• Sonuç bulunamadı

Canlı Tarihler:Ahmet Reşit Rey (H. Nazım):Gördüklerim yaptıklarım 1890-1922

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Canlı Tarihler:Ahmet Reşit Rey (H. Nazım):Gördüklerim yaptıklarım 1890-1922"

Copied!
89
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CANLI

TARİH

A H M E T R E Ş İ T REY

( H. N Â Z I M I

(2)

C A N L I

T A R İ H L E R

A H M E T R E Ş İ T REY

( H . N Â Z I M )

G Ö R D Ü K L E R İ M — Y A P T I K L A R I M

(1890 1922)

1 9

2

5

7

1 9

4

5

(3)

/

\ /

Basıldığı Yer : YENİ MATBAA İ S T A N B U L

(4)

\

A H M E T R E Ş İ T R E Y

Hayalı

1870’te İstanbul’da doğdu. Babası, Çankırı Mutasarrıfı iken vefat eden Abdullah Şefik Efendi’dir.

1888’de Mülkiye Mektebinden mezun oldu, iki yıl kadar muallimlik yaptı.

1890’da Abdurrahman Şeref merhum, Refik ve Sait Beylerle birlikte onu da Mabeyin Başkâtibine götürdü, iki defa saray dışında me­

murluk istediysede kâtiplikte ipkâ edildi. Bu esnada yazılarını ve şiirlerini H. Nâzım müstear adıyla Serveti Fünun mecmuasın­ da neşrediyordu.

1904’te iki ay kadar Beşiktaş karakolunun takiplerinden sonra Ku­ düs mutasarrıflığına tayin edildi.

1906’da Manastır Valisi oldu.

1908 haziranında Halep Valiliğine nakledildi.

1909 eylülünde azlolundu. Galatasaray lisesi edebiyat muallimliğine tayin edildi.

1911’ de Galatasaray’daki ders notlarını iki ciltlik bir eser haline ge­ tirerek birinci cildini “ Nazariyatı Edebiyye,, adı altında neşretti. 1912’ de Nazariyatı Edebiye’nin ikinci cildini "neşretti. Aynı yıl İzmir

Valiliğine tayin olundu, yine bu yılda Kâmil Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı oldu.

1913' te kabine düşünce Mısır’a, oradan Paris’e gitti. Daha sonra Cenevre’ye geçerek bir müddet orada kaldı.

1919’ da İstanbul’a döndü.

1920’de tekrar Kabineye Dahiliye Nazırı olarak girdi. Aynı sene i- çinde Nazırlıktan çekilerek siyasi hayata veda etti.

1934’te kurulan «Dün ve Yarın» terceme kütüphanesinin neşriyatı ara­ sında Jean Racine’in külliyatı beş cilt, Virgilius’un Eneide’i iki cilt halinde Reşit Rey tarafından terceme ve neşredildi.

(5)

Sultan AbdUlhamid

Bu padişahın manevî şahsiyetinden evvel bünyevî şeklini bence mümkün olduğu kadar tasvire çalışacağım:

Sultan Hamid kısa boylu, nahif, omuzlarının genişliği mute­ dil fakat biraz öne doğru mail, âzası yekdiğerile mütenasip bir vücuda malikti. Teni esmer, çehresi uzunca, kaş kemikleri çıkık, yanakları çökük, gözleri şeklen derin ve biraz küçük, renkçe de koyu maviye bakar siyahtı, burnu veçhine nispetle büyük ve uzun- caydı, başının tepesinde saç kalmamıştı; yan ve arka cihetindeki saçlarıyla sakalının telleri kalın ve sert görünürdü. Saç ve saka­ lına boya koyduğu için hakikî rengi belli değildi; fakat rengi zâ- hirîsi, üstüne kır serpilmiş karaydı. Güzel olmamasına rağmen yüzü sevimli, hele etvari ve mişvarı, tevazu içinde büyüklük gösteren nadir bir hususiyeti hâizdi. Ancak bu intiba.resmî mevkilerdeki müşahedenin eseridir; âdi ve hususî hayatındaki hal ve kalinin nasıl bir tesir bıraktığına vakıf değilim.

Sultan Hamid devrinin en çok hissedilen fenalığını tevlit e- den; Padişahı bir takım ahlâksız, değersiz, şarlatan ve garazkâr a- damların tesiri altında bırakan; bu sebeple devlet idaresinde ek­ seriya yanlış, bazan muhataralı, bazan da gülünç hareketlere mahal veren, âkil ve hamiyetli zatların nasihat ve hizmetlerini tesirsiz bırakan en büyük illet Padişahın vehmile cehli idi. Sultan Abdül- mecid’in tahta cülûs etmiş olan evlâdından Sultan Murad’m cin­ neti Sultan Hamid’in vehmi, Beşinci Sultan Mehmed’in gabaveti, Altıncı Sultan Mehmed’in de aynı tevehhüm iptilâsı ve seciye­ sizliği babalarının işrete fartı inhimakmdan mütevellit irsî bir nâ- kisa (tare) olsa gerektir.

Bir taraftan Sultan Hamid’in üst üste hal’edilen amcasile bi­ raderinin suiakıbetleri, bir taraftan da bu iki Padişahı deviren vü­ kelânın üçüncüsüne karşı - galibane aldıkları tahakküm tavri- le - kendi saltanatının da kırılabileceğini işrab eden mütevali teh­ ditleri ve nihayet Rus Muharebesinin payitahta kadar her tarafı altüst eden fecaati dimağındaki o irisi nakısayı bütün aklî me- lekâtınm üstüne çıkarmış olduğu zannmdayım. Saltanatının baş­ langıcında etrafını kuşatan havasi bendegânm Padişahı ellerinde

(6)

AHMET REŞİT REY 5

tutmak için korkusundan istifadeye çalışmış olmaları da şimdi saydığımız âmillere inzimam ederek uydurma tehlikeler karşı­ sında vehminin gitgide arttığına da kaniim. Sonra bu vehimdön kendilerine bir menfaat hissesi çıkarmağı iş edinen bir sürü eda- ninin o ahlâksızlığı san’at ittihaz etmeleri yekdiğere hem sebep, hem müsebbep olarak Padişahta vehmin, memlekette curnalcıli1 ğm seneler adedince “nisbeti hendesiyye,, ile artmasını mucip ol­ muştur.

Mülkün her tarafında, hususile payitahtta vukua gelen hal ve harekâttan haberdar olup amcası gibi gafil avlanmamak azminde bulunan Padişah alelitlak kendisine havadis getirenlerin sözlerine ekseriya inanarak, inanmadıklarını bile vehmi hasebile - ihba- ratınm devamını temin için - hüsnü telâkki ederek her halde muhbirleri birer suretle taltif ve teşvikten geri kalmamaktaydı. Bu rağbet tabiî olarak muhbirlerin günden güne artmasını mucip oldu.

Abdülhamid’in vehmi

Fakat ihbar bir şeyin vukuunu bildirmek demekse, bu adam­ lar sadece muhbir değildiler. Bidayeten habbeyi kubbe yapmak­ la işe başlayan bozuk ahlâklılar vekayii yanlız îzam veya tevil değil hiç yoktan icat da ettiler. İstemedikleri adamları yalan isna- dat yere vurmağı, mafevkindekileri gamz ile düşürerek yerlerine geçmeği, başkalarına yahut umuma mazarratı mucip yalanlarla Pa­ dişah nazarında “esdekaı bendegândan,, geçinmeyi şiar edindi­ ler. Öyle ki curnalcılık cerri menfaat, icrayı husûmet, ahzisâr gibi kötü garezlerin en revaçlı, fakat en murdar vasıtası oldu.

İşittiğime göre Tunus’lu Hayrettin Paşanın sedarette bulundu­ ğu sırada aleyhinde yazılmış bir curnalı Padişah bir gün - hem bir nevi tahdit, hem de gûya emniyet izharı tarzında - kendisine göstermiş. Muşarınileyh dik sözlü bir zat imiş; kâğıdı okuduktan sonra Zatı Şahaneye iade ile “ Efendim bu metam alıcısı bulun­ dukça satıcısı çok olur,, demiş. Filhakika o mataın satıcıları - Sa­ rayda bulunduğum son seneler zarfında - o kadar çoğalmışlardı ki alıcının ne vakti ne de nakdi satıcıların hepsini memnun etme­ ğe yetişmez olmuş ve bu muhaceme bazan müşteriye usanç bile getirmişti. Meselâ Sultan Hamid’in hal’mdan sonra kısa bir za­ manda yeni Efendilerine de tıpkı eskisi gibi ahlâkındaki alçaklık­

(7)

la, hulul ederek yüksek makamlara çıkmış bulunan eski bir cur- nalcmın ardı arası gelmeyen ihtiraat ve ihbaratmdan bizar olan Zatı Şahanenin nihayet bir gün hiddetlenerek: “Şu adama söyleyi­ niz, artık bana hiçbir şey yazmasın,, diye feryat etmiş olduğunu Sarayda müstahdem olduğum esnada i'şitmiştim. Mamafih tevil veya ihtira suretile ihbar etmefe istediği şeyi doğrudan doğruya söylemiyerek, - tertibettiği mukaddemat ile Padişahın zihnine; gû­ ya bizzat kendi muhakemesile tebadur etmiş gibi ilka eden, bu suretle zihni Hümayunda bilâteemmül iman husule getiren usta­ lar, maharetleri nispetinde kıymet kazanmaktan geri kalmıyor­ lardı.

