselci-tenkitçi yönteme başvurdukları görülmektedir’’8 Batı bu anlayışı hayatına yansıttı ve bugün her ne kadar ilimde, bilimde Müslümanlardan ileri seviyede olsalar bile ahlaken çökmüş durumdalar. Bu durum bir müddet sonra onların sonunu getirecekir. Bununda en büyük sebebi İlahi Kitaplarına tarihsel damgası vurarak hayatın dışına atmaları ve kendi hazlarına uygun yeni bir din inşa etmiş olmalarıdır. Bizlerde Müslümanlar olarak her daim gelişim ve değişime açık olmakla birlikte bunların hangi alanlarda olması gerektiği konusunda da haddimizi bileceğiz.

1.1) Tarihselcilik Ve Fıkıh Usulü

Fıkıh, هقف kelimesinden türemiştir. Bir şeyi idrak etmek,kavramak,bilgili olmak, anlayış sahibi olmak,(نيدلا ي ف( kelimesi ile kullanıldığında dinin ahkamını iyi bilmek anlamına gelir. Nitekim Peygamber Efendimiz(s.a.s), amcasının oğlu İbn Abbas(Tercümanü-l Kuran) için ‘’Allah’ım onu dinde(نيدلا يف( fakih kıl ve ona te’vili öğret’’9 diye dua etmiştir. Lügavi olarak fıkıh kelimesinin anlamı böyleyken, ıstılahi olarak ise; insanın amel yönüyle lehine ve aleyhine olan şeri hükümleri bir meleke halinde bilmesidir. Başka bir tarifi ise şöyledir: Şeri ameli hükümleri yani ibadetler, suç ve cezalar, muameleler ile ilgili hükümleri mufassal delilleri ile bilmektir.10Her ilmin olduğu gibi doğal olarak fıkıh ilmininde belirli kaideleri, usulleri vardır. Buna fıkıh usulü deriz. Usul)لصا(, sağlam, kök manalarına gelir. Fıkıh usulünün ıstılahi olarak anlamına bakacak olursak; müçtehidin, şeri ameli hükümleri tafsili delillerden çıkarabilmesine yarayan kurallar bütünüdür. Fıkhın esası ve temelidir. Aynı zamanda İslam fıkhını kavrama ve araştırma yöntemidir.11Fıkıh ve fıkıh usulünün tanımlarını yaptıktan sonra bu kavramların tarihselcilikle olan bağlantısına geçebiliriz. Bu konu için ilk başta şunu söyleyebiliriz; fıkıh usulü, Kuran, Sünnet, İcma, Kıyas,…Maslahat gibi delillerden hüküm çıkartır. Çıkarılan bu hükümler ibadat, muamelat, ukubat alanında olabilir. Müçtehidin çıkardığı bu hükümlerin bakiliği konusunda da karşısınatarihselcilik kavramı çıkar. Şöyle ki; fıkıh usulü, delillere dayanarak ortaya çıkardığı hükmün, bu hükmün ortaya çıkmasına sebeb olan illetin ortadan kalkmasıyla değişebileceğini söylerken, tarihselcilik de illete dayanarak ortaya çıkan hükmün artık kullanılmadığını, geçmiş tarihte kaldığını, bu hükmün yerine yeni bir hüküm

8 Demir, Age, s:78.

9 Buhari,age, Vudu’, 10.

10Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, Ensar Yayınevi, İstanbul,2016,s:144.

11 Age, 144.

(7)

getirilmesi gerektiğini söyler. Ama bu durum ne kadar mantıklıymış gibi görünse de sonuç itibarıyla kadim geleneğin yıkılmasına kapı aralar. Bunu şöyle ifade edebiliriz;

fıkıh usulü belli bir birikimle bu hükme varır, illet kalkınca hükmü değiştirir, illet geri gelirse hükmü aynen devam ettirir. Ama tarihselciler başlangıç olarak fıkıh usulüyle aynı gibi görünseler bile sonuç itibariyle o hükme tarihsel damgası vururlar. Burada bu konu ile alakalı meşhur mecelle kanununu görmezden gelmemeliyiz.

‘’Ezmanınteğayyürü ile ahkamınteğayyürü inkar olunamaz’’/ Zamanın değişmesiyle hükmün değişmesi inkar olunmaz. Mesela, hırsızlık ayetine göre12hırsızın elinin kesilmesi gerekirken, Hz.Ömer(r.a) kıtlık yılında ikinci bir emre kadar hırsızların elinin kesilmemesine hüküm vermiştir.13 Kıtlık yılı geçtikten sonra el kesme cezası hükmü geçerliliğini devam ettirmeye başlamıştır. Ama tarihsel bir anlayışa göre el kesme cezası yerine başka bir uygulama getirilmelidir, çünkü el kesme olayının illeti ortadan kalkmıştır, geçmiş zamanda kalmıştır.14 Bu anlayış idealmiş gibi görünse de sonuç itibarıyla dinin temellerini yıkmaya kadar gidebilir. Bu konu hakkında Apaydın hocamızın görüşlerini de aktarmak istiyoruz: ‘’Tarihselcilik ister fıkıh usulünden bağımsız ve alternatif bir yöntem olarak düşünülsün, isterse fıkıh usulünün kapsamında yer alacak bir alt yaklaşım olarak düşünülsün, her iki halde de, fıkıh usulünün eksik kaldığı noktaları tamamlamak iddiasını içermektedir…15Çizilen bu çerçeve açısından fıkıh usulünün asaletle, tarihselciliğin ise türedi olmakla nitelendirilmesi yanlış olmayacağı gibi, asaleti açısından fıkıh usulü zaviyesinden, tarihselciliğin gelipgeçiçi bir heves olarak görünmesi de yadırganmamalıdır. Yine bu çerçeve açısından, tarihselcilerin öne sürdükleri görüşlerin fıkıh usulünün süzgecinden geçirilmesine rıza göstermeyecekleri tahmin edilebilir. Çünkü normal olarak onlar fıkıh usulünü de tarihsel bulacaklardır…16Tariselcilere yöneltilebilecek soruların birincisi, mevcut hükümlerin, kendileriyle amaçlanan sonuçları artık gerçekleştirmeyeceklerini nasıl/nereden bilebildikleridir… Tarihsel tecrübeyi etkin ve yeterli bulmaları halinde, o müdahalenin artık niye yeterli olmadığını tatmin edici bir izaha kavuşturmaları gerektiği gibi, sosyal değişmenin belli belirsiz ve yavaş seyrettiği dönemlerde ve sosyakültürel bakımdan birbirinden farklı toplumlarda

12 Maide/38.

13 Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu, Mecellenin Özü,Siraç Yayınevi, İstanbul, 2015, s:57

14 Bu konu hakkında ilerleyen bölümlerde ayrı bir başlık açacağız, bu yüzden ayet üstünde fazla durmak istemedik.

15 Apaydın, age, s:326

16 Age, s:327

(8)

mevcut hükümlerin, fıkıh usulünün temel kabullerinden esaslı bir sapma olmaksızın nasıl uygulanabildiğini de açıklamaları beklenir…17Tarihselcileraçıkça telaffuz etmemiş olsalar bile fıkıh usulünün temel kabulleri, onlar açısından, onları kaçıp kurtulmaya, değiştirmeye çalıştıkları sonuçlara tekrar döndürme potansiyeli taşıdığından fıkıh usulünü hasım olarak kabul etmek durumundaydılar… Yani aynı anda hem tarihselciliğin temel kabullerine hem fıkıh usulünün temel kabullerine riayet etmek tarihselciliğin doğası gereği mümkün gözükmüyor…18’’ Bu bölümü bitirmeden son olarak şunu söyelebiliriz; kime göre hangi ayet değişecek ve kime göre değişen ayetin maksadı anlaşılabilecek ?

