• Sonuç bulunamadı

İBN HALDUN (1332-1406)VE TARİH TEORİSİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İBN HALDUN (1332-1406)VE TARİH TEORİSİ"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İBN HALDUN (1332-1406)VE TARİH TEORİSİ

(2)

Tam adı Ebu Zeyd Abdurrahman ibn Haldun el-Hadrami’dir. 1332 ‘de Tunus’ta doğdu.

Güney Arabistan’ın Hadramut yöresinden, önce İspanya’ya, oradan da Kuzey Afrika’ya göçerek Tunus’a yerleşmiş; bilim, düşünce, edebiyat ve siyasetle yakından ilgilenmiş olan eski ve soylu bir ailenin çocuğudur.

1406’da Kahire’de vefat etti.

(3)

“ Tarih, insanların ve kavimlerin hal ve

durumlarının nasıl değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş olduğunu, kuvvet ve kudretlerinin nasıl artmış bulunduğunu, ölüm ve yıkılma çağı gelinceye kadar yeryüzünü nasıl imar ettiklerini bize bildirir. Bu tarihin zahiri(açık

anlaşılan) manasıdır. Tarihin içinde saklanan

mana ise incelemek, düşünmek, araştırmaktan ve varlığın sebep ve illetlerini dikkatle anlamak ve hadiselerin vuku ve cereyanını sebep ve sonuç tertibini inceleyip bilmekten ibarettir. İşte bundan dolayı tarih şereflidir ve hikmet’in içine dalmıştır.

Bundan ötürü tarih hikmet(felsefe) ilimlerinden sayılmaya layıktır.” (Mukaddime, 5)

(4)

“Din ve dünya işlerini bütünlemek isteyen kimse, tarihe başvurararak onu kendisine örnek edinir ve bu ilimden faydalanır.” (Mukaddime, s.18)

“Tarihçiler, Tanrının kitabını tefsir edenler ve rivayet üstadları, naklettikleri haber ve rivayetlerin doğru veya zayıf olduğunu incelemeden, yalnız nakil ve rivayete güvenerek aktardıkları, kanun, usul ve

benzerleri ile karşılaştırmadıkları, hikmet ve felsefe bakımından incelemedikleri ve varlık( kainat’ın )

tabiat ve kanunlarına göre ölçmedikleri,

naklettikleri haberler üzerinde dikkatle düşünerek haber verilen hadise ve olayların vukuunun

mümkün olup olmadığına inanarak

nakletmedikleri için çok yanılmışlar ve doğru

yoldan saparak vehim ve hata çöllerinde yollarını kaybetmişlerdir.” (s.19)

(5)

“ Haberlere yalan karışmasının nedenleri:

Fikir ve mezheplere taraftarlık.

Haberleri nakil ve rivayet edenlere inanmak

Gözlemlerine ya da kendilerine ulaşan haberlere yanlış bir anlam yükleyerek nakletmeleri.

Haberin “doğru”olduğuna dair bir tevehhümle hareket etmeleri.

Tarihi olayları döneminin şartları içerisinde değerlendirme yeteneğinden yoksun olmaları

(Halleri olaylarla karşılaştırma keyfiyetini bilmeme)

Makam ve mevki sahiplerine yaranmak için eser telif etmeleri

Ümranın yani içtimai hayatın tabiatının hallerini bilmemek.” (Mukaddime, s. 82-84)

(6)

İbn-i Haldun’a göre tarihi olayların bir tabiati vardır. Tarihçi bunu bilirse kendisine nakledilen haberin, tarihi olayın doğru mu yanlış mu

olduğunu önceden kestirebilir. İşte bu tarihi

olayların tabiatını inceleyen ilim “umran” ilmidir.

Bu ilim, tarihi haberlerde doğruları yanlışlardan ayırmamızı sağlayacak bir eleştiri yöntemi

edinmemizi sağlar. Geçmiş tarihçiler bunu sadece kişilere uygulamışlar, tarihi rivayeti nakleden kişi güvenilir ise onun naklettiği her şey güvenilirdir kaidesini işleterek “kişi eleştirisi” (cerh-tadil) ile yetinmişlerdir. Oysa bu şer’i haberlerde

uygulanmalıdır, tarihi haberler için gerekli fakat yeterli değildir. Buna “olay eleştirisi” de

eklenmelidir. Olay eleştirisi herhangi bir haberin sıhhatini o haberin hakkında olduğu olayla

uygunluğunu arayan eleştiridir.”

(7)

“ İbn-i Haldın’a göre Umran biliminin konularının nesnel bir tutumla ele alınması gerekir. O, toplumu diğer doğal varlıklar gibi doğal bir varlık olarak ele alıp incelemek istemektedir.İbn-i Haldun olgu ve olaylar arasındaki ilişkileri tümevarımsal yoldan ortaya koyup yasalar ulaşmak istemektedir. O, tarihçilerin tarihsel olayları aktarırken yeterince titiz davranmadıklarını, bu olayların

belgelendirilmesinde sadece daha önceki

tarihçilere göndermelerde bulunmakla yetinen bir otorite yöntemine sığındıklarını belirtir. Ona göre tarihçiler, tekil tarihsel olayları, bu olaylar

arasındaki nedensel bir ilişki çabasına girmeden, kendi tekillikleri ile aktarmaktan öteye

geçememişlerdir. Oysa nasıl ki doğa olguları

arasında bir nedensel ilişki varsa, toplumsal olgu ve olaylar arasında da bir nedensel ilişki vardır.