Müşür Cevat Paşanın sedareti zamanında bir bayram arifesi, teşrifattan meratip eshabma yazılması mutat olan muayede dave­ tiyelerinin tevziî, o zaman öğrendiğim, fakat şimdi vazıhen hatır- lıyamadığım basit bir sebeple mutattan biraz geç kalmış. Alelu- mum Sadrazamlara ve tahsisen Cevat Paşaya her fırsatta saldır­ mak itiyadında bulunan meşhur bir curnalcı bu ehemmiyetsiz vak’ayı ne kudretli bir çiredesiile tevil ve tasvir etmiş olacak ki yatsı vakti bir kızılca kıyamet koptu; sabaha kadar devam etti. Meratip eshabından bir çoğuna tezkereler yazdık; davetiye alıp al­ madıklarını sorduk; almışlarsa hemen tezkerelerimizin hâmiline tevdi etmeleri lüzumunu bildirdik. Bu emre imtisalen peyderpey Başkitabete îsal edilen teşrifat tezkerelerinin alelusul bayram sa­ bahı Dolmabahçe Sarayında muayede icrasına daveti mübeyyin ola­ cağı gözle görülmekte olmasına rağmen Padişahta bir türlü itmi’- nan hasıl olmadı. Bir aralık sükûnet peyda olur gibi görüldü; fa­ kat bu görünüş de çabuk geçti. Yeni bir sağanakla müthiş bir fır­ tına içinde sabahı bulduk. O akşam bayram olmak münasebetile Sarayda mevcut yaver ve çavuşlar âdi nöbetçilerden fazla olmak­ la beraber yazdıklarımızı mahallerine götürecek ne çavuş kalmış­ tı, ne yaver. Biz de buhran içindeydik. Bütün iradeleri mabeyinci Ragıp Bey tebliğ ediyordu; sabah vakti diğer mabeyinci Arif Bey­ de ona inzimam etti. Sabaha karşı Hünkârın müfrit heyecanla niha­ yet düşüp bayıldığını Ragıp Beyden işittim. Sabah olduktan son­ ra bizim daireye gelen Arif Bey de (Şimdi huzura girdim. Üstüm­ de alelade sivil elbise vardı. Hünkâr beni görünce: Sen de mi mu- ayedeye gelmiyorsun ?.. Niçin giyinmedin?,, diye tekdir etti. He­ men gittim giyindim. Siz de formalarınızı giyseniz iyi olur; tahkik

(8)

AHMET REŞİT REY 7

için birini buraya göndermesi mümkündür) dedi. Yorgunluğa bak- mıyarak giyinmekte istical ettik.

Tebligata vasıta olan bu iki zatın rivayetine göre Zatı Şahane aldığı curnaldan bayram sabahı meratip eshabından ekseriyetinin muayede salonu yerine Veliaht Dairesine giderek orada Mehmet Reşat Efendiye biat edecekleri ve bu hareketin vakitsiz duyul­ masını men için davet tezkereleri tevziinin kasten geciktirildiği manasını istihraç etmiş ve buna tamamen inanmış imiş.

Padişah yalnız halefinin değil selefinin de rekabeti hayalile dilhiraş idi; şöyle k i :

Zatı Şahane bir gün Şeyhülislâm Bodurumî Ömer Lutfu Efen­ di ile görüşürken Sultan Aziz’in hal’i esnasında Bab - 1 meşihatte bulunup bulunmadığını sorduktan sonra, der ki:

“ —O zaman Padişahın hal-i fetvasını nasıl istihsal ettiler?. Bi­ lir misiniz?,,

Safdil bir adam olan Ömer Lûtfi de bilâtereddüt :

—“ Bir dava vesilesile bir çok adamı Bab-ı meşihatta topla­ yarak tevatür beyyinesi dinlediler; hal fetvasını ona istinat ettir­ diler,, cevabını verir.

Şeyhülislâm daireye avdetinde bu muhavereyi meşihat erkâ­ nından bazılarına hikâye eder. Az bir vakit sonra sedarat maka­ mına verilen bir arzuhal ağlebi ihtimal Müsteşar Şefkati Efendi­ nin dikkatsizliği ile, meclisi vükelâya sevkedilir; okunur; Mak- sudiye Hanı dahilinde ufak bir kıtanın ciheti tasarrufu iddiasına ait olan bu işin meclisi vükelâya taallûku olmayacağından usulen icabına bakılmak üzere Bab-ı meşihatte gönderilsin denilir, öyle de yapılır.

Fakat arzıhal meşihate gelip te Rumeli kazaskerliğine havale edildikten sonra Kazasker Kasideci zade Süleyman Sırrı Efendi işin muhakemesine başlar; tarafeyn tasarruf senedi ibî'az ede­ mezler. davanın alelusul tevatüren ispatına lüzum görülür. Hün- kâr’la Şeyhülislâm arasındaki muhavereyi işitmiş olanlardan bi­ ri: (Kazaskerlikçe tavatür beyyinesi ikamesine teşebbüs edilmesi sevabıkma göre mânidar bir hal olup alelhusus “Maksudiye hanı,, tâbiri de “Maksud,,un Murad a, “han,,ın Sultana delâleti itibarile, pek ziyade dikkate şayan olduğu gibi bu işe müteallik olan arzuhalin hiç münasebeti yokken meclisi vükelâda müzakere edilerek bil- ittifak Meşihate gönderilmesi de teyiden su’niyeti göstermekte bu­

(9)

8 CANLI TARİHLER

lunacağım) Padişahın haleti ruhiyesine uygun bir lisan ile arzeder. Bu ustalıklı curnal hattâ sahibinin de ümidi fevkinde mües­ sir olur; âdeta bir inkilâp husule getirir: Hey’eti vükelâ derhal tebdil edilir. On, onbeş gün evvel seraskerliğe nasp olan Gazi Os­ man Paşa, teskiyesi bir kat daha bozulmuş olarak Saraydaki oda­ sına avdet eder. Zaten her sabah yazıp gönderdiği hususi maruza- tile ve hele BabIâli’nin hukuk ve vezaifini tevsik yolundaki teşeb- büsatile Zati Şahaneyi ürküten ve bir çok harislerin senelerce hü­ cumlarına hedef olan Kâmil Paşa tamamile menkûp olur. Sadaret Girit fırkası Kumandam Cevat Paşaya tevcih buyurularak vüru- duna kadar Kaymakamlığı Adliye Nazırı Rıza Paşaya ihale edilir. Şeyhülislâmlığa Meşihat mektupçusu Cemalettin Efendi getirilir, seraskerliğe de İkinci Fırka Kumandanı Rıza Paşa. Yeni Kabinenin en mühim erkânı Padişahın kendi yetiştirmesi, eski heyetten ye­ nisine intikal edenler ise bittabi mücerrebi olmak itibarile artık zihni Hümayunun itm i’nan ve sükûna kavuşması lâzım gibi görü­ nürdü; fakat kuvvetli bir zelzeleyi takibeden sarsıntılar gibi jjpu sürekli heyecanın âsarı da günlerce devametti. Padişahın yakın bendelerinden ikisi Daireyi kitabete gönderildi. Birkaç gün ka­ yıt defterlerini karıştırarak Kitabet Dairesinden “Maksudiye Hanı,, hakkında Meşihata tebligat vaki olup olmadığını aradılar. Aynı ta- harriyat devairde de icra edilmiş olsa gerektir. Bir ipucu bulay- dılar galiba hepimiz birden tardedilecektik. Bu araştırma bir neti­ ce verinciye kadar tebligat kesildi. Birkaç gün, akşamları gelen maruzatı badettelhis takdimden başka bir iş görmedik. Nihayet imtihandan yüzümüz pak olarak çıktık ve işte ancak o zaman mu­ tat olan işlerimize başlamak müyesser oldu.

Bu vakıa Sarayda tesadüf ettiğim buhranların en kuvvetlisi idi. Sultan Hamid, Kâmil Paşanın azlini bir “darbei hükümet,, gibi telâkki etti ve öyle yaptı. Ondan sonra da artık Babıâliyi hiç dinlemez oldu. Bu karışıklığın başlıca sebebi olan Meşihate karşı ibda edilen lüzumsuz ve faydasız bir sürü takyidat da sene­ lerce devam etti. Hulâsa, Kâmil Paşanın ilk sedaretinden azli Sul­ tan Hamid’in ahdî Saltanatı tarihini ikiye tefrik eden hattı fasıldır. Yazdığım şu icmal Padişahın asabi bir maraz haline gelmiş olan vehminin kendi idaresine ve Devlet mesailine şiddetle tesirini isbateder zannediyorum. Maamafih Sultan Hamid’in münevver bir zat olan son Başmabeyincisi Nuri Paşanın Meşrutiyetten sonra

(10)

AHMET REŞİT REY !)

bana naklettiği bir vak’ayı da Padişahın marazı olan haleti ruhi- yesini tayin hususundaki ehemmiyeti sebebile zikredeceğim:

Zatı Şahane bir gün Nuri Paşa ile yalnızca görüşürken bil- münasebe Avrupanm umumî siyasetinden bahsetmiş; büyük dev­ letlerin birikirine ve Türkiye’ye nisbetle hal ve mevkilerine, komşumuz olan hükümetlerin aralarındaki münasebata ve bize karşı aldıkları ve alacakları vaziyetlere dair vâzih ve müdellel bir muhakeme yürütmüş. Paşa dedi ki:

— “Bir saat kadar imtidat eden o sözler karşısında kendimi mükemmel bir siyasî konferans dinliyorum zanettim. Memnun ve raüstefid olarak dinlerken destur isteyerek içeri giren bir Ha- remağası bir mazruf takdim etti ve gitti. Padişah zarfı açtı; için­ deki kâğıdı okudu, cebine koydu. Biraz düşündü, sonra cebinden çıkararak yine okudu. Birdenbire o curnalın mevzuundan bahse başladı ve o kadar boş, o kadar hıantıksız sözler söyledi ki ne dü­ şüneceğimi, ne diyeceğimi şaşırdım.,,

İşte bu fıkra da gösteriyor ki Padişahı ihata etmiş olan vehim bir afettir, dimağında şuriş peyda eden bir fitnedir. Mamafih uyan- dırılmazsa sahibi şiari aslisini muhafaza ediyor. Uyandırıldığı an­ da melekâtı akliyesi altüst oluyor. Bu hale düşmüş olan zihne nasihat kâr etmez. Yegâne tedbir o vehmi uyutmaktır. Halbuki bütün hükümet kudretini kendi eline almış olan Padişahın müp­ telâ olduğu vehimden müstefit olanların adedi mütemadiyen art­ makta ve herbiri vehm uyandırmak müsabakasında diğerle­ rinden ziyade maharet ibrazınâ çalışmaktaydı.

