• Sonuç bulunamadı

TEHLİKEYE UĞRATANLAR

Belgede Sosyal Güvenlik Açısından (sayfa 22-45)

Sosyal güvenlik, tehlikeye uğrayanlar için söz konusu olan bir garantidir. Tehlike, in­

sanın iradesi dışında başına gelen ve onu kazan­

maktan alıkoyan her çeşit hadisedir. Gerçekten hastalanan insan, istemeyerek hasta olmuştur ve hastalığı devam ettiği sürece çalışmazsa,

kaza-namaz. İhtiyarlayan insan, malûl kalan insan, iş siz kalan insan, yetim kalan çocuk, dul kalan kadm hep aynı durumdadır. Kendi istekleri dı­

şında ve kazanma güçlerirü kaybeden bu insan 1ar, tehlikeye uğramış insanlardur. Bunların sosyal güvenliğe ihtiyaçları vardır. Başka bir ifa­

de üe toplum bu insanların açlık ve sefaletle yüz yüze bırakmamak zorundadur.

Eğer her hangi bir çeşit transfer ödeme (aynî-nakdî, fertten-ferde, cemiyetten ferde, dev­

letten ferde) bu insanlara gidiyorsa bu transfer­

ler sosyal güvenlikle Ugilidür. Bunların dışındaki insarüara yani tehlikeye uğramayanlara gidiyor­

sa, bu transferlerin mutlaka sosyal güvenliğin dı­

şında tutulmaları gerekir. Bu bakımdan hâlen Türk sosyal sigfortasında 25 yıl sigortalı ve 5000 gün (14 yıl kadar) prim ödediği için kendilerine ayhk bağlananlar, eğer yaşhlık tehlikesine ilmen, bühassa tıbben uğramamışlarsa, buıüarın aldık­

ları aylık, sosyal güvenlik aylığı değUdir. O hal­

de bir müessesenin âdımn sosyal sigorta olması, sosyal güverüik teşküâtı içinde yer alması, onun sosyal güvenlik müeâsesesi olması için yeterli değildir. Mutlaka ve mutlaka tehlikeye uğrayan insana eğilmesi gerekir.

Türk sosyal sigortasırun yaşldık aylığı adı altında ödediği her aylık, yukarıdaki sebeple na­

sıl sosyal güverüik aylığı değüse; İslâmiyet'in bü

22 Prof. Dr. T U î L K N T A Z O A N

tün yardım müesseseleri de sosyal güvenliğe dahil edilemez.

Kıırân-ı Kerim'in bir çok yerinde fakirle­

re muhtaçlara, yetimlere, vermek, infak etmek, zekât vermek, ihsan etmek gibi terimler geçmektedir". Bir çok yerinde ise akraba, komşu, yol(n£, üllah yolunda gaza eden, fakir,

î K a h t a ç , yetim...ve benzerleri içinharcamak,

hayir etmek, haklarmı ayılmak,..gibi terimler geçmektedir Bunlardan bir kısmı daha önce işaret ettiğimiz sosyal yardım mahiyeti taşımak­

ta, bir kısmı ise sosyal güvenlik manasına gal-mektedir. Diğer transfer çeşitleriyle birlikte sosyal dayanışmayı temine yönelik bulunmakta­

dırlar. Zekât konusunu inceleyen eserler, hemen hemen ittifak halinde zekâtın verileceği grupla­

rı, şöyle tespit etmişlerdir'"^:

-Fakirler, -Miskinler,

-Zekât üzerinde çalışanlar,

11- 2 / 8 3 . . . a l a y a , a n a y a iyilik e t m e k , h ı s ı m l a r a , y e t i m ­ l e r e , m i s k i n l e r e . . .

12- M i s â l o l a r a k 2 8 / 7 7 ' d e i h s a n e t m e k , 6 R / 1 8 ' d e faki­

rin h a k k ı n ı a y ı r ı r ı a k , 1 6 / 7 5 ' d e h a r c a m a k , 2 2 / 3 6 ' d a y e d i r m e k , 3 7 d e e t v e r m e k . . .

