• Sonuç bulunamadı

YENİDEN GELİR DAĞILIMI VE ZEKÂT

Belgede Sosyal Güvenlik Açısından (sayfa 61-79)

60 Prof. Dr. TDİUIN TIIZGAN

bu dağıtım öyle yapılabilir ki (A) kadar teşekkül etmesi beklenen fayda veya tatmin (A + B) ka­

dar olabilir. Bu (B)'yi alabildiğine arttırmak da mümkündür. İşte mutlu, huzurlu, tatmin edilmiş mutmain bir cemiyet, bu (B)'nin büyüklüğüne bağlı olarak ifade edilebilir. Evvelâ işi basitleş-tirerek şöyle diyelim: Üretime katılan emek, me­

selâ ben, devlet memuru olarak yaptığım bir vazifenin karşılığı bir maaş almaktayım. Bu, be­

nim, üretimden aldığım paydır. Diyelim ki 150.000 lira veya 200.000 lira. Brütünü bilmiyo­

rum. Diyelim ki brüt olarak 200.000 lira. Ben bu­

na fayda veya tatmin yaratacak her hangi bir ilâve olmadan yalnız kendim kullanırsam bu 200.00 liranın yaratacağı bk fayda, bir tatmin var-du-. Böyle değil de bu 200.000 liranın devlet, ben­

den meselâ 80.000 lirasını alırsa, benim elime geçen 120.000 lira olur. Bu 80.000 lirayı kaybet­

mekten dolayı benim aslında (tabiî bu günkü şartlarda değil de aynı paranın daha yüksek bir satın almak gücü olduğunu düşünürsek) fayda ve tatmin açısından pek fazla kaybım olmayabi­

lir. Ama devlet, aldığı 80.000 lirayı âciz, kimse­

siz, desteksiz 10 ihtiyara dağıtırsa, o 10 ihtiyarın her birinde yaratılan tatmin, benim kaybettiğim, kaybettiğimi farzettiğimiz tatminin çok üstünde­

dir. Ve bu 10 ayrı yaşlı insanda teşekkül eden tatmini topladığımız zaman, bundan benim kay­

bettiğim tatmini düşersek işte bu, demin

bahset-S O bahset-S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I bahset-S I N D A N Z E K A T 61

tiğimiz (B) kadar ilâve tatmin karşımıza çıkar.

Gelir değişmemiştir. Yine toplam harcama, top­

lam gelir 200.000 liradır; fakat birinci halde 200.000 liranın bende yaratacağı tatmin (A) ka­

dardır, ikinci halde 10 ihtiyarın çok yüksek olan tatminini de eklediğimiz zaman bulacağımız tat­

min doğar. (A + B).

Hükümetler, faktör paylarıyla yani millî gelirin bölüşümüyle değil de millî gelirin ye­

niden bölüşümüyle uğraşırsa o cemiyette fayda­

yı, huzuru sağlamak daha kolaydır; üstelik yaratılan tatmin de daha fazla yükseltilebüir. Söy­

lemek istediğimiz şudur: Gerçekte üretime ka­

tılan faktör sahipleri, evvelâ sahip oldukları faktörlerin hem hacimleri, büyüklükleri üibârıy-la, hem de bu faktörlerin müessiriyyetleri bakı­

mından katiyen eşit değildirler. Bu Allah'ın yarattığı dünyamn başhca vasıflarından birisidir.

Benim emeğim hiç bir kimsenin emeği üe mu­

kayese edilemez. Belki herkesinkinden daha ve­

rimsiz, belki başkalarınkinden çok daha verimlidir; faydalıdır veya iyidir, müessirdir.

Standart emek bulmak kabil değüdir. Emekteki kabüiyet ve müessiriyyet farkları gibi, diğer üre­

tim unsuru olan sermayenin dağılımı da kesin olarak âdil değildir. Aslında yer yüzünde kay­

nakların dağılımı milletler ve bölgeler arasında âdil değildir. Dünyanın yaradılışı icabı olarak

6 2 Prof. D r . T U R A N T A Z G A N

böyle bir dağılım söz konusudur. Bunu değiştir­

mek her halde dünyayı değiştirmek olur ki; dü­

şünmek bile sadece hayalciliktir.