AbdUlhamid’in cehaleti

Padişahtaki cehle gelince: Bunun Sultan Hamit ahdi saltana­ tına ilk ve en fena tesiri cülûsunu müteakip tesadüf ettiği yalan­ cı bilgiçlere kıymet vererek sözlerine uymuş, ihtiraslarına baziçe olmuş ve nihayet çizdikleri hattı meslek ittihaz etmiş bulunması­ dır. Cülusunun iptidasında kendisini hüküm ve nüfuzları altında tutmak davasını hodpesentliklerine sermaye ittihaz eden vüzerânın tazyik ve tehdidi çoğaldıkça Padişah, o nisbette kesafeti artan havf ve ıstırapla etrafını kuşatanj^rın irşat ve himayesine sığın­ mış ve onların kendi hüküm ve nüfuzlarını yürütmek için Saraya nakletmek istedikleri hükümet kudretini BabIâli’den nez ile

(11)

10

CANLI TARİHLER

(zu’munca şahsi fakat etrafındakilere tabi’)acip bir idare tesisi fik­ rini vehmine uygun bularak artık sonuna kadgr bu yolda devam etmiş olduğu açıkça görülüyor.

Padişahın âlim olması lâzım ve hattâ mümkün değilse de oku­ yup yazamamak derecesinde cahillik de hükümdara el vermez \ ve bu kadar cehl ile teferruata varıncıya kadar bütün umuri devle­ ti bizzat rüyet etmek davası bir araya gelemez. Fakat Sultan Ha- mit te böyle bir iddia yoktu. Onun emeli yapılacak işleri evvel­ den bizzat teftiş ederek ve müteyakkız bulunarak amcasile büyük biraderinin akibetlerine düşmemekten ibaretti. Bütün hayatını dol­ duran bu emel seyyiesi de tamamen vehimden doğmuştu.

İşte Sultan Hamid’in saltanatına “istibdat,, vasfını verdiren “ işe karışmak ve işlerin çözülüp bağlanmasını saraya toplamak „ cehl ü vehmin el birliği ile vücuda getirdikleri bir beliyedir ki filasıl, ikbal hırsına müptelâ ve cehl ile değilse bile vehimde E- fendilerine hempa olan bazı erkânın eseri menhusudur. Sultan Hamid’in devri saltanatını karartan ve halkı kendisinden soğutan illet de cumakiliktir. Bu kebirenin revacına badi Padişahın veh­ mi olduğu gibi adeden tezayudunun ve mahiyeten de fena surette tenevvüünün illeti yine o vehm ile beraber memleketteki ahlâkî tereddidir. Bu tereddi olmasaydı Devri Hamidî’yi takibeden eşkâli hükümette artık curnalcılık görünmemek lâzım gelirdi.

Fakat bilhassa o Devirde curnalcılığın tahammülşiken bir dereceye varan tekessür ve tenevvüü akşamları mahalle kahvele­ rinde toplanarak havaî sohbetlerle vakit geçiren en zararsız hal­ kın bile rahat ve huzurunu selbediyordu. İsimleri “hafiye,, oldu­ ğu halde kendileri gibi seyyieleri de aleni olan bir takım bet tıy­ netlerin tecavüzlerinden yakasını kurtaran kalmamış denilebilecek kadar umumî bir tazyik Padişah için lüzumsuz, faydasız, hattâ muzir iken birkaç haydudun keyf ve hevesini ve bir sürü hazele- nin, intifamı te’min için âlemi kasıp kavuruyordu. Diğer taraftan curnalcıların bu kadar çoğalması aralarında şiddetli bir rekabet tevlid ederek meselâ gösterdiği yararlıklar sayesinde yeni bir me­ muriyet kapan bir curnalcı marifet ve merbubiyette selefinden ileri gidebilmek için nevicad usullerle evvelki derecesini aşan itralarla bu san ata yeni bir ^üshati cereyan verir, ona halef olan ise işi daha ileri götürerek daha ziyade tesir etmeğe çalışırdı.

(12)

I

Kâmil Paşanın azli esbabını hazırlamak yani Padişah nazarında sadrazamın değiştirilmesini istilzam edecek curnalları tertibetmek için mahut ebulhudadan ve ikinci kâtip Kadri Efendi ile ken­ dine serhafiye unvanını veren Kadri Beyden mürekkep bir komis­ yonun Sarayda hususî bir odada hemen her hafta inikat ettiğini mevsukan bilirim.

Şahit olduğum vakayiden biri de şudur: Bir perşembe sabahı Bükreş Sefaretinden bir şifre geldi, açtık. Diyordu ki: “RomanyalI filân adam Sefarete müracaatla önümüzdeki cuma günü Şazlî der­ gâhındaki camiye selâmlık resmi ifası için teşrifi Şahane vuku bu­ lursa suikaste maruz kalacağını ve camiin civarındaki mecrala­ ra dinamit konulmuş olduğunu mahremhane haber veriyor.' Mes’- uliyeti muhbire ait olmak üzere arzı malûmat ediyorum.,, Bu tel­ grafı yazan eski mabeyn kâtiplerinden Kâzim Beydi. Bu zat şahsı­ nın, memuriyetinin namus ve haysiyetini tamamile takdir ile ica­ bına ihtimam eder, doğru sözlü, doğru özlü bir insandı. Bu cur- nalın isaline tavassutta da mâzur idi, çünkü evvelâ tavassuttan is- tinkâfı “muin,, sıfatile cürme iştirak demek olurdu, saniyen dün­ yanın hiç bir tarafında hiç bir memur aynı halde başka türlü ha­ reket edemezdi. Nitekim curnalıu ne maksatla ve ne taraftan verildiği bedahaten anlaşılmakla beraber Başkâtip Süreyya Paşa da derhal arza mecbur oldu. Padişah cuma gecesi o camiin civa­ rındaki mecralarda sıkı tahriyat icra ettirdikten sonra ertesi cuma günü selâmlık resmini orada icra ve cuma namazını o camide eda etti. Fakat bir daha Şazlî camiine gitmedi.

Şazlî şeyhi Zafir Efendi kimseye zarar vermez, devlet işlerine karışmaktan mütevekki ve gerçekten mutekit bir adamdı. Sultan Hamid’in bu zatı nasıl tanıdığını bilmiyorum. Efendiliği zama- nındanberi züht ve salâhına ve duasının müstecap olacağına itimat etmiş olması ağlebi ihtimaldir. Senede bir iki defa o camie selâmlık eder, Şeyhin bu suretle de duasını alırdı. Serencebey yo­ kuşunda fakat aradaki hali bir arsadan dolayı Şazlı dergâhının karşısında yerleşmiş olan Ebülhüda, şeyh Zafir’in behredar oldu­ ğu bu iltifatı seniyyeye aleni hasetederdi. Kendisinin mazhar ol­ madığı şereften onun da mahrum kalması için tertip ettiği bu ya­ lancı curnalı Hariciye Nezaretinde bilmem ne işle muvazzaf ve her halde kendisine müntesip (Vais) Efendi isminde serseri bir levanten vasıtasile Bükreş’e göndererek oradan takdimine Sefareti mecbur

(13)

12 CANLI TARİHLER

ettiğini ve bu dolambaçlı yolu ihtiyar etmesindeki külfetin tasin’i ettiği curnalın mevridini ihfa ile sıhhatini ve garazdan salimiyeti- ni Padişah nazarında gûya ispatetmek emeline müstenit bulun­ duğunu hale vakıf olanların hepsi derhal anladılar ; Padişahın da bu meyanda bulunduğuna inanmak isterim. Lâkin telâkkinin ma­ hiyeti ne olursa olsun herşeye rağmen Ebülhüda’nın maksadı hasıl oldu.

