• Sonuç bulunamadı

Kuran-ı Kerim indiği günden günümüze kadar, bugünümüzden de kıyamete kadar baki kalacak bir kitaptır. Müslümanlar olarak bunu bildiğimiz halde ya kasten ya da araştırmamaktan ya da gerçeği görememekten dolayı bu ilkeye ters düşüyoruz.

Şöyle ki; biz Kuran’ın maksadını ele alalım, lafzı Peygamber döneminde kalsın. Bu anlayış halihazırda birçok problemi beraberinde getirecektir. Bu mevzulara ilerleyen sayfalarda değineceğiz. Peki bizleri böyle düşünmeye sevk eden hususlar nedir diye araştıracak olursak, hepsinin ortak noktası; Müslümanları bu gerikalmışlık durumlarından kurtarmaktır. Bunu da yeni karşılaşılan durumlara günümüz sistemiyle cevap vererek sağlayabiliriz. Yani Kuran’ın gayesini günümüz meselelerine güncel bir şekilde yansıtmalıyız ki geri kalmışlıktan kurtulalım.Tabi böyle bir anlayışın faydaları olmakla beraber daha çok zararları gün yüzüne çıkmaktadır. Evvela Kuran’ın ne kadarın güncelleyebiliriz ? Muhkem ayetleri nasıl anlamalıyız ?

Modern dönemde Kuran’a yapılmak istenen bu güncelleme hareketi sonucunda tarihsellik kavramını ortaya çıkarmıştır. Kuran’ın tarihsel olduğu yönündeki tartışmalar ilk defa 19. Yüzyılın ikici yarısından itibaren Hint-Alt Kıtası’ndaki klasik İslam modernistleri tarafından başlatılmıştır. Bu anlayış daha sonra bir takım değişimlerle Fazlur Rahman, Hasan Hanefi, Muhammed Arkoun ve Nasr Hamid Ebu Zeyd tarafından günümüze taşınmıştır.5İsimlerini zikrettiğimiz bu müfessirlerin aralarında bir takım farklılıklar olmasına rağmen buluştukları yön İslam kültür ve geleneğini kıyasıya eleştirmektir. Tabi bu eleştiriler en çok fıkıh ve fıkıh usulü kaidelerine gelmektedir. Şöyle ki; illet-hikmet ilişkisi gereğince, illet ortadan

4Hicr/9

5 Recep Demir,Kuran Tefsirinde Tarihselci Yöntem,Hikmet Yayınevi, İstanbul, 2013 s:302

kalkarsa o hükmün insanlara sağlayacağı bir hikmet yoktur, bu yüzden biz bu hikmeti gerçekleştirebilmek için başka alternatif yol bulacağız. Peki nasıl ?Öncelikle şunu bilmemiz lazım, usul olmadan vusul olmaz. Temeli tamamen yıkarsak üzerine inşa edeceğimiz bütün katlar telef olacaktır. Bu konu hakkında Prof. Yunus Apaydın hocamız Fıkıh Usulünün Temel Kabulleri ve Tarihselcilik adlı makalesinde şöyle demiştir: ‘’Şu anda tarihselciliğin hala İslam’ın sahih bir şekilde var oluşu ve bekası açısından riskler taşıdığını, tehditler içerdiğini düşünüyorum, bu risk ve tehditlerin hangi noktalarda olduğunu göstermeye çalışıyorum… Geleneksel yolun elverişliliğini savunuyor olması tebliğ sahibinin kanaatini etkileyecek, hatta değiştirecek katkılara kapıları kapattığı, ne pahasına olursa olsun kendi savunduğu fikri üstün çıkarmaya çalışacağı anlamına gelmez. Tebliğci sağlam olduğunu düşündüğü bir dala (fıkıh usulü, fıkıh geleneği) tutunmuştur. Sağlam olduğunu düşündüğü bu dalın kendisinin göremediği zaaf noktalarına işaret edilmesi, yanı başında duran ve kendisinin çürük sandığı dalın (tarihselcilik) kuvvetli yönlerine, meziyetlerine dikkat çekilmesi, risk ve tehditler içermek veya tehlikeli olmak bir yana, dinin anlaşılması açısından yararlı olduğunun gösterilmesi halinde hakikatin yanında yer almakla lahza tereddüt etmeyecektir, çünkü hakikate verilmiş bir söz vardır.’’6Evet hakikatin yanında olacağız, hakkı savunacağız. مكبر نم قحلا لق و (Ve de ki: Gerçek, Rabbinizden gelendir).7