Gelirin gayrı âdil dediğimiz dağılımına, kaynakların gayrı âdil dağılımına karşı biz insan­

lar müstehlik olarak, istihlakimizi âdil hale getir­

mek suretiyle bir tasarruf imkânına sahip olabiliriz. İnsanlar esasen cemiyet haline geldik­

ten itibaren, mutlaka elde ettikleri üretimi ken­

di aralarında paylaşmaya başlamışlardır. Keza, insanlar eğer devlet kurmuşsa; devletin bizim açımızdan bu manada bir tek tarifi olabilir: "Ge­

liri yeniden dağıtan g ü ç " . Devlet kimin tarahn-dan temsil edilirse edilsin, devletin şekli ne olursa olsun, ister bir şahsın idaresinde, ister Meşrutî Krallık, ister Cumhuriyet, ister Komünist devlet, ister bir başka şekil; ne olursa olsun, is­

terse aşiret şeklinde bir devlet.., hepsinin tek ta­

rifi, tek önemli özelliği; geliri yeniden dağıtma gücüne sahip olmasıdır.

Devletin geliri yeniden dağıtmak için, evvelâ sadece hukukî bir takım tasarruflar yap­

ma yetkisini kullanması kâfidir. Yani devlet, bir kanun çıkardığı zaman, kanunun mahiyeti ne olursa olsun, mevzusu ne olursa olsun, mutlaka geliri yeniden dağıtmış olur. O Jcanun çıkmadan evvel teşekkül e d e n gelir dağılımı, o kanun çık­

tıktan soıua şu veya bu şekilde değişir. Bazı

ka-S O ka-S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I ka-S I N D A N Z E K Â T

nunlar buna doğrudan doğruya, bazıları da dolaylı tesir ederler; ama gelir dağılımına tesir etmeyen bir kanun düşünülemez. Aynı şekilde bir kararname, bir yönetmelik de düşünemezsi­

niz; devletin her kademesindeki hukukî tasarruf­

lar geliri mutlaka yeniden dağıtır. Meselâ İş Kanunu'nda bir değişiklik yapılıp, günlük çalış­

ma süresi 8 saatten 7.30 saate indirilirse, bu, ül­

kedeki gelir dağılımının değiştirilmiş olması demektir. Keza devlet ihracata pirim verdiği ve­

ya bir fiyat tespit ettiği zaman da gelir dağılımı değişmiş, yani, gelir yeniden dağıtıma tâbi tutul­

muş olur. Devlet para ile ilgili hiç bir muamele yapmadan, para alıp vermeden, hazine ile ilgili hiç bir giriş çıkış muamelesine girişmeden, bu kanun, kararname, tüzük, yönetmelik gibi huku­

kî tasarruflarıyla ülkedeki gelir dağılımını değiş­

tirme gücüne sahiptir. Bu bakımdan çıkarılan kanunlar ister medenî hukuk sahasında, ister ce­

za hukuku sahasında, ister amme hukuku saha­

sında, ister ticaret hukuku sahasında ve isterse iş hukuku sahasında vs. hangi sahada olursa ol­

sun mutlaka ve mutlaka gelir dağılımına şu ve­

ya bu şekilde tesir edecekleri için, kanunların, kararnamelerin, yönetmeliklerin çıkarılmasında aslî maksat, her neyse, onun yanında bir de sos­

yal siyaset bakımından incelenmesi ihtiyacı var­

dır; çünkü gelir dağılımını değiştirme gücüne sahiptir. Dolayısıyla kanunlar hiç bir suret ve

şe-6 4 P r o f . D r . T U R A N Y A Z G A N

kilde sosyal siyaset tarafı ihmâl edilerek çıkarı­

lamaz veya çıkarılmamalıdır.