13- Y u n u s V e h b i Y a v u z : İ s l â m ' d a Z e k â t M â e s s e s e s i . İ s t a n b u l , 1972, s . 2 4 1 - 2 9 5 .

-Kalpleri İslâm'a ısmdırılmak istenenler, -Köleler,

-Allah (C.C.) yolundakiler, -Borçlular,

-Yolcular,

Bu tespit, bu gruplarm bir çoklarmı yer yer ifade eden pek çok ayetin yanmda hepsini birden ifade eden Tevbe suresinin 60. ayetine dayanmaktadır'''. Bu gruplarm ilk bakışta "teh­

likeye uğrayanlar"dan teşekkül ettiği açıktur. An­

cak bu gruplar içinde tehlikeye uğrama bakımından farklılıklar olduğu düşünülebilir:

a- Birinci olarak "kendi iradelerinin dı­

şında tehlikeye uğrayanları" ayırt etmemiz icap eder. Bunlar ne kadar tedbir almış olursa olsun, hatta devlet olarak da ne kadar tedbir alınmış olursi olsun önlenmesi, kaçınılması, kurtulunma-sı imkânkurtulunma-sız olan veya mümkün olamayan tehli­

kelere uğrayanlardır: Babası ölen yetim, ihtiyarlayıp iş tutamaz hale gelen kimse, doğuş­

tan sakat olan ve para kazanamayan kimse, her

14- XV. asır b a ş l a r ı n d a k i T ü r k ç e ' y l e b u g r u p l a r ş ö y l e i f a d e e d i l m i ş l e r d i r : "Yoksullar, m i s k i n l e r , i ş ç i l e r (yani z e k â t d i r i c i l e r toplayıcılar), g ö n ü l l e r i d ü z i n i l m i ş l e r (yani P e y g a m ­ b e r z a m a n ı n d a bir b ö l ü k kâfir var idi ki, anlara bir ö l ü z e k â t m a l ı n d a n virürler idr, b u n l a r ı n g ö n l ü n d ü z m e k - a l m a k - i ç i n ) , m ü k â t e p l e r , b o r ç l u l a r , Tanrı y o l u n d a ( y a n i g a z i l e r ) , y o l eri.

Bk. M u h a m m e d b i n H a m z a : X V . . . a . g . e . , s. 146, a y e t , 60.

24 Prof. Dr. TüRAN TAZGAN

hangi bîr kâzâyâ uğrayıp çalışma gücü ebediyen eksilen ve hatta tamamen yok olan sakat veya malûl, hastalanan ve belli bir süre para kazana­

mayan kimse, evin ekmeğini kazanan erkeği ölen ve dul kalan kadın,...Bunlar önlenmesi mümkün olmayan veya olamayan tehlikelere uğ-raımşlardır. Bu tehlikeler ise tabiî tehlikelerdir.

Allah (C.C.)'ın nizamı içinde vardırlar: ölüm, ka­

za, afetler, hastalık'^ insanların hayatı, bu dün­

yada, bu tehlikelerle mücadele etmekten ibarettir. Ama daima mağlûp olmak kaderi ile karşı karşıyadırlar.

Bu tehlikelerin sonucu faldrliktir. Çün­

kü bu tehlikeler biyolojik tehlikelerdir ve insa-m çeılışinsa-ma gücünden insa-mahruinsa-m bıraku:. Eğer insanın, ailenin geçimi, bu çalışma gücüne bağ­

lı ise, (ki insanların çok büyük çoğunluğu için böyle olduğu şüphesizdir) gelir eksilir ve hatta sıfıra düşer. Yani insarüar muhtaç hale gelir.

İşte zekâtın verilmesi gerekli olan fakir­

ler ve miskinler, böyle tehlikeler sonucu muh­

taç hale düşmüş olanlardır. Bu manada muhtaçbk bazı insanlar için geçicidir, bazı insanlar için ise ölünceye kadar «ürer. Meselâ yetim çocuk, ça­

lışma çağma gelip iş buluncaya veya kurunca­

ya kadar; ihtiyar ölünceye kadar, hasta iyileşip

ıs- Bu t e h l i k e l e r i ç i n b k . T u ı a n Yazgan; S o s y a l S i g o z t a , İktisat F a k ü l t e s i Y a y ı n ı , İ s t a n b u l . 1977, s. 16-26.