Kitabet Dairesi münhasıren resmî makamlarla muhabere eder resmî bir daire idi; curnallar ve curnalcılarla alâkası yoktu. Cur- nallar bu semte ancak ona dair iradeyi senniye tebliği halinde ya­ hut böyle fevkalâde bir vesile ile uğrardı. O sebeple usta curnal- cıların maharetlerine miyar olacak başka nümuneler arzedemi- yorum. Yalnız Padişahtaki vehmin kendi kendine ihtira’ ettiği iki vak’ayı nakledeceğim:

1310 Temmuzunda İstanbul da büyükçe bir zelzele vuku bu­ larak bir hayli binalarda rahneler peyda etmiş, nüfusça zayiata da sebep olmuştu. Zelzele'hissedildiği anda hemen herkes içinde bulunduğu binadan dışarı kaçmıştı. Biz kâtipler de daireden bah­ çeye fırlamıştık. Yani herkesin hissettiği zelzele inkâr edilmez bir vak a idi. Hatta, Seccade&ibaşı İzzet Efendi merhumun ifade­ sine göre Zatı Şahane de zemin katındaki odanın penceresinden bahçeye atlamıştı. Buna rağmen hâdiseden bir iki gün sonra - ne cihetle? bilmiyorum - Padişah yine bir vehme taban zelzeleyi in­ kâr etti. Vukuundan bahsetmek cürüm sayıldı. Netekim Saras- ker kapısının tamiri lüzumunda ısrar eden inşaat dairesi reisi A- bit Paşa bu mâsum cürümden dolayı Halep’te ikâmete memur e- dildi. Fakat biraz sonra ciddi vukuf ehlinden mürekkep bir ko­ misyon marifetile camiler, saraylar, resmî daireler ve kışlalar gi­ bi büyük binalar kâmilen teftiş ve tamir olundu. Bütün Şehzade ve sultanlarla Padişah nezdinde muteber olan devlet erkânı için ihtiyaç halinde sığınmak üzere ikametgâhlarına yakın ahşap birer daire inşa edildi. Demek ki zelzelenin vukuu nihayet tasdik edil­ miş, tekrarı ihtimaline karşı tedbirler alınmıştı.

İkinci vak’a yine sarsıntıdan çıktı: İlk zelzeleden bir kaç se­ ne sonra bir kurban bayramı sabahı Dolmabahçe Sarayının mua- yede salonunda tebrik resmî ifa olunurken birdenbire saray sal­ landı. Ortadaki koca avizeyi tezyin eden billûrların birbirlerine çarpıp dökülmesi tesirli bir şemaet husule getirdi. Saçağı

(14)

öptük-AHMET REŞİT REY 18 ten sonra bermutat kenara çekilip dizilmiş olan askerî erkânla ümeraya havf ve telâş müstevli oldu. Birkaç kişi camları kıra­ rak bahçeye atladılar. . Bu cam kırma gürültüsü de korkuyu art­ tırdı. Padişah tahtından ayağa kalkarak iki üç adım attıktan, sonra geri geldi, yine tahtına oturdu; biz tahtın arkasında bermutat bulunduğumuz yerde duruyorduk. Nihayet zelzele bitti fazla kor­ kuya tutulmuş olanlar nadimen avdet ettiler; fakat eski yerlerine gelemiyerek şaşkınlık gösterdiler. O zaman Hünkâr “Yerlerinize,, emrini verdi; muayede resmî tekrar başladı. Fakat muayede tek­ rar başladıktan sonra Hünkâr Müşir Ethem Paşayı yanma çağıra­ rak uzunca emirler verdi. Paşa derhal muayede salonundan çıkıp gitti. Merasim bittikten sonra henüz Dolmabahçe Sarayından ay­ rılmadan bana yazdırılan bir irade tezkeresinde (Sarayda hasıl- olan sarsıntının “Zeytinburnu,, ndaki barut havanlarından ba­ zılarının infilâki eseri olması melhuz ve bu infilâkın muayede resmî zamanına tesadüfü dikkati calip olduğundan seri ve amik tahkikat icrasile neticenin sarihen bildirilmesi) emrediliyordu.

Sonra günlerce bu işle uğraşıldı. Anlaşılıyordu ki zelzeleyi mü­ teakip herkes gibi Padişah da korkarak yerinden fırlamıştı. Fakat vahimesi derhal uyanmış, kendisine: “Otur, kımıldama bu zelze­ leden maksat seni tahtından uzaklaştırıp yerine fırsat kollayan Veliahtı oturtmak ve halkı hemen orada ona biat ettirmektir.,, Demişti. Bu ihtarın zımnında zelzelenin sun’î olduğu fikri mün­ demiçti. Sonra günlerce muhtelif vasıtalarla bu vehmi teyitedecek deliller arandı lâkin bulunamadı.

İnsan bu kadar garip zanniyata vücut verebilmek için vahime dimağın temyiz kudretini meflûç etmiş olmak lâzım gelir ki bu hale - böyle bazı zuruf ve ahvale maksur olsa bile - amiyane tâbir ile “delilik,, derler.

Bu itibar ile Sultan Hamit belki deliydi; ancak hayatına veya tahtına taarruz meselesi zihnine hücum ettiği zaman akıl ve man­ tık haricine çıkar; sair ahvalde düşüncesinin selâmetini; hilm ve itidalini kaybetmez ve her halde haysiyet ve vakarını muhafaza ederdi. Akıl ve mantık haricine çıktığı, yani en büyük vehim buh­ ranlarına tutulduğu zaman bile hiddet ve şiddeti katil ve idam derecesine çıkmadı. Çıkmış olsaydı o vehme kurban olacaklar

(15)

ta-CANLI TARİHLER

dat edilemiyecek hadde gelebilirdi.

Velev «cinneti vahide» ile olsun dimağının sıhhati muhtel olan bir adamın - hususile mutlak bir hükümette - saltanat tahtında oturması caiz midir? Sualine menfi cevap verenleri muahaze edemem; ve, cinnetle karışık saltanatı makul bir hükümet tarzına ifrağa çalışmayı - hattâ ihtilâl tarikile de olsa - samimî ve hüsnü­ niyete masruf olmak şartile, mazur görürüm. Lâkin Padişah aleyhinde bazı ecnebilerin, bilhassa Ermeni müfsitlerinin tertip ve neşrettikleri, «İttihat ve Terakki» müteşebbislerinin de ken­ dilerine mânevi silâh hazırlamak için, fakat cehil ve gafletle, te’yidine çalıştıkları yalan ve iftiraları hakikî delillerle red ve cerh etmeği de insanlık şanına ve Türklük vicdanına mütehattim bir vazife bilirim.

U

---Sultan Hamid öldürme meraklısı mı ?

Sultan Hamid’i evvelâ katle inhimak ile itham etmeğe çalış­ tılar. Bu iftiranın Ermeni müfsitlerinden sonra muhterii ve naşiri Fransa’da müverrih Sorel ile İngiltere’de Vig (Whigs) fırkası lide­ ri Gladston (Gladstone) dir.

Sorel Müşarünileyhe «Kızıl Sultan» (Le Sultan Rouge) lâkabını taktı. Gladstone siyasî bir nutkunda ona «büyük cani» (Great cri- minal) sıfatını verdi. «Sorel» in hangi veçhile Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyorum. Türk ve İslâm Padişahına hakaret ederek, taassup sevkile, bize dost olmıyan güzel bir kadının mem­ nuniyetini isticlâp etmek, yahut zengin bir şahsın veya cemiyetin atiyelerinden müstefit olmak alçaklığını kabul edecek bir adam olup olmadığını da bilmiyorum. Eğer değilse, müteassıp bir Hıris­ tiyan, yahut daha ziyade müteassıp bir dinsiz olması; ve kendinde bu vasıfların hiçbiri yoksa, müverrihlikteki şöhretine rağmen - tarihî insanların muhakemei ef’alinde garezkârlara aldanacak kadar - safdil ve tetkik ve tahkikten âciz ve gafil bulunması icap eder. Böyle bir adamın büyükçe bir şöhret kazanması ise görül­ memiş vekayiden değildir. «Sorel» in en sathî bir tetkikten bile mahrum, hattâ bedahetle mütenakız olan bu iftirası, esasen «kavl-i mücerret» olmakla beraber, - muhakemesiz kabul edilmiş

(16)

düşün-AAMET REŞİT REY

16

çelerden (préjugés) azade olan - herkesin cüzî bir tefahhusla butla­ nını anlıyabileceği kadar basit bir meseleye müteallik ise de garez sahipleri bu bedbaht müverrihin şöhretinden istifade ederek bu değersiz sözünü bir tezvir gulgulesile dünyanın her tarafına isal- ettiler.

«Gladstone» a gelince bu zat zamanında fesahatile şöhret, ve mâliyeye ait işlerde de ihtisas kazanmış ricaldendi. Fırka lideri olmak hasebile birkaç defa Başvekâlete gelmiş ve her defasında Müslümanlığa ve Türklüğe adavet izharından hâli kalmamıştır. Böyle bir adamın «Emirülmümin» aleyhindeki tefevvuhatı derhal garaza mahmul olarak hükümsüz kalmak lâzımgelirken, şöhretin­ den ziyade mevkii delâletile, sesini her tarafa işittirmiş ve tetkike lüzum görmiyen veya muktedir olamıyan nâsın ekseriyeti indinde sözleri hakikat telâkki edilmiştir. Halbuki o garezkâr ihtiyara hakikatin hilâfını söyleten âmil sadece müfrit taassubu idi.

İftiranın kökü

Bu iftirayı o iki ecnebiden evvel Ermeniler tertip ve işaa ettiler. Ermenistan pek eski zamanlarda bir aralık müstakil bir kırallık halini almışsa da Roma Cumhuriyeti ülkesine ilhak edildiği tarihtenberi istiklâlini kaybederek Şarkî Roma İmparatorluğundan sonra Türklerin, badehu Rusların tabiiyetine geçmişti. Anadolunun merkez ve garp cihetlerine ve bilhassa İstanbul ve Rumeli taraf­ larına gelen Ermeniler, bidayeten Çarlık idaresinden kaçarak Türkiye’ye dehalet edenlerdir ki haklarında Türkler tarafından gösterilen hüsnükabul o zamana göre misli görülmemiş bir mü­ samaha idi. Bunlar cizye namile verdikleri vergiden başka malî ve askerî mükellefiyetlerden muaf oldukları için Türkiye’de ko­ layca üremişler ve asırlarca nail oldukları huzur ve asayiş saye­ sinde Türklerden çok zengin olmuşlardı. Yine bu sayede Rumlarla beraber, memleketin haricî ticaretini ele geçirmişler ve ecaniple ihtilâtı teshil eden ticaret vasıtasile de Garp medeniyetine, zira­ atla ve askerlikle meşgul olan Türklerden evvel temas etmişlerdi. «Tanzimat hattı» ndan sonra Devlet mansaplarına da el uzatarak se­ faret ve nezaret makamlarına kadar yükseldiler.