1.2)İctihadve Değişim

Makalemizin bu bölümünde dini hükümlerde meydana gelen değişimleri ele alacağız. Tabi bu değişim otomatik olarak ortaya çıkan bir durum değildir, belli şartlar altında ve alanında uzman kişiler tarafından-yani müçtehidler-yapılan bir uygulamadır. Değişim kararı belli bir çabadan sonra ortaya çıkmaktadır, bu çabaya ictihad diyebiliriz. İlk başta bu kavramı tam olarak anlamak gerekmektedir, çünkü her önüne gelen bu çalışmayı yapmamaktadır. Mehmet Erdoğan hocamız bu kavramı şöyle tarif etmiştir: ‘’Kısaca dini anlamak ve pratik hayata uygulamak diye niteleyebileceğimiz ictihad şöyle tarif edilir: Fakihin, şeri ameli hükümleri mufassal delillerden çıkarabilmek için olanca gücünü ortaya koymasıdır. Mutlak ve mukayyed olmak üzere kısımları vardır. Akaid konusunda ictihad olmaz; çünkü onlar dinin kati olan kısımlarındandır. İctihad, nassların bulunmadığı yerlerde, kıyas, istihsan, maslahat, ıstıshab vb. yollarla yapılır. Nassların bulunduğu zaman ve yerlerde ise, onları anlamak, sözlerin maksud ve medlullerini tayin etmek usul ve yolları ile yapılır.

İctihad, ictihad-ı şeri ve ictihad-ı örfi olmak üzere de ikiye ayrılır. Hükmü örf ile sabit hukuki bir esasa istinat suretiyle vuku bulan içtihada örfi ictihad denir. Bazı idare amirlerinin ve özellikle muhtesip denilen ahlak zabıtası ve idare memurlarının örfe nazaran tedbirler almaları bu kabilden sayılmaktadır.’’19Bu kavram üzerinde daha derine inmeden şunu ifade etmek isteriz ki; hocamızın değindiği gibi içtihadın kesinlikle akide(inanç) alanında yapılamamasıdır. Bu kaideyi asla gözden

17 Age, s: 344

18 Age, s: 356

19 Erdoğan, age, s: 226

(9)

kaçırmamak gerekir.İctihad kavramının kısaca tanımını yaptıktan sonra bu kavrama etraflıca bakmak gerekmektedir. Bundan dolayı bu kısımda Zekiyyüddin Şaban hocanın Fıkıh usulü eserinden ictihad konusuna değinmek istiyoruz.

İctihad ikiye ayrılır; birincisi mutlak, ikincisi mukayyedictihaddır. Mutlak ictihad; her olay için hüküm istinbat edebilme ve bütün meselelere fetva verebilme kudretidir. Mukayyedictihad ise; bütün hükümlerle değil sadece ictihad edilen hükümle ilgili hususları bilmek şarttır. Mesela bir fakihin ibâdât alanına hâkim olmayıp, sözleşmeler konusunda hüküm istinbat edebilme kudretine sahip olması gibi.

Tabi her kısmın kendine ait bir takım şartları vardır. Mutlak içtihadın şartlarına bakacak olursak; Kuran-ı Kerim’i bilmek, Hz. Peygamber(s.a.s)in sünnetini bilmek, Kitap ve Sünnetin nasih ve mensuhunu bilmek, Arap diline tam anlamıyla hâkim olmak, Fıkıh usulünü bilmek, İslam hukukunun ana gayelerini bilmek. Mukayyed içtihadın şartlarına bakacak olursak; bütün hükümlerle alakalı değil sadece ictihad edilen hükümle alakalı hususları bilmektir.20Tabi buradan mutlak içtihadın mukayyed içtihada göre daha zor olduğunu anlayabiliyoruz. Hoca bu açıklamalarından sonra içtihadın caiz olduğu-olmadığı hususlar hakkında şöyle demiştir: ‘’Bütün şeri hükümler içtihada konu olmaz. Bazılarında ictihad caizdir, bazılarında değildir.

İctihadın caiz olmadığı konular; namaz, oruç, hac ve zekâtın farzıyeti, zina, hırsızlık, adam öldürme ve şarap içmenin haramlığı gibi dinin temel hükümleridir. Bu gruba giren hükümler arasında, müçtehitlerin herhangi bir asırda üzerinde icma ettikleri hükümleri de hatırlamak gerekir. Ancak icmanın senedi maslahat ise, maslahatın değişmesiyle yeni ictihad yapılabilir. Senedin maslahat olmaması halinde ise, ictihad edilemez ve buna aykırı yeni bir görüş getirilemez. İctihadın caiz olduğu konular;

A)Hakkında hem sübut hem de delalet açısından zanni nas bulunan hükümler; bunlar delili ahad yolla rivayet edilmiş ve hükme delaleti zanni hadis olan hükümlerdir, bu nevi sadece sünnette görülür, Kuran’da bu nevi hükümlere rastlanmaz.B)Sübut bakımından zanni, delalet bakımından kati nas bulunan hükümler. Bu neviye de Kuran’da rastlanmaz, sadece ahad sünnette söz konusudur. C) Hakkında sübut bakımından kati, delalet bakımından zanni nas bulunan hükümler, bu nevi ile lafzı birden fazla manaya ihtimali olan Kuran ve mütevatir sünnet nasslarında karşılanır.

D) Hakkında nas veya icma bulunmayan ve dinin herkes tarafından bilinmesi zorunlu

20Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Tercüme: İbrahim Kâfi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2017, S:563-569

(10)

hükümleri çerçevesinde sayılmayan hükümler.21İctihad konusunda daha fazla söylenmiş birçok husus var ama biz konuyu dağıtmamak için bu kadarıyla yetinmek istedik. Burada vurgulamak istediğimiz en önemli husus, Şari’nin(hüküm koyucu) koyduğu hükümlerin kıyamete kadar baki kalacağıdır. Nitekim bu hükümlerin neleri kapsadığını yukarıda içtihadın kapalı olduğu hususlarda söyledik. Şunu da belirtmek isteriz ki, Allah’ın bizden istediği hususların hepsi bizlerin menfaati içindir. Bu menfaatleri bizler aklımızda ya anlarız ya da anlamayız. Bu ister namazda olsun, ister had cezalarında olsun. Yani şunu kastediyoruz, içtihadın kapalı olduğu ayetler hakkında, bu ayetlerin menfaatleri şöyledir, biz günümüzde bu menfaatleri şu yollada sağlayabiliriz diyerek, ğayr-i ictihadi hükümlerde ictihad yapamayız. Yaparsak bunu kim yapacak, bir tarafın yaptığını başka taraf beğenecek mi ? Yani toplumun düzeni bozulur, yeniden düzen kurarken. Bu meseleyi ilerleyen bölümümüzden ele alacağız tekraren ama örnek olarak şunu söyleyebiliriz; hırsızlık ayeti gereğince el kesmek gerekir. Peki her hırsızlık yapanın eli kesilir mi? Hayır, belirli şartları var. El kesmek için bu fiilin keyfiyete dönüşmesi gerekmektedir. Peki el kesmede ki maksat ne?

Caydırıcılık. O zaman biz günümüzde hırsızlık fiilini başka yollarla caydırabiliyorsak, Allah’ın koyduğu el kesme cezası yerine başka yolları uygulayabiliriz. Bunu yapmak açıkca Allah’ın ayetlerine karşı gelmektir, maksadımız her ne kadar menfaat olsada.

Ama menfaat sağlayalım derken içtihadın kapalı olduğu alanı yıkarak belki de mefsedete yol açmış olacağız. Dikkat etmeliyiz. İçtihad kavramını ele aldıktan sonra

‘’değişim’’ kavramı üzerinde de durmak istiyoruz. Bizler günümüzde her ne kadar İslam Hukuku’nun çizdiği kurallara göre yaşasakta, zaman zaman bu kurallarda bazı durumlara göre değişimler meydana gelmektedir. ‘’İslam hukukunun amacı donmak ya da hayatı dondurmak değil; hayata hem ayak uydurmak hem de yön vermektir.’’22Aynı şekilde İslam Dini geldiği çağdan itibaren toplumsal gelişmenin önünü açan, sosyal değişime bağlı olarak ortaya çıkan problemlere getirdiği ilke ve prensiplerle çözüm üretebilen ve küresel ölçekte çağın ihtiyaç ve beklentilerini karşılayabilen bir din olmuştur.23Bu bilgiler öncülüğünde temel olarak iki tane değişim faktöründen bahsedebiliriz.Bunlar zaman ve çevre faktörleridir. ‘’İslam hukuku şüphesiz teşri ve tedvin dönemlerindeki ihtiyaçları düzenlemek için