Bunun yanında devlet üretim faaliyetle­

rine katılıp ürettiğini piyasaya arzetmekle de ge­

lir dağılımını değiştirebilir. Burada devlet, ürettiği mal ve hizmeti carî piyasa fiyatlarının al­

tında satabilir. Böylece ülkedeki gelir dağılımı­

na tesir eder. Yani Sümerbank, eğer piyasada fiyatı 15.000 lira olan elbiseyi 11.000 liraya satı­

yorsa, bu elbiseyi alan şahsın cebine, elbise ba­

şına 4.000 lirayı koyuyor demektir. Aynı şekilde, devlet, piyasa maliyeti fert başına, öğrenci ba­

şına 100.000 lira olan eğitimi, eğer 2.000 liraya ve­

ya çok daha sembolik bir karşılıkla yapıyorsa, bu eğitimden yararlanan vatandaşların cebine öğ­

renci başına 98.000 lirayı koymuş olur. Bu da o vatandaşların müstehlik gelirini arttıran bir un­

surdur. Faktör geliri değişmediği halde, yani üretimden aldığı pay değişmediği halde, müs­

tehlik olarak harcayabildiği, kendisini tatmin eden geliri artmış olur. Devlet bu şekilde bazı hizmetleri tamamen parasız da yapabilir. Sağlık, eğitim veya başka türlü hizmetler icra edebilir.

Bunların yanında devlet bir de doğrudan doğruya vatandaşlara aktarma yapabilir. Mese­

lâ Türkiye'de yapıldığı gibi 65 yaşından yukarı veya sakat olup hiç bir desteği olmayan insanla­

ra aylık ödeyebilir. Bu. devletin, doğrudan

doğ-S U doğ-S Y A L G Ü V E N L I K A Ç ı doğ-S ı N D A N Z E K Â T 65

rüya onların müstehlik gelirini, faktör gelirine dokunmadığı halde, arttıran bir muameledir.

Bunun gibi, devlet, almak yoluyla da ge­

lir dağılımını değiştirebilir. Hatta tatmini değiş­

tirebilir. Yani yukarıda söylediklerimizde devletin vermesi veya hiç bir şey vermeden sırf hukukî tasarrufu söz konusuydu. Devlet bir de alarak gelir dağılımını değiştirme gücüne sahip­

tir (Meselâ vergi ile. primlerle, harçlarla vs.).

Bunların benzeri olan devletin alma gücünü kul­

landığı her türlü devlet geliriyle, gelir dağılımı­

nı değiştirmek mümkündür. Devlet eğer aylık kazancı 50.000 lira olandan 5.000 lira alırken, 50.000.000 lira olandan 25.000.000 lira veya 30.000.000 lira ahyorsa, bu şekilde de tatmin art­

tırılabilir. Birinin tatminini çok az eksiüirken, di­

ğerinin tatminini hemen hiç eksiltmemiş olur.

Çünkü geriye kalan 20.000.000'nu ne yaparsa yapsın onun arzu ettiği her türlü tatmine imkân verecek bir miktar olarak düşünmek mümkün­

dür. Böylece devlet görüldüğü gibi gerçekten vatandaşların elde ettikleri faktör veya müstah­

sil gelirini olduğu gibi bırakmıyor. Bunların bir kısmında azaltıyor, bir kısmında da dolaylı veya doğrudan doğruya vermek suretiyle onların müstehlik gelirini arttırmak yolunu seçiyor. Bun­

ların yapılmadığı bü devlet düşünmek mümkün değildir. Zaten arzettiğim gibi devletin var oluş sebebi geliri yeniden dağıtmak, belirli bir

ge-f . 5

6 6 Prof. D r . T U R A N Y A Z G A N

lirle daha fazla fayda yaratmaktır.

Diğer taraftan cemiyet de geliri yeniden dağıtır. Devlet gibi birden fazla insan bir araya geldiği zaman mutlaka üretilen, yaratılan gelir bir yeniden dağıtıma tâbi tutulur. Yani insanlar cemiyet haline gelmişse, cemiyet hahne gelişin tabiî sonucu olarak, gelir yeniden dağıtıma tâbi tutulur. Bunun olmadığı cemiyet düşünülemez.

İnsanın ancak tek başına yaşadığı, tek tek, bir­

biriyle hiç bir teması olmadan yaşadığı bir ha­

yal için söylenebilir ki, bu, Robenson Cruzoe gibi tamamıyla romantik bir şey olur. Mutlaka in­

san cemiyet halinde yaşıyorsa paylaşmaya da gi­

decektir. Cemiyet, geliri ya vasıtalı veya vasıtasız olarak yeniden dağıtıma tâbi tutar. Birinci şekil­

de, vasıtalı dağıtımda, bir teşkilât söz konusudur.