Batı, Aydınlanma Felsefesi’yle birlikte Klise’nin otoritesini sarsmaya başladı, Rönensans ve Reform hareketleriyle de Klise’nin anlayışını tamamen ortadan kaldırarak, bireye yönelik dindarlık getirmiştir. Maneviyat kişilerle özdeşleştirilmiş, herhangi bir dini kuruma bağlılık reddedilmiştir. Bu durum da beraberinde kutsal kitapların eleştirilmesine hatta tarih altı görülmesine daha da ilerisi tahrif edilmesine kadar gitmiştir. ‘’Reform sonrasında HırıstiyanlarınKitab-ı Mukaddes hakkında farklı kanaatlere sahip oldukları görülmektedir. Bazısı onun tümünün evrensel ve kültürler üstü olduğunu savunurken, diğerleri de onun yazıldığı dönemin kültürünü yansıttığını ve böylece kendi tarihsel çevresiyle sınırlı olduğunu iddia etmiştir. Bunların yanında Kitab-ı Mukaddes’in kısmen evrensel, kısmen tarihsel olduğunu iddia edenler de olmuştur…Reform sonrasında Hıristiyan teologların Kitab-ı Mukaddes’e

6Yunus Apaydın, ‘’Fıkıh Usulünün Temel Kabulleri ve Tarihselcilik’’, Dini Hükümlerin Kaynağı ve Dini Metinlerin Anlaşılması Konusundaki Çağdaş Yaklaşımlar Çalıştayı, İstanbul, 2009

7Kehf/29.

yaklaşımlarında tarihselci-tenkitçi yönteme başvurdukları görülmektedir’’8 Batı bu anlayışı hayatına yansıttı ve bugün her ne kadar ilimde, bilimde Müslümanlardan ileri seviyede olsalar bile ahlaken çökmüş durumdalar. Bu durum bir müddet sonra onların sonunu getirecekir. Bununda en büyük sebebi İlahi Kitaplarına tarihsel damgası vurarak hayatın dışına atmaları ve kendi hazlarına uygun yeni bir din inşa etmiş olmalarıdır. Bizlerde Müslümanlar olarak her daim gelişim ve değişime açık olmakla birlikte bunların hangi alanlarda olması gerektiği konusunda da haddimizi bileceğiz.

1.1) Tarihselcilik Ve Fıkıh Usulü

Fıkıh, هقف kelimesinden türemiştir. Bir şeyi idrak etmek,kavramak,bilgili olmak, anlayış sahibi olmak,(نيدلا ي ف( kelimesi ile kullanıldığında dinin ahkamını iyi bilmek anlamına gelir. Nitekim Peygamber Efendimiz(s.a.s), amcasının oğlu İbn Abbas(Tercümanü-l Kuran) için ‘’Allah’ım onu dinde(نيدلا يف( fakih kıl ve ona te’vili öğret’’9 diye dua etmiştir. Lügavi olarak fıkıh kelimesinin anlamı böyleyken, ıstılahi olarak ise; insanın amel yönüyle lehine ve aleyhine olan şeri hükümleri bir meleke halinde bilmesidir. Başka bir tarifi ise şöyledir: Şeri ameli hükümleri yani ibadetler, suç ve cezalar, muameleler ile ilgili hükümleri mufassal delilleri ile bilmektir.10Her ilmin olduğu gibi doğal olarak fıkıh ilmininde belirli kaideleri, usulleri vardır. Buna fıkıh usulü deriz. Usul)لصا(, sağlam, kök manalarına gelir. Fıkıh usulünün ıstılahi olarak anlamına bakacak olursak; müçtehidin, şeri ameli hükümleri tafsili delillerden çıkarabilmesine yarayan kurallar bütünüdür. Fıkhın esası ve temelidir. Aynı zamanda İslam fıkhını kavrama ve araştırma yöntemidir.11Fıkıh ve fıkıh usulünün tanımlarını yaptıktan sonra bu kavramların tarihselcilikle olan bağlantısına geçebiliriz. Bu konu için ilk başta şunu söyleyebiliriz; fıkıh usulü, Kuran, Sünnet, İcma, Kıyas,…Maslahat gibi delillerden hüküm çıkartır. Çıkarılan bu hükümler ibadat, muamelat, ukubat alanında olabilir. Müçtehidin çıkardığı bu hükümlerin bakiliği konusunda da karşısınatarihselcilik kavramı çıkar. Şöyle ki; fıkıh usulü, delillere dayanarak ortaya çıkardığı hükmün, bu hükmün ortaya çıkmasına sebeb olan illetin ortadan kalkmasıyla değişebileceğini söylerken, tarihselcilik de illete dayanarak ortaya çıkan hükmün artık kullanılmadığını, geçmiş tarihte kaldığını, bu hükmün yerine yeni bir hüküm

8 Demir, Age, s:78.

9 Buhari,age, Vudu’, 10.

10Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, Ensar Yayınevi, İstanbul,2016,s:144.

11 Age, 144.

getirilmesi gerektiğini söyler. Ama bu durum ne kadar mantıklıymış gibi görünse de sonuç itibarıyla kadim geleneğin yıkılmasına kapı aralar. Bunu şöyle ifade edebiliriz;

fıkıh usulü belli bir birikimle bu hükme varır, illet kalkınca hükmü değiştirir, illet geri gelirse hükmü aynen devam ettirir. Ama tarihselciler başlangıç olarak fıkıh usulüyle aynı gibi görünseler bile sonuç itibariyle o hükme tarihsel damgası vururlar. Burada bu konu ile alakalı meşhur mecelle kanununu görmezden gelmemeliyiz.

‘’Ezmanınteğayyürü ile ahkamınteğayyürü inkar olunamaz’’/ Zamanın değişmesiyle hükmün değişmesi inkar olunmaz. Mesela, hırsızlık ayetine göre12hırsızın elinin kesilmesi gerekirken, Hz.Ömer(r.a) kıtlık yılında ikinci bir emre kadar hırsızların elinin kesilmemesine hüküm vermiştir.13 Kıtlık yılı geçtikten sonra el kesme cezası hükmü geçerliliğini devam ettirmeye başlamıştır. Ama tarihsel bir anlayışa göre el kesme cezası yerine başka bir uygulama getirilmelidir, çünkü el kesme olayının illeti ortadan kalkmıştır, geçmiş zamanda kalmıştır.14 Bu anlayış idealmiş gibi görünse de sonuç itibarıyla dinin temellerini yıkmaya kadar gidebilir. Bu konu hakkında Apaydın hocamızın görüşlerini de aktarmak istiyoruz: ‘’Tarihselcilik ister fıkıh usulünden bağımsız ve alternatif bir yöntem olarak düşünülsün, isterse fıkıh usulünün kapsamında yer alacak bir alt yaklaşım olarak düşünülsün, her iki halde de, fıkıh usulünün eksik kaldığı noktaları tamamlamak iddiasını içermektedir…15Çizilen bu çerçeve açısından fıkıh usulünün asaletle, tarihselciliğin ise türedi olmakla nitelendirilmesi yanlış olmayacağı gibi, asaleti açısından fıkıh usulü zaviyesinden, tarihselciliğin gelipgeçiçi bir heves olarak görünmesi de yadırganmamalıdır. Yine bu çerçeve açısından, tarihselcilerin öne sürdükleri görüşlerin fıkıh usulünün süzgecinden geçirilmesine rıza göstermeyecekleri tahmin edilebilir. Çünkü normal olarak onlar fıkıh usulünü de tarihsel bulacaklardır…16Tariselcilere yöneltilebilecek soruların birincisi, mevcut hükümlerin, kendileriyle amaçlanan sonuçları artık gerçekleştirmeyeceklerini nasıl/nereden bilebildikleridir… Tarihsel tecrübeyi etkin ve yeterli bulmaları halinde, o müdahalenin artık niye yeterli olmadığını tatmin edici bir izaha kavuşturmaları gerektiği gibi, sosyal değişmenin belli belirsiz ve yavaş seyrettiği dönemlerde ve sosyakültürel bakımdan birbirinden farklı toplumlarda