21 Age, s: 571-574

22 Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2019, s: 15

23Yüksel Salman, ‘’Sosyal Değişme Ekseninde İslam Hukuku’’, Editör: Saffet Köse, İslam Hukuku Araştırma Dergisi, Konya, 2019, Sayı: 32, s:73

(11)

konulmuştur.’’24Aynı şekilde, ‘’bir müçtehidin kendi doktrininde değişikliklere neden olacak ölçüde böylesi güçlü çevre faktörünün, asırlar boyu sürecek zaman faktörü ile de birleşmesi durumunda, değişimin zaruriliği kendini hissettirecektir.’’25Peki İslam hukukundaki bu değişikliği nasıl anlamalıyız? Nitekim İslam hukukunun değişme ile bağdaşmayan yönleri olduğu gibi bağdaşan yönleri de vardır. Bağdaşmama sebeplerine bakacak olursak; İslam hukukunun ilahi hukuk oluşu, İslam’ın kemale ermesi, ebedi olarak yürürlükte kalmak üzere gönderilmiş olması, bütüncü özelliği, gayeci özelliği olarak sıralayabiliriz.26 Bağdaşma sebeplerine bakacak olursak yukarıda da zikrettiğimiz üzere zaman ve çevre faktörünün dışında, örfün değişmesi, umumi belva,27maslahat-ı mürseledir.28

Değişim konusunda üç farklı yaklaşım vardır bunlar, ifrat, tefrit ve mutedil yaklaşımdır. İfrat yaklaşıma göre; ‘’fürua dair hükümler, bütünüyle üretildiği tarihsel ve toplumsal şartlarla kayıtlıdır. Kuran ve Sünnet’in belirlediği fer’i hükümler de bu niteliktedir. Bunlara göre sadece ictihadla belirlenen fıkhi hüküm ve fetvalar değil, ahkam ayet ve hadisleri de tarihseldir.’’29Tefrit yaklaşıma göre; ‘’bu görüş değişimi inkar etmemekle birlikte değişimin sahasını oldukça dar tutan bir yaklaşımdır. Bu görüşte olanlara göre nassa dayalı hükümler ile külli hükümler değişmezler, sâdece cüz’i hükümler değişebilir.’’30Mutedil görüşe göre; ‘’bir hukuk sisteminin şartlara, çevreye vs. göre değişmeyen sabiteleri elbette olmalıdır. Böyle bir nitelik bir hukuk sistemi için nasıl önemli ise, o hukukun toplumun yapısına, çevreye ve bazı şartlara göre değişkenlik arz edebilen alanlarının bulunması da son derece önemlidir.’’31Biz mutedil görüşü daha tutarlı bulmaktayız. Çünkü İslam Dini kendini her çağın kendisine ayak uydurabildiği bir dindir. Ama biz bu değişimleri bazı sabiteler üzerine yapmak zorundayız daha doğrusu sınırımızı en önemlisi haddimizi bilmeliyiz. Yoksa her şeyi yıkmakla karşı karşıya kalabiliriz. Aynı şekilde, ‘’İslam hukukunun temel kaynaklarının genelde değişmeye kapalı olması, zamanla değişmez prensipler koyması aslında bir nakisa değil, İkbal’in de dediği gibi; sürekli değişmekte olan bir

24 Erdoğan, age, s:16

25 Age, s: 18

26 Age, s:19-36. Detaylı bilgiler için bakabilirsiniz, biz sadece konu başlıklarını vermekle yetindik.

27 Toplumun genelde karşılaştığı, kaçınılması zor olan ve sıkça meydana gelen hususlar. Mesala, toz, duman vb. şeylerden kaçmanın güç olduğu durumlarda, bunların oruca zarar vermemesi gibi.

28Salman, age, s:87-92.

29 Age, s:77

30 Age, s:78

31 Age, s:79

(12)

dünyada ayaklarımızın sağlam bir yere basmasını sağlamaktır.’’32 Bu bölümü bitirmeden önce son olarak şunu belirtmek isteriz; değişimde, hükme kaynaklık eden nassta herhangi bir değişiklik söz konusu olmadığı gibi, nassın iptali de bahis konusu değildir.33Mesela kölelik durumunun günümüzde olmaması sebebiyle, kölelikle alakalı ayetleri günümüzde uygulayamamaktayız. Ama bu durum gelecek zamanlarda köleliğin asla çıkmayacağını göstermez, aynı şekilde kölelik ayetlerini tarihin bir kısmına hapsetmeyi de gerektirmez. Bize düşen gücümüz yettiğince Allah’ın dinine sarılmak, onun emir ve yasaklarını gereğince yerine getirmektir.

1.3) Şatıbi ve Makasıd:

Buraya kadar ele almış olduğumuz içtihad ve değişim konusundan sonra Allah’ın bizler için koyduğu hükümlerin maksatlarına dair açıklamalarda bulunmaya çalışacağız. Fıkıh usulü literatüründe buna ‘’Makasıd-ı Şeria’’ denilmektedir. Bu kavramı daha da açıklayacak olursak; ‘’Şari’Teala’nın kullarının dünya ve ahiret mutluluğunu elde edebilmeleri için koymuş olduğu hükümlerin gaye ve hedeflerini, umde, esas ve ilkelerini kavrama ilmi.34Bu ilim sayesinde hükümlerin asıl maksatlarının ne olduğunu daha iyi kavrayıp, hayatımıza daha iyi yön verebiliriz.

Çünkü Şari tarafından konulan her hükmün gayesi aynı tarzda değildir, kimisi emir ifade ederken kimisi mübahlık ifade edebilir, kimisi haramlık ifade ederken kimisi mekruhluk ifade edebilir.Tüm bunları güzel bir şekilde anlayabilmemiz için makasıd ilmi ortaya çıkmıştır. Bu ilmin de öne çıkan isimlerinde birisi de İmam Şatıbi’dir.

Nitekim o fıkıh usulü literatüründe ‘’El-Muvafakat’’ adlı bir eser yazmış ve bu eserinin 2.cildini sadece makasıd konusuna ayırmıştır. Bizde konumuzla alakalı olduğu için bu eserden yararlanarak inşallah bu bölümü anlatmaya çalışacağız.

İmam Şatıbi, Arap kökenli bir aileye mensuptur. Ailesi Şatıbe’yemensub olduğu için o da Şatıbi olarak anılmıştır. Şatıbi, H.720(1320) yılında Gırnata’da dünyaya gelmiştir. Onun yetiştiği yer olan Gırnata ilim merkezlerinden biriydi, tabi olarak İmam Şatıbi’de bu fırsattan fazlasıyla yararlanabilmiştir. O, Kuran ve Sünnet ilimlerinde ileri bir seviyeye gelmiş ve bu iki kaynağı tümevarımsal(istikra) bir yöntemle ele almıştır. Bu yöntem sayesinde dinin temel ilkelerini ve asli hükümlerini tespit etmiş, daha sonra bu ilkeler üzerine kurulmuş olan fer’i hükümleri incelemiştir.

32 Erdoğan, age, s: 22

33Salman,age, s:76

34 Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, s: 338

(13)

Böyle bir ilmi yöntemle yaşadığı toplumdaki inanç, ibadet ve uygulama alanlarını incelemeye tabi tutmuş, bunu yaparken kelam ve fıkıh usulü ilimlerinden de faydalanmıştır. İncelemelerinin sonucunda toplumda sünnet dışı olan bütün uygulamalara karşı savaş açmış ve onlara bidat damgasını vurmuştur.35Kısaca hayatını aktardığımız İmam Şatıbi’nin konumuzla alakalı olan Muvafakat adlı eserine de öz bir şekilde değinmek istiyoruz.Makasıd ilminin yorumlanması bakımdan yenilik taşıyan bu eserdeki amaç; yeni bir din inşa etmek yerine kadim gelenekteki ilmi birikimi bütüncül bir bakış açısıyla yorumlamaktır.36Buradan hareketle, Şatıbi’ninmakasıd konusundaki görüşlerinin tarihselcilik görüşüyle yakınlığının olduğunu savunanlar bulunmaktadır. Ama yazımızın devamında da belirteceğimiz gibi Şatıbi ile tarihselcilik arasında bir bağ yoktur.

‘’Şatıbi’ningörüşlerinin tarihselci yönelişle mukayesesini yaptığımızda M.