Meselâ sigorta. Özel sigortalar, geliri yeniden dağıtır. Meselâ ikramiyeler, piyango biletleri, spor-toto, gazoz kapakları vs. bunlar da geliri ye­

niden dağıtır. Burada gelirin yeniden dağıtılma­

sında, şans ihtimâlleri çok düşerse, buna (piyango vs. gibi) biraz meşru gözle bakmak bel­

ki mümkündür. Amma ihtimâl arttığı zaman, ya­

ni %50 ye çıktığı zaman bildiğimiz gibi bunun adı kumardır. Geliri ne kadar yeniden dağıtırsa da­

ğıtsın, cemiyetin gayrı meşru saydığı, hatta ka­

nunların da, devletin de gayr-ı meşru saydığı bir yeniden dağıtım vasıtası ortaya çıkmış olur.

Asıl gelirin yeniden dağılımım cemiyet vasıtasız olarak düzenler. Burada din çok önem­

li bir rol oynar. Meselâ İslâmiyet'in getüdiği fit­

re, zekât, sc|daka müesseseleri... Bunlar, aslında gelüin ve varlığın yerüden dağıtıma tâbi tutulma­

sını sağlarlar. Bu tarzdaki yeniden dağıtımda, esaslar dikkate alındığı taktüde, yukarıdan aşa­

ğıya, yani belüli bir çizginin üstünde varhğı ve geliri olanlardan, belirü b ü çizginin altında ge­

lir ve varlığı olanlara veya bu gelir ve varlığı sı­

fıra yaklaşmış olanlara, hatta sıfır olaıüara doğru b ü aktarım, b ü yerüden dağıtma, söz konusudur.

Burada fitreyi ve zekâtı alanların, belüli bir sevi­

yenin altında gelir ve varlık sahibi olmaları do­

layısıyla duyacakları tatminin son derece yüksek olduğunu kolaylıkla tahmin edebiliriz. İşin baş­

ka b ü tarafı, verenler de eğer verirken bir tat­

min duyuyorsa, yani gerçek müslümansa, o taktüde belüü b ü gelüin, belüü b ü müstahsü ge­

lirinin, belüli bir müstahsil varlığının, b ü kısmı­

nı bu işe ayırmaktan dolayı cemiyette çok fazla katlanmış b ü tatmin ortaya çıkacaktır.

Dinî müesseselerin yamnda, geliri yeni­

den dağıtan ve müeyyidesi dinî değü fakat örfî, yani, ayıplanma, kınama gibi bir takım içtimaî müeyyideler olan örf ve âdetler d e geliri yerü­

den dağıtırlar. Meselâ evlenene, çocuğu olana, sünnet olana götürdüğümüz hediyeler... Yahut

68 Prof. Dr. TURAN TAZGAN

buırnn gibi örf ve âdetlere bağlı pek çok mües­

sese sayılabilir, ki; bu müesseseleri bu açıdan incelediğimiz zaman, burada, hem gelirin yeni­

den dağıtımı, (böylece belirli bir gelirden daha fazla tatmin), hem de dostluk, akrabalık, arka­

daşlık, insanlık gibi bir takım uygulamaların ge­

lişmesi söz konusu olur. Dinî duygularla birlikte bunları birleştirdiğiniz zaman, işte böylesine, bir cemiyeti birbirine bağlayan gelişmiş ulvî duygu­

lar ortaya çıkar ki biz, bunun maddî yönüne ba­

kıp gelirin yeniden dağılımı diyoruz. Aslında gelirin yeniden dağılımı bu manada bir vasıta;

fakat asıl gaye insanların birbirini seven, birbi­

rine hürmet eden, birbiriyle konuşan, anlaşan, paylaşan, birbiriyle dertleşen, birbirinin dertle­

rine ortak olan gerçek bir cemiyet, mutlu bir ce­

miyet, huzurlu bir cemiyet olmasıdır. Başka bir ifade ile, demin arzettiğim gibi, geliri yeniden dağıtma dediğimiz teknik, yukarıdaki fonksiyo­

nu gerçekleştirmek için bir vasıtadan başka bir şey değildir. Gaye: İnsan cemiyetinin gerçek­

ten insanca yaşayan bir cemiyet haline gelmiş olmasıdır. Çünkü bUindiği gibi; insan dışında bu manada düşünceye, iradeye bağlı bir paylaşma­

yı hiç bir hayvan topluluğunda görmek kabil de­

ğildir. Gelirin yeniden dağıtılmasını meydana getiren sebeplerin veya vasıtaların, göründüğü gibi asıl önemli kısmım cemiyetin vasıtaları teş­

kil ediyor. Yani din, örf ve âdetler.

