• Sonuç bulunamadı

Sosyal Güvenlik Açısından

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Sosyal Güvenlik Açısından"

Copied!
79
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

Prof. Dr.

TURAN YAZGAN

Sosyal Güvenlik Açısından

ZEKÂT

Türk Dünyası Araştırmaları Vaklı

(4)

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALAKi VAKFI YAYINI : 35

KUTSUN SERİSİ : 2

nu Esı:ıı

B i i k n ı ı b r K ı u ı ı l ı ı n ı ı ı ı 2 0 . 7 . 1 9 8 0 l;ırrlı vc 8 / 1 3 0 7 s a y ı l ı k a r ; ı n y l ı ı k a m i l y ; ı ı ; u u ı a h i / n ı e ı v e r d i ğ i k a b u l e d i l e r e k v e j g i m u a f i y e t i t a n ı n m ı ş o l a n T Ü I I K D U N Y A . S l M I A Ş T I H M A L A H I V A K f l ' n ı n y a y ı n ı d ı r .

l l e v l ı a k k ı n m l ı f u z d ı ı r . T Ü H K D Ü N Y A S I A n A Ş T I R M A L A l l I V A K F İ ' [ İ l l i m ü s a a d e s i ü l ı n a k s i / ; ı ı ı t a n ı a ı ı ı e ı ı , k ı s m e n v e y a h e r h a n g i b i r d e ğ i ş i k l i k y a p ı l a r a k i k t i b a s e d i U n ı c z .

Binııc.ı M a s k ı ; ['•)(^') İ k i i ı C i BaskL 1 9 7 2

Û ç ü n c ı ı finskı 1 9 H 7 Kriııak Kıım. ; öiTier O n a y

I^iizgi ; Yıtlugteküı Dizgi M«rkezi

H a b e r l e ş m e A d r e s i : l ' . K . 2 S 2 , A k s a r a y - İ S T A N D U L T e l e f o n l a r : 5 1 1 II) U Ü - 5 1 1 I b 'M

İstanbul - 1987

(5)

S U N U Ş

V a k f ı m ı z h e r k e s i n e v d e , y o l d a , b e l d e rahat­

lıkla o k u y u p zevk a l a c a ğ ı ve istifade e d e c e ğ i bu k i t a p ­ ları neşretmeyi bir v a z i f e s a y m a k t a d ı r . Bu d i z i m i z i n b a ş l ı c a vasıflarından birisi halka faydalı bilgiler ver­

m e s i , diğeri ise ilmî v e ciddî o l m a s ı d ı r .

T ü r k i y e ' d e çok a z k i t a p o k u n d u ğ u bir ger­

çektir. B u n u n sebeplerini tespit e t m e k ve hepsini o r ­ t a d a n k a l d ı r m a y a ç a l ı ş m a k , bu h u s u s ü a g ü c ü o l a n her Türk a y d ı n ı n ı n vazifesidir.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı olarak bu yeni d i z i m i z ile millî k ü l t ü r ü m ü z e hizmet e d e b i l m e n i n y a n ı n d a , kitap o k u m a z e v k i n i n v e k i l a p d a n f a y d a l a n ­ m a a l ı ş k a n l ı ğ ı n ı n k a z a n ı l m a s ı n a d a y a r d ı m c ı o l m a k e m e l i n d e y i z .

Bu g a y e y e hizmet e t m e n i n hazzı ve h e y e c a ­ nıyla o k u y u c u l a r ı m ı z a s e l â m v e s a y g ı l a r ı m ı z ı s u ­ n u y o r u z .

P r o f . D r . T u r a n Y A Z G A N

(6)

Ana ve Babamın Aziz Ruhuna

(7)

ÖN SÖZ

Sosyal siyaset sahasında çalışan bir öğ­

retim üyesi olarak, yirmi yılı aşkın bir süre için­

de, Türkiye'de ilim adamı vasfını kazanmanın yolunun yabancı dilde 5-10 kitaptan alınacak not­

ların kompozisyonundan geçtiğini tespit ettim.

Çocuklarımıza sosyal güvenliği bir ders olarak okuturken kendi kaynaklarımıza hiç bir şekilde dayanmanın mümkün olmadığım gördüm. Yazıl­

mış bir "Maliye" ders kitabında zekât veya fit­

reyi bir kaç satırdan fazla bulmak nasıl kabil değilse sosyal siyaset kitaplarımızda da bunları ancak bir kaç kelime olarak bulmak müm­

kündür.

Öğrencilerimize, işçilerimize bu kavram­

ları sorduğum zaman kesin ve doğru bilene na­

dir de olsa rastlamadığımı ifade edersem mübalâğa olmaz. Anama zekât kime verilir diye sorduğum zaman onun da değişmez cevcibı "ho­

caya verilir" idi.

(8)

Yaptığım araştırmalar, meselenin üzerin­

de yabancıların daha çok durduğunu gösterdi.

Menfi gelir vergisi üzerine okuduğum kitaplar beni, zekâtın Türk sosyal siyasetcilerince ince­

lenmemiş olmasının affedilmez bir gaflet oldu­

ğu sonucuna götürdü.

Bir seminerde Millî Eğitim Bakanlığı da yapmış bir profesörün müesseseyi çağ dışı ilân etmesi bu incelemeyi yayınlamama yol açtı. Ken­

di müesseselerimizin kolaylıkla ve peşin hüküm­

le çağ dışı ilân edilmesinin münferit bir hadise olmadığını, cemiyetimizin her kesimine yayılmış ve kökleşmiş bir hastalık olduğunu gördüm. Fit­

re ve zekâtta, en azından maliye kitaplarında mo­

dem vergileme prensipleri olarak gösterilen bir çok prensibi bulmak kabildi.

Ancak dinî mevzular üzerinde ulu orta fi­

kir yürütmek de mümkün değildir. Bu sebeple incelemelerimi neşretmeden evvel çok düşün­

düm. Nihayet büyük bir ihtiyatla ve tevazu için­

de "Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi"nin 6 sayısında yayınladım. Aradan yedi yıl geçti. Sa­

dece taktir edildiğini tespit ettim. Bundan cesa­

ret alarak ve teşvikleri de düşünerek bu kitapçıkla bu makaleyi yeniden yayınlıyorum.

Her türlü tenkit, düzeltme, yol gösterme­

ye karşı ancak minnettarlık duyarım.

Kim tarafından olursa olsun, okunur ve fayda sağlarsa ne mutlu...

Prof. Dr. Turan YAZGAN

(9)

İÇİNDEKİLER

Giriş 9 I-Kurân'da Sosyal Dayanışma 13

Il-Sosyal Güvenlik Kavramı ve Fitre,

Zekat ... 20

a-Tehlikeye Uğrayanlar 20 b-İnsan Haysiyetine Yaraşır Asgari

Geçim 30 IlI-Vergi Açısından Zekat ve Fitre 43

a-Zekat 45 b-Fitre 54 IV- Yeniden Gelir Dağılımı ve Zekât 59

Sonuç 75

(10)
(11)

Sosyal Güvenlik Açısından Zekât

Giriş:

Sosyal yardımlar, sosyal güvenlik tarihi­

nin ikinci merhalesinde, tehlikeye uğrayan in­

sanları tehlikelerin zararlarından kurtarmak bakımından çok tesirli rol oynamış müesseseler­

dir. Esas itibarıyla dinî mahiyet taşıyan bu yar­

dımlar, yer yüzünde gelmiş geçmiş, tek taıu-ılı-çok tanrılı bütün dinlerde çok önemli bir yer işgal ederler'. Netice itibarıyla vasıtab veya vasıtasız şekilde "ferdî tasarruflar"ın; tehlikeye

1- Batı k a y n a k l a n , b u b a k ı m d a n istisna o l a n t e k d i ­ n i n B r a h m a n i z m o l d u ğ u n u i d d i a e d e r . Bu d i n d e i n s a n ı n in­

s a n a y a r d ı m ı y a s a k o l d u ğ u i ç i n , c e m i y e t kastlara a y n i m ı ş t ı r . G e r ç e k t e n s o s y a l y a r d ı m ı n o l m a d ı ğ ı bir c e m i y e t t e c e m i y e t , seBller v e d i ğ e r l e r i olarak tabakalara aynlur. Hindistan'da kast s i s t e m i n i n cari o l d u ğ u b i l i n m e k l e b i r l i k t e b u n u B r a h m a n i z - m e b a ğ l a m a k y a n l ı ş o l a b i l i r . B r a h m a n i z m i ç i n t s U m A n s i k - lopAdlsl'ne bakılabilir. Ç e ş i t l i d e ğ e r l e r i i ç i n i s e , Bk. C e m U M e r i ç ; B i r D f i n y a m n E ş i ğ i n d e , İstanbul, 1976.

(12)

10

uğrayan, dolayısıyla "kazanma gücü"nü kaybe­

dip tasarrufiarını tüketen açlık ve sefaletle yüz yüze gelmesi mutlak olan diğer fertlere aktarıl­

masından ibarettirler. Bu aktarma, dinî bir emri yerine getirme, merhamet...gibi duygulara da­

yanmaktadır. Her din, değişik müesseselerle ve değişik şekillerde sosyal yardımların işletilme­

sini sağlamıştır.

Bu incelemenin maksadı sosyal yardım­

ları veya sosyal güvenlik tarihçesini incelemek değildir. İslâmiyet'in sosyal yardım müessesele­

rinin, modern sosyal güvenlik ve vergicilik açı­

larından özelliklerini araştırmaktır.

Türkiye'de sosyal bilimler,nerede ise ta­

rih dahil, tamamıyla batı kaynaklarına dayalı ola­

rak yazılmakta ve okutulmaktadır. Bu yüzden Türk aydınının çok büyük çoğunluğu da özel merakı olmadıkça millî, dinî, sosyal müessese­

lerini bilmemektedir. Belki bundan daha acıkh olan husus da bunları çag dışıkabûl ederek pe­

şinen gönlünden ve defterinden, kitabından silmiş olmasıdır.

Millî, dinî müesseselere hudutsuz hür­

met gösteren, bunlara gönülden bağh olan hal­

kımızın da hemen her kesimi, bu müesseseler hakkında da yeterli olmayan bilgilere veya yan- hş bilgilere sahiptir. Şüphesiz bu onların kusuru değildir. Bunun bütün günahı, vebali, "Batının

(13)

S O S T A L O Ü V E N L t K A Ç I S I N D A N Z E K A T I 1

Yeniçeri Ordusu"^ haline gelmiş Türk aydımrun- dır ve bu tip aydmı yetiştirmekte ısrar eden

"Türk Eğitim Sistemi"nindir.

Millî müesseselerimizi öğretmek, sevdir­

mek ve saydırmak bakımından camüerimizin de fonksiyonlamu doğru olarak ve yeterli olarak ye­

rine getirdiklerini söylemek imkânsızdır. Türk eğitim sistemi üe milletten koparılan "okumuş'-

'larımızı maalesef camiler kendine çekmek ye­

rine " i t m e k " yolunu -büyük ö l ç ü d e - seçmekted'irler. Camilerimizde de doğru bilgi­

yi verecek olanlar yok denecek kadar az oldu­

ğu gibi, doğru bilgiyi vermesi gerekenlerin (müderris yerine profesör) zaten cami ile ilgisi kesilmiş bulunmaktadır. Bilindiği gibi camide yükseklik ifade e d e n kürsü ve minbere, eski Türk toplumlanmn en önemli sınıfı olan "ümiye"

sımfina mensup olanlar çıkabilirdi. Bu gün imam­

lara, hatiplere terkedilen bu yerler, ilmiye sınıfı ile caminin bağının kopmuş olduğunu göster­

mektir. Gerçekten de bu gün ilmiye sınıfı yeter­

li dinî bilgiye zaten sahip değildir.

Hiç şüphesiz aynı sınıfin mensubu olarak

2- Bu b e n z e t m e k ı y m e t l i m ü t e f e k k i r C e m i l M e r i c ' e aittir. M a n a y ı a y n ı y a z a r ı n ş u c ü m l e s i n d e d a h a a ç ı k o l a r a k bulabiliriz: " A y d ı n l a r ı m ı z , Batı'nın h e r hastalığını i t h â l e m e ­ m u r b i r a n o n i m ş i r k e t . O n d o k u z u n c u a s ı r d a ithâl e t t i ğ i h a s ­ talığın a d ı b u h r a n d ı . . . " C e m ü M e r i ç ; B n n l k e , İstanbul, 197S, S . 7 4 .

(14)

12 P r o f . D r . T U M I N T J U G A N

bu satırların yazanıun da bilgileri yetersiz, hatta köksüzdür. Bu sebeple bu inceleme fitre ve ze­

kât konusunda bilgi vermek cüretine, hiç bir za­

man sahip değildir. Bu incelemeyi modern bir yozum denemesi olarak da kabul etmemek ge­

rekir. Çünkü yorum denemesi yapmak çok da­

ha büyük ve yanlış bir cüret olur. Bu inceleme, fitre ve zekât hakkındsdd asgaıt bilgilerimizin sosysd güvenlik ve vergileme açısından, iddia­

sız olarak gözden geçirilmesinden ibarettir.

(15)

I-KURAN'DA SOSTAL DATANIŞMA

Kurân-ı Kerim'de aynî ve nakdî veya ma­

nevî transferlerle ilgili pek çok hüküm yer al­

maktadır. SayabUdiğimiz kadanyla en az 88 ayette yer alan bu çeşit transferler, İslâmiyet'in yüce bir din oluşunun gereği olduğu gibi, Müs­

lüman'ın yüce bir insan, gerçek bir insan olma­

sını da sağlamaktadır.

Genel olarak bu transferler, bir cemiyet içinde, sosyal dayamşmayı en geniş şekilde sağ- leunaktadır. Sosyal dayamşma; sosyal yardım, sosyal güvenlik, iktisadî yardım ve manevî yar­

dımla sağlanır. Bunların hepsinin temel özelliği- rü, karşılık beklemeksizin yapümalan teşkü eder.

Sosyal dayanışma, her şeyden önce ma­

nevî yardımlarla sağlanır. Her hangi bir kimse­

ye karşılık beklemeksizin iyüik etmek, tath

(16)

14 F r o l . u r . I U H A T I ım.vnn

dil-güler yüzle muamele etmek manevî yardım- dur. Bunu yapabilmek için bir kimsenin zenginol- ması şart değildir. Aynı şekilde manevî yardım yapılan kimserün, yoksnlolması da gerekmez. İs­

lâmiyet'te, bir çok ayette insanlar "hayır işlemeye" çağrılmakta, anaya, babaya, komşu­

ya, yolcuya, misafire maddî güçten yoksun olun­

sa dahi iyilik yapmaları emredilmekte, gönül alınması istenmektedir^.

Sosyal dayanışmanın, dolayısıyla bir ce­

miyetin mutluluğunun en önemli unsuru, şüphe­

siz manevî yardımlaşmadır. Böyle bir yardımlaşma için kendisini hazırlayamamış nef- sirü yenememiş; bunu bir vaz geçilmez ahlâk ka­

idesi, her zaman baş vurulması gerekli bir

3- M e s e l â Kurân'ın ikinci S û r e s i ' n i n 148. v e 158. a y e t ­ l e r i n d e hayır i ç i n y a r ı ş m a y a , farz o l m a d ı ğ ı h a l d e hayır i ş l e ­ m e y e ç a ğ ı n i m a k t a d ı r . 2 / 8 3 ' t e , A n a y a , b a b a y a , a k r a b a y a , ö k s ü z l e r e , y o k s u l l a r a i h s a n v e şeflcatle m u a m e l e e d i l m e s i , b ü t ü n i n s a n l a r a iyi s ö z s ö y l e n m e s i e m r e d i l m e k t e d i r . 2 / 1 7 7 - 1 8 9 - 1 9 7 ' d e f e n a l ı k l a r d a n k a ç ı n m a y a iyiliği A l l a h ' m bil­

d i ğ i n i b i l d i r m e k t e d i r .

S a d e c e ikinci S u r e ' d e y e r a l a n b u h ü k ü m l e r e d i ğ e r s u r e l e r d e n d e p e k ç o k e k l e m e k m ü m k ü n d ü r . N i s a , M â i d e , E n ' â m , A'râf, T e v b e , Y û n u s , Hûd, Yûsuf, Nahl. tsra Kehf, Mer­

y e m Tâhâ, E n b i y â , H a c c , M ü ' m i n û n , K a s a s , A n k e b û t , S e b e ' , Saffat, F u s s i l e t , Şuarâ, C â r i y e , N e c m , R a h m a n , D e h r - İ n s a n , Mutaffifîn, L o k m a n C u m ' a b u n l a r d a n d ı r . Her h a n g i bir Ku­

r a n m e a l i y a n ı n d a b i l h a s s a Bk. A h m e t O k u t a n ; K n r â n - ı K e - rim'in K o n n l a n ı ı a G ö r e A y n l n u ş T ü r k ç e A n l a m ı ; İstanbul,

1967, s.614-619.

(17)

davranış biçimi olarak benimseyememiş bir fer­

din maddî transfer yapması imkânsızdır. Müm­

kün olsa bile bu tür transferler cebrîtransferler olabüir.

Halbuki sosyöil yrdımlarda cebıîlik yok­

tur. Sosyal dayamşmayı ğlayan sosyal yardım­

lar, gönüUü ve karşılıksız olarak verilen aynî veya nakdî değerlerdir. İslâmiyet'in sosyal yardımlar­

la ilgüi hükümleri de pek çoktur. İnsanların pa­

ra ve mallarından başkalarına infak etmeleri, ihsan etmeleri, sadaka vermeleri, sosyal yardı­

mı ifade etmektedir. Bazı yerlerde,"yoksullar...

için harcayın, yoksulları... doyurun" şeklinde de sosyal yardım yapılması istenilmektedir''. Sosyal yardım, bir yardımlaşma çeşidi olarak daima zenginden fakire doğru bir transferi ifade etme­

mektedir. Nitekim İslâmiyet'te de bazı hallerde yoksul olmayanlara veya yoksul olup olmadık­

ları belli edilmeksizin hısım-akrabaya.komşuya, misafire transfer yapılması mümkün olabilmek­

tedir. Meselâ bir çeşme yapturmak (hayır işi) böy-

4- K e l i m e k e l i m e y a p ı l a n Kuran t e r c ü m e l e r i n e g ö r e z e k â t k e l i m e . s i h a r i ç , s o s y a l y a r d ı m l a r l a ilgili Kuran a y e t l e r i ­ n i n ç o ğ u n d a s a d a k a k e l i m e s i , ö n e m l i bir k ı s m ı n d a d a nafa­

k a (enfak) k e h m e s i g e ç m e k t e d i r . Bk. M u h a m m e d Bin Hamza;

X V . T ö z T ı l B a ş l a n a d a T a p ı l m ı ş K n z â n T e ı c n m e s l ; I. Cilt (Hazırlayan A h m e t T o p a l o ğ l u ) ; İ s t a n b u l , 1976 S u r e 2 . a y e t : 2 5 4 - 2 6 1 - 2 6 2 - 2 6 5 - 2 6 7 - 2 7 0 - 2 7 2 ' d e n a f a k a ; a y n ı S u r e a y e t . 363-364-271-273-280'de d e s a d a k a k e l i m e s i g e ç m e k t e d i r . Di­

ğ e r bir ç o k a y e t t e d e a y n ı k e l i m e l e r e r a s t l a m n a k t a d ı r .

(18)

16 Prof. u r . T U I U U V IMunn

ledir. Bu çeşmeden herkes su içecektir. Kurban etinin bir kısmmı komşuya vermek -fakirlerin hakkı mahfuz- de buna misâl teşkil eder. Fakat esas itibanyla sosyal yardım, muhtaç olmayan­

dan muhtaç olana doğru bir transferdir^.

Günümüzde sosyal yardım; bu manala­

rına ilâve olarak, işverenlerin çalışanlara, kök üc­

retlerine bağlı olarak ayınm yapmadan eşit şekilde verdiği aynî ve nakdî değerleri de içi­

ne alan bir terim haline gelmiştir. Asimda bu du­

rum yukarıda söylediklerimizle çelişmemektedir. Çünkü sosyal yardım için ve­

renin zengin, alanın muhtaç olması mutlaka şart değildir. Tıpkı manevî yardımlarda olduğu gibi, sosyal yardımlarda da, insanlar arası sosyal da- yamşmamn sağlanması esastır. Ancak işveren- lerce yapılan bu çeşit transferlerin (çocuk parası, yakacak parası, veya yakacak.yemek parası ve­

ya yemek...)sosyal yardım mı yoksa ücretin baş­

ka isimdeki bir parçası olarak faktör geliri mi olduğu tartışılabilir^.

5- Kuran a y e t l e r i n i n bir k ı s m ı n d a s a d e c e "Nafaka v e ­ rin", bir k ı s m m d a i s e "şunlara şunlara nafaka v e r i n " ifadeleri g e ç m e k l e d i r . V e r i l e c e ğ i y e r b e l i r t i l m i ş s e b u n l a n n b a ş ı n d a h e m e n d a i m a y o k s u l l a r , m u h t a ç l a r g e l m e k t e d i r . M e s e l S Bk.

t b i d , 2/25426 l-262-265-267-270-2n'de belirsiz: 2 6 3 ' d e n 2 7 r d e y o k s u l l a r a 2 7 3 ' d e n y o k s u l l a r v e JUlah ( C . C . ) y o l u n d a g ü ç l e ­ ri y e t m e y e n l e r e v e r i l m e s i b e l i r l e n m i ş t i r .

6- Turan Y a z g a n ; G e l i r D a ğ ı l u n ı A ç ı s u ı d a n S o a r a l C f l v e n U k ; İktisat F a k ü l t e s i Y a y ı n ı . İ s t a n b u l , 1975. s. 47-48.

(19)

S O S T A L OthnCNLtK AÇISINDAN K E K A T 17

Ne çeşit bir transfer olursa olsun, sosyal yardımın VEREN insan tipine mahsus bir trans­

fer olduğudur.En sevdikleri servet unsurların­

dan dahi verebilmeyi âdet edinmiş insan, müslüman tipini temsil edebilen insandır. Bu hu­

sus bir çok ayette belirtildiği gibi, pek çok ha­

diste de tespit edilebilir'^.

Sosyal dayanışmarun üçüncü unsuru sos­

yal güvenliktir. İslâmiyjet, manevî transferlere, sosyal yardımlara ne derece önem vermişse sos­

yal güverüiğe de aym derecede önem vermiş­

tir. Tehlikeye uğrayan insanın, tehlikenin zararlcirından kurtarılması sosyal güveıüiği teş­

kil eder. İslâmiyet'te bu güvenlik ZEKAT yoluy­

la sağlanmaktadır. Zekâtm, İslâmm beş şartmdan biri oluşu İslâmiyet'te sosyal güverüiğin ö r t m i - ni anlemiamıza yeter. Bu konu, asü konumuzu teş­

kil ettiğinden, ilerideki sahifelerde derinliğine incelenmeye çalışılacaktır.

Bur cemiyette sosyal dayanışmayı sağla­

yan diğer bir unsur, iktisadî yardımdur. Her ne kadar transfer, mal camn yongası olsa da, baş­

kasına bir kısmım aktarabilmek, son derece in­

sanî, İslâmî bir davramş ise de, asıl olein muhtaç

. 7- Bu h a d i s l e r i ç i n Bk. M. Y u s u f K â n d e h l e v î ( Ç e v i r e n : A . M. Büyükarar, A . ö . T e k i n , Ö. F. H a r m e n ) H a d i d e r l e Ez.

P e 7 g a ı ı ı b e r A a h a b ı ' n ı n T a f a d ı ğ ı M f l d f i n a ı ı l ı k , İstanbul 1974, c. II, s . 7 3 2 - 8 4 6 .

f . 2

(20)

P r o f . Dr. rotum T H Z G A N

olmamaktır. Bu sebepla muhtaç hale gelmeyi ön­

leyici yardımlar daha mutlu bir cemiyet için şart­

tırlar. İşte bunlara iktisadî yardım denir. İş kurana yardım etmek, ödünç vermek bu cüm­

ledendir. Desteklenmediği taktirde işi bozulacak ve muhtaç hale gelecek bir kimseyi bu duruma düşürmemek, sosyal dayanışmanın en güzel ör­

neklerinden biridir. Tam bir sosyal dayanışma cemiyeti yaratabilen İslâmiyet, iktisadî yardımı da emretmiştir. Gerçekten zekâtın verileceği yerlerden iiirisi de borçlulardır (Tevbe: 60). Gü­

nümüzde borçluları sosyal güvenlik müessese­

leriyle destekleyen bir ülke yoktur. Diğer taraftan ribâ ile ilgili hükümler de, dolaylı olarak borçlulann korunmasım sağlamakta, onların ağu:

faiz yükü altında iktisadî hürriyetlerini kaybede­

rek muhtaç hale gelmelerini önleme gayesi gütmektedir^. Darda olan borçluya kolaylık gös­

terilmesi hususundaki ayet de bu bakımdan çok manalıdır^.

İktisadî yardım, tehlikenin zararı doğma­

dan, tehlikenin kendisine karşı yapılan bir mü­

cadele şeklidir. Bir kimsenin hastalanmadan evvel, hastalanmasıra önlemek için tedbir almak

8- Bakara 278-279. A ç ı k l a m a l a r i ç i n b k . S e y y i d K n - t a b ; ( F i z ı l â l i ' l Kmân/ K u r e n ' u ı G ö l g e s i n d e ) : M ü t e r c i m l e r I.K. Ş e n g ü l e r . M . E. S a r a ç , B. Karlığa): İ s t a n b u l 1972, Cilt:2, 3 . 1 3 4 , 1 3 9 .

9- Bakara, 280.

(21)

S O S Y A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T 19

10- Şu h a d i s b u n u ç o k g ü z e l i f a d e e t m e k t e d i r : " V e ­ r e n e l , alan e l d e n ü s t ü n d ü r " .

ne ise (temizlik, besleme, aşı...) insanların işsiz kalmalarını, iflâs etmelerini önleyici tedbirleri al­

mak da odur. Her ikisi de hem iktisadî açıdan maliyeti düşürür, hem de sosyal açıdan daha sağlam bir cemiyet demektir. Gerçekten verem­

liyi tedavi etmek,veremi önlemekten daha zor daha yüksek maliyetlidir. Muhtaç hale gelenin sürekli ihtiyaçlarını karşılamak, onun işinin bo- zulmasım önlemekten daha zor ve pahalıdır. Üs­

telik veremh bir cemiyet veya düencili bir cemiyet veremsiz ve dilencisiz bir cemiyetten daha kötüdür'°

(22)

II-SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMI VE FİTRE-ZEKAT

Sosyal dayanışmanın sağlanmasında en büyük rolü oynayan müessese, şüphesiz sosyal güvenliktir. Günümüzde sosyal güvenlik, kendi iradeleri dışında tehlikeye uğrayan insanların, bu tehlikelerin zararlarından kurtarılma garanti­

si olarak tarif edilebilir. Bu basit ve kısa tarifin unsurları teker teker ele alınırsa, fitre ve zekâ­

tın modern sosyal güvenlik kavramına yakın de­

ğil, fakat tıpa tıp uygun oldukları söylenebilir.

A-TEHLİKEYE UĞRATANLAR

Sosyal güvenlik, tehlikeye uğrayanlar için söz konusu olan bir garantidir. Tehlike, in­

sanın iradesi dışında başına gelen ve onu kazan­

maktan alıkoyan her çeşit hadisedir. Gerçekten hastalanan insan, istemeyerek hasta olmuştur ve hastalığı devam ettiği sürece çalışmazsa, kaza-

(23)

namaz. İhtiyarlayan insan, malûl kalan insan, iş siz kalan insan, yetim kalan çocuk, dul kalan kadm hep aynı durumdadır. Kendi istekleri dı­

şında ve kazanma güçlerirü kaybeden bu insan 1ar, tehlikeye uğramış insanlardur. Bunların sosyal güvenliğe ihtiyaçları vardır. Başka bir ifa­

de üe toplum bu insanların açlık ve sefaletle yüz yüze bırakmamak zorundadur.

Eğer her hangi bir çeşit transfer ödeme (aynî-nakdî, fertten-ferde, cemiyetten ferde, dev­

letten ferde) bu insanlara gidiyorsa bu transfer­

ler sosyal güvenlikle Ugilidür. Bunların dışındaki insarüara yani tehlikeye uğramayanlara gidiyor­

sa, bu transferlerin mutlaka sosyal güvenliğin dı­

şında tutulmaları gerekir. Bu bakımdan hâlen Türk sosyal sigfortasında 25 yıl sigortalı ve 5000 gün (14 yıl kadar) prim ödediği için kendilerine ayhk bağlananlar, eğer yaşhlık tehlikesine ilmen, bühassa tıbben uğramamışlarsa, buıüarın aldık­

ları aylık, sosyal güvenlik aylığı değUdir. O hal­

de bir müessesenin âdımn sosyal sigorta olması, sosyal güverüik teşküâtı içinde yer alması, onun sosyal güvenlik müeâsesesi olması için yeterli değildir. Mutlaka ve mutlaka tehlikeye uğrayan insana eğilmesi gerekir.

Türk sosyal sigortasırun yaşldık aylığı adı altında ödediği her aylık, yukarıdaki sebeple na­

sıl sosyal güverüik aylığı değüse; İslâmiyet'in bü

(24)

22 Prof. Dr. T U î L K N T A Z O A N

tün yardım müesseseleri de sosyal güvenliğe dahil edilemez.

Kıırân-ı Kerim'in bir çok yerinde fakirle­

re muhtaçlara, yetimlere, vermek, infak etmek, zekât vermek, ihsan etmek gibi terimler geçmektedir". Bir çok yerinde ise akraba, komşu, yol(n£, üllah yolunda gaza eden, fakir,

î K a h t a ç , yetim...ve benzerleri içinharcamak,

hayir etmek, haklarmı ayılmak,..gibi terimler geçmektedir Bunlardan bir kısmı daha önce işaret ettiğimiz sosyal yardım mahiyeti taşımak­

ta, bir kısmı ise sosyal güvenlik manasına gal- mektedir. Diğer transfer çeşitleriyle birlikte sosyal dayanışmayı temine yönelik bulunmakta­

dırlar. Zekât konusunu inceleyen eserler, hemen hemen ittifak halinde zekâtın verileceği grupla­

rı, şöyle tespit etmişlerdir'"^:

-Fakirler, -Miskinler,

-Zekât üzerinde çalışanlar,

11- 2 / 8 3 . . . a l a y a , a n a y a iyilik e t m e k , h ı s ı m l a r a , y e t i m ­ l e r e , m i s k i n l e r e . . .

12- M i s â l o l a r a k 2 8 / 7 7 ' d e i h s a n e t m e k , 6 R / 1 8 ' d e faki­

rin h a k k ı n ı a y ı r ı r ı a k , 1 6 / 7 5 ' d e h a r c a m a k , 2 2 / 3 6 ' d a y e d i r m e k , 3 7 d e e t v e r m e k . . .

13- Y u n u s V e h b i Y a v u z : İ s l â m ' d a Z e k â t M â e s s e s e s i . İ s t a n b u l , 1972, s . 2 4 1 - 2 9 5 .

(25)

-Kalpleri İslâm'a ısmdırılmak istenenler, -Köleler,

-Allah (C.C.) yolundakiler, -Borçlular,

-Yolcular,

Bu tespit, bu gruplarm bir çoklarmı yer yer ifade eden pek çok ayetin yanmda hepsini birden ifade eden Tevbe suresinin 60. ayetine dayanmaktadır'''. Bu gruplarm ilk bakışta "teh­

likeye uğrayanlar"dan teşekkül ettiği açıktur. An­

cak bu gruplar içinde tehlikeye uğrama bakımından farklılıklar olduğu düşünülebilir:

a- Birinci olarak "kendi iradelerinin dı­

şında tehlikeye uğrayanları" ayırt etmemiz icap eder. Bunlar ne kadar tedbir almış olursa olsun, hatta devlet olarak da ne kadar tedbir alınmış olursi olsun önlenmesi, kaçınılması, kurtulunma- sı imkânsız olan veya mümkün olamayan tehli­

kelere uğrayanlardır: Babası ölen yetim, ihtiyarlayıp iş tutamaz hale gelen kimse, doğuş­

tan sakat olan ve para kazanamayan kimse, her

14- XV. asır b a ş l a r ı n d a k i T ü r k ç e ' y l e b u g r u p l a r ş ö y l e i f a d e e d i l m i ş l e r d i r : "Yoksullar, m i s k i n l e r , i ş ç i l e r (yani z e k â t d i r i c i l e r toplayıcılar), g ö n ü l l e r i d ü z i n i l m i ş l e r (yani P e y g a m ­ b e r z a m a n ı n d a bir b ö l ü k kâfir var idi ki, anlara bir ö l ü z e k â t m a l ı n d a n virürler idr, b u n l a r ı n g ö n l ü n d ü z m e k - a l m a k - i ç i n ) , m ü k â t e p l e r , b o r ç l u l a r , Tanrı y o l u n d a ( y a n i g a z i l e r ) , y o l eri.

Bk. M u h a m m e d b i n H a m z a : X V . . . a . g . e . , s. 146, a y e t , 60.

(26)

24 Prof. Dr. TüRAN TAZGAN

hangi bîr kâzâyâ uğrayıp çalışma gücü ebediyen eksilen ve hatta tamamen yok olan sakat veya malûl, hastalanan ve belli bir süre para kazana­

mayan kimse, evin ekmeğini kazanan erkeği ölen ve dul kalan kadın,...Bunlar önlenmesi mümkün olmayan veya olamayan tehlikelere uğ- raımşlardır. Bu tehlikeler ise tabiî tehlikelerdir.

Allah (C.C.)'ın nizamı içinde vardırlar: ölüm, ka­

za, afetler, hastalık'^ insanların hayatı, bu dün­

yada, bu tehlikelerle mücadele etmekten ibarettir. Ama daima mağlûp olmak kaderi ile karşı karşıyadırlar.

Bu tehlikelerin sonucu faldrliktir. Çün­

kü bu tehlikeler biyolojik tehlikelerdir ve insa- m çeılışma gücünden mahrum bıraku:. Eğer insanın, ailenin geçimi, bu çalışma gücüne bağ­

lı ise, (ki insanların çok büyük çoğunluğu için böyle olduğu şüphesizdir) gelir eksilir ve hatta sıfıra düşer. Yani insarüar muhtaç hale gelir.

İşte zekâtın verilmesi gerekli olan fakir­

ler ve miskinler, böyle tehlikeler sonucu muh­

taç hale düşmüş olanlardır. Bu manada muhtaçbk bazı insanlar için geçicidir, bazı insanlar için ise ölünceye kadar «ürer. Meselâ yetim çocuk, ça­

lışma çağma gelip iş buluncaya veya kurunca­

ya kadar; ihtiyar ölünceye kadar, hasta iyileşip

ıs- Bu t e h l i k e l e r i ç i n b k . T u ı a n Yazgan; S o s y a l S i g o z t a , İktisat F a k ü l t e s i Y a y ı n ı , İ s t a n b u l . 1977, s. 16-26.

(27)

İşe başlayıncaya kadar muhtaç olabilir. O halde fakirlik ve miskinlik insanm elinde olan bir so­

nuç değildir. Bunun için de onlara transfer gerekir.

Burada miskiıüer kelimesi üzerinde bi­

raz durmak gerekmektedir'®. Miskinin tehlike­

ye uğrayan yarü muhtaç olan kimse olduğuna hiç şüphe yoktur. Ancak bihnen midir, dilenmeyen veya düenmekten çekinen midir, yoksa kitap eh­

li gayrı müslimlerden muhtaç olanlara mı miskin denir, münakaşa edilmektedir. Gayri müslim olup tehlikeye uğrayan bir kimse olarak kabul edilirse, şu nokta çok önem kazanmaktadır: Gü­

nümüzde sosyal güvenlik bir İNSAN HAKKI ola­

rak kabul ve tescil edilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Ana­

yasası, hemen hemen bütün mülî anayasalar, bu arada bizim 1961 ve 1982 Anayasalarımız da sos­

yal güvanliği bir insan hakkı olarak kabul etmiş- tür. Bir ülkedeki vatandaşlsu: arasında ayırım yapmadan, onlardan her hangi biri kendi irade­

si dışında tehlikeye uğradığı zaman, bu tehlike­

nin zararlarından kurtarılması, yarü belli bir seviyede geçim imkâmna kavuşturulması, dün­

yanın ancak XX. yüz yılda düşünebildiği bir hu­

sustur. İslâmiyet ise VII. yüz yılda

16- G e n i ş b i l g i i ç i n b k . Y u n u s V e h b i Yavuz, İal&m'da Z«kfit M â e n e M a l , İstanbul. 1972. s.242-249.

(28)

2 6 Prof. Dr. TUMN YAZGAN gerçekleştirmiştir. Gerçekten Kurân'da fakirler­

den ayrı olarak miskinlerden bahsedlilmesi, gayrı müslim olup, tehlikeye uğrayanların da sosyal güvenlik haklarının bulunduğunu bilhas­

sa belirtmektedir.

b - İkinci olarak çalışma gücü olduğu hal­

de de bazan muhtaç hale gelebilen insanları ayırt edebiliriz. Bunlar biyolojik değU fakat iktisadî bir tehlikeye uğramış kimselerdir. İslâmiyette bu grup henüz modern sosyal güvenlik müessese­

lerinin ulaşamadığı bir genişliğe elastikiyete ka- vuşturuîinuştur. Bu grup içine işsizler, borçlular, gaziler ve yolcularla köleler dahil edilebilir. Her hangi bir sebeple istemediği halde işinden çı­

karılan veya işi bozulan bir kimse, çalışma gücü mevcut olduğu halde geliri kesilmiştir ve muh­

taç hale düşebilir. Çok açık bir şekilde iş bulun­

caya veya iş kuruncaya kadar bu işsizin ihtiyaçlarının esiri olmaktan yani fakirlikten kur­

tarılması gerekir. Bunların aksi halde geçimleri­

ni sürdürmeleri ancak "borçla" kabildir. Eğer işsizlere, İslâm müfessirlerince fakirler grubu içinde yer verilmiyorsa mutlaka borçlular gru­

bu içinde sosyal güvenlik hakkına sahip kimse­

ler olarak yer verilmesi icap eder. Kaldı ki,

"iyilik" için borçlanan ve varlığından bunu öde­

yince çalışma gücü kaldığı halde belli bir geçim seviyesinin altında yaşamakla yüz yüze kalabile­

cek olan kimseler de, tehlikeye uğramış sayılır.

(29)

S O S Y A L GUVENLIK AÇISkNDAN ZEKAT il

Ancak burada iradî borçlanma, tehlike kavramı­

nı ortadan kaldırmaz. Yeter ki, ödemek niyetiy­

le borçlansın, fakat istemediği halde ödeyemez duruma düşsün.

Günümüzde, askerlik de bir sosyal gü­

venlik tehlikesi sayılmak icap eder. Çünkü eğer ekmeği kazanan, askere gittiği için, geride bı­

raktığı aile efradı, muhtaç duruma düşüyorsa, bu onların iradesi dışında bir tehlikedir. Askere gi­

deni, Aîlah(C.C.) yolunda olardan içine alan grup dışında mütalâa edemeyiz. Aym şekilde gazi ola­

rak askerden dönen ve sonuç olarak çalışmak ve kazanmak imkânından mahrum kalanlar da sosyal güvenliğe muhtaçtırlar'^. Kölelerin duru­

mu ise, hem köleliğin kaldırılması bakımından, hem de kölenin istese de kendi nam ve hesabı­

na kazanmasının mümkün olmaması açısından önem taşımaktadır. Bunlara, bilhassa kölelikten kurtulabilmeleri için zekât verilmesi gerçekten tehlikenin zararını da kendisini de ortadan kal­

dırabilecek bir sosyal güvenlik tedbiridir.

c - Üçüncü grupta, zekât gelirlerinin

"tahsis"\vcm. mümkün olduğu kimseler yer al-

17- T ü r k i y e ' d e istiklâl m a d a l y a s ı s a h i p l e r i n e ö d e n e n aylıklar g a z i l e r i m i z i n p e k ç o ğ u n u n ihtiyaç i ç i n d e kıvranarak e k s i l m e l e r i n d e n s o n r a b a ğ l a n a b i l m i ş t i . b k . Turan Y a z g a n ; T ü r k i y e ' d e S o s y a l G ü v e n î l k S i s t e m i , İstanbul, 1969, (İktisadî Araştırmalar Vakfı).

(30)

2 8 rrot. Dr. Tuıtfur TJUccjLrr

maktadır. Dikkat edilirse bunlar, biyolojik veya İktisadî bir tehlikeye uğrayanlara değildir:

"Müellife-i Kulûb" ve zekâtı toplayan memı/rlar.

Her hangi bir fon meydana geldiği zaman, bu fon tahsis edilen gayesi dışına sarf edilmemelidir.

Bunun önlenmesi son derece önem arz eder. Ze­

kât da tahsisi bir vergidir. Nerelere tahsis edi­

leceği belli edilmiştir. Ancak eğer fon, gayeyi tahakkuk ettirip artıyorsa artan kısmın gelişi gü­

zel harcanmaması icap eder. İşte bu üçüncü grup bir elastikiyeti sağlayan grup olarak değer- lendüilebüir. Bu gruba giren "müeUefe-i Kulûb", zekâtm aslî gayesi dışında anccik insanların doğ­

ru yola getirilmesi, doğru yoldan yani İslâmiyet'­

ten sapmamaları için h a r c a n a b i l e c e ğ i n i belürtmektedir'®. Bunun yanmda Islâmiyete taar­

ruzların yalnız askerî yoldan olmadığı hatırlanur- sa, bu harcamaların önemi ve yerindeliği daha kolay anlaşılır. Zekâtı toplayan memurlara gelin­

ce, tahsisî bir vergi sisteminin böyle bir harca­

mayı kabul etmesi kadar tabiî bir husus düşünülemez. Daha ileride, modern sosyal gü­

venlik temayüllerini incelerken bu konunun öne­

mini daha iyi anlamak mümkün olacaktır.

Zekâtın tehlikeye uğrayanlarla ügisini araştırırken, ele aldığımız üç grubun hangisine

18- Hazreti Ö m e r d e v r i n d e b u g r u b a ö d e m e l e r dur­

d u r u l m u ş t u r , b k . Y u n u s V e h b i Y a v u z a . g . e . , s,259.

(31)

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S D I T O R N Z E K A T 2 9

Öncelik vereceğimiz, kendiliğinden ortaya çık­

mış bulunmaktadır. Aslında zekâtın verilebilece­

ği yerleri belirten ayeti kerime, öncelik şurası bakımından İslâm âlimleri arasında tartışmalıdır.

Zekât gelirlerinin her ç ^ba eşit şekilde bölüş­

türülmesi, hal ve şartlara göre dağıtılması, vere- rün arzusuna bağlı olarak dağıtılması ve sınıfların ihtiyacına göre suralanarak dağıtılması gibi çe­

şitli görüşler ortaya atılmıştır'^. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zekâtla ügih veya genel olarak

"sosyal dayanışma" müesseseleri ile ilgili pek çok hüküm bulunmaktadu: ve bunlardan veril­

mesi gerekli yeri veya yerleri gösteren ayetle­

rin d e p e k ç o ğ u umumiyetle fakirleri, fakirleri-miskinleri, muhtaçları, yetimleri, dulla­

rı hedef göstermektedir^". Kısaca bizim birinci gruba soktuğumuz manada tehlikeye uğrayan­

ları hedef almaktadır. Bu durum gerçek bir sos­

yal güvenlik kavramı ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Umumiyetle tatbikatta, zekâtın fertten ferde verilmesi halinde, ön sırayı akraba içindeki

19- Bu m ü n a k a ş a l a r i ç i n b k . İ b i d , s.296-303.

20- K a b a c c v e M u h a m m e d Bin Hamza: X V a . g . e . ü z e ­ r i n d e y a p t ı ğ ı m ı z i n c e l e m e y e g ö r e transfer yerini b e l i r t e n k e ­ l i m e l e r , Kurân'm 48 y e r i n d e g e ç m e k t e d i r . B u n l a n n 12'si y e t i m l e r i h e d e f a l m a k t a d ı r . 11 ' i n d e m i s k i n ( t e r c ü m e y e g ö ­ r e ) k e l i m e s i g e ç m e k t e d i r . 1 4 ' ü n d e y o k s u l l a r k e l i m e s i kulla- m l m a k t a d ı r .

(32)

^ ° P r o f Tiy. T U R A N TUZCUN

'/OİfSUİIann aidimi görülmektedir. K u r â ^ - d a d a h ı ­

s ı m k e l i m e s i s ı k s ı k geçmekte v e gerçek yok­

sulu yani tehlikeye uğrayanı bulmanın yolunu belirtmektedir. Bunun anlamı, kimin hasta, kimin dul, kimin yetim, kimin ihtiyar..., olduğunu ön­

ce akrabaları bilir dolayısıyla zekât mutlaka ve mutlaka tehlikeye uğrayana gitmiş olur. İkinci sı­

rada komşunun yer almasının .sebebi de gene, tehlikeye uğrayıp uğramadığını bilmek ve zekâ­

tı, insanları uğradıkları tehlikelerin zararlarından kurtarmak için vermektedir. Günümüzde, cemi­

yet çok dinamik bir bünye kazanmış olduğu, herkesin doğduğu yerden mütemadiyen doydu­

ğu ve doyacağını tahmin ettiği yere aktığı, akra­

balığın ve kom.şuluğun zayıflayıp çok daraldığı düşünülürse fertten ferde zekâtın sosyal güven­

liği sağîıyacağ! veya başka bir ifade ile tehlike­

ye uğrayanları isabetle seçmemize imkân bulunamayacağı kolayhkla kabul edilebilir. Fa­

kat zskâî, İslâmî bir m.üessese olarak fertten dev­

lete, devletten ferde doğru da işlemesi mümkün bir müessesedir. Dolayısıyla günümüz şartlarına da uygundur.

B - INSAN HAYSIYETINE YARAŞıR ASGARI GEÇIM

Sosyal güvenlikte e n önemli husus teh­

likeye uğrayan insanların tehlikelerin zararlarm- dan, insan haysiyetine yaraşır asgarî bir geçim

(33)

S O S T A L G t t V E N L t K A Ç I S I N D A N Z E K Â T 3 1

seviyesine kavuşturularak kurtarılmalarıdır.

Kurân-ı Kerim'de bu seviye YOKSULLUK çizgi­

sinin üstü olarak belirlenmiş başka hiç bir mad­

dî ölçüye yer verilmemek suretiyle ZAMANA ve MEKANA göre değişebileceği gerçeği gün gi­

bi aşikâr kılınmıştır. Gerçekten "yoksul'a, muh­

taca..., " verin emri içinde zamana ve mekâna göre değişmesi gereken bir asgarî geçim sevi­

yesi gizlidir. Muhtaçlık da daha önce belirtme­

ğe çalıştığımız gibi, ifade dışında tehlikeye uğramakla ortaya çıkan bir sonuçtan ibarettir.

Muhtaçlık çizgisinin bittiği yerde varlık veya en azından insanın kendi kendine yeterlik çizgisinin başlayacağı şüphesizdir. Ancak bu çiz­

gileri çizmek, günümüzde de son derece önem arzetmekte ve güçlük doğurmaktadır. Menfaat grupları arasında ihtilâf çıkarmayacak bir çizgi­

nin çizilebilmesi imkânsızdır.

Peygamberimiz'in hadis-i şeriflerinde, kendi dönemi için şu çizginin çizildiğini görüyo­

ruz: "Beş "ukiyye"den az gümüşte, beş "zevd'- 'den az devede, beş "vesak"tan az hububatta zekât veıme mükellefiyeti yoktuı^'. "Atlarla kö­

lelerin zekâtım affettim. Fakat sizler, her kırk dir­

hemden bir dirhem zekât verin^^" "... altından

21- Y u n u s V e h b i Yavuz; a . g . e . , s. 104 (Ayni, Buharf Şer­

hi, c.IV, s , 2 8 3 ' e atfen).

22- İ b i d , s. 105.

(34)

3 2 Prof. D r . TUKAN T A Z G A N

ytmi dinara kadar bir şey yoktur. Senin yirmi Di­

nar'ın bulunduğu ve ûzennden bir yıl geçtiği va­

kit, ondan yarım dinar zekât vermen gerekir^^",

"Yağmur, nehir ve göze suları kendiliğinden su­

lanan veya kendiliğinden sulu olan arazi mahal­

lelerinde onda bir, hayvanlar ve havuzlar yardum ile sulanan toprak mahsûllerinde ise yirmide bir zekât verilir^*.

Bu ve benzeri hadisler dikkate alınırsa, bu devre ait çizilmiş olan varlık çizgisinin bazı özellikleri tespit edilebilir.

- Çeşitli servet unsurları zekâta tâbidir.

- Üretim zekâta tâbidir.

- Servet unsuru da olsa zarurî ihtiyaçlar zekâttan istisna edilmiştir.

- Köle, insan olarak bir servet unsuru, bir mal değildir. İnsan zenginliğine basamak yapı­

lamaz. Dolayısıyla zekâtını vermek değil, kendi­

sini hür kılmak icap eder ve hatta hürriyetini sağlayabilmek için gerekirse kendisine zekât ve­

rilmelidir. Nitekim kölelerin, zekât verilmesi ge­

reken, dolayısıyla tehlikeye uğramış bir grup

23- i b i d , s . 1 0 5 ( A b d u n a h m a n e l - B e n s â , F « U ı n ' r - R a b b a n î c V I I I , B . 2 4 0 . a t f e n ) .

2 4 - î b i d , s. 120 ( N e s e î , S ü n e n , C : V , s . a i ' e atfen.)

(35)

olduğu daha evvel tespit edilmişti.

Servet unsurları -başka bir ifade ile sermaye- zekâta tâbidir. Devrin başlıca serma­

ye unsurları da hadislerde sayılmıştır. Altın gü­

müş deve, koyun sığır... Bunlarda üretimde kullanılması veya kullanılmaması sonucu değiş­

tirmemektedir. Altın ve gümüş iktisadî hayata dahil edilsin edümesin, eğer bir yıl boyunca fer­

din net aktifini teşkü etmiş ve belli b ü miktarı aş- mışsa zekâtının verilmesi icap etmektedir.

Buradan çıkanlabüecek sonuç İDDİHARın ön­

lenmesi ve varlık unsurlarının üretimde kullaml- ması, belli bir birikim seviyesinin üstüne çıkınca da, zekâtimn verilmesi suretiyle servetin törpü­

lenmesi ve yaygınlaşmasının sağlanmasıdır.

Servet unsurunun bizatihi zekâta tâbi ol­

mayıp, üretimin zekâta tâbi olması da mümkün­

dür. İktisadî bir gaye ile servet unsurları bir fabrücaya dönüştürülse bu taktirde üretimden ze­

kât vermek icap etmektedir. Tıpkı tarladan de­

ğil, mahsûlden zekât verilmesi gibi. Üretimden zekât verilebilmesi için ise üretimin de belli bir seviyeyi aşması gerekmektedir. Ayrıca üretim teksifi ise yani dış girdiler kullanılarak yapıhyor ise verüen zekât nispeti de düşmektedir. Bura­

dan kendi kendine üreyen bir hayvancdıkla, özel olarak yapılan bir besicüüc, sütçülük veya tavuk-

f . 3

(36)

Prof. D r . T D R A N T A Z G A N

çuluğun veya fabrika üretiminin veya sulama ve gübreleme yolu ile yapılan entansif ziraatın

teşvik edildiğini de çıkarmak pekâlâ mümkün­

dür. Aynı zamanda izdiham, yığılma ve birikimi önleyip mümkün olduğu kadar faktör bileşimi­

ne gitmenin zaruretini de bu hadiseler taspit et­

memize imkân vermektedir.

Görülüyor ki, zekâtta hem BİRİKİM ve hem de ÜRETİME göre bir asgarî ZENGİNLİK çizgisi çizilmiştir. Birikim yerine üretim, az fak­

tör -az girdi- kullanarak üretim yerine çok fak­

tör çok girdi kullanarak üretim (modern üretim) tercih edilmiştir.

Biricimden ve üretimden zekât alınabil­

mesi için belli bir birikim ve üretim seviyesine ulaşmak gerekmektedir. Bu seviye yoksulluk çiz­

gisinin üstünde bir seviyedir ve Kurân'da belir­

tilmemiş, zaman ve mekâna bırakılmıştır.

İslâmiyet'in ilk döneminden ve dört ha­

life devrinde bu çizgi hadislere göre tatpik edil­

miştir. Çizginin bir ülkedeki hayat standardı ile yakından ilgiH olduğu, zekâtın varlık ve üretime dayalı olmasından kolaylıkla anlaşılabilir. Bu se­

viyede ekonomik gelişmeye paralel olarak de­

vamlı yükselen bir seviyedir. Zekât bu yüksehşi bütün cemiyete yaymak gibi son derece önem­

li bir rol oynamaktadır.

(37)

S U S T A L c m r E N L I K AÇISINDAN Z E K A T

Yoksulluk çizgisinin üstünde olan bu çiz­

gi, günümüzdeki asgarî ücret ve asgarî geçim seviyesi gibi çizgüerden farklıdu:. Bu farklüüc as­

garî ücretin ve asgarî geçimin sadece gelire nispetle ifade edilmiş çizgüer olmasmdandır.

Zekât ise sadece üretim (yarü gelir) değil, aym zamanda varlıkla da ügüidir. Bu sebeple "zen­

ginlik çizgisi" de diyebüeceğimiz bu asgari ha­

yat standardı çizgisini çizmek çok daha zordur.

Yetersizlik çizgisi varlıkla ügüi olarak, es­

kiye kıyasla çizüemez. Çünkü günümüzde var­

lık veya s e r m a y e unsurları son d e r e c e çeşitlenmiştir. Sadece altın, gümüş ve hayvan­

dan ibeuret değüdir. Varlığa deıhü taşınır ve taşın- meız malların bir kısmı da sermaye malı vasfında değUdü. Dolayısıyla, sermaye malı vasfında ol­

mayan ve hemen hemen hudutsuz çeşidi olan değerlerin hangüeri ve ne kadarı zenginlik çiz- gisirün altında tutulacaktır ve çizginin gerçek se­

viyesini bulmak için buıüara asgarî ne kadar sermaye malı eklemek^erekecektir? Bu soru­

nun cevabı nasıl verilirse verilsin netice itibarıyla bir "kabûrden ibârettü".

Konuyu uzun uzun tartışmak daima müm­

kündür ve tartışmaya da açmak gerekir. Burada görevimizin bundan ibaret olduğunu zanne­

diyoruz.

(38)

36 Prof. D r . T U I U N T A Z G A N

V a r l ı k

B G e l i r

( Ş e k i l 1) A s g a r î h a y a t s t a n d a r d ı : BC A s g a r î V a r l ı k , O B A s g a ­ ri G e l i r .

İnsanın asgarî ihtiyaçlannı, sadece belirli bir gelir seviyesi ile karşılamaya imkân yoktur.

İnsanoğlu istihlâkinden arttırdığı gelirinin bir kıs­

mı ve ailesine zarurî olan dayanıklı tüketim mal- larmı alur ve ev-barksahibi olmaya çalışır, halde bir tek çizgi ile ASGARI'yi çiznıek daima yanlış­

tır. Bu sebepledir ki İslâm hukuku her iki asga­

rîyi birden dikkate almaktadır. O A, varlık unsurlarında asgarî seviyeyi, OB'de katma değer veya gelirde asgarî seviyeyi belirtmektedir.

OA'ya yapılan ilâvelerin bir kısmı İDDİ- HAR edilen değerler olabüir, bir kısrm dayamklı tüketim malları (\i\ks), bir kısmı da istihdamı

(39)

S O S T A L G Ü V C N L t K A Ç I S I N D A N Z E K A T 37

mümkün istihsâl malları olabüir. Hangi gruba gi­

rerse girsin OA seviyesini geçen varlık unsur­

ları ZEKAT'a tâbi olmaktadır. Gelirden servete aktanlan (üzerinden bir yıl geçen) ve üctisadî ha­

yata dahil edilmeyen altın-gümüş, para, mücev­

her..., gibi unsurlar sadece zekâta tâbi olmakla kalmaz, aynı zamanda gösteriş istihlâkinin, israf ve lüksün sebebini de teşkil eder. Bu ise ideal MÜSLÜMAN tipinin hayat tarzına ters düşen bir durumdur.

OA seviyesini aşan ve istihsâlde kullanıl­

mayan ve gizli olan bu tür varlık unsurlarına sa­

hip olan bir kimsenin geUri sıfır dahi olsa, bu insanın zekât vermesi icap etmektedir. Meselâ ihtiyarlık, hastalık, sakatlık, dulluk..., gibi bir teh­

like ile geliri sıfır olan bir kimse OA seviyesini aşan bir varlığa sahipse kendisine zekât verile­

meyeceği gibi, varlığı nakde çevirecek (veya trampa) varlığı OA seviyesine düşünceye kadar ZEKAT borçlusu olmaya da devam edecektir.

Yeter ki OA'yı aşan varlıktan bü kısrmm satmakla OB gelir seviyesine tekabül eden bür bedel alı­

nabilsin. Varlığın gelüe, gelüin varlığa çevrilme­

si daima mümkün olduğu için İslâm hukukunun böyle b ü içtihada ulaşmış olmasını çok tabiî ve doğru bulmak gerekir. Aksi halde evinde veya bankada bir kaç milyon parası veya altıtî» oldu­

ğu halde düenen bir kimsenin dilencüiğini meş-

(40)

3 8 Prof. D r . T D I I A N T A Z G A N

ru saymamız icap ederdi. İşte İslâm böyle bir duruma cevaz vermemektedir.

OA asgari varlık sınırını çizmekle bera­

ber, geliri sıfu: olan, bir tehlikeye uğramış insan için, zekât verme seviyesini teşkil etmemekte­

dir. Geliri sıfır olanın ve varlığı OA olanın zekât alması icap etmektedir. Çünkü OA her insan için (aile) asgarî varlık seviyesini teşkil etmektedir.

Bu varlıktan fedakârlık -insanın haysiyeti zedelenmeden- edilemez. Eğer insamn varlığı AC - OA kadar fazla ise tam sınıra gelmiştir. OC'- yi aşan varlık sahipleri zekât borçlusu OC'nin al­

tındaki varlık sahipleri de zekât alacaklısıdır.

Varlık V a r h k + G e l i r

Z e k â t Sınırı

' A s g a r i Varlık Sınırı

G e l i r

(Şekil 2) G e l i r i sıfır o l a n ı n z e k â t a l m a v e v e r m e sınırı

(41)

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T 3 9

Bu durumun tam tersi, varlığı sıfır, geliri OB kadar olan bir insan da düşünebiliriz:

V a r l ı k

A s g a r î G e l i r Sınırı A

G e l i r + V a r l ı k Z e k â t Sınırı

D G e l i r

( Ş e k i l 3) V a r l ı ğ ı sıfır o l a n ı n z e k â t a l m a v e v e r m e s ı n ı n

Varlığı sıfu- olduğu halde geliri OB kadar olan bir kimse de zekât borçlusu değildir. Çün­

kü cemiyet hayatı içinde aile olarak yaşayabil­

mek için bir takım dayanıklı tüketim mallarına da asgarî seviyede sahip olmak icap eder. Eğer yıl­

lık gelir, OB geçim maliyetini karşıladıktan baş­

ka, OA varlık seviyesini de satın almaya yetip aşıyorsa bu taktirde zekât borcu da olacaktır.

Böyle olmadığı taktirde, evi, yeri, mobilyası, ara­

bası, tarlası, bağı... olmayan (dikili ağacı bulun­

mayan), fakat yılık gelüi lüks bir otelde lüks bir şekilde yaşamaya yeten ve gelirinin hiç bir ku-

(42)

4 0 Prof. D r . TTTRAN T A Z G A N

ruşunu varlığa aktarmadan tüketip bitiren bir kimseyi zekât borçlusu saymamamız gerekir. İs­

lâmiyet böyle b ü hayatı da tasvip etmemekte, id- diharı yasakladığı kadar, israfı ve lüks tüketimi de yasaklamakta ve tasarrufu teşvik etmektedir.

O halde bu insanın asgarî geçim seviyesini aşan gelirini tasarruf etmesi, yurt, yuva sahibi olup sağlam bü aüe hayatı içine girmeye çalışması ge­

rekir. Dolayısıyla DA kadar b ü varlığa sahip oluncaya kadar, geliri OC = DA -^ AC kadaı olan bir kimse de zekât vermeyecektü. Yıllık ge­

liri OC'yi geçmiş kimse bunun OA kadarı ile, mütevazı geçim seviyesini sağlayacak, AC kada­

rı üe O A ya eşit bir asgarî varlığa sahip olacak, artan kısmından da zekât verecektü.

Bu bakış tarzı içinde geliri varlığa, varlı­

ğı gelire çevüme imkânının mevcut olduğunu düşünmekteyiz. Aynı şekilde OB'yi veya OA'yı da millî para bürimine çevirmemiz gerekmekte­

dir. Çok güç gibi görünen bu husus, aynî eko­

nomi döneminde, gerek varlık unsurlarının, gerek tüketim mallarımn çok az cinste olduğu dönemde, belirli fizikî miktarlarla tespit edümiş- tü. Günümüzde de tıpkı asgarî ücretin tespiti gi­

bi, asgarî geçim ve varlık seviyeleri de tespit edüebüü. Ancak bu husus ayrı bü konudur. Şim­

dilik OA ve OB seviyelerini tespit edilmiş muay­

yen Türk lüaları olarak kabul edip varlıkla geliri birleştirerek tahlilimizi sonuçlandırabiliriz.

(43)

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T 4 1

V a r l ı k + pe\h

M ü k e l l e f l e r

O

T e h l i k e y e U ğ r a y a n l a r

( Ş e k i l 4) A s g a r î h a y a t s t a n d a r d ı

O, sıfır gelir ve varlık çizgisidir. OB + AB, insan haysiyetine yaraşrr asgarî geçim sevi­

yesidir. Bu seviye aile dikkate alınarak ve aile ge­

nişliğine bağlı şekilde farklılaştırılmalıdır.

Sağlıklı ve çalışan bir aile reisi bu seviyeyi sağ­

ladığı zaman normal bir hayat seviyesine ulaşmış demektir. Bu seviyeye ulaşıncaya kadar, insan­

lardan en azından sosyal güvenlik vergisi alına­

maz. Bu seviyenin üstü, diğer vergiler bir tarafa zekâta tâbidir. Bu seviyenin üstüne çıkmakta in­

sanlar hürdürler. Gelirleri eultıkça varlıkları da

(44)

42 Prof. D r . T U R A N T A Z G A N

artabilir. Varlık içinde iddihar ve gösterişe ya­

rayan lüks eşyalar tercih edilmemelidir. Üretime ayrılan sermaye unsurları ise aksine teşvik edil­

melidir. Nitekim teksifi ziraatte (traktör, sulama, gübreleme), zekât daha düşük nispette olduğu halde üretimin tamamen tabiata terkedilmesi ha­

linde daha yüksek nispette ödenmektedir.

Ancak insanlar, tehlikeye uğrayınca, yıl­

lık toplam itibarıyla OA seviyesini tutturamazlar.

Önce gelir düşer, bir yıl boyunca çalışamaz du­

ruma gelen bir insan OB asgarî varlık seviyesi­

ne düşer. Daha da uzun sürerse, asgarî varlıktan da vaz geçmek icap eder. İşte bu vaz geçme du- .rumuna gelen insana FAKİR denebilir. Aynı şe­

kilde hiç varlığı olmayan ancak AB gelir seviyesi ile yaşayan insan da FAKİRdir. Çünkü zarurî eş­

yalardan mahrumdur. O halde zekât fakirlik çiz­

gisinin üstünde bir seviyeden itibaren alınıp verilebilmektedir. Böylece insanların aile, mal, mülk ve eşya sahibi olmaları teşvik edilmekte, fakat harcamalarının her zaman lüks ve israftan uzak tutulması sağlanmaktadır.

(45)

III

Buraya kadar sadece ZEKAT müessese- siıti, sosyal güvenlik tarifinin unsurlarından teh- lüceye uğrayarüar ve insan haysiyetine yaraşu:

asgarî seviye açısından ele aldık. Sonuç zekâtın tehlikeye uğrayarüara verileceği ve tehlikeye uğrayaıüarın belli bir asgarî hayat standardının altına düşeceğiıun kabul edildiği merkezinde toplanmıştır. Bu standardın ise sadece gelire ve­

ya sadece varhğa göre değil, her ikisine göre çizüen çok orjinal ve makul b ü standart olduğu ortaya çıkmıştır.

Buraya kadar fitreden bahsedilmemesi- nin sebebi, gerek fitrenin verileceği tehlikeye

VERGİ AÇISINDAN ZEKAT VE FİTRE

(46)

44 P r o f . D r . T U R A N T A Z G A N

uğrayanlar, gerekse vermesi ve alması gereken­

leri tayin eden asgarî hayat standardı çizgisinin her ikisinde aynı oluşudur. Bu özelliklerinden dolayı fitre de zekât gibi bir sosyal güvenlik mü­

essesesidir, ikisi arasındaki en önemli fark ise, zekâtın İslâm'ın Beş Şartından biri olmasına kar­

şılık fitrenin bazı mezheplere göre farz bazıları­

na göre ise vacip olmasıdır. Hatta bazı ilim adamlarına göre fitre sünnet kabul edilmişken bazılarına g ö r e de zekâtla birlikte neshedilmiştir^®.

Gerek zekât, gerek fitre, fertten ferde transfer edüdiği zaman hem sosyal güvenlüc ver­

gisi veya primi hem de ivazı mahiyetindedir.

Fertten devlete transfer edildiği zaman ise sos­

yal güvenlik vergisi veya primi mahiyetleri açık­

lık ve kesinlik kazanmaktadır. Bu taktirde devletin tehlikeye uğrayanları nas'ü seçeceği, onları hangi seviyeye kadar tehlikelerin zararla­

rından kurtaracağı daha önce tespü etmeğe ça­

lıştığımız esaslarla belirlenmiştir.

Bilindiği gibi,günümüzde sosyal güven­

lik vergi ve primler yoluyla sağlanmaktadır. Ze­

kât tam bir VERGİ, fitre ise hem vergi hem prim karakteri arzetmektedü. Her üdsine de vergi ola­

rak baktığımız taktüde kanaatimizce, çok ilgi çe­

kici bazı prensipler tespit edüebilir.

25- Y u n u s V e h b i Yavuz; a . g . e . , s. 189.

(47)

G e l i r

O

V e r g i V e r e n l e r

" S ı n ı r

V e r g i A l a n l a r

(Şekil 5) M e n f i G e l i r V e r g i s i

A - ZEKAT a- MökeUef

Gerek zekâtın, gerek fitrenin mükellef­

leri, eğer şimdiye kadar yaptığımız açıklamalar yanlış değilse, en azından İslâm hukukuna aykı­

rı değilse; çizmeğe çalışuğımız asgarî hayat stan- dardı çizgisinin üstünde kalarüardır.

Bilhassa zekât için böyle bir çizginin çi­

zilmiş olduğu, daha önce de belirttiğimiz gibi pek çok hadisle sabittir. Bu çizginin üstünde ka­

lanların bir çeşit sosyal güvenlik vergisi mükel­

lefi olmaları, gerek vergileme prensipleri

(48)

4 6 Prof. D r . T U R A N T A Z G A N

açısından, gerekse sosyal güvenlik prensipleri açısından son derece uygundur. Modern deni­

len vergileme prensipleri içinde de daima bir ÎSTÎSNA haddi söz konusudur. Bu had, gelir ver­

gisinde asgarî geçim indirimi şeklinde uygulan­

maktadır. Diğar vergüer içinde çeşitli asgarî seviyeler çizilmiştü:^^. Asgarî geçim indirimi se­

viyesi ile fitre ve zekâttaki asgarî hayat standar­

dı çizgisi birbirinden çok farklıdır. Burada önemli olan herkesin mükellef olması değil, be­

lirli bir ekonomik güce ulaşmış olanların vergi mükellefi olmasıdır ki, bu bakımdan, fitre ve ze­

kâtta çizilen çizgiyi çok daha modern -çok daha makul- saymamız gerekir. Çünkü hiç bir mal var­

lığı olmayan asgarî ücretli bir kimseyi vergi öde­

meye mecbur tutan bu günkü sistemimiz, bu insanın ilelebet değil bir dikili ağaç, evine bir halı bile almasına imkân vermez. Zira asgarî üc­

ret -aileyi de dikkate almadan-insanm sadece tü­

ketim ihtiyaçlanm karşılamaya yeter asgarî geliri belirlemektedir. Bunun tamamen vergiden müs­

tesna tutulması da maksadı sağlamaya yetmez.

İnsandan vergiyi, belirli bir varlık birikimine /as­

garî/ sahip olduktan sonra ve belirli bir geliri aş­

mak şartıyla almak gerekir. İşte bu nokta ancak İslâmiyet'in ruhu içinde çizilen asgarî hayat standardı çizgisirün üstüne çıkabilenleri mükel-

26- M. Orhan D i k m e n ; M a l i y e D e r s l e r i ; İstanbul, 1958, S.231-249.

(49)

lef saymak suretiyle gerçekleştirilmiş ol­

maktadır.

Vergide iktidar pr .nsibi bakımından ele aldığımız zaman, gerçekten vergi ödeme iktidarı kanaatimizce, ancak ferdin gelir ve varlığım bir­

likte mütalâa etmekle çizilebilir. Hele bu vergi bir sosyal güvenlik vergisi ise mutlaka varlık ve gelirin beraber ele alınması gerekir. Sahibi bu­

lunduğu sosyal meskeni yanan bir aile reisinin, ancak ortalama bir kirayı içine aldığı kabul ve farz edilen bir asgarî ücretle yeniden ev sahibi olması mümkün olmadığı gibi, aym ücrete sahip fckkat ev sahibi olan diğer b ü kimseyle aynı ver­

gi ödeme gücüne sahip olduğu da iddia edüe- mez. İşte modern vergüeme prensibi içinde düşünülememiş veya tatbik edüememiş olan bu husus, zekâtta çizüen asgarî ile tam olarak ger- çekleştirilmiştk.

Hangi seviyede ekonomik gücü olarüa- rın vergi mükellefi sayüması gerektiği hususu, günümüzde, bühassa Türkiye'de çok tartışümak- tadır. İslâmî düşünceıün getüdiği VARLIK da as­

gariyi dikkate almadan yapılacak vergi reformlarımn MODERN olamayacağı açıktır. Bü­

hassa MODERNlik uğruna yüzünü hemen Batı'- ya çevirenlerin bunu kavramaları gerekmektedü.

(50)

4 8 P r o f . Dr. T U R A N T A Z G A N

b - Mevzu:

Bilindiği gibi zekât, başta hadis-i şerifler olmak üzere pek çok kaynağa göre şu değerler üzerinden aimmaktadır.

- Gümüş - altm,

- Deve, koyun-keçi, sığır, atlar ve diğer hayvanlar,

- Toprak mahsûlleri (arpa, buğday, mısır...)

- Meyveler, - Ziynet eşyası, - Madenler, - Defineler, - Ticarî mallar

Bu değerler. Kurân'da geçen "mal" ke­

limesinin yorumu ile, zamanla gruplanmışlardır.

Mal kelimesi ise "mal-mülk ve servet" manası­

na gelmektedir. Buna göre zekâtta verginin mev- zusu "varlık"tu. Ancak İslâm hukuku bazı varlık unsurlarının üretimini vergiye tâbi tutmuştur:

Toprak mahsûlleri, meyveler..., gibi. Ashnda bu tür üretimden alınan ve "öşür" denilen vergiyi ve bu verginin üretimin teksifi olması halinde, nisbetirün onda birden yirmide bire düşmesini dikkate alarak, üretim faktörü olarak sahip olu­

nan sermaye mallarının zekât dışında bırakıldı­

ğını ve bunların en ü r e t k e n şekilde kullanılmasının teşvik edildiğini düşünmek

(51)

S O S T A L O Ü V E N L t K A Ç I S I N D A N Z E K A T 49

mümkündür. Diğer taraftan, aynî ekonominin hâ­

kim olduğu bir devirde ziraat sektörünün ana sektör olduğu ve hayvancüık ve ziraî üretim ya­

pan iş gücünün vergisini aynî olarak ödenmesi- Tün daha kolay olacağı dikkate alınarak, sermaye malı yerine üretimden bir payın (hayvancılıkta ana üretim gene hayvandır) verilmesinin kabul edilmesi, mevzuda bir değişiklikten çok, öde­

mede bir kolaylık olarak da düşünülebilir. Züa- atten hareket ederek, sınaî üretimin de teşvik edilmesi gerektiği sanayide kullanılan sermaye mallarının da (makine, teçhizat dahil) kendüeri- nin değü, üretimin vergüendüileceği kabul edi- lebüir. Bir başka görüş olarak, üretimde kullanılan sermaye faktörünün, diğer servet un­

surlarından ayn tutulduğu böylece modern ver­

güeme prensiplerinden büi olarak kabul edilen AYIRMA prensibinin zekâtta da geçerli olduğu iddia edüebüü. Buna göre, üretimde kullanılan servet unsurlarıyla, tüketimde kullanılan servet unsurlarının farklı vergilendirmeye tâbi olduk­

tan başka, teksifi üretim (veya fazla girdi kulla­

nımı veya sermaye yoğun teknik) de kullanılan servet unsurları arasında da farklı vergilendüme söz konusu olmaktadır. O halde AYIRMA pren­

sibini MODERN vergileme prensibi olarak tak- tim eden maliyecüerimiz ZEKATı da bu prensÜDe

uygun bir vergi olarak kabul etmiş olmuyorlar mı?

f . 4

(52)

9 0 P r o f . D r . T V İ U I N T A Z G A N

Belirli bir tavaıu aşan servet unsurları e ğ e r üretimde kullanılmıyorlarsa kendileri üze­

rinden, üretimde kullaıulıyorlarsa üretimleri üze­

rinden vergiye mevzu teşkil etmektedirler.

Ancak burada, üretimin gayn safî üretim oldu­

ğu anlaşılmaktadır. Dış girdilerin kullanılması net tiretime geçerek vergilendirmeyi değil daha dü­

şük luspette vergilendirmeyi gerektirmektedir (% lO'dan % 5'e). Günümüzde, dış girdiler mü­

temadiyen artmaktadır. Gerek ziratta gerekse sa­

nayide devam eden bu gelişme, zekâtta vergi mevzusunun yeniden yorumlanması ihtiyacıda doğurabilir.Gerçekte Kurân'da verginin mevzu- su ve nispeti açıkça belirlenmemiş olduğuna gö­

re, İslâm hukuku zaman ve zemine göre bu kai­

deleri geliştirmiştir. Bu gün ana esaslar (ayırma prensibi, girdi kullanılmasının teşviki...)sabit tu­

tularak vergi mevzusunun ve nispetinin yeniden ele alınması düşünülebilir.

Başka bir açıdan, ihtiyaçların pek çok çeşitlendiği günümüzde, zekâtm aynî olarak ve- rilmesirün de mümkün ve makûl olmadığı rahat­

lıkla söylenebilir. Tehlikeye uğrayan insanlara, tehlikerün zararından kurtarılması için, arpa, ko­

yun ve kumaşın verilmesi artık bunları zarardan kurtarma manasına gelmez. Devletin bu türlü bir vergi tahsili mümkün değildir. O halde ödeme­

lerin para ile yapılması gerekecektir. Hesabın

Referanslar

Benzer Belgeler

resime karşı büyük bir sevgisi ve isdidadı olan Şevket Dağ, lâyık ol­ duğu dereceye yükselmek için Sanayi Nefise Mektebi.. Genç ressamı, millî

tal’ değil, sadece ‘kendini kom ü­ nist sanan bir hüm anist’sin de on­ dan.. Sen hep öyle olm uşsun ve se­ nin gibi daha ne kadar iyi yürekli hümanist

konular~~ üzerinde durmu~, bu sempozyumun yeni Milli Kütüphane binas ~ndaki ilk büyük bilim toplant~s~~ oldu~unu belirtmi~, Ibn Sina Haftalar~n~n /bn Sina'!. ve eserleri

Sa physionomie est illu­ minée d’un doux sourire , dans ses yeux noirs on aperçoit la lueur des aurores des profondes pensées.«L’Evolution de la Matière»

[r]

Görsel Sanatçılar Derneğl’- nln 1976 yılından bu yana l- klncl kez gerçekleştirdiği Da­ yanışma Sergisinin açılışında bir konuşma yapan GSD Baş­

Esasen filimciliğin bizde resmî mürakabeye tâbi olmasını da bir hayli zaman evel Cici berber isimli adaptasyonu seyrettikten sonra söy­ lemiş olduğum için, gu