Erdoğan’ın da tespit ettiği gibi şunları söyleyebiliriz. Şatıbi, Kuran’ın doğru anlaşılması için, onun nazil olduğu dönemdeki Arab’ın dil, kültür, adet ve anlayışının esas alınması gerektiğini söylüyor. İşte bu noktada Şatıbi, tarihselci yöntemi benimseyenlerle örtüşüyor gibi gözükmektedir. Ancak Şatıbi, Kuran’ın nuzül döneminde vazedilen hükümlerin ebedi olarak sabit olduğunu söyleyerek işte bu noktada tarihselci yönelişle ayrışmaktadır. Hakikatte Kuran’ın tarihselliği ekseninde yürütülen tartışmaların kırılma noktası da burasıdır. Dolayısıyla Şatıbi’nin, bütünüyle tarihselci bir söylemi asırlar önce dile getirdiğini söylemek pek mümkün gözükmemektedir.’’37

Allah-u Teala hükümlerini her zaman biz kullarının iyiliğini isteyerek koymuştur. Biz bunların bir kısmını aklımızla anlayabildiğimiz gibi anlayamayabiliriz de. İnsanoğlu olarak, Allah’ın bizler için koyduğu hükümlerin gayelerine bakacak olursak, ilk başta ümmi bir Arap toplumu karşımıza çıkacaktır, yani Allah hükümlerini ilk defa bu topluluğa indirmiştir. ‘’Nitekim Kuran tevhit, ahiret ve nübüvvete dair deliller getirirken ilk muhatapların anlayacakları şeylerden, gök, yer, dağlar ve bulutlardan söz etmiş; cennet nimetleri ve şekillerini anlatırken de ilk muhataplara, onların bildiği ve aşina oldukları nimet çeşitlerinden; örneğin su, süt, bal, hurma gibi nimetleri zikrederken, bilmedikleri ceviz, badem, elma ve armut gibi

35 Daha detaylı bilgiler için bknz: DİA, Şatıbi, c: 38, s: 373-375

36 Age, s: 374

37 Demir, age, s:200

(14)

meyvelerden bahsetmemiştir.’’38Ama bu durum, inen ayetlerin, hükümlerin sadece bu toluma ait olduğunu göstermez. Nitekim sebebin hususiliği hükmün umumiliğine engel değildir. Aynı şekilde o, Kuran’ın ilk muhatapları olan Arapların ümmi bir topluluk olduğuna vurgu yaparak, Kuran’ın onların anladığı ilimlere vurgu yaptığına, bu ilimler dışında Kuran’a başka ilimlerin yüklenilmeyeceğini söylemiştir.39 Yukarıda da belirttiğimiz gibi Şatıbi’nin buradaki amacı, ayetlerin maksatlarını araştırmaktır, onları tarihe gömerek geçersiz saymak değildir.

Şatıbi’ninmakasıdıyla ilgili olan bölümümüzü bitirmeden önce onun

‘’süreklilik arz eden adetler’’ isimli bölümüne temas etmek istiyoruz. O bu bölümünde özetle şunları söylemiştir: Bu adetler ikiye ayrılır. Birincisi şeri delillerin ortaya koyduğu veya yasakladığı şeri adetlerdir. İkincisi ise; hakkında müspet veya menfi şeri bir delilin bulunmadığı mahlukat arasında cereyan eden adetlerdir. Birinci türden olan adetler diğer şeri durumlarda olduğu gibi sabittir. Mesela, kölenin şahitlik ehliyetinden mahrum olması, necasetin giderilmesi, çıplak olarak Kabe’nin tavaf edilmesinin yasaklanması… İnsanlar arasında cereyan eden bu ve benzeri adetler ister güzel olsun ister çirkin olsun, hepsi şeri hükümlerin altındaki dahili durumlardandır.

Bu adetlerde, mükelleflerin haklarında görüşleri değişse bile, asla değişme meydana gelmez, güzelin çirkine, çirkinin de güzele dönüşmesi doğru olmaz. Hatta misal olarak şöyle denilse; ‘’bugün kölenin şahitliğinin kabulünü güzel adetler önlemez, dolayısıyla onların şahitliklerini bugün geçerli kılalım’’ bu geçerli olmaz. Çünkü böyle bir şey geçerli olursa bu halen geçerli ve devam eden hükümlerin nesh edilmesi olur ki peygamberin vefatından sonraki nesh batıldır. Sonuç olarak şeri adetlerin ortadan kaldırılması da batıldır.

İkinci türden adetler ise; bu adetler sabitte olabilir, değişkenlikte gösterebilir.

Sabit olanlar; şehvet, yemek yeme, içme… konuşma vb. şeylerdir. Değişkenlik gösterenler; bir kısmı güzellikten çirkinliğe, çirkinlikten güzelliğe değişim olma durumudur. Mesela erkeğin başını açması gibi, bu çeşitli yörelere göre farklılık arz eder. Bir kısmı makasıdi ifadede ki farklılıktır, yani mana hakkındaki ibare başka bir ibareye yönelir. Bir kısmı muamelat vb. alanlardaki fiillerin farklılığıdır. Mesela adet olduğu üzerenikah konusunda zifaftan önce mehrin teslim edilmesi vb. olaylarda hüküm örfe göre belirlenir. Bir kısmı mükellefin dışında olan durumlara göre farklılık

38Age, s:190, İbrahim B. Musa Eş-Şatıbi, El-Muvafakat,İbn Affan Yayınevi, H.79, c:2, s:125,126

39Şatıbi, age, s:127,128

(15)

arz eden şeylerdir. Buluğa ermek gibi. Bir kısmı da olağan dışı konularda olan değişimdir. Mesela bazı insanlar için olağan dışı durumlar adet haline gelir, bu durumda olan insanların hükümleri içinde daimi olarak bulundukları duruma göre verilir. Burada zikredilen hükmi farklılıklar adetlerin farklılığıdır. Asli hitapta meydana gelen bir farklılık değildir. Çünkü şeriat daimi ve ebedi olarak konulmuştur.

Şayet dünyanın sonsuzluğunu farz edersek, yükümlülükte sonsuza kadar devam edecektir ve Şeriat’e bir ilave yapılmasına ihtiyaç duyulmayacaktır.40

Son olarak Abdurrahman Haçkalı hocamızınİmam Şatıbi ve Makasıd’ı hakkındaki görüşlerine kısaca yer vermek istiyoruz. Hocamız bu konu ile alakalı şunları söylemiştir. ‘’Şatıbi’nin Fıkıh Usulünü makasıd düşüncesi ile yeniden inşa ettiğini belirtmiştik. Onun bu tutumunu, işlediği her konuda görmek mümkündür.

Konuyla ilgili olarak O şöyle der: Din zaruri, haci ve tahsini diye derecelenen esasların korunması amacıyla geldiğine göre, bu husus onun her konusunda ve bütün delillerinde yaygın olarak bulunacaktır. Çünkü bunlar külli esaslardır ve çerçeveleri altına giren her cüzi üzerinde hakim konumdadırlar.’’41

2) TARİHSELCİLİKTE ÖNE ÇIKAN İSİMLER VE YAKLAŞIMLARI

2.1) Fazlurrahman

Makalemizin bu bölümünde tarihselcilik kavramıyla ön plana çıkan isimlerden bahsedeceğiz. Bu isimlerden ilk akla gelen ve günümüzde de halen etkisi süren Fazlurrahmandır. Hocanın görüşlerine geçmeden önce hayatı hakkında bilgi vermek istiyoruz. Hoca 1919 yılında Pakistan’da dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini, İslam’ın çağdaş gelişmelerle hesaplaşmasını savunan babasından almıştır. Hocanın kendi

40 Age, s:488-491

41Abdurrahman Haçkalı, Şatıbi’deMakasıd ve Fıkıh Usulü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2010, s:109

(16)

ifadesine göre yenilikçi bir fikir adamı olarak yetişmesinde babasının rolü büyüktür.