Hal böyle iken 1876 senesinde Türklerle Ruslar arasında hâdis olan harpteki mağlubiyetimiz üzerine, Rus ordusu Ayastafanos’a

(17)

geldiği zaman Ermenilerin «Rus dayımız» teranesile Türklere karşı izhar ettikleri nankörlük sanırım ki elân hatırlardadır. Bu muha­ rebe neticesinde Sırpların, Kumlar gibi, istiklâle, Bulgarların da muhtariyete nailiyetleri Ermenilere teşvik kamçısı oldu. Fakat yirmi asır evvel kısa bir müddet yaşamış olan Ermeni Kıratlığı­ nın ülkesinden bir kısmı Türkiye’de ise mühim bir kısmı da Rus­ ya’da bulunduğu cihetle bu kıratlığın hayata iadesi âdeta gayri mümkün olduğu için Ermenilerin arzusu kısır kaldı. Mısır’da servet ve mevki sahibi olmuş Ermenilerin de iştirakile sarf edilen mesaiye rağmen Türklerin felâketinden, Berlin ahitnamesine giren 61 inci maddeden başka, birşey kazanamadılar.

Ermeniler Rus zaferile de nail olamadıkları müstakil hükü­ meti, Türklerin ziyanına olarak, Türk topraklarında tesis etmek emeli hamından vazgeçmediler. Mekteplerinde çocuklarına Türk düşmanlığını telkin ettiler; efsaneden ibaret olan eski satvetlerini göstermeğe, lisan olarak da Türkçeyi unutturup aralarında yalnız Ermeniceyi yaymağa çalıştılar. Mamafih Devlet dairelerinde ihraz ettikleri mevkilere dört elle sarıldılar. Bir taraftan da Rus hıihlist- lerinden ders ve ibret alan Rusya’daki Ermeni müfsitlerinin sevk ve idaresi altındş muhtelif namlarla teşekkül eden ihtilâl cemiyet­ lerine el uzattılar. Rusyadakiler de dahil olmak üzere, nüfusları mecmuu, hem de dağınık olarak, üç milyonu tecavüz etmiyen Ermenilerin istediklerini bazu kuvvetile alabileceklerine, kendileri de kanamadıklarından Avrupa devletlerinin nazarı dikkatini celb- ederek, Morali Rumlar gibi, Hıristiyanlık ianesile istiklâl kazan­ mak fikrini iltizam ettiler.

Ermeni tahrikleri

İlk teşebbüs olmak üzere «Kumkapı» vakıasını meydana koy­ dular. Nümayiş bahanesile «Babıâli» ye hücuma hazırlanan Ermeni kalabalığını bu hareketten men’e memur olan jandarma süvarisine karşı tecavüze cüret edenleri Devletin satveti değil, orada bulunan zabıta kuvveti bile derhal tenkile muktedir iken mücerret bir vaka ihdas etmemek için Padişah bu güruhun üzerine tulumba­ larla su atılarak dağıtılmalarını emretti. Eğer Sultan Hamit tab’an hunhar olaydı bu haslatini tatmin edecek böyle bir fırsattan istifadeye şitaban olmaz mıydı?

(18)

AHMET REŞÎT REY 17

Halbuki o, memlekette şûriş ikama çalışan müfsitlerin tedibi hükümete mütehattim bir vazife iken, kan dökülmesinden ihtirazen bunu bile istemedi; ve karışıklık arayanları dağıtmak hususunda bulduğu tedbiri tezyif için, zerafet erbabına «sudan tedbir» maz-^ mununu bahşetmiş oldu. Fakat Ermeniler bu nümayişten sonra da müteaddit defalar Anadolu’da, iki defa da İstanbul’da hakikî ve feci şûrişler ika ettiler.

On sekizinci asrın son rub’undan on dokuzuncu asrın nısfına kadar sekiz defa isyan etmiş olan Zeytun Ermenileri, 1881 sene­ sinde o aralık Fransa’nın Şam konsolosuna vaki olan taarruzundan inbias eden siyasî hâdiseyi kendi lehlerinde istismar etmek eme­ liyle, İmparator Üçüncü Napolyon’a müracaat ederek Zeytun’da müstakil bir Ermeni hükümeti ihdası istidasında bulunmuşlarsa da dilekleri bihakkın rededilmişti. Zeytun eşkiyası 1865 senesinde civarlarındaki Müslümanların hayatını imha eden bir isyan hare­ keti daha ika etmişlerdir.

Halbuki koca bir kaza halkı olan Zeytun’luların devlete karşı bütün mükellefiyetleri senevî yüz elli liralık maktu bir vergiden ibaret, idareleri sureti de âdeta muhtariyetti. Mütevaliven irtikâp ettikleri şekaveti, Avrupa ve Amerikalı mutaassıplar nazarında bile, mazur gösterecek hiç bir bahane yoktu.

Mamafih Zeytun’lular 1876 da, yani Berlin Kongresinin inikadı senesinde ve badehu 1879 da iki isyan daha ika ettiler. Şu fark ile ki bu son isyanlar şimdi artık umumî Ermeni iğtişaşatile mü- terafıktı.

Ayastafanos’a kadar gelmiş olan Rus orduları başkumandanı Grandük Nikola’ya, fesat rüesasmdan eski patrik Harmanyan’la rüfekası tarafından verilen istidanâmede Türkler ve hükümetleri aleyhinde birçok müfteriyat serdedildikten sonra «Ermenilerin sakin oldukları Şark vilâyetlerinin» Ermenistan namile istiklâlinin istihsaline himmet buyurulması; şayet bu suret mümkün olamazsa bu vilâyetlerin Rus kontrolü altına alınması istirham edilmiş ve o sırada Ermeni patrikliğinde bulunan «Nersis Varjebetyan» da Grandük’a arzı ubudiyetle Türklerden şikâyete ve takdim olunan istidanâmeyi tevsik ve tekide şitaban olmuştur.

Ermeni fesedesi Grandük’ten ve Rusya Hükümetinden yüz bulamayınca Berlin Kongresine dehalet ederek mütevali tasdiat ile muahedeye (61) inci maddenin ithalini istihsal ettiler. Lâkin

(19)

CANLI TARİHLER

18

ondan sonra kendileri de Rus ve Ingiliz siyasetleri arasında oyun­ cak oldular.

Avrupa Devletlerinin himayetkâr müdahalelerini istedikleri tarzda celbe muvaffak olamıyan Ermeni sergerdeleri, nihayet, Hıristiyan milletlerin teassupkâr hissiyatını tahrik ederek Av­ rupa ve Birleşik Amerika Hükümetlerini efkârı umumiye zorile Türklere karşı harekete icbar için Türkiye’de iğtişaşlar çıkarıp «Müslümanlar Hıristiyan Ermenileri katlediyorlar» yaygarasile Avrupa ve Amerika'nın kulaklarını doldurmayı umde ittihaz etti­ ler; ve 1880 senesinden itibaren ihtilâl cemiyetleri taşkilâtına başlıyarak Hmçak, sonra Troşak, daha sonra Taşnaksagan namlarile ve daha türlü isimlerle meydana çıkan fesat ve ihtilâl komitele­ rinin tesvilât ve tahrikâtile Türkiye’deki Ermeni kiliselerini ve Ermenilere ait birçok mebani ve mesakini de esliha, mühimmat ve dinamit bombalarile doldurdular (l).

İşte bu suretle, 1894 senesinde Ermenilerin Sasun’da müs- lim ahali aleyhinde reva gördükleri hunrizâne ve hainâne tecavüzlerden dolayı Kürtlerle Ermeniler arasında feci bir kital hâdisesi oldu ki « Sasun Vakası» namile, Avrupa ve Amerika’ da hükûmat ve matbuatı uzun müddet iştigal etmiş ve hakikatin

tebeyyünü için Türk hükümetince sarfedilen bütün mesai

- evvelden ezberlenmiş fikirlerle tıkanmış olan - zihinler önünde tesirsiz kalmıştır. Mamafih Sasun kıtalinin de bâdisi Ermeni fesatçıları olduğu badehu nasıl anlaşılıp tasdik edildise o zaman da barizdi.

Bundan bir sene sonra 1895 senesi Eylülünde İstanbul’da Er­ meni Patrikhanesi kilisesinde toplanan Ermeniler Sultanahmet meydanile Divanyolu ve Çemberlitaş cihetlerine yayılarak BabI­ âli’yi istilâ etmek istediler. Hareketlerine Jandarma vasıtasile muslihane mümanaat olunduğu esnada teşhiri silâh ile bir jandar­ mayı katlettiler. Bunlara karşı askerî kuvvet istimali düşünüldü ise de « Ermeniler mahvediliyor» yaygarasına kapı açılmamak için cesaret edilemedi (2).

(1) «Ermeni komitelerinin âmal ve harekâtı ihtilâliyesi» unvanile o za­ manki İttihat ve Terakki hükümeti tarafından vesikalara müsteniden neşredi­ len bir kitapta bu işler hakkında mükemmel tafsilât vardır.

