Gerek zekâtın, gerek fitrenin mükellef
leri, eğer şimdiye kadar yaptığımız açıklamalar yanlış değilse, en azından İslâm hukukuna aykı
rı değilse; çizmeğe çalışuğımız asgarî hayat stan-dardı çizgisinin üstünde kalarüardır.
Bilhassa zekât için böyle bir çizginin çi
zilmiş olduğu, daha önce de belirttiğimiz gibi pek çok hadisle sabittir. Bu çizginin üstünde ka
lanların bir çeşit sosyal güvenlik vergisi mükel
lefi olmaları, gerek vergileme prensipleri
4 6 Prof. D r . T U R A N T A Z G A N
açısından, gerekse sosyal güvenlik prensipleri açısından son derece uygundur. Modern deni
len vergileme prensipleri içinde de daima bir ÎSTÎSNA haddi söz konusudur. Bu had, gelir ver
gisinde asgarî geçim indirimi şeklinde uygulan
maktadır. Diğar vergüer içinde çeşitli asgarî seviyeler çizilmiştü:^^. Asgarî geçim indirimi se
viyesi ile fitre ve zekâttaki asgarî hayat