Hoca 1933 yılında Lahor’da yüksek öğrenime başladı aynı zamanda babasının İslami İlimler sahasındaki derslerine devam etmiştir. Hoca 1940 yılında Pencap Üniversitesi’nin Arapça bölümünden mezun olduktan sonra aynı üniversitede lisansüstü öğrenime başlamıştır. Hocanın Arapça’da olan meziyeti onu İslami İlimler alanında daha da derinleştirmiştir. Böylelikle hoca 1942 yılında aynı üniversiteye araştırma görevlisi olarak girmiştir ve 1950’de İngiltere’nin Durham Üniversitesi’ne tayin edilmiştir. Hoca daha sonra hayatının dönüm noktası olan 1961 yılında Pakistan hükümetinin davetini üzerine, İslam toplumunun meselelerini daha yakından incelemek amacıyla, Pakistan’a dönmüştür. Nitekim hocanın bu tarihten itibaren yayınladığı makale ve kitaplarının hemen hepsi İslam toplumunun güncel meseleleriyle ilgili olmuştur. Hocanın 60’lı yıllarda yayımladığı eserler Pakistan’da büyük yankı uyandırmıştır, hatta bazı siyasiler, hocanın ‘’İslam’’ adlı kitabında kullandığı bir ifadeden dolayı dönemin hükümdarından onun katlini istemişlerdir.

Bunun üzerine hoca Pakistan’ı terk etmiş, Amerika’ya yerleşmiştir. Burada bir müddet ders verdikten sonra hoca 1988 tarihinde vefat etmiştir.42Fazlurrahman’ın kısaca hayatına değindikten sonra görüşlerine geçebiliriz.

Günümüzde Fazlurrahman dediğimizde, ilk olarak akıllara onun tarihselcilik görüşü gelmektedir. Nitekim hoca ‘’önce zamanımızdan Kuran’ın indirildiği zamana gitmeli; sonra tekrar oradan, kendi zamanımıza dönmeliyiz’’43demiştir. Bu sözün birinci kısmını Kuran’ın sebeb-i nüzulüyle, ikinci kısmınıda Kuran’ın kastettiği maslahat ile açıklayabiliriz. Fazlurrahman’a göre; Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır. Bunlardan ilki; Müslümanların Batı ile bütünleşmeleri, ikincisi ise; İslam’ı tarihsel bir metotla yeniden yorumlayarak onu yeniden hayatın tüm alanlarına müdahil kılmaktır.44Hocaya göre bunu yaparsak, işte o zaman Kuran’ın ahlaki ve sosyal amaçlarına uygun yeni bir modelle hareket etmiş oluruz.45 Hoca her ne kadar Müslümanların içine düştükleri sıkıntılı durumlarından kurtulmaları için yeni bir metot ortaya çıkarmaya çalışsa da, makalemizin ilk bölümlerinde de söylediğimiz gibi bu metodu kim neye göre uygulayacak, ya da uygulanırsa fikir birliği sağlanabilecek mi ? Nitekim günümüzde Müslümanlar arasında halen devam etmekte

42 Detaylı bilgi için bkz: DİA, Fazlurrahman, c:12, y:1995, s:280-286

43Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kuran, çeviri: Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2018 s:12

44 Demir, age, s:93

45 Age, s:93

(17)

olan kargaşalar Kuran-ı Kerim’in ve Sünnet-i Seniyye’nin bakiliği sayesinde bir nebze olsun durdurulabilmektedir, ama biz Kuran-ı Kerim üzerinden, Fazlurrahman hocanın dediği gibi, yeni metotlar üretmeye kalkarsak, kanaatimizce bu durum Müslümanlar arasındaki birlik kavramını zedeleyebilir.

Hoca, yukarıda değindiğimiz söz üzerine şöyle açıklama yapmıştır: ‘’Bu iki hareket içinde dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta vardır: Bir taraftan ayetin nazil olduğu tarihi ortamı ve hangi soruna çözüm olarak geldiğini gayet iyi inceleyerek ayetin manasını anlamaya çalışmamız gerekir… Birinci nokta, ayetin cüz’i anlamını verir ki, bu tamamen geleneksel tefsir usulünün ‘’Sebeb-i Nuzul’’

dediği durumları içermektedir. Fakat bundan farklı yönü, yorumlanan ayetin yine mücerred değil, Kuran’ın bir bütün olarak göz önünde tutulması ile anlaşılmaya çalışılmasıdır. İkinci nokta ise ayetin evrensel anlamını verir ve o ayetin sadece nazil olduğu asra hasredilmeyeceğini anlatır.’’46Hocanın burada ifade ettiği görüşüne biz de katılıyoruz. Tabiki de Kuran ayetlerini sadece indiği bağlama hasredemeyiz, onları bu bağlamdan çıkarıp günümüze tatbik etmeliyiz. Ama yaptığımız araştırmalar sonucunda hocanın bu görüşünü koruyamadığını söyleyebiliriz. Çünkü; makalemizin devamında da değineceğimiz üzere, Kuran ayetlerinin evrensel olduğunu söylemekle, Kuran ayetlerinin maksadının evrensel olması çok farklı şeylerdir.

‘’Kuranı anlamak için tarihi bir ortama götürmenin onun mesajını o zaman ve mekan ile sınırlamak olacağı şeklinde bir itiraz olabileceğini belirten Fazlurrahman, bu fikrin doğru olmadığını, kendi çabasının Kuran’ın doğru bir şekilde anlaşılması olduğunu ifade eder.47Hoca bu bağlamla ilgili şunları da söylemiştir: ‘’Kuran ortaya çıkışı itibariyle 7.asır Mekke toplumunun çok tanrıcılığı ve sosyoekonomik dengesizliğine bir cevap, bir karşı koyuştur. Kuran salt nazari bir belge değildir. Bu anlamda tarihsel bir metindir. Kuran’ın doğru bir şekilde anlaşılması için onun tarihsel bağlamına riayet edilmelidir.’’48Hoca hem evrenselliğe vurgu yapmıştır, hem de tarihselciliği ön plana çıkarmıştır. Bize göre de Kuran, indiği bağlamdan soyut bir şekilde ele alınmamalı, Kuran’ın indiği ortam güzel bir şekilde incelenmeli, daha sonra Kuran ayetlerini günümüze yansıtmalıyız. Ama burada hocanın ‘’Kuran salt bir belge değildir’’ görüşü ile şunu anlayabiliriz: Kuran ayetleri, hukuk kitabında ki

46Fazlurrahman, age, s:12

47 Demir, age, s: 96,

48 Age, s:96

(18)

kurallar gibi değildir. Bu ayetler bize yol göstericidir, tarihte yaşanmış olaylar üzerine gelmişlerdir, bizler bu olaylardan yola çıkarak Allah’ın ayetlerini evrenselleştirmeliyiz. Ama nasıl? Şöyle ki; Kuran ayetlerinin maksadı kötülüğü ortadan kaldırmak olsun, biz bu kötülüğü günümüzde başka yollarla da kaldırabiliyorsak bu yolu kullanmalıyız. Çünkü Kuran ayetleri, hukuk kuralları gibi olmadığı için, biz onları günümüze kural olarak almak yerine, onların maksatlarından yola çıkarak, yeni yollar üretebiliriz. Bu şekilde Kuran’ı evrensel hale getirebiliriz. Bu yöntemle Allah’ın ayetlerini kenara bırakıp, ama bu ayetlerin üzerinden, kendi kendimize toplum için maslahat üretmek, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği zedeleyecektir. Çünkü dayandığımız maslahatlar, ayetlerin kendisi değil, bizlerin kendi görüşleridir.

Fazlurrahman hoca, yaptığı bu çalışmayı ictihad olarak isimlendirmiştir.

‘’Onun tanımıyla ictihad, kural içeren bir nassın veya geçmişteki emsal bir durumun manasını anlama ve o kuralı öyle bir şekilde teşmil, tahsis, ya da olmadığı takdirde tadil ederek değiştirme çabasıdır ki, bulunan yeni çözüm vasıtasıyla bu kural, bir nassın veya emsal bir durumun bir ilke olarak genelleştirilebileceğini ve böylece, bu ilkenin de, yeni bir kural olarak formüle edilebileceğini ifade etmektedir.’’49Biz ictihad kavramını yukarıda açıklamıştık, orada hangi konularda içtihadın yapılabileceğini hangi konularda yapılamayacağını da ifade etmiştik. Burada bu kavram üzerinde tekraren durmamak kaydıyla şunları söylemek isteriz: İctihadın caiz olmadığı konulara bakacak olursak ilk başta akaid alanı gelir, daha sonra ibadat ve ukubat alanı gelmektedir. Hocaya göre kural içeren bir nassın tahsisiyle yeni bir çözüm meydana getirilebilir ve bu çözüm ilke olarak benimsenebilir. Ama biz böyle bir hareket içerisine girersek, Allah’ın koyduğu belirli cezalar üzerinden kendi ceza sistemimizi oluşturursak, bu Allah’ın asli emirlerini görmemezlikten gelmek olmaz mı? Hoca yapılan bu faaliyete ahlaki ictihad demiştir. Ama böyle bir davranış hocaya göre ne kadar ahlaki görülürse görülsün, Din-i Mübin’in temellerini sarsmaktan geri durmayacaktır.Peki temelleri sarsılan bir din ne kadar ayakta durabilir? Allah-u Alem.