(2) Bu cüretaizlik, fikrimce, Padişah ve Hükümet tarafından ihtiyar edil­ miş fena bir hata idi.

(20)

AHMET REŞİT REY 19

Hükümet Ermenileri, nasihat ve ricaya kuru tehtitler de ka­ rıştırmak suretile, teskin ve iknaa çalışırken vakit geçtikçe halkta hükümetin kudretine itimat azalmış, Türkiye’nin diğer cihetle­ rindeki Ermeni tecavüzatını epeyce zamandanberi işite, işite iyice bellemiş olan zihinler bu faciaların İstanbul’da da vukuundan bi­ hakkın endişeye düşmüştü. Her nevi esliha ile mücehhez olan Er- meniler tarafından, başka cihetlerde mesbuk olduğu üzere, müs- ülmanlarm mal ve can ve ırzına tasallût vukuunu men için avam­ dan nefsinde kudret görenler bulabildikleri sopa, demir çubuk, odun parçası gibi şeylerle müdafaa ve mukabeleye koyuldular.

Ermeniler Hükümetin muslihane nasihatlarmı dinlemiye- rek, ya hükümet, yahut halk tarafından - velev sırf tedafii olsun - bir mukabele görür görmez, «Türkler Ermenileri mahvediyorlar» feryadile Amerika ve Avrupa’nın taassubuna sığınmak gayesini elde etmek için, plânları mucibince, hareketlerine devam ediyor­ lardı. Padişah ve Hükümeti bu müfsitlerin oyununu oynamış ol­ mamak için eşkiyayı asker kuvvetile tenkilden içtinap etmekte iken şimdi Müsülmanlarm mukabelesi zjuhur edince vaziyet daha müşkül oldu; şu sebeple ki kuvvetli tedabiri mania ittihaz olunsa • Sasun vakasında olduğu gibi - Müsülmanlarm zayiatı hiç nazarı itibara alınmıyarak yalnız Ermeni zayiatı, beş on misli mübalağa ile, ortaya konulacak ve bu zayiata Müsülmanlarla birlikte Erme­ nde re savlet eden hükümetin kurbanları namı verilecekti. Hükü­ met silâhını münhasıran Müsülman ahaliye tevcih etse, hem şeni bir cinayet işlemiş olacak, hem de meşru, müdafaa halinde bulu­ nan bir takım halkı feda etmiş olduğu halde bile, medeniyete bihakkın leke olan, Hıristiyan taassubunun hoşnutluğunu kazan­ mak şöyle dursun, yine tenkit ve takipten vareste kalamıyacaktı. İşte bu zuruf ve ahval içinde bocalıyan âciz hükümet istifa ederek yakasını kurtardı. Yeni hükümet biraz daha cesaret göstererek, mamafih yumuşak tedbirlerle maslahatı şöylece idare etti.

Fakat payitahtı karıştıran bu badire - ahşap evlerle dolu bir mahalleye saldıran yangın ateşi gibi - baştan başa Anadolu’ya sirayet etti. Halbuki gerek Anadolu Türklerinde, gerek Kürtlerde Ermenilere karşı komite, cemiyet ve saire gibi teşkilât yoktu. Eğer olaydı icra edilen münferit ve muhtelit tahkikatı mükerrere- de meydana çıkar; Müslim ahali aleyhinde kat’î bir bürhan olarak - kimbilir? Kaç defa, kaç türlü vasıtalarla - dünya halkının enzarına ibraz edilirdi.

(21)

Anadolu şehir ve köyleri arasında serian ihbar ve istihbar vesaiti o zaman hemen yok gibi olduğuna göre vekayiin ahali ara­ sında şüyuu zamana muhtaç olacağı gibi, oralarda - farzımuhal olarak - hemen haber alınıp katliam tertibatına başlamak mümkün olsa bile bu tertibatın, - teşkilât fıkdanı maniasile - bu kadar sürat ve intizam dairesinde ihzar ve ikmali yine mümkün olamazdı.

İhbar vasıtalarının ve tertibatın evvelden hazırlanmasına muhtaç olan sirayet sürati de isbat eder ki Anadolu’da hadis olan bu müselsel kıtalin de badı ve muharriki yine Ermeni komi­ teleridir.

1896 senesinde, yani Anadolu faciasından bir sene sonra İstan­ bul’da Galata’da Osmanlı Bankasına, Türkiye Ermenilerine önayak olan yabancı müfsitler tarafından, dinamit bombalarile icra edilen baskının ve bunu takip edip, bu defa artık zaruri, asker kuvvetile tenkil edilen feci şurişin Ermeni fesedesi eliyle tertip ve icat edilmiş olduğu ise bariz ve bedihidir. ,

Binaenaleyh bu müellim vekayide Sultan Hamid’in badi ve mürettip olabilmesi için Ermeni komitelerile teşriki mesai etmiş olması katı ve mantikî bir kıyasın zarurî neticesidir; ferti taassup- / la malûl nazarlar bile böyle bir faraziyeyi mâkul ve müdafaaya

kabil göremez.

Burada istitraden ufak bir mütalâa serdedeceğim : Ermeniler Rum Ortodoks kilisesi içinde kaybolmuş kimsesiz bir şirzime iken 1461 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından Ermeni mezhebi­ ne mahsus bir patriklik teessüsüne müsaade buyurulması sayesin­ de dinî, İçtimaî ve millî teşekküllerine suret vermişler ve badehu hükümetin lütfü himayesile bu teşekkülâtı mütemadiyen muhafa­ za etmişlerdir.

Türkiye’deki Ermenilerin Osmanlı saltanatından gördükleri himaye ve muavenet sayesinde içlerinden bir takımı memlekette iktisaden ehemmiyetli mevkiler elde ettikleri ve cemaatça da şirketler, cemiyetler, mektepler tesis etmek salâhiyetini ihraz eyledikleri gibi askerlik hizmetinden muafiyetleri dolayısile de Türklerden daha kolay nüfus ve servet kazanmaları imkân dahi­ line girmiş olduğunu gören ve eski çarlığın kasıp kavurucu taz­ yiklerinden bizar ve bitap olan Rusya’lı Ermenilerden bir çoğu Osmanlı ülkesine iltica ederek hemcinslerinin mazhar oldukları nimetlerden behreyap olmıya can atmışlar ve devlet tarafından da en bariz hüsnükabule mazhar olmuşlardır.

ÜO --- --- CANLI TARİHLER

(22)

AHMET REŞİT REY 21

Buna karşı Patrikler ve cemaatları uzun bir müddet devle­ te sadakat yüzü gösterdiler. Sonra Eçmiyazin Katağigos’un meş’um nüfuzu İstanbul Patrikhanesine girdi ve nihayet 1844 se­ nesinde Ermeni Patrikhanesi âyinlerinde Katogikos namının tez- kâri usûlıittihaz edildi. İşte o zamandanberi Ermeni Petrikhanesile ruhbanı devlete sadakatten ayrılarak nankörlük kirivesine saptı­ lar. Buna rağmen 1860 senesinde Ermenilerin dinî, millî ve içtimai işlerini emniyet ve suhuletle tesviye etmeleri için millî bir mec­ lisi umumî tesisini de devlet is’af ettî.

Hal böyle iken 1876 da, bu son lûtuftan on altı sene sonra Ermeni Patriği - hiçbirinde Ermenilerin ekseriyet teşkil edeme­ dikleri - Anadolu’dan altı vilâyetin Rus kontrolü altına alınması istidasile Grandük Nikola’nm ayaklarına kapandı. Nankörlük ruh­ bandan millet efradına geçerek, pek çok Rus nihlistlerinin şakirdi, belki de Çarlık siyasetinin âleti tervici olan - Rusyalı Ermenile- re (1) uyarak asırlardanberi beraber yaşadıkları Türklerin hayatına, hattâ ırzına tecavüz ettiler; mülteci sıfatile girdikleri memle­ kette mülk sahiplerini katliam etmekle başlıyarak, sonra da tez­ vir ve iftira ile kendilerine celbettikleri mutaassıp kafaların mu­ avenet ve kuvvetine dayanarak ev sahiplerine hâkim olmak sev­ dasına düştüler; öldüler, öldürdüler. Vicdanı ve iz'anı payımâl et­ tikten sonra irtikâp olunabilen bu cinayetler arasında her iki ta­ raftan da mâsum olarak ölen biçareler için elemnâk olmamak mümkün değildir.

Ermenilerin, mecnunane bir cür’etle oynadıkları bu facia­ ların bütün sahnelerinde Sultan Hamid'in rolü, zuhurata göre, ' müdafaa esbabına tevessülden ibaret kalm ış; mukabil taarruza geçmek istırarmda bulunduğu zaman bile asayişi iade ile iktifa etm iş; ve bu meselelerde hiç bir veçhile muannidane teşebbüs­ lere el uzatmamıştır.

Ermeniler bir taraftan, kendileri gerek tabanca ve bıçak gibi âdi silâhlarla, gerek bombalarla katliama teşebbüs ederlerken,

(1) Oamanlı Bankasını bombalarla basan Ermeni canilerin Rusya’dan gelmiş oldukları tahakkuk ettiği gibi bunların cezadan muaf olmak üzere Ban­ ka binasından çıkarılmalarına tavassut vazifesi de Rusya sefareti tarafından deruhte edilmiş ve sefaret baştercümam mahut Maksimof elinde Rus bayrağı olduğu halde canileri bir Rus vapuruna kadar teş’i etmiştir. İğtişaş esnasında elinde bir sopa ile Saraya gelerek « Ermenileri bununla öldürüyorlar » diye feryat eden yine o Maksimof’tıı.