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T 6 9

Burada bizim açımızdan şu çok önemli:

Bir ülkede gelir dağılımı ile ilgili araştırmalar ya­

pılır ve bu curaştırmaların sonucunda faktör pay­

laşımı ortaya çıkmış olur. Deıür ki, ücretliler mülî gelirin % 30'unu alıyor. Halbuki kendileri nüfus içinde % 40'tır, o halde eksik alıyorlar, gayr-ı âdil

p a y l a ş m a v a r . . . İşte serbest meslek erbabı, millî gelirin şu kadarını alıyor vs. Ülkemizde böyle araştırmalar yapılmış ve bunlar ilân edilip, etra­

fında fırtınalar da koparılmıştır. Fakat müstahsü gelülerinin paylaşımı veya harcama büimlerinin, ailelerin müstahsü gelirleri berüm şimdiye kadar verdiğim izahtan anlaşılacağı gibi hiç de önem­

li değüdir.

Eğer bu önemli olsaydı, benim faktör pa­

yımın 200.000 lira olduğunu ve benim yapabile­

ceğim duyabileceğim tatminin bu 200.000 üramn yaratacağı tatnünden ibaret olduğunu düşünme­

miz gerekürdi. Halbuki benim mülî gelir içinde hissem ayda 200.000 liranın çok ötesindedir. Ev­

velâ devletine bağlı bir vatandaş olarak devlete verdiğim vergide hiç gözüm yok, gereklidü, he­

lâl olsun diyorum. Belki vermekten dolayı bu ma­

nada zaman zaman aksini duysam bile mÖmnun olmak veya bu istikamette kendimi zorlamak ih­

tiyacını duyuyorum. Diğer taraftan benim müs-tehlüc gelüim, eüme geçen bu 120.000 üradan da ibaret olmuyor. Ben bu 120.000 liranın belki b ü kısmını eşime dostuma ziyafette, veya otobüs

bi-7 0 P r o f . D r . T D M N T J I Z G A N

leti ısmarlayarak harcamakla dostluğun, arkadaş­

lığın veya akrabalığın gerektirdiği bir takım zevklere ayırmak suretiyle yine eksiltiyorum.

Ama eksilirken de tatmin duyuyorum. Bunları 10.000'er lira olarak düşünsek geriye kaldı 100.000 lüa. Benim duyduğum tatmin 100.000 li­

ranın doyuracağı tatmin değü... Çünkü ben, me­

selâ Çeşme'de 3 gün yiyip, içip yan gelip, yatabilüim. Ama bu 100.000 lüanın içinden de­

ğü... Bunu bana faktör karşüığı değü, üretim kar-şüığı değü; amma dosüuk, arkadaşlüc veya belüli bir seviyeye ulaşmış olmanın, belirü hizmetler yapmış olmanın karşılığı olarak (daha doğrusu karşılık dememek lâzım); cemiyetin değer hü­

kümlerinin sonucu olarak pekâlâ böyle b ü har­

cama imkânı verebilüler. Cebimden hiç bü: şey çücmadan!.. Bunun bedeUıü düşünserüz zaten maaşımı geçer. Öbür taraftan her hangi bir ak­

şam arkadaşım gelse, berü alıp, pek gözümüz­

de büyüttüğümüz Hilton'un çatışma çıkarsa, pekâlâ orada, benim için 30.000 - 40.000 lüayı harcayabilir. Bu da benim tatminim içine girer;

ama bu, beıüm müstahsü gelülerim de hiç bü za­

man gözükmez. Bunu daha çok uzatabüir, arttı-rabüirsiniz. Burada söylemek istediğimiz şu:

Müstahsil gelirlerinin paylaşımı hiç de önemli değildü. Öyle olsaydı ben 120.000 lüalık tüke­

tim gücü olan bir insan olacaktım. Halbuki ger­

çek hiç de öyle değildir.