İşe başlayıncaya kadar muhtaç olabilir. O halde fakirlik ve miskinlik insanm elinde olan bir so­

nuç değildir. Bunun için de onlara transfer gerekir.

Burada miskiıüer kelimesi üzerinde bi­

raz durmak gerekmektedir'®. Miskinin tehlike­

ye uğrayan yarü muhtaç olan kimse olduğuna hiç şüphe yoktur. Ancak bihnen midir, dilenmeyen veya düenmekten çekinen midir, yoksa kitap eh­

li gayrı müslimlerden muhtaç olanlara mı miskin denir, münakaşa edilmektedir. Gayri müslim olup tehlikeye uğrayan bir kimse olarak kabul edilirse, şu nokta çok önem kazanmaktadır: Gü­

nümüzde sosyal güvenlik bir İNSAN HAKKI ola­

rak kabul ve tescil edilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Ana­

yasası, hemen hemen bütün mülî anayasalar, bu arada bizim 1961 ve 1982 Anayasalarımız da sos­

yal güvanliği bir insan hakkı olarak kabul etmiş-tür. Bir ülkedeki vatandaşlsu: arasında ayırım yapmadan, onlardan her hangi biri kendi irade­

si dışında tehlikeye uğradığı zaman, bu tehlike­

nin zararlarından kurtarılması, yarü belli bir seviyede geçim imkâmna kavuşturulması, dün­

yanın ancak XX. yüz yılda düşünebildiği bir hu­

sustur. İslâmiyet ise VII. yüz yılda

16- G e n i ş b i l g i i ç i n b k . Y u n u s V e h b i Yavuz, İal&m'da Z«kfit M â e n e M a l , İstanbul. 1972. s.242-249.

2 6 Prof. Dr. TUMN YAZGAN gerçekleştirmiştir. Gerçekten Kurân'da fakirler­

den ayrı olarak miskinlerden bahsedlilmesi, gayrı müslim olup, tehlikeye uğrayanların da sosyal güvenlik haklarının bulunduğunu bilhas­

sa belirtmektedir.

b - İkinci olarak çalışma gücü olduğu hal­

de de bazan muhtaç hale gelebilen insanları ayırt edebiliriz. Bunlar biyolojik değU fakat iktisadî bir tehlikeye uğramış kimselerdir. İslâmiyette bu grup henüz modern sosyal güvenlik müessese­

lerinin ulaşamadığı bir genişliğe elastikiyete ka-vuşturuîinuştur. Bu grup içine işsizler, borçlular, gaziler ve yolcularla köleler dahil edilebilir. Her hangi bir sebeple istemediği halde işinden çı­

karılan veya işi bozulan bir kimse, çalışma gücü mevcut olduğu halde geliri kesilmiştir ve muh­

taç hale düşebilir. Çok açık bir şekilde iş bulun­

caya veya iş kuruncaya kadar bu işsizin ihtiyaçlarının esiri olmaktan yani fakirlikten kur­

tarılması gerekir. Bunların aksi halde geçimleri­

ni sürdürmeleri ancak "borçla" kabildir. Eğer işsizlere, İslâm müfessirlerince fakirler grubu içinde yer verilmiyorsa mutlaka borçlular gru­

bu içinde sosyal güvenlik hakkına sahip kimse­

ler olarak yer verilmesi icap eder. Kaldı ki,

"iyilik" için borçlanan ve varlığından bunu öde­

yince çalışma gücü kaldığı halde belli bir geçim seviyesinin altında yaşamakla yüz yüze kalabile­

cek olan kimseler de, tehlikeye uğramış sayılır.

S O S Y A L GUVENLIK AÇISkNDAN ZEKAT il

Ancak burada iradî borçlanma, tehlike kavramı­

nı ortadan kaldırmaz. Yeter ki, ödemek niyetiy­

le borçlansın, fakat istemediği halde ödeyemez duruma düşsün.