(23)

22 CANLI TARİHLER

diğer taraftan müslim ahalinin tehlikeye düşen mal, can ve ırz­ larını müdafaaya çalışmalarını; nihayet hükümetin emniyet ve asayişi iade için naçar ittihaz ettiği tedbiri yukarıdan aşağı tahrif ve ıtra ederek hıristiyan taassubunun müessir ve kesir olduğu İngiltere ve Amerika’da - meşru ve gayrı meşru, mecaz ve gayrı mecaz - her nevi vasıtalara müracaatla Türk milleti ve Türk hükû- metile Padişahı aleyhinde şiddetli propagandalar icrasına vüs’at verdiler.

Geçen asır iptidalarında Mora ihtilâli hengâmında garezkârlar tarafından kâh ihtira, kâh mübalağalarla başka kalıplara ifrağ edilen mahut «Türk mezalimi ■> Bayron (Byron) ve Hügo (Hugo) gibi şöhretli şairlerin ilâve ettikleri taninlerle bütün on dokuzuncu asırda âlemin kulaklarını doldurmuştu. Ermeni muzurları Rus - Türk muharebesinden sonra, müstakil bir Ermenistan yaratmak maksadile on dokuzuncu asırda etrafa yayılmış olan o havanın akislerini idameye çalışmağa başlayıp nihayet Avrupa ve Ameri- kaca Türk mezaliminin bedihi gibi kabul edileceği zaman geldi­ ğine ve isyan silsilesini idare etmeğe kâfi vesait elde edildiğine kani olunca bu vekayii ihdas ettiler. Diğerleri gibi Ermeniler de istiklâllerini Hıristiyan devletlerin himayesile kazanabilecekleri ümidinde bulunduklarından bir taraftan mülkün her köşesinde şuriş ika için müslim ahaliyi dövüşmeğe sevk edecek çığırtkanları (agents provocateurs), diğer taraftan vukuatı Avrupa ve Amerika’­ nın Türk aleyhtarlığıyla doldurulmuş vicdanlarında «Türklerin ve bilhassa Abdülhamid’in cinayetleri» şeklinde telâkki ettirecek propagandacıları etrafa saldılar.

Ermeni nankörlüğünün muvaffak neticeleri

Bu mesai müsmir oldu. Dinî heyecanlara kabiliyetli olan İngiltere efkârı umumiyesinde şiddetli bir galeyan husule geldi. İstanbul’da İngiliz'elçisi «Sir Filip Güri» nin güya «Şahidi adil» ! sıfatile yazdığı raporların tesiri de buna inzimam ederek İngiltere Hariciye Nezareti şiddetli tedbirler ittihazına teşebbüs etti. O zaman İngiltere’de Başvekil ve Hariciye Nazırı olan Lord Solisböri (Solisbury) Avam Kamarasında irat ettiği bir nutukta (Avrupa dü­ veli muazzamasınm deniz kuvvetlerinden müteşekkil müşterek bir donanma ile, İstanbul limanına girilerek bu mezalime nihayet verecek tedbirlerin ittihaz olunacağını) ilân etti.

(24)

23

AHMET REŞİT REY

Bir tarafsan Boğazlar meselesinde Rusya Çarlığı ile Garbi ve Merkezî Avrupa’daki büyük devletler arasında ihtilâfı nazar bulunduğu, diğer taraftan Türkiye’deki Ermenilere verilecek is­ tiklâlin Rusya’daki Ermenilere suimisal olacağı düşüncesine istinat eden Padişah Rusya Hükümetine müracaatle büyük devletler tarafından bilittifak yapılacak böyle bir hücuma karşı Çanakkale Boğazının hakkile müdafaası müşkül ve belki gayri kabil olaca­ ğını, binaenaleyh Boğazların ahden müeyyet olan hürmeti bu vesile ile hetk edilerek badema Garbi ve Merkezî devletler do­ nanmasının boğazlardan geçmesi itiyat haline geleceğini ve bu esnade âlem müvazenesinin ve Rusya vaziyeti siyasiyesinin ha­ leldar olabileceğini anlattı.

Bu suretle başlıyan müzakere neticesinde kararlaştırıldığı veçhile, İngiltere Hariciye Nezaretinin «müşterek donanma ile Türkiye'nin tazyiki teşebbüsüne iştirâk» teklifine cevap olarak, Rusya Hükümeti tarafından: (Karadeniz donanması böyle bir teşebbüs için hazır değildir. Baltık donanmasının celbi de büyük bir külfeti müstelzimdir. Bundan başka Akdeniz Boğazı zorlanır­ ken Karadeniz Boğazının masuniyeti bir nevi acze mahmul olabi­ lir. Bu sebeplerle Rusya Hükümeti bu teşebbüse ancak berren iştirak edecektir. Müşterek donanma hareket ettiği anda Boğazla­ rın berren işgaline derhal mübaşeret olunması için lâzım gelen tedabirin acilen ittihazı mümkündür.) mealinde mukabil bir tek­ lif dermeyan etti.

Bunun üzerine açılan müzakerat ve muhaberatın sonunda bu müdebdep teşebbüs, - o da diplomasinin şerefini siyanet için - İstanbul limanında sefaretlerin maiyetine memur olan avizolara birer tane daha ilâvesi kararile, suya düştü.

İşte, müverrih «Sorel» in ve «Puritain Gladstone» un padişahı galiz tabirlerle yade vesile ittihaz ettikleri; Fransa, İngiltere ve Amerika gazetelerinin de Türklüğe silinmez bir leke gibi yapış­ tırmak istedikleri Ermeni kıtalinin mahiyeti hakikiyesi budur. Yani bu kıtal nairesi Ermeni fesedesi tarafından, düşündükleri siyasî propagandaya kuvvet vermek için, bizzat tutuşturulmuş, senelerce’körüklenmiştir. Bu şuriş bütün Anadolu’da iki taraf ara­ sında âdeta bir harbi dahilî gibi devam etmişken teaddiyat yalnız Türklere atfedilerek Ermenilerin umumiyetle Türk ahaliye, alel- husus hiçbir işe karışmamış olan ihtiyarlara, çocuklara, hele

(25)

ka-CANLI TARİHLER

24

dınlara karşı icra ettikleri vahşiyane cinayetler / kaleme bile

alınmamıştır. /

Ve bu azim mezalimin mürettip ve müşevviki olmak şaibesi de bir taraftan garazın, diğer taraftan gafletin eseri olarak Sultan Hamid’e isnat edilmiştir. Padişahın bu isnadattan beraeti verdiği­ miz izahat ile subut bulduysa, şimdi de vaktile içimizden çıkan aynı mahiyette diğer bir bühtanın reddi sırası gelmiş demek olur.

* * *

Sultan Hamid’in yanlış hattâ gülünç sayılan ahval ve efalinin başlıca sebebi olan vehminden bilâistifade - «hürriyet, müsavat, adalet» - nümayişli bayraklarla memleketin her tarafına yayılan fevza (anarchie) dalgası, karşısında - yegâne mâni ve binaenaleyh ilk hedefi taarruz olarak - dine ve intizam ve asayişe taraftar olan Padişahı buldu. Ermeni iğtişaşatı esnasında yabancı gazetelerde- okudukları, yahut başkalarından işittikleri gürültüyü meşk ittihaz ederek Abdülhamit devrinde mütemadiyen sel gibi akan kanlar­ dan, «Kızkulesi» açıklarında denize atılan müslim ve gayrimüslim mâsumlardan; fakat bu defa memleketin içinde, yanayakıla bağıra, çağıra bahseden bir takım adamlar türedi. Bunlar, akıttıkları lâf çağlayanlarile, Ermeni müfsitlerinin Türkler ve Padişah aleyhin­ deki iftiralarını - zannederim ki sözlerinin hükmü nerelere vara­ cağını bile anlamıyarak - tasdik ve tevsik etmiş oluyorlardı. Bun­ lar insanlığın saadetine medar olan hürriyeti, insanların cemiyet ve asayişine hasım olan başıboşluk (licence) ile karıştıran çarpık düşüncelilerdi. Çünkü münhasıran Padişahı istihdaf ediyor gibi görünen bu ikinci isnadın menşei, birincisi gibi bir kavmin hül­ yayı istiklâli değil, belki Türk namı umumisi altındaki kütle içinde zuhur ederek zemin ve zamanın müsaadesile meydan alan ufak bir ekalliyetin hırsı ikbaliydi.

Ittihad ve terakki

Evvelâ, muhtelif sebep veya bahanelerle Mısır’a, yahut Fran­ sa’ya savuşarak bir batın evvelki «Genç Türkleri takliden» Terakki ve ittihat namile bir cemiyet teşkiline teşebbüs eden birkaç kişi aynı zamanda bazı Mısır zadelerinden iane dercine de medar ol­ mak üzere, Padişah ve Hükümet aleyhinde neşriyata başladılar; ve kendilerile aynı davayı takibediyor gibi görünen Ermeni

(26)

AHMET REŞİT REY 25

ihtilâlcilerile de vifak ve uhuvet tesis ettiler. Badehu yavaş yavaş bu cemiyete duhul, yahut dahil olanlarla teşriki mesaiyi kabul eden muhtelif tıynetli, muhtelif niyetli firariler de evvelkilere inzimam etti. Bunlar ya memlekette böyle uzaktan şan ve şöhret yahut zuhur edecek ilk fırsattan bilâistifade bir mansıp kazanmak, şayet bu ikisi de mümkün olamazsa zengin Mısırlılardan para kopararak Avrupa’da rahatça yaşamak emelindeydiler. Çünkü Sultan Hamid, yine vehmine tebaan, Türkiye’den kaçmış olanları vatanlarına celbetmeği, bunların hiç kıymeti olmıyan neşriyatına nihayet vermeği iş edinmiş olduğundan firarilik, külâh kapmak va­ sıtalarından madut olmuştu. Nitekim havassı bendegândan Çerkeş Ahmet Paşa bazı Avrupa akşamında bir cevelan yaparak cinsi, tıyneti ve yaşı muhtelif bir hayli genç Türk’ü istishap ile avdet etmiş ve bunları müstevfi maaşlı birer memuriyete kayırmıştı.

İşte bu cemiyetin neşriyatı ve Fransa’daki Klemanso (Cle­ menceau) gibi, meşrep ve meslekleri hasebile, bütün dinlere ve bu arada evleviyetle İslâmiyete ve bilhassa Türklere düşman olan­ ların bedhahane muavenetleri sayesinde zuhur eden ve Türkler için haysiyet - şiken bir hal, Ermeni müfsitleri için de beklenme­ miş bir nimet olan tezvirat ve isnadat bir hayli zaman devam etmiş; ve, ancak sıhhati halinde, yâr ve ağyare karşı hacaleti mu­ cip olacak bir takım çirkinlikleri icat ve teşhirden başka bir netice vermemişti.

Fakat, senelerce Makedonya’da karlar, tipiler altında şimen- düfer hatlarını muhafaza ve Balkan çetelerinin tazyikinden köy­ lüleri vikaye için Rum ve Bulgar eşkiyasını takip ile uğraştıkları halde müstahak oldukları taltifata nail olamamış bulunan o za­ manki Üçüncü ordu zabitahı, İstanbul’da babalarının himmeti, yahut maiyeti seniyeye nisbetleri sayesinde huzur ve zevk içinde yaşayan bazı mektep arkadaşlarının büyük Rütbelere nail olmala­ rından, bihakkın şikâyete başlayınca, o zaman «vilâyatı selâse» denilen Rumeli akşamında - müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa’nın hod­ kâmlığına munzam olan aciz ve gafleti sayesinde - yerleşip fırsat gözeten bazı muharrikler, hemen ileri atılarak, Avrupa’dakilerle de münasebet peyda ettikten sonra Selânik’te yeni bir ihtilâl cemiyeti teşkil ve «İttihat ve Terakki» tevsim ettiler.

Birçok zurûf ve ahvalin biribirine iltihakile hakikî bir vücut kazanan bu cemiyetin propagandacıları da Ermeni fesedesi gibi

(27)

CANLI TARİHLER

26

zulüm elile dökülen kanlardan, sökülen hanumanlardan, geceleri denize atılan masumlardan bahis yaygaralarile bir hayli zaman halkın kulaklarını doldurdular. «İttihat ve Terakki» cemiyeti, Türkler nezdinde kuvvet ve kudret masdarı addedilen Padişahı devirmiş olmak haysiyetile, zahiren ondan daha büyük bir kuvvet ve kudrete malik gibi göründüğünden âlemi hayret almıştı; artık o natıkaperdazlarla cedele ve sözlerinin derecei kıymetini ale­ nen tayine kimsede cüret kalmamıştı. Yoksa o fesahat seylabımn davul gibi gürültüsü çok fakat içi boş bir menbadan geldiğini, hattâ Anadolu köylüleri arasında bile, çok kimseler anlamışlardı.

Zira, memlekette, Padişahın emrile, seller gibi değil, hattâ bir damla bile kan döküldüğünü Türklerden gören kimse yoktu. Harbiye ve Tıbbiye mektepleri talebesinden Trablusgarb’e, ahattan ve bazı münevver gençlerden diğer vilâyetlere nefi edilmiş olan-- lar malûm ise de falân veya filânın ne asılıp kesildiğine, ne gizlice boğulduğuna, ne de denize atıldığına dair ötedenberi hiçbir kimse hiçbir sahih haber işitmemiş; hattâ meşrutiyet ilânından sonra menfiler tamamen avdet ettikleri zamanda muayyen bir şahsın gizlice itlâf edilmiş olduğuna dair kat’î bir söz söyliyen zuhur etmemiştir. Halbuki ötedenberi denildiği gibi - sayısız olmak şöyle dursun - fakat birkaç tane bile maktul bulunmuş olsaydı bunların elbette anası, babası, yahut akrabası, o da yoksa ahibbası, hiç ol­ mazsa komşusu, hulâsa bir tanıyanı bulunur; ve «filân adam nagehan kaybolmuştu, bir daha görünmedi» gibi bir söz işitilirdi. Evvel ve ahir böyle bir misâl göstermeğe imkân bulunamamış olması bu davanın butlanına delili kâfidir. Bu iftira da Ermenilere peyrev olmak ise Türkler aleyhinde yalancı şahit sıfatile tezvire iştirâkten başka bir mahiyeti haiz değildir. Binaenaleyh Sultan Hamid’in «katlı nufusa münhemik olduğu» iddiası hem vâsi, hem medit, hem de dağdağası dünyaya aksetmiş olmakla beraber delili yok bir dava, yalancı bir davadır.

Abdülhamid ve kan dökUcülUk

Padişaha isnat olunan «kan dökücü» şöhretinin mahzi iftira olduğu delilin fikdanile tahakkuk ettikten sonra bu hakikati ken­ disinin âdi icraatile teyit etmek de mümkündür:

(28)

AHMET REŞİT REY .27

cürümlerinden dolayı haklarında idam hükmü sâdir olanlâr elbette yüzü tecavüz etmiştir. Padişah bunların arasında yalnız birinin, anasını, ve babasını katletmiş bir canavarın idamı hükmünü tasdik etti. Diğerleri hakkındaki idam cezalarını, cürmü muhit olan se­ beplere göre, müebbeden, yahut yirmi, yirmi beş sene hattâ daha az kürek cezasına tahvil ederdi. İdam hükümlerinin mahkemei temyizden tasdik edildikten sonra Babı fetvaca da görülüp icabı şer’isinin beyan edilmesini usul ittihaz eden Padişahın umumi­ yetle idam cezalarını - bu şartı da haiz olmakla beraber - mutta- riden hapis cezasına tahvil etmiş olduğu, halen, hazinei evrak ku- . yudile de sabittir. Alelitlak adam öldürmekten bu derece içtinap

ise ancak kanı kerih gören bir tabiatın şiarı olabilir.

Hulâsa, Ermenilerin büyük fedakârlıklarla ortaya elemli bir za­ hiri hal çıkararak buna sebep olanların, başta Sultan Hamid olmak üzere, Türkler ve Müsülmanlar olduğuna Avrupa ve Amerika Hıristiyanlarını, bu meyan da bazı ilim ve siyaset ricalini de ikna etmiş bulunmalarına, bazı Türklerin de bu batıl davada yalan şehadeti kabul eylemiş olmalarına rağmen Padişahın bütün o esef- nâk vakaların ne bâdisi, ne de mürevvici olmadığı teba’î Müslimesi- nin bidayeten, ancak gerek bilfiil taarruza, gerek taarruz ihtimali galibine Karşı müdafaai nefis mevkiinde bulunduğu vukuatın bita- ' rafane tetebbu ve tetkiki halinde daha ziyade tebarüz eder. Nite­

kim 31 mart vakasının de tertibi Padişaha isnat olunarak o sebeble hal’ına fetva alındıktan sonra bu vakıada medhali bulunmadığı itiraf edildi.

* * *

Sultan Hamid’in vehim ve cehilden münbais nakiselerinden bahsettik; düşmanları tarafından tasni edilen hunharlık iftira­ sından beraeti de ,kâfi derecede izah olundu. Şimdi biraz da evsafı sairesini tesbite çalışırsak manevî şahsiyetin esaslı hatlarını, bizce imkân müsait olduğu kadar sıhhatla göstermiş oluruz ümidindeyim.

AbdUltıamid’in mânevi şahsiyeti

Sultan Hamid’in kuvvei dimağiyesi zeki addedilmesine müsa­ itti. Bu kanaatim, kaleme alınması kitabet dairesine tevdi edilen iradelerinin heyeti umumiyesinden ve bazı icraatından istinbat

Referanslar

Benzer Belgeler

• Halkın hep rüya kahramanı gibi gördüğü, prenses gibi anımsadıkları insanların onlar gibi olduklarını göstermek istiyorum. Hülya Aksular eğer kuğu oynuyorsa

Muhlis Sabahattin esaslı ir şekilde bilmediği garp musi- isine hiç sokulmamış ve eski mu »ikimizde biıgiıl ve ona meftun bir baba evinde o musikinin ahen­ gi

Mebruke Cemal’in kızları, Dilek Tulça ve Arzu Atakan’ın sevgili anneleri, Melih.. Tulça ve Hakan Atakan’ın sevgili kayınvalideleri, Murat, Yasemin

Ancak, onun saray tarafından ne kadar tutulduğunu bilmediğinden kendi azledilerek yerine Cevat Paşa tayin olundu ve bir süre sonra da mareşallik rütbesi

A short ferry ride from central Istanbul carries you to a peaceful Arcadia, the island o f Büyükada.. A flower scented breeze, wo­ oded hillsides, picturesque timber

[r]

1946 yılında İstanbul Milletvekili seçilen, Basın Yayın Bakanlığı, Kurucu Meclis üyeli­ ği, 1980 yılında Kültür Bakanlığı görevlerin­ de de bulunan Cihat

hastanın ağız içi muayenesinde alt çenede süt orta keserler dışındaki tüm dişlerin konjenital olarak eksik olduğu, üst çenede ise süt yan keserler ve kanin