S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K Â T ^ 1

Bir cemiyetin müstehlik gelirleri hakkm-da bir araştırma yapabiliyorsak, o, cemiyet için­

deki harcama birimlerinin müstehlik harcamalarıdır. Eğer bir de bu harcamalardan duyulan tatmini ölçebiliyorsak, buna bağlı bir da­

ğılım hesabı ortaya çıkarabiliyorsak, işte bu, ger­

çekten cemiyetin mutluluk seviyesini, refah seviyesini göstermeye elverişlidir. Bizim ülkemi­

zin asıl ihtiyacı olan araştırma, budur. Eğer fırtı­

nalar koparılacaksa b u n u n üzerinden koparılmalıdır. Yani cemiyette örf ve âdetler iş­

lemiyorsa, bunun üzerinde fırtına koparmaya değer. Cemiyette dinî inançlar zaafa uğruyor-sa bunların gereği olan gelirin yeniden dağı­

tılması yerine getirilmiyorsa, getirilemiyorsa bunun üzerinde fırtınalar koparılabilir.

Ama müstahsü gelirlerinin şu veya bu şekilde dağılımı, gerçekten o insanların mutluluk sevi­

yesini, refah seviyesini göstermez.

Zekât ve fitre, geliri yeniden dağıtma ve cemiyetin refah ve mutluluğunu artırma yönün­

den, çok önemli bir müessesesidir. Bu açıdan da ele aldığımız zaman, daha önceki açıklamaları­

mızın ışığında, şu hususları kaydetmek gerekir:

Zekât ve fitre geliri yukarıdan aşağıya yeniden dağıtır. Üst varhk ve gelir gruplarından alt gelir gruplarına doğru. Buna dikey yeniden gelir dağılımı denir.

7 2 Prof. D r . T U R A N Y A Z G A N

Bu bakımdan zekât ve fitrenin, devletin yaptığı gelir aktarmalarına (yeniden dağıtıma) nazaran son derece büyük bir üstünlüğü vardır.

Çünkü fitre v e zekâtta dağıtım daima yukarıdan aşağıya doğrudur. Halbuki devletin yaptığı hiz­

metlerden, hatta ucuza sattığı mal ve hizmetler­

den yararlananların daima alt gelir gruplarına dahil vatandaşlar olduğu söylenemez. Devletin sosyal güvenlik ödemelerinde de kanunî zaru­

retleri yerine getiren herkes sosyal güvenlik ge­

liri alabileceği için bunların da alt gelir gruplarma dahü olmaları gerekmemektedir. Hal­

buki fitre ve zekâtta verenin mutlaka üst, alanın­

da mutlaka alt gelir ve varlık grubunda olması gerekmektedir. Fertler bunu araştırmakla mü­

kelleftirler.

Zekât ve fitre "verirken"de tatmin yaratır:

Literatürde vergilerin yüküne katlanma­

nın güçlüğü kabul edilmiştir. Buna karşılık sos­

yal güvenlik pirim ve iştiraklerin yüküne vatandaşların daha kolay katlanabilecekleri ile­

ri sürülür. Halbuki zekât ve fitrenin yüküne kat­

lanmaktan değil bunu öderken haz duymaktan bahsedilebilir. Gerçekten bu vazifesini yerine

•getiren in.san, inancı sevabı, büyük bir mutluluk ve huzur duyar. Böylece belki bir gelir ve varlık çok fazla bir tatmin yaratmış Olur.

S O S Y A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T 7 3

Şüphesiz vergiden, pirimden ve iştirak­

lerden kaçmak, kurtulmak veya bunların yükü­

nü çeşitli şekillerde başkalarma aktarmak mümkün ise, fitre ve zekâtı da borcun olduğu halde vermemek, eksik vermek pekâlâ müm­

kündür. Üstelik bu taktirde yakasına da yapışa­

cak bir kuvvet yoktur. Bu sebeple fitre ve zekât eğer verüiyorsa bu mutlaka bundan haz duyma­

yı, mutluluk duymayı gerektirir. Dolayısıyla fit­

re ve zekât yoluyla yerinden dağıtılan gelirin, hem verirken ve heıp de alırken ayrı ayrı tatmin yarattığını kesinlikle ifade edebiliriz.

Günümüzde inananlar için problem, teh­

likeye uğrayanlar isabetli olarak seçebilmekte­

dir. Bu güçlük Ramazan ayında iş yerlerine sık sık dilencilerin uğramaya başlamasından da bel­

lidir. Gerçekten, herkesin doğduğu yerden mü­

temadiyen doyduğu yere doğru göç ettiği günümüzde akrabalar birbirini tanımaz olmuştur.

Komşuların hiç birini tanımadığı da bir gerçek­

tir. Dolayısıyla kime verileceği hususunda doğan tereddütlerin, bu müesseselerin işlemesini güç-leştirdiği üeri sürülebilir.

Son zamanlarda kurulmuş bulunan "da­

yanışma vakıflan"nın, üst gelü gruplarıyla alt gelir grupları arasında bir aracı olarak bu ihti­

yacı karşılamaya yönelmesi beklenebilir. Vatan­

daşın bulamadığı gerçek manada tehlikeye

7 4 Prof. D r . T U F A N T A Z G A N

uğramış insanı bu vakıfların bulup çıkarması

m ü m k ü n olursa, bu h e r ş e y d e n ö n c e varlık s e ­

beplerine uygun olur ve bu vakıfların gelişip kökleşebilmeleri için gerekli ve yeterli şartı teş­

kil eder.

SONUÇ

Fitre ve zekât müesseselerine, sosyal gü­

venlik ve vergi açısından baktığımız taktirde, şu sonuçlara ulaşmış olduğumuzu kabul edebiliriz:

Fitre ve zekât, sosyal güvenliğin finans­

manında ve tehlikeye uğrayan insanların tehli­

kelerin zararlarından kurtarılmasında tatpiki mümkün ve mükemmel birer müessesedirler.

Modern vergileme prensiplerirün hemen hepsi bu müesseselerin bünyesi içinde mevcuttur. Bü­

tün bunlardan öte, zamana ve mekâna göre, özü mahfuz (Kurân'daki esaslar) tutularak daima de­

ğerlendirilmesi mümkündür.

Diğer taraftan günümüzde, ABD'de sos­

yal güvenlik alanında ortaya çıkan temayüller.

76 Prof. Dr. TURAN TAZGAN

m e n f î g e U x v e r g i s i ^ ' a d ı a l t ı n d a z e k â t y e fitre­

den İlham almarak ortaya çıkmıştır. Menfî gelir vergisi, bir asgarî gelir seviyesi çizgisi çizmek­

te ve bu çizginin üstünde gelüi olanlann DEV­

LETE, devletin de bu çizginin altında geliri olanlara GELİR VERGİSİ ödemesi esasma dayan­

maktadır.

G e l i r

V e r g i V e r e n l e r Sınır

V e r g i A l a n l a r

(Şekil 6) M e n f i G e l i r V e r g i s i

27- G u y P e n i n : T h e F n t n r e o f S o c l a l S e c n r l t y : Inter­

n a t i o n a l S o c i a l S e c u r i t y R e v i e w : C a p i t a l i z m a n d F r e e d o m ; C h i c a g o , 19e2'ye atfen) ş ö y l e d e m e k t e d i r : "Bu g ü n ü n kal­

k ı n m ı ş ü l k e l e r i n d e , s o s y a l g ü v e n l i k l ü z u m s u z b i r m ü e s s e s e

O l d u ğ u i ç i n d e ğ i l fakat k ö k l ü v e b i l h a s s a M E N H GELİR VER­

GİSİ s i s t e m i g i b i millî a s g a r i g e l i r g a r a n t i s i s i s t e m l e r i n e d ö -n f l ş o c e ğ i i ç i -n o r t a d a -n k a l k a c a k t ı r . . . "

, OA, asgarî gelir seviyesini belirtiyorsa, OA'nuı üstünde gelir sahiplen devlete vergi ve­

recektir. Gelin OA arasında kalanlara da (sıfır da­

hil) devlet vergi verecektir. Tabiîdü: ki bir kimsenin gelin, ancak tehlikeye uğradığı zaman OA'dan düşük olur, hatta siüra iner.

hil) devlet vergi verecektir. Tabiîdü: ki bir kimsenin gelin, ancak tehlikeye uğradığı zaman OA'dan düşük olur, hatta siüra iner.

Belgede Sosyal Güvenlik Açısından (sayfa 61-79)

Benzer Belgeler