Hoca yine Kuran’a hukuk kitabı olarak bakılmamasıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: ‘’Belli bir takım toplumsal yenilikleriyle Kuran, toplumun yoksul, yetim, kadın, köle ve ağır borç altında olan zayıf tabakalarını güçlendirmeyi hedef aldı. Fakat Kuran’ın toplumsal yeniliklerini anlamaya çalışırken, hukuki kanunlar oluşturması ile

49 Age, s:99

(19)

ahlaki kurallar koyması arasındaki farkı göremezsek, onu temelden yanlış anlamaya yönelmiş oluruz. Ancak böyle bir ayrım yapmakla, sadece Kuran’ın hakiki gayesini anlamakla kalmaz; belki aynı zamanda kadın hakları gibi girift meseleleri de çözebiliriz. İşte, temel olarak Kuran’ı hukukun dini bir kaynağı olarak değil de, bir hukuk kitabı olarak kabul eden Müslüman hukuk geleneğinin açıkça hataya düştüğü nokta burasıdır.’’50Hocanın Kuran’ı hukuk kitabı olarak görmemeliyiz görüşünü, Kuran’ın hepsine yansıtamayız. Çünkü Kuran’ı Kerim’e bakacak olursak hukuka dair çokça ayet olduğunu görebiliriz. Mesela ‘’Müdayene Ayeti’’, borç ayetidir ve Kuran’ın en uzun ayetidir. Bu ayette borç esnasında şahit olarak iki erkek yoksa, bir erkek şahit karşısında iki kadının olması gerektiği buyrulmuştur.51Şimdi hocaya göre bu ayeti günümüzde hukuki olarak değil de ahlaki olarak ele alırsak şöyle bir sonuç ortaya çıkacaktır: 21.yüzyılın kadının toplumdaki statüsü ile Hz.Peygamber(s.a.s) zamanındaki kadının statüsünü bir tutmak ahlaki değildir, bundan dolayı günümüzde bir erkek ile bir kadının şahitlikte denk olması ahlaki açıdan sakıncalı değildir.Mantıki açıdan tutarlı gibi görünse de böyle bir açıklamayla biz dinimizin kati emirlerinde değişiklik yapmış oluyoruz. Hoca her ne kadar dinin maslahatını istese de, bu görüşü tutarlı olarak almakla ne gibi mefsedetlere yol açabileceğini ön görmemiş olsa gerek.

Nitekim İslam dininde kadın çok ayrı bir yere sahiptir, ona özel haklar verilmiştir52, cennet annelerin ayaklarının altına serilmiştir. Müdayene ayetini kadına yapılan bir haksızlık(yani bir erkek karşısında iki kadın olması, kadınların bu konuda beceriksizliğine delalet eder.) olarak görmek yerine sadece ve sadece Allah’ın emri olarak görmeye çalışsak ve buna teslim olsak, bu ve benzeri ayetleri ahlaki bakımdan ele almaya gerek kalmayacaktır. Çünkü,Allah-u Teala kadına bu özellikleri vermişken, bizim bu ayet neticesinde onu değersiz gibi algılamamız, meseleyi anlamsızlaştıracaktır.

Fazlurrahman hocanın amacı Kuran’ı evrenselleştirmekti, bunu da şöyle diyerek vurgulamıştı: ‘’Bunun içindir ki, Muhammed hem kendi toplumunu hem de tüm insanlık toplumlarını uyarmak için gelmiştir. Çünkü Allah’ın elçisi her ne kadar kendi toplumuna doğrudan doğruya hitap ediyor ise de, tebliğini yaptığı andan itibaren hitabı evrenselleşir. Bunun için Kuran, Peygamberliğin bölünemeyeceği

50Fazlurrahman, age, s:92

51 Bakara/282

52Bkz: Nisa/4, Nisa/127, Araf/189, Mümtehine/12, Tahrim/12

(20)

konusunda ısrar etmiştir.’’53Evet, Hz.Muhamed(s.a.s)in hitabı evrenseldir, ama hoca bu evrenselliği, ahlaki bir bakış açısıyla ele almaya çalıştığı için, evrensellik ilahi boyuttan beşeri boyuta geçmiştir, bu da evrenselliği zedelemiştir.

Bu bölümümüzü bitirmeden son olarak şunları belirtmek istiyoruz: Hoca, Kuran’da ki hükümlerin lafız olarak alınıp günümüze taşınması yerine, onların arkasında ki temel gayeler üzerinde durmuştur. Yani meselenin özü illettir, şayet ortam, kanundaki illeti yansıtmayacak şekilde bir değişikliğe uğrarsa o zaman bu kanunda değişikliğe gitmemiz gerektiğini vurgulamıştır.54Ama bu değişikliğin kime göre yapılacağı konusunda bir ittifak olmadığı için, bu durum ihtilafı fazlasıyla aralayacaktır. Çünkü; illetin tespitinde ortam esas olarak alındığında bu ortamın değerlendirilmesi öznellikten uzak olmayacaktır. Peki bu öznel tespitlerden nesnel anlamlar yakalamak ne kadar mümkün olacaktır?55Bu ve benzeri sorular, bu yöntemde daimi olarak zihinleri tırmalayacaktır, bu durumda sonu gelmeyen sorunları beraberinde getirecektir.

2.2) RudiParet

Bu kısımda tarihselcilik konusundaki diğer bir isim olan RudiParet’in görüşlerini ele alacağız. Onun görüşlerine geçmeden önce hayatına kısaca değinmek istiyoruz. Büyük bir Alman Şarkiyatçısı olan Paret, 1901 yılında Almanya’da dünyaya gelmiştir. O ilk başlarda Hıristiyan ilahiyatını tahsil etmek istiyordu ama EnnoLittmann’ın etkisiyle Şarkiyat öğrenimine merak salmıştır. Paret, Litmann’ın yanında Arap edebiyatı üzerine doktorasını yazmış ve birkaç yıl Tübingen Üniversitesi Doğu Dilleri Bölümü’nde asistan olarak çalışmış, buradan Heidelberg Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak atanmıştır. Paret bir zaman Amerikalılara esir düştüğü için akademik hayatına uzun süre ara vermiştir. Daha sonra ise tekrar Tübingen Üniversitesi’ne dönmüş ve orada Prof. Olarak çalışmış, aynı üniversiteden de emekli olmuştur.Paret, ilmi bakımdan zirvede olduğu zamanlarda çalışmalarını daha çok Kuran üzerine yapmış ve bu alanda birçok eser yazmıştır.Paret geçirdiği

53Fazlurrahman, age, s:100

54 Demir, age, s:100

55 Age, s:101

(21)

hastalık döneminden sonra 1983 yılında vefat etmiştir.56Kısaca hayatına yer verdiğimiz RudiParet’in görüşlerine geçmek istiyoruz.

RudiParet’in çalışmalarına dair ilk olarak şunu söyleyebiliriz; o, bilimsel araştırmalarında Kuran’ı merkeze almış ve problemli(!) konuları kendi bakış açısıyla değerlendirmeye çalışmıştır. Tabi bu durum onu birtakım yanlış sonuçlara götürmüştür. Bu yanlışları onun görüşlerine yer vererek açıklamaya çalışacağız. Paret, Kuran ayetlerinin ve surelerinin tertibindeki düzensizlikten bahsetmektedir. Ona göre,

‘’…Metinsel bağlamın her halükarda esas alınması eleştirilmesi gereken bir durumdur. Müfessirlerin Kuran’ı yanlış anlamalarının sebebi, Kuran’ın tertip tarzıdır.