Günümüzde, askerlik de bir sosyal gü­

venlik tehlikesi sayılmak icap eder. Çünkü eğer ekmeği kazanan, askere gittiği için, geride bı­

raktığı aile efradı, muhtaç duruma düşüyorsa, bu onların iradesi dışında bir tehlikedir. Askere gi­

deni, Aîlah(C.C.) yolunda olardan içine alan grup dışında mütalâa edemeyiz. Aym şekilde gazi ola­

rak askerden dönen ve sonuç olarak çalışmak ve kazanmak imkânından mahrum kalanlar da sosyal güvenliğe muhtaçtırlar'^. Kölelerin duru­

mu ise, hem köleliğin kaldırılması bakımından, hem de kölenin istese de kendi nam ve hesabı­

na kazanmasının mümkün olmaması açısından önem taşımaktadır. Bunlara, bilhassa kölelikten kurtulabilmeleri için zekât verilmesi gerçekten tehlikenin zararını da kendisini de ortadan kal­

dırabilecek bir sosyal güvenlik tedbiridir.

c - Üçüncü grupta, zekât gelirlerinin

"tahsis"\vcm. mümkün olduğu kimseler yer

al-17- T ü r k i y e ' d e istiklâl m a d a l y a s ı s a h i p l e r i n e ö d e n e n aylıklar g a z i l e r i m i z i n p e k ç o ğ u n u n ihtiyaç i ç i n d e kıvranarak e k s i l m e l e r i n d e n s o n r a b a ğ l a n a b i l m i ş t i . b k . Turan Y a z g a n ; T ü r k i y e ' d e S o s y a l G ü v e n î l k S i s t e m i , İstanbul, 1969, (İktisadî Araştırmalar Vakfı).

2 8 rrot. Dr. Tuıtfur TJUccjLrr

maktadır. Dikkat edilirse bunlar, biyolojik veya İktisadî bir tehlikeye uğrayanlara değildir:

"Müellife-i Kulûb" ve zekâtı toplayan memı/rlar.

Her hangi bir fon meydana geldiği zaman, bu fon tahsis edilen gayesi dışına sarf edilmemelidir.

Bunun önlenmesi son derece önem arz eder. Ze­

kât da tahsisi bir vergidir. Nerelere tahsis edi­

leceği belli edilmiştir. Ancak eğer fon, gayeyi tahakkuk ettirip artıyorsa artan kısmın gelişi gü­

zel harcanmaması icap eder. İşte bu üçüncü grup bir elastikiyeti sağlayan grup olarak değer-lendüilebüir. Bu gruba giren "müeUefe-i Kulûb", zekâtm aslî gayesi dışında anccik insanların doğ­

ru yola getirilmesi, doğru yoldan yani İslâmiyet'­

ten sapmamaları için h a r c a n a b i l e c e ğ i n i belürtmektedir'®. Bunun yanmda Islâmiyete taar­

ruzların yalnız askerî yoldan olmadığı hatırlanur-sa, bu harcamaların önemi ve yerindeliği daha kolay anlaşılır. Zekâtı toplayan memurlara gelin­

ce, tahsisî bir vergi sisteminin böyle bir harca­

mayı kabul etmesi kadar tabiî bir husus düşünülemez. Daha ileride, modern sosyal gü­

venlik temayüllerini incelerken bu konunun öne­

mini daha iyi anlamak mümkün olacaktır.

Zekâtın tehlikeye uğrayanlarla ügisini araştırırken, ele aldığımız üç grubun hangisine

18- Hazreti Ö m e r d e v r i n d e b u g r u b a ö d e m e l e r dur­

d u r u l m u ş t u r , b k . Y u n u s V e h b i Y a v u z a . g . e . , s,259.

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S D I T O R N Z E K A T 2 9

Öncelik vereceğimiz, kendiliğinden ortaya çık­

mış bulunmaktadır. Aslında zekâtın verilebilece­

ği yerleri belirten ayeti kerime, öncelik şurası bakımından İslâm âlimleri arasında tartışmalıdır.