(8)

Toplumsal yaşamda bulunan düzenlilikler ve yasalıklar tıpkı doğal düzenlilikler ve

yasalıklar gibi zorunludurlar. Öyle ise yapılması gereken tarihsel olayların

tekilliğine boğulmadan önce her tekil tarihsel olay için geçerli ola genel düzenlilikler ve

yasalıklar altında açıklamaktır. Bu

yapılmadığı sürece tarihçilerin aktargeldikleri tekil tarihsel olayların doğruluk veya

yanlışlıklarını denetlemek mümkün değildir.”

(9)

“Tarih yazıcılığının bilimsel hale gelmesi umran ilmiyle olabilir.

“İbn-i Haldun’a göre olacak olan her şeyin bir sebebi vardır ve bunun istisnası yoktur.

Ancak o mucizelerin varlığını kabul eder,

ancak mucize ve kerametlerin olayların tabii seyrinde bir kesinti, bir müdahale olduğunu savunur. (Determinizme inanır)

 

(10)

DEVLET KURAMI

İbn-i Haldun, toplum (cemiyet) ile devleti ayrı ayrı varlıklar olarak ele alır. Toplum,

insanların doğa ile mücadelelerinde

birbirlerine ihtiyaç duymalarından dolayı biraraya gelmelerinden oluşurken, devlet

insanı hemcinslerinin saldırıları ve zulmünden korumak için oluşturulan birşeydir. İnsanlar hemcinslerinin tacizinden korunabilmek için bir yasakçıya ihtiyaç duyar ve onun

otoritesine boyun eğerler. Devlet de toplum gibi doğal birşeydir, tüm insan topluluklarını kapsar.

(11)

İbn-i Haldun'a göre devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Buna göre, devletin geçirdiği aşamaları beşe ayırır. Hatta bu beş aşamanın üç ya da dört kuşağın

ortalama ömrü olan 120 yılda

tamamlandığını ileri sürer. İbn-i Haldun'un bu süreyi tespit ederken, zamanında doktor ve müneccimlerin, normal insan hayatının 120 yıl olduğu iddiasına dayanarak yapmıştır.

Buna bağlı olarak da devletlerin normal

yaşam sürelerinin de 120 yılı aşamayacağını düşünmektedir.

(12)

Birinci aşama fetih ve kuruluş aşamasıdır.Bir devletin kuruluş devri onun ilk aşamasını

ifade eder. Devlet bu aşamada asabiyetin müşterek gayreti ile ortaya çıkar.

İkinci aşamada asabiyetin elinde olan gücün şahsileşmesi süreci başlar. Bu süreç, iktidarın tek bir kişinin veya ailesinin elinde

toplanmasıyla sonuçlanır. Bu aşamanın sonunda devlet istikrara kavuşur.

(13)

Üçüncü aşama, elde edilen imkanlardan faydalanma dönemidir. Devlet askeri ve iktisadi olarak güçlenir, devletin varlığı kemale erer. Ancak bu kemale erme aynı zamanda çöküşe giden ilk adımdır.

(14)

Dördüncü aşama taklit dönemidir, artık

iktidarın amacı mevcudu muhafaza etmektir.

Devleti barış içinde sürdürmek ana gayedir.

Beşinci aşamada iktidar sahipleri artık

güçlerini keyfi bir şekilde kullanmaya başlar.

İktidarı sağlayan güç (asabiye) yok olmuştur.

Artık devlet ya içerideki güçlü bir asabiyet

sahibi bir grup tarafından yıkılıp yeniden inşa edilecek ya da dışarıdan gelen bir devlet

tarafından yıkılarak tarihi bir faktör olmaktan çıkacaktır. Bu tarihi-toplumsal varlık alanının yazgısıdır.”

(15)

Uygarlıklar ve kültürler birbirlerine geçişli olmayan, birbirlerinin etkilemeyen, her biri kendi gelişimini kendi içerisinde yaşayan

kapalı birimlerdir. Her toplum, tıpkı bir canlı gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür.

Yokoluşun temel belirtisi devlet ve ahlaktaki çözülüştür.”

 

Referanslar

Benzer Belgeler

Ilki 8.000 nüfuslu oldu~unu söyledi~i Antalya'da Türkler nüfusun 2 / 3 olup kalan~~ te~kil eden Rumlar, sadece Türkçe bilirlerdi; ikincisi bugünün büyük ~ehri (198o

*\oğac!İar Camii Büyük ve nükteci Türk şairi Revani’nin camii ile Payzen Yusuf Paşanın Türbesi 30 metrelik cadde geçecek diye yıktırılmıştı.. Sonra

Yavuz; Selim, oğlu Süleymana gazap edip “öldürülmesi için Bostancı- başıya teslim etmiş, Bostancı- başı devletin hayrını isteyen bir adam olduğundan

arşivim bir günde yandı.» Bazan dalan, bazan dolan, bazan parlayan gözlerle acısı­ nı ve anılarını anlatan ressam Salih Acar’ın evinden, üzüntü­ sünü

Impressionnabilité suraiguë, besoin presque dou­ loureux d’affections uniques, attirance vers les simples qu’explique probablement l’instinctive élec­ tion des

Rus filosunu arayınız ve nerede bulursanız, savaş ilan etmeksizin hücum ediniz." Cemal Paşa’nın verdiği emir ise şöyledir: "Donanmamızın Birinci

Eğiklik 45 derece olsaydı 66°33’ olan kutup daireleri Ekvator’a yaklaşık 21,5 derece daha yaklaşırdı.. Güneş ışınlarının dik geleceği aralık da geniş- leyeceği

Bu, sa­ dece, geçmişe intikal eden itibarî bir zaman bölümünün hatırasına karşı değil, onunla beraber bizden uzaklaşan bir ömür devre­ sine, daha doğru