Gerek surelerin sıralanmasında, gerekse ayetlerin tertibinde kronolojik bir sıra takip edilmemiştir. Öte yandan, birer metinsel bütünlük olarak bölümlenen sureler de gerçek anlamda(konusal) bir bütünlük teşkil etmemektedir. Bu sebeple, Kuran’ı anlamaya çalışırken metindeki siyak sibak karinesini hareket noktası kılmak yanıltıcı olabilmektedir.’’57RudiParet, bunları söylerken ya Kuran’ı tam anlamıyla okumamıştır, ya da Kuran’a bilerek iftira atmaya çalışmıştır. Çünkü Kuran-ı Kerim, Allah-u Teala tarafından Hz.Muhammed’e(s.a.s) indirilmiştir.

Peygamberimiz(s.a.s)de, ümmi olduğu için bu ayetleri vahiy katiplerine yazdırır, onlara hangi ayetin nereye koyulacağını da Allah’ın kendisine bildirmesi ile gösterirdi. Nitekim نودعاقلا يوتسي لا ayeti58 nazil olduğu zaman Peygamberimiz(s.a.s) Zeyd b. Sabit’i çağırıp ona şöyle demiştir: نودعاقلا يوتسي لا ayetini yaz.59Görüldüğü üzere Peygamberimiz(s.a.s) Zeyd’e bu ayeti yazmasını emrediyor, yani biz bu olaydan şunu da anlayabiliriz; bu ayeti, şu sureye, şu nolu ayetin altına veya üstüne koy. Yine Kuran’a bakacak olursak, (De ki) ‘’Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren odur…60 Nitekim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size ayetlerimizi okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor…61Biz onu(Kuran’ı) Kadir Gecesi indirdik…62

56RudiParet’İn hayatıyla ilgili olarak DİA, RudiParet, c:34, y:2007, s:168-169 maddesini okuyabilirsiniz.

57RudiParet, Kuran Üzerine Makaleler,Çev: Ömer Özsoy,Otto Yayınları, Ankara, 2018, s:19

58 Nisa/95

59 Buhari,Kitabu-t Tefsir, Nisa Suresi, Bab 18

60 Enam/114

61 Bakara/151

62Kadr/1

(22)

Yukarıda zikrettiğimiz hadis ve ayetler RudiParet’in ayet ve sureler hakkındaki görüşlerini reddetmektedir. Çünkü Paret’in dediği gibi surelerde tertipsizlik varsa, peygamber Kuran’ı tertipsiz şekilde yazdırmıştır, bu da demek oluyor ki Allah tertipsiz bir ilahi metin indirmiştir. Yine Kuran’ı bizler için indiren Allah, ayetlerdeki konuları farklı farklı yerlerde zikrettiği için hikmetsiz bir iş yapmış olacaktır. Çünkü Paret’e göre Kuran’da konu bütünlüğü yoktur.Ama bunun da bir hikmeti vardır ki o da şudur; Kuran kural kitapları gibi maddeleri alt alta vermeyerek kendisini kuralcılıktan korumuştur, yani birinci madde şudur, ikinci madde şudur dememiş, dinamik bir yapıda her konuyu farklı farklı yerlere dağıtmıştır ki, biz insanlar okurken ondan sıkılmayalım.

RudiParet, Kuran’ın evrenselliği ile alakalı şunları söylemiştir: ‘’Esasen Kuran, Müslümanların çağdaşlıkla kucaklaşmalarını onaylamamaktır. Zira Kuran’ın dünyası bambaşka ve tarihin çok gerilerinde bir yerdedir. Müslümanların onun evrenselliğine olan inançları gereği çağdaş yaşam ile olan sorunlarını çözmek için de yine ona başvurmaları, esasen ona üstesinden gelemeyeceği bir yük yüklemekten başka bir şey değildir. Mesela Kuran belli bir tarihsel durumda çok evliliği-üstelik dörtle sınırlı olmayan bir poligamiyi- ön görmüştür. Oysa çağdaş Müslüman aydın, aslında Kuran’ın tek kadınla evliliği teşvik ettiği gibi tarihsel açıdan tutarsız bir iddia ile ortaya çıkabilmektedir… Oysa Kuran evrensellik iddiası içerse de bu tür manevralara elverişli değildir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nda baş gösteren İslam hukuku alanındaki reform çalışmaları sırasında, Kuran’ın ayrıntılı olarak düzenlemediği ticaret hukuku gibi alanlarda yeni düzenlemeler yapmada önemli bir zorlukla karşılamazken, hemen bütün ayrıntıları Kuran tarafından düzenlenen miras hukuku alanında hiçbir yenilik yapılamamış olması bur gerçeği göstermektedir.’’63Paret bu sözleri ile açıkça Kuran’ı tarihe gömmek istemektedir.

Söylediklerinde ise yanılmaktadır. Kuran, Müslümanların çağdaşlıkla kucaklamalarını engellemez, aksine biz Müslümanların her zamana ayak uydurabilmesini teşvik eder.

Kuran bize aile hayatıyla64, ahlakla65, iktisadi hayatla66, ilimle67 alakalı çokça bilgi vermektedir ve bu bilgiler kıyamete kadar sürecektir.Paret’in, biz Müslümanların, her sorunumuzu Kuran’a götürmemiz, bu sorunları çözmede yetersiz kalacaktır

63Paret, age, s:23

64 Rum/21, Bakara/177

65 İnsan/7-10, Maide/8

66Muminun/3, Maide/38

67 Bakara/44,73, İsra/36

(23)

iddiasında, bu sorunları biz Müslümanlar olarak Kuran’a değilde kime götüreceğiz?

İnsanların yaptığı kurallara mı götüreceğiz? Peki, hangi insanların? Sonuçta bir iktidarsızlık çıkacaktır. Nitekim Allah’uTeala; هلوسر و الله ىضق اذا ةنمؤم لاو نمؤمل ناك امو مهرما نم ةريخلا مهل نوكي نا/ Bir mümin erkek veya bir mümin kadının, Allah ve rasulübir emir ve hüküm verdiklerinde artık onların, başka tercih hakları olamaz68buyurmuştur.

Allah ve rasulü gerek ceza konusunda gerek aile konusunda gerek başka konularda birçok hükümler vermişlerdir ve bizlerin bu hükümlerde (yerine göre) değişikliğe gitmeye hakkımız yoktur, ama Paret’e göre ise Kuran evrenselliğe hitab etmez, çünkü Kuran belirli bir zamanda kalmıştır. Ama biz Allah ve Rasulü’nün hükümlerine tarihsel dersek o zaman Allah’ın bu ayetine(Ahzab/36) ters düşmüş olmaz mıyız?

Burada şu hususa değinmek isteriz: Tabi ki dinimizin kurallarında, zaruri durumlara göre esnemeler yapılabilir, ama bu durum Kuran, çağdaşlığa engeldir anlayışına tamamen terstir.

Paret, Osmanlı’da ticaret alanında ki değişimde bir zorluk yaşanmazken, miras hukukunda ise yaşandığını belirtmişti. Osmanlı Devleti, 17. Yüzyıla kadar belirli bir mezhebibaz alarak hukuki işlemlerini yürütmüştür. Ama 17.yüzyılda Batı’daki gelişmelerden sonra, Osmanlı bu hukuk sistemini değiştirme yoluna girmiştir ve Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye eserini oluşturmuştur. Bu eserde şahıs, eşya ve borçlar hukukunu içine alan medeni hukuka yer verilirken, aile hukukuna yer verilmemiştir.

Bu eserin yazıldığı dönemde medeni hukuk alanında birçok değişik hükümlere yer verilmiştir. Bunun sebebi ise bu alanda içtihad kapısının açık olmasıdır. Yani bu alanda o günün şartları neyi gerektiriyorsa ona göre davranılmıştır. Ama aile hukukuna bakacak olursak, özellikle miras, bu alan Allah-u Teâla tarafından hükmü kesin olarak konulmuş bir alandır. Yani isteğimize göre bu alanda değişiklik yapamayız. Yani Paret’in dediği gibi ticaret alanındaki değişim rahatlığıyla miras hukukundaki değişim zorluğu, keyfiyete dayananbir durum değildir, aksine dönemin ulemasının Allah’ın ve Rasulü’nün emirlerini uygulama çabasıdır.