Zekât gelirlerinin her ç ^ba eşit şekilde bölüş­

türülmesi, hal ve şartlara göre dağıtılması, vere-rün arzusuna bağlı olarak dağıtılması ve sınıfların ihtiyacına göre suralanarak dağıtılması gibi çe­

şitli görüşler ortaya atılmıştır'^. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zekâtla ügih veya genel olarak

"sosyal dayanışma" müesseseleri ile ilgili pek çok hüküm bulunmaktadu: ve bunlardan veril­

mesi gerekli yeri veya yerleri gösteren ayetle­

rin d e p e k ç o ğ u umumiyetle fakirleri, fakirleri-miskinleri, muhtaçları, yetimleri, dulla­

rı hedef göstermektedir^". Kısaca bizim birinci gruba soktuğumuz manada tehlikeye uğrayan­

ları hedef almaktadır. Bu durum gerçek bir sos­

yal güvenlik kavramı ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Umumiyetle tatbikatta, zekâtın fertten ferde verilmesi halinde, ön sırayı akraba içindeki

19- Bu m ü n a k a ş a l a r i ç i n b k . İ b i d , s.296-303.

^ ° P r o f Tiy. T U R A N TUZCUN

'/OİfSUİIann aidimi görülmektedir. K u r â ^ - d a d a h ı ­

s ı m k e l i m e s i s ı k s ı k geçmekte v e gerçek yok­

sulu yani tehlikeye uğrayanı bulmanın yolunu belirtmektedir. Bunun anlamı, kimin hasta, kimin dul, kimin yetim, kimin ihtiyar..., olduğunu ön­

ce akrabaları bilir dolayısıyla zekât mutlaka ve mutlaka tehlikeye uğrayana gitmiş olur. İkinci sı­

rada komşunun yer almasının .sebebi de gene, tehlikeye uğrayıp uğramadığını bilmek ve zekâ­

tı, insanları uğradıkları tehlikelerin zararlarından kurtarmak için vermektedir. Günümüzde, cemi­

yet çok dinamik bir bünye kazanmış olduğu, herkesin doğduğu yerden mütemadiyen doydu­

ğu ve doyacağını tahmin ettiği yere aktığı, akra­

balığın ve kom.şuluğun zayıflayıp çok daraldığı düşünülürse fertten ferde zekâtın sosyal güven­

liği sağîıyacağ! veya başka bir ifade ile tehlike­

ye uğrayanları isabetle seçmemize imkân bulunamayacağı kolayhkla kabul edilebilir. Fa­

kat zskâî, İslâmî bir m.üessese olarak fertten dev­

lete, devletten ferde doğru da işlemesi mümkün bir müessesedir. Dolayısıyla günümüz şartlarına da uygundur.

B - INSAN HAYSIYETINE YARAŞıR ASGARI GEÇIM

Sosyal güvenlikte e n önemli husus teh­

likeye uğrayan insanların tehlikelerin zararlarm-dan, insan haysiyetine yaraşır asgarî bir geçim

S O S T A L G t t V E N L t K A Ç I S I N D A N Z E K Â T 3 1

seviyesine kavuşturularak kurtarılmalarıdır.

Kurân-ı Kerim'de bu seviye YOKSULLUK çizgi­

sinin üstü olarak belirlenmiş başka hiç bir mad­

dî ölçüye yer verilmemek suretiyle ZAMANA ve MEKANA göre değişebileceği gerçeği gün gi­

bi aşikâr kılınmıştır. Gerçekten "yoksul'a, muh­

taca..., " verin emri içinde zamana ve mekâna göre değişmesi gereken bir asgarî geçim sevi­

yesi gizlidir. Muhtaçlık da daha önce belirtme­

ğe çalıştığımız gibi, ifade dışında tehlikeye uğramakla ortaya çıkan bir sonuçtan ibarettir.

Muhtaçlık çizgisinin bittiği yerde varlık veya en azından insanın kendi kendine yeterlik çizgisinin başlayacağı şüphesizdir. Ancak bu çiz­

gileri çizmek, günümüzde de son derece önem arzetmekte ve güçlük doğurmaktadır. Menfaat grupları arasında ihtilâf çıkarmayacak bir çizgi­

nin çizilebilmesi imkânsızdır.

Peygamberimiz'in hadis-i şeriflerinde, kendi dönemi için şu çizginin çizildiğini görüyo­

ruz: "Beş "ukiyye"den az gümüşte, beş "zevd'-'den az devede, beş "vesak"tan az hububatta zekât veıme mükellefiyeti yoktuı^'. "Atlarla kö­

lelerin zekâtım affettim. Fakat sizler, her kırk dir­

hemden bir dirhem zekât verin^^" "... altından

21- Y u n u s V e h b i Yavuz; a . g . e . , s. 104 (Ayni, Buharf Şer­

hi, c.IV, s , 2 8 3 ' e atfen).

22- İ b i d , s. 105.

3 2 Prof. D r . TUKAN T A Z G A N

ytmi dinara kadar bir şey yoktur. Senin yirmi Di­

nar'ın bulunduğu ve ûzennden bir yıl geçtiği va­

kit, ondan yarım dinar zekât vermen gerekir^^",

"Yağmur, nehir ve göze suları kendiliğinden su­

lanan veya kendiliğinden sulu olan arazi mahal­

lelerinde onda bir, hayvanlar ve havuzlar yardum ile sulanan toprak mahsûllerinde ise yirmide bir zekât verilir^*.

Bu ve benzeri hadisler dikkate alınırsa, bu devre ait çizilmiş olan varlık çizgisinin bazı özellikleri tespit edilebilir.

- Çeşitli servet unsurları zekâta tâbidir.

- Üretim zekâta tâbidir.

- Servet unsuru da olsa zarurî ihtiyaçlar zekâttan istisna edilmiştir.

- Köle, insan olarak bir servet unsuru, bir mal değildir. İnsan zenginliğine basamak yapı­

lamaz. Dolayısıyla zekâtını vermek değil, kendi­

sini hür kılmak icap eder ve hatta hürriyetini sağlayabilmek için gerekirse kendisine zekât ve­

rilmelidir. Nitekim kölelerin, zekât verilmesi ge­

reken, dolayısıyla tehlikeye uğramış bir grup

23 i b i d , s . 1 0 5 ( A b d u n a h m a n e l B e n s â , F « U ı n ' r -R a b b a n î c V I I I , B . 2 4 0 . a t f e n ) .

2 4 - î b i d , s. 120 ( N e s e î , S ü n e n , C : V , s . a i ' e atfen.)

olduğu daha evvel tespit edilmişti.

Servet unsurları -başka bir ifade ile sermaye- zekâta tâbidir. Devrin başlıca serma­

ye unsurları da hadislerde sayılmıştır. Altın gü­

müş deve, koyun sığır... Bunlarda üretimde kullanılması veya kullanılmaması sonucu değiş­

tirmemektedir. Altın ve gümüş iktisadî hayata dahil edilsin edümesin, eğer bir yıl boyunca fer­

din net aktifini teşkü etmiş ve belli b ü miktarı aş-mışsa zekâtının verilmesi icap etmektedir.

Buradan çıkanlabüecek sonuç İDDİHARın ön­

lenmesi ve varlık unsurlarının üretimde kullaml-ması, belli bir birikim seviyesinin üstüne çıkınca da, zekâtimn verilmesi suretiyle servetin törpü­

lenmesi ve yaygınlaşmasının sağlanmasıdır.

Servet unsurunun bizatihi zekâta tâbi ol­

mayıp, üretimin zekâta tâbi olması da mümkün­

dür. İktisadî bir gaye ile servet unsurları bir fabrücaya dönüştürülse bu taktirde üretimden ze­

kât vermek icap etmektedir. Tıpkı tarladan de­

ğil, mahsûlden zekât verilmesi gibi. Üretimden zekât verilebilmesi için ise üretimin de belli bir seviyeyi aşması gerekmektedir. Ayrıca üretim teksifi ise yani dış girdiler kullanılarak yapıhyor ise verüen zekât nispeti de düşmektedir. Bura­

dan kendi kendine üreyen bir hayvancdıkla, özel olarak yapılan bir besicüüc, sütçülük veya

tavuk-f . 3

Prof. D r . T D R A N T A Z G A N

çuluğun veya fabrika üretiminin veya sulama ve gübreleme yolu ile yapılan entansif ziraatın

teşvik edildiğini de çıkarmak pekâlâ mümkün­

dür. Aynı zamanda izdiham, yığılma ve birikimi önleyip mümkün olduğu kadar faktör bileşimi­

ne gitmenin zaruretini de bu hadiseler taspit et­

memize imkân vermektedir.

Görülüyor ki, zekâtta hem BİRİKİM ve hem de ÜRETİME göre bir asgarî ZENGİNLİK çizgisi çizilmiştir. Birikim yerine üretim, az fak­

tör -az girdi- kullanarak üretim yerine çok fak­

tör çok girdi kullanarak üretim (modern üretim) tercih edilmiştir.

Biricimden ve üretimden zekât alınabil­

mesi için belli bir birikim ve üretim seviyesine ulaşmak gerekmektedir. Bu seviye yoksulluk çiz­

gisinin üstünde bir seviyedir ve Kurân'da belir­

tilmemiş, zaman ve mekâna bırakılmıştır.

İslâmiyet'in ilk döneminden ve dört ha­

life devrinde bu çizgi hadislere göre tatpik edil­

miştir. Çizginin bir ülkedeki hayat standardı ile yakından ilgiH olduğu, zekâtın varlık ve üretime dayalı olmasından kolaylıkla anlaşılabilir. Bu se­

viyede ekonomik gelişmeye paralel olarak de­

vamlı yükselen bir seviyedir. Zekât bu yüksehşi bütün cemiyete yaymak gibi son derece önem­

li bir rol oynamaktadır.

S U S T A L c m r E N L I K AÇISINDAN Z E K A T

Yoksulluk çizgisinin üstünde olan bu çiz­

gi, günümüzdeki asgarî ücret ve asgarî geçim seviyesi gibi çizgüerden farklıdu:. Bu farklüüc as­

garî ücretin ve asgarî geçimin sadece gelire nispetle ifade edilmiş çizgüer olmasmdandır.

Zekât ise sadece üretim (yarü gelir) değil, aym zamanda varlıkla da ügüidir. Bu sebeple "zen­

ginlik çizgisi" de diyebüeceğimiz bu asgari ha­

yat standardı çizgisini çizmek çok daha zordur.

Yetersizlik çizgisi varlıkla ügüi olarak, es­

kiye kıyasla çizüemez. Çünkü günümüzde var­

lık veya s e r m a y e unsurları son d e r e c e çeşitlenmiştir. Sadece altın, gümüş ve hayvan­

dan ibeuret değüdir. Varlığa deıhü taşınır ve taşın-meız malların bir kısmı da sermaye malı vasfında değUdü. Dolayısıyla, sermaye malı vasfında ol­

mayan ve hemen hemen hudutsuz çeşidi olan değerlerin hangüeri ve ne kadarı zenginlik çiz-gisirün altında tutulacaktır ve çizginin gerçek se­

viyesini bulmak için buıüara asgarî ne kadar sermaye malı eklemek^erekecektir? Bu soru­

nun cevabı nasıl verilirse verilsin netice itibarıyla bir "kabûrden ibârettü".

Konuyu uzun uzun tartışmak daima müm­

kündür ve tartışmaya da açmak gerekir. Burada görevimizin bundan ibaret olduğunu zanne­

diyoruz.

36 Prof. D r . T U I U N T A Z G A N

V a r l ı k

B G e l i r

( Ş e k i l 1) A s g a r î h a y a t s t a n d a r d ı : BC A s g a r î V a r l ı k , O B A s g a ­ ri G e l i r .

İnsanın asgarî ihtiyaçlannı, sadece belirli bir gelir seviyesi ile karşılamaya imkân yoktur.

İnsanoğlu istihlâkinden arttırdığı gelirinin bir kıs­

mı ve ailesine zarurî olan dayanıklı tüketim mal-larmı alur ve ev-barksahibi olmaya çalışır, halde bir tek çizgi ile ASGARI'yi çiznıek daima yanlış­

tır. Bu sebepledir ki İslâm hukuku her iki asga­

rîyi birden dikkate almaktadır. O A, varlık unsurlarında asgarî seviyeyi, OB'de katma değer veya gelirde asgarî seviyeyi belirtmektedir.

OA'ya yapılan ilâvelerin bir kısmı İDDİ-HAR edilen değerler olabüir, bir kısrm dayamklı tüketim malları (\i\ks), bir kısmı da istihdamı

S O S T A L G Ü V C N L t K A Ç I S I N D A N Z E K A T 37

mümkün istihsâl malları olabüir. Hangi gruba gi­

rerse girsin OA seviyesini geçen varlık unsur­

ları ZEKAT'a tâbi olmaktadır. Gelirden servete aktanlan (üzerinden bir yıl geçen) ve üctisadî ha­

yata dahil edilmeyen altın-gümüş, para, mücev­

her..., gibi unsurlar sadece zekâta tâbi olmakla kalmaz, aynı zamanda gösteriş istihlâkinin, israf ve lüksün sebebini de teşkil eder. Bu ise ideal MÜSLÜMAN tipinin hayat tarzına ters düşen bir durumdur.

OA seviyesini aşan ve istihsâlde kullanıl­

mayan ve gizli olan bu tür varlık unsurlarına sa­

hip olan bir kimsenin geUri sıfır dahi olsa, bu insanın zekât vermesi icap etmektedir. Meselâ ihtiyarlık, hastalık, sakatlık, dulluk..., gibi bir teh­

like ile geliri sıfır olan bir kimse OA seviyesini aşan bir varlığa sahipse kendisine zekât verile­

meyeceği gibi, varlığı nakde çevirecek (veya trampa) varlığı OA seviyesine düşünceye kadar ZEKAT borçlusu olmaya da devam edecektir.

Yeter ki OA'yı aşan varlıktan bü kısrmm satmakla OB gelir seviyesine tekabül eden bür bedel alı­

nabilsin. Varlığın gelüe, gelüin varlığa çevrilme­

si daima mümkün olduğu için İslâm hukukunun böyle b ü içtihada ulaşmış olmasını çok tabiî ve doğru bulmak gerekir. Aksi halde evinde veya bankada bir kaç milyon parası veya altıtî» oldu­

ğu halde düenen bir kimsenin dilencüiğini

meş-3 8 Prof. D r . T D I I A N T A Z G A N

ru saymamız icap ederdi. İşte İslâm böyle bir duruma cevaz vermemektedir.

OA asgari varlık sınırını çizmekle bera­

ber, geliri sıfu: olan, bir tehlikeye uğramış insan için, zekât verme seviyesini teşkil etmemekte­

dir. Geliri sıfır olanın ve varlığı OA olanın zekât alması icap etmektedir. Çünkü OA her insan için (aile) asgarî varlık seviyesini teşkil etmektedir.

Bu varlıktan fedakârlık -insanın haysiyeti zedelenmeden- edilemez. Eğer insamn varlığı AC - OA kadar fazla ise tam sınıra gelmiştir. OC'-yi aşan varlık sahipleri zekât borçlusu OC'nin al­

tındaki varlık sahipleri de zekât alacaklısıdır.

Varlık V a r h k + G e l i r

Z e k â t Sınırı

' A s g a r i Varlık Sınırı

G e l i r

(Şekil 2) G e l i r i sıfır o l a n ı n z e k â t a l m a v e v e r m e sınırı

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T 3 9

Bu durumun tam tersi, varlığı sıfır, geliri OB kadar olan bir insan da düşünebiliriz:

V a r l ı k

A s g a r î G e l i r Sınırı A

G e l i r + V a r l ı k Z e k â t Sınırı

D G e l i r

( Ş e k i l 3) V a r l ı ğ ı sıfır o l a n ı n z e k â t a l m a v e v e r m e s ı n ı n

Varlığı sıfu- olduğu halde geliri OB kadar olan bir kimse de zekât borçlusu değildir. Çün­

Varlığı sıfu- olduğu halde geliri OB kadar olan bir kimse de zekât borçlusu değildir. Çün­

Belgede Sosyal Güvenlik Açısından (sayfa 22-45)

Benzer Belgeler