12 Maide/38.

13 Mahmut Şevket Ustaosmanoğlu, Mecellenin Özü,Siraç Yayınevi, İstanbul, 2015, s:57

14 Bu konu hakkında ilerleyen bölümlerde ayrı bir başlık açacağız, bu yüzden ayet üstünde fazla durmak istemedik.

15 Apaydın, age, s:326

16 Age, s:327

mevcut hükümlerin, fıkıh usulünün temel kabullerinden esaslı bir sapma olmaksızın nasıl uygulanabildiğini de açıklamaları beklenir…17Tarihselcileraçıkça telaffuz etmemiş olsalar bile fıkıh usulünün temel kabulleri, onlar açısından, onları kaçıp kurtulmaya, değiştirmeye çalıştıkları sonuçlara tekrar döndürme potansiyeli taşıdığından fıkıh usulünü hasım olarak kabul etmek durumundaydılar… Yani aynı anda hem tarihselciliğin temel kabullerine hem fıkıh usulünün temel kabullerine riayet etmek tarihselciliğin doğası gereği mümkün gözükmüyor…18’’ Bu bölümü bitirmeden son olarak şunu söyelebiliriz; kime göre hangi ayet değişecek ve kime göre değişen ayetin maksadı anlaşılabilecek ?

1.2)İctihadve Değişim

Makalemizin bu bölümünde dini hükümlerde meydana gelen değişimleri ele alacağız. Tabi bu değişim otomatik olarak ortaya çıkan bir durum değildir, belli şartlar altında ve alanında uzman kişiler tarafından-yani müçtehidler-yapılan bir uygulamadır. Değişim kararı belli bir çabadan sonra ortaya çıkmaktadır, bu çabaya ictihad diyebiliriz. İlk başta bu kavramı tam olarak anlamak gerekmektedir, çünkü her önüne gelen bu çalışmayı yapmamaktadır. Mehmet Erdoğan hocamız bu kavramı şöyle tarif etmiştir: ‘’Kısaca dini anlamak ve pratik hayata uygulamak diye niteleyebileceğimiz ictihad şöyle tarif edilir: Fakihin, şeri ameli hükümleri mufassal delillerden çıkarabilmek için olanca gücünü ortaya koymasıdır. Mutlak ve mukayyed olmak üzere kısımları vardır. Akaid konusunda ictihad olmaz; çünkü onlar dinin kati olan kısımlarındandır. İctihad, nassların bulunmadığı yerlerde, kıyas, istihsan, maslahat, ıstıshab vb. yollarla yapılır. Nassların bulunduğu zaman ve yerlerde ise, onları anlamak, sözlerin maksud ve medlullerini tayin etmek usul ve yolları ile yapılır.

İctihad, ictihad-ı şeri ve ictihad-ı örfi olmak üzere de ikiye ayrılır. Hükmü örf ile sabit hukuki bir esasa istinat suretiyle vuku bulan içtihada örfi ictihad denir. Bazı idare amirlerinin ve özellikle muhtesip denilen ahlak zabıtası ve idare memurlarının örfe nazaran tedbirler almaları bu kabilden sayılmaktadır.’’19Bu kavram üzerinde daha derine inmeden şunu ifade etmek isteriz ki; hocamızın değindiği gibi içtihadın kesinlikle akide(inanç) alanında yapılamamasıdır. Bu kaideyi asla gözden

17 Age, s: 344

18 Age, s: 356

19 Erdoğan, age, s: 226

kaçırmamak gerekir.İctihad kavramının kısaca tanımını yaptıktan sonra bu kavrama etraflıca bakmak gerekmektedir. Bundan dolayı bu kısımda Zekiyyüddin Şaban hocanın Fıkıh usulü eserinden ictihad konusuna değinmek istiyoruz.

İctihad ikiye ayrılır; birincisi mutlak, ikincisi mukayyedictihaddır. Mutlak ictihad; her olay için hüküm istinbat edebilme ve bütün meselelere fetva verebilme kudretidir. Mukayyedictihad ise; bütün hükümlerle değil sadece ictihad edilen hükümle ilgili hususları bilmek şarttır. Mesela bir fakihin ibâdât alanına hâkim olmayıp, sözleşmeler konusunda hüküm istinbat edebilme kudretine sahip olması gibi.

Tabi her kısmın kendine ait bir takım şartları vardır. Mutlak içtihadın şartlarına bakacak olursak; Kuran-ı Kerim’i bilmek, Hz. Peygamber(s.a.s)in sünnetini bilmek, Kitap ve Sünnetin nasih ve mensuhunu bilmek, Arap diline tam anlamıyla hâkim olmak, Fıkıh usulünü bilmek, İslam hukukunun ana gayelerini bilmek. Mukayyed içtihadın şartlarına bakacak olursak; bütün hükümlerle alakalı değil sadece ictihad edilen hükümle alakalı hususları bilmektir.20Tabi buradan mutlak içtihadın mukayyed içtihada göre daha zor olduğunu anlayabiliyoruz. Hoca bu açıklamalarından sonra içtihadın caiz olduğu-olmadığı hususlar hakkında şöyle demiştir: ‘’Bütün şeri hükümler içtihada konu olmaz. Bazılarında ictihad caizdir, bazılarında değildir.

İctihadın caiz olmadığı konular; namaz, oruç, hac ve zekâtın farzıyeti, zina, hırsızlık, adam öldürme ve şarap içmenin haramlığı gibi dinin temel hükümleridir. Bu gruba giren hükümler arasında, müçtehitlerin herhangi bir asırda üzerinde icma ettikleri hükümleri de hatırlamak gerekir. Ancak icmanın senedi maslahat ise, maslahatın değişmesiyle yeni ictihad yapılabilir. Senedin maslahat olmaması halinde ise, ictihad edilemez ve buna aykırı yeni bir görüş getirilemez. İctihadın caiz olduğu konular;

A)Hakkında hem sübut hem de delalet açısından zanni nas bulunan hükümler; bunlar delili ahad yolla rivayet edilmiş ve hükme delaleti zanni hadis olan hükümlerdir, bu nevi sadece sünnette görülür, Kuran’da bu nevi hükümlere rastlanmaz.B)Sübut bakımından zanni, delalet bakımından kati nas bulunan hükümler. Bu neviye de Kuran’da rastlanmaz, sadece ahad sünnette söz konusudur. C) Hakkında sübut bakımından kati, delalet bakımından zanni nas bulunan hükümler, bu nevi ile lafzı birden fazla manaya ihtimali olan Kuran ve mütevatir sünnet nasslarında karşılanır.

D) Hakkında nas veya icma bulunmayan ve dinin herkes tarafından bilinmesi zorunlu

20Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Tercüme: İbrahim Kâfi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2017, S:563-569

hükümleri çerçevesinde sayılmayan hükümler.21İctihad konusunda daha fazla söylenmiş birçok husus var ama biz konuyu dağıtmamak için bu kadarıyla yetinmek istedik. Burada vurgulamak istediğimiz en önemli husus, Şari’nin(hüküm koyucu) koyduğu hükümlerin kıyamete kadar baki kalacağıdır. Nitekim bu hükümlerin neleri kapsadığını yukarıda içtihadın kapalı olduğu hususlarda söyledik. Şunu da belirtmek isteriz ki, Allah’ın bizden istediği hususların hepsi bizlerin menfaati içindir. Bu menfaatleri bizler aklımızda ya anlarız ya da anlamayız. Bu ister namazda olsun, ister had cezalarında olsun. Yani şunu kastediyoruz, içtihadın kapalı olduğu ayetler hakkında, bu ayetlerin menfaatleri şöyledir, biz günümüzde bu menfaatleri şu yollada sağlayabiliriz diyerek, ğayr-i ictihadi hükümlerde ictihad yapamayız. Yaparsak bunu kim yapacak, bir tarafın yaptığını başka taraf beğenecek mi ? Yani toplumun düzeni bozulur, yeniden düzen kurarken. Bu meseleyi ilerleyen bölümümüzden ele alacağız tekraren ama örnek olarak şunu söyleyebiliriz; hırsızlık ayeti gereğince el kesmek gerekir. Peki her hırsızlık yapanın eli kesilir mi? Hayır, belirli şartları var. El kesmek için bu fiilin keyfiyete dönüşmesi gerekmektedir. Peki el kesmede ki maksat ne?

Caydırıcılık. O zaman biz günümüzde hırsızlık fiilini başka yollarla caydırabiliyorsak, Allah’ın koyduğu el kesme cezası yerine başka yolları uygulayabiliriz. Bunu yapmak açıkca Allah’ın ayetlerine karşı gelmektir, maksadımız her ne kadar menfaat olsada.

Ama menfaat sağlayalım derken içtihadın kapalı olduğu alanı yıkarak belki de mefsedete yol açmış olacağız. Dikkat etmeliyiz. İçtihad kavramını ele aldıktan sonra

‘’değişim’’ kavramı üzerinde de durmak istiyoruz. Bizler günümüzde her ne kadar İslam Hukuku’nun çizdiği kurallara göre yaşasakta, zaman zaman bu kurallarda bazı durumlara göre değişimler meydana gelmektedir. ‘’İslam hukukunun amacı donmak ya da hayatı dondurmak değil; hayata hem ayak uydurmak hem de yön vermektir.’’22Aynı şekilde İslam Dini geldiği çağdan itibaren toplumsal gelişmenin önünü açan, sosyal değişime bağlı olarak ortaya çıkan problemlere getirdiği ilke ve prensiplerle çözüm üretebilen ve küresel ölçekte çağın ihtiyaç ve beklentilerini karşılayabilen bir din olmuştur.23Bu bilgiler öncülüğünde temel olarak iki tane değişim faktöründen bahsedebiliriz.Bunlar zaman ve çevre faktörleridir. ‘’İslam hukuku şüphesiz teşri ve tedvin dönemlerindeki ihtiyaçları düzenlemek için

21 Age, s: 571-574

22 Mehmet Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2019, s: 15

23Yüksel Salman, ‘’Sosyal Değişme Ekseninde İslam Hukuku’’, Editör: Saffet Köse, İslam Hukuku Araştırma Dergisi, Konya, 2019, Sayı: 32, s:73

konulmuştur.’’24Aynı şekilde, ‘’bir müçtehidin kendi doktrininde değişikliklere neden olacak ölçüde böylesi güçlü çevre faktörünün, asırlar boyu sürecek zaman faktörü ile de birleşmesi durumunda, değişimin zaruriliği kendini hissettirecektir.’’25Peki İslam hukukundaki bu değişikliği nasıl anlamalıyız? Nitekim İslam hukukunun değişme ile bağdaşmayan yönleri olduğu gibi bağdaşan yönleri de vardır. Bağdaşmama sebeplerine bakacak olursak; İslam hukukunun ilahi hukuk oluşu, İslam’ın kemale ermesi, ebedi olarak yürürlükte kalmak üzere gönderilmiş olması, bütüncü özelliği, gayeci özelliği olarak sıralayabiliriz.26 Bağdaşma sebeplerine bakacak olursak yukarıda da zikrettiğimiz üzere zaman ve çevre faktörünün dışında, örfün değişmesi, umumi belva,27maslahat-ı mürseledir.28

Değişim konusunda üç farklı yaklaşım vardır bunlar, ifrat, tefrit ve mutedil yaklaşımdır. İfrat yaklaşıma göre; ‘’fürua dair hükümler, bütünüyle üretildiği tarihsel ve toplumsal şartlarla kayıtlıdır. Kuran ve Sünnet’in belirlediği fer’i hükümler de bu niteliktedir. Bunlara göre sadece ictihadla belirlenen fıkhi hüküm ve fetvalar değil, ahkam ayet ve hadisleri de tarihseldir.’’29Tefrit yaklaşıma göre; ‘’bu görüş değişimi inkar etmemekle birlikte değişimin sahasını oldukça dar tutan bir yaklaşımdır. Bu görüşte olanlara göre nassa dayalı hükümler ile külli hükümler değişmezler, sâdece cüz’i hükümler değişebilir.’’30Mutedil görüşe göre; ‘’bir hukuk sisteminin şartlara, çevreye vs. göre değişmeyen sabiteleri elbette olmalıdır. Böyle bir nitelik bir hukuk sistemi için nasıl önemli ise, o hukukun toplumun yapısına, çevreye ve bazı şartlara göre değişkenlik arz edebilen alanlarının bulunması da son derece önemlidir.’’31Biz mutedil görüşü daha tutarlı bulmaktayız. Çünkü İslam Dini kendini her çağın kendisine ayak uydurabildiği bir dindir. Ama biz bu değişimleri bazı sabiteler üzerine yapmak zorundayız daha doğrusu sınırımızı en önemlisi haddimizi bilmeliyiz. Yoksa her şeyi yıkmakla karşı karşıya kalabiliriz. Aynı şekilde, ‘’İslam hukukunun temel kaynaklarının genelde değişmeye kapalı olması, zamanla değişmez prensipler koyması aslında bir nakisa değil, İkbal’in de dediği gibi; sürekli değişmekte olan bir

24 Erdoğan, age, s:16

25 Age, s: 18

26 Age, s:19-36. Detaylı bilgiler için bakabilirsiniz, biz sadece konu başlıklarını vermekle yetindik.

27 Toplumun genelde karşılaştığı, kaçınılması zor olan ve sıkça meydana gelen hususlar. Mesala, toz, duman vb. şeylerden kaçmanın güç olduğu durumlarda, bunların oruca zarar vermemesi gibi.

28Salman, age, s:87-92.

29 Age, s:77

30 Age, s:78

31 Age, s:79

dünyada ayaklarımızın sağlam bir yere basmasını sağlamaktır.’’32 Bu bölümü bitirmeden önce son olarak şunu belirtmek isteriz; değişimde, hükme kaynaklık eden nassta herhangi bir değişiklik söz konusu olmadığı gibi, nassın iptali de bahis konusu değildir.33Mesela kölelik durumunun günümüzde olmaması sebebiyle, kölelikle alakalı ayetleri günümüzde uygulayamamaktayız. Ama bu durum gelecek zamanlarda köleliğin asla çıkmayacağını göstermez, aynı şekilde kölelik ayetlerini tarihin bir kısmına hapsetmeyi de gerektirmez. Bize düşen gücümüz yettiğince Allah’ın dinine sarılmak, onun emir ve yasaklarını gereğince yerine getirmektir.

1.3) Şatıbi ve Makasıd:

Buraya kadar ele almış olduğumuz içtihad ve değişim konusundan sonra Allah’ın bizler için koyduğu hükümlerin maksatlarına dair açıklamalarda bulunmaya çalışacağız. Fıkıh usulü literatüründe buna ‘’Makasıd-ı Şeria’’ denilmektedir. Bu kavramı daha da açıklayacak olursak; ‘’Şari’Teala’nın kullarının dünya ve ahiret mutluluğunu elde edebilmeleri için koymuş olduğu hükümlerin gaye ve hedeflerini, umde, esas ve ilkelerini kavrama ilmi.34Bu ilim sayesinde hükümlerin asıl maksatlarının ne olduğunu daha iyi kavrayıp, hayatımıza daha iyi yön verebiliriz.

Çünkü Şari tarafından konulan her hükmün gayesi aynı tarzda değildir, kimisi emir ifade ederken kimisi mübahlık ifade edebilir, kimisi haramlık ifade ederken kimisi mekruhluk ifade edebilir.Tüm bunları güzel bir şekilde anlayabilmemiz için makasıd ilmi ortaya çıkmıştır. Bu ilmin de öne çıkan isimlerinde birisi de İmam Şatıbi’dir.

Çünkü Şari tarafından konulan her hükmün gayesi aynı tarzda değildir, kimisi emir ifade ederken kimisi mübahlık ifade edebilir, kimisi haramlık ifade ederken kimisi mekruhluk ifade edebilir.Tüm bunları güzel bir şekilde anlayabilmemiz için makasıd ilmi ortaya çıkmıştır. Bu ilmin de öne çıkan isimlerinde birisi de İmam Şatıbi’dir.

Benzer Belgeler