Paret, Müslümanın çağdaşlaşması hakkında şunları da söylemiştir: ‘’Bu önerinin mantıksal sonucu, Kuran’ın çağın gerisinde kaldığıdır. Bunun anlamı ise şudur: Müslüman çağdaşlaşmak istiyorsa Kuran’dan, Kuran’a sadık kalmak istiyorsa çağdaşlaşmaktan vazgeçmelidir.69Paret’in bu görüşüne katılmak ne kadar

68Ahzab/36

69Paret, age, s:24

(24)

tutarsızlıksa, Kuran-ı Kerim’de, bize ve bizden sonra kıyamete kadar gelecek olan nesle hitap eden ayetleri görmezlikten gelmek o kadar tutarsızdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: ‘’Onlar Kuran’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?’’70Peki biz Kuran’ı Kerim’ düşünmeye başlarsak neleri görebiliriz? Mesela en basitinden başlarsak; lakap takmayı71, ahlaki faziletleri72 görebiliriz. Yine; iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamayı73, refahın yaygınlaştırılmasını74 görebiliriz.

Kuran’daki bu ve benzeri ayetleri es geçerek çağdaşlaşmak istemenin ne kadar tutarlı olabileceğini sizlere bırakıyoruz…

Paret bir başka görüşünde şunları söylemiştir: ‘’… Kitab-ı Mukaddes kıssaları böylece hızla sulandırılmaktadır. Hatta İbrahim kıssasına dair açıklamalarında Muhammed şu sonuca ulaşmaktadır: Ata (İbrahim), asla bir Yahudi değil, bir Müslümandı ve Mekke’deki Kabe kültünü İsmail ile birlikte o tesis etmişti. Bu, sadece sulandırmaktan ibaret bir şey değil, -Kitab-ı Mukaddes açısından bakıldığında- düpedüz tarihsel bir olayı tahrif etmektedir. Muhammed aynı şekilde İsa’yla ilgili anlatımlarında da Kitab-ı Mukaddes’te belgelenen durumu tamamen tersine çevirmekte, İsa’yı kendinin tanrılaştırılmasına ve teslis öğretisine karşı polemiğe sokmakta, onun çarmıhta öldüğünü reddetmektedir.’’75Allah-u Teala bizlere şöyle buyurmaktadır. ‘’Söyle(Yahudilere): Cebrail’e kim düşmansa bilsin ki, Allah’ın izniyle önce gelen kitapları doğrulayıcı, müminler için bir hidayet rehberi ve müjdeci olarak Kuran’ı senin kalbine indiren odur.’’76Kuran, kendisinden önce gelen Tevrat ve İncil’i tasdik etmiştir, yani onlardaki hükümleri bünyesine almış ve o iki kitabı tabiri caizse yürürlükten kaldırmıştır. Paret, Hz.Muhammed(s.a.s)in, Hz.İbrahim’in Yahudi olmadığını söylemesiyle Kitab-ı Mukaddes’i sulandırdığını ifade ediyor. Paret böyle söyleyerek Kuran’ı karşısına almış oluyor. Çünkü Kuran’da Hz.İbrahim’in Yahudi değil, Hanif birisi olduğu söylenmiştir.77Burada yine Paret’in, Efendimiz(s.a.s)in Kitab-ı Mukaddes’i tahrif ettiği görüşüde asılsız olmuş oluyor.Çünkü; Peygamberimizin söylediği her şey, kendisinden önceki kitapları tasdik

70 Muhammed/24

71Hucurat/11

72 Ali İmran/134

73 Ali İmran/110

74Haşr/7

75Paret, age, s:63

76 Bakara/97

77 Ali İmran/67

(25)

edici olacağı için, Peygamberimiz’in, Hz. İbrahim hakkında söyledikleri hususlar, Kitabı Mukaddes’i tahrif değil, tasdik edecektir.

Paret, Peygamberimiz’in Hz. İsa(a.s) hakkında da söyledikleriyleKitab-ı Mukaddes’i tahrif ettiğini belirtmiştir. Burada ele almamız gereken husus ‘’Nuzül-ü İsa’’ meselesidir. Bu mesele Ehl-i Sünnet camia tarafından kabul edilmiştir. Yani Hz.İsaaleyhisselam öldürülmeyip gökyüzüne yükselmiştir, kıyamet zamanında yeryüzüne inip, Müslümanlara yardım edecektir.78Bu olayı bir takım Müslümanlar, Hz. İsa’nın teslis meselesine konu olabileceği için reddetmiştir. Ama Ehli Sünnet camia ise,Hz.İsa’ya ne uluhiyet atfetmiştir, ne de ona teslis gözüyle bakmıştır. Bu olayı sadece ve sadece Allah’ın irade etmesine bağlamışlardır. Hz. İsa(a.s)nın çarmıha gerdirilerek öldürülmesi meselesine gelince, Kuran bunu reddetmektedir.

‘’Allah elçisi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük demeleri yüzünden… Halbuki onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler; (başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler…’’79Böylelikle Paret, söyledikleriyle Kuran’a ters düşmüştür ve Peygamberimiz hakkında da asılsız iddiada bulunmuştur.

Paret, Peygamberimizin, kendisini teselli etmek amacıyla bulduğu her şeyi alıyor iddiasında bulunmuştur. Şöyle demiştir: ‘’İşte faaliyetinin Mekke’deki bu en sıkıntılı döneminde, hem teselli olmak ve manevi güç kazanmak, hem de karşıtlarını içinde bulundukları gaflet uykusundan uyandırmak için eski azizler ve peygamberler hakkında ne duyduysa-gökte ararken yerde bulmuş gibi- alıverdi. O, bu hikayelerin hepsinde kendi çektiği sıkıntıları görüyordu. Bütün peygamberler yalancılıkla itham ediliyor ve alaya maruz kalıyordu. Vaadettikleri azabı gerçekleştiremedikleri için onlara gülünüyordu.’’80Paret burada açık bir şekilde Peygamberimizin(s.a.s), geçmiş Peygamberler hakkında anlattığı kıssaları, onun işine yaradığı için, insanlara aktardığını söylemiştir. Yani Peygamberimiz(s.a.s) Paret’e göre şöyle demiştir: Bu kıssalarda geçen olaylar benim başıma gelenlerle aynı, o zaman ben bu kıssaları hemen gidip insanlara anlatayım da onlarda benim hak bir peygamber olduğuma inansınlar. Paret’in bu görüşü de yukarıda söylediğimiz üzere tutarsız bir görüştür.

NitekimPeygamberimiz’e vahiy ilk geldiği zaman o korku ve heyecanından dolayı evine kaçmıştı, üstünü örtüyle örtmüştü. Peygamberimiz(s.a.s) evdeyken de

78 Detaylı bilgi için bakınız: Ebu Bekir Sifil, Ehli Sünnet Akidesi Muhtasar Tahavi Akidesi Şerhi, Ravza Yayınları, İstanbul, 2016, s:249-251-252

79 Nisa/157

80Paret, age, s:67

Referanslar

Benzer Belgeler

Köyden büyük kente göç eden bir bireyin, kendi bölgesine özgü kültürel ögeleri ve kentte karşılaştığı yeni kültürel ögeleri kendinde birleştirmesiyle kültürlenme

Zihinsel gelişimde ve kişiliğin oluşumunda konuşmanın önemli bir etkisi vardır. Bu nedenle psikoloji, sosyoloji, mantık ve dil bilimi gibi bilim dalları konuşma olgusu

Çatışma olgusunu olağan kabul eden günümüz yönetim anlayışının, çatışma kavramını geleneksel yönetim anlayışına göre çok farklı bir şekilde yorumlamasının temel

145 Mustafa Kamil'e göre Osmanlı Devleti'nin Berlin Antiaşması'ndan önce İngilizler'in oyununa gelmesinin ve sonra da İngilizler'in Mısır meselesinde olduğu gibi

ile ünlü Niğde ilinde yer alan tarihi yapının adı

– Sağ olsun, tilki kardeş benim için lezzetli bir çorba hazırlamış, demiş.. Leylek, sofrayı hazırlamış, çorbayı ağzı dar ve uzun bir

fıkrasında yapılan değişiklik ile, 31.12.2020 tarihinde süresi dolan, genç, kadın ve mesleki belge sahibi olanların istihdamına yönelik teşvik uygulamasının süresinin

ayaklarını yere sert vurmaz, sakin fakat hızlı ve vakarlı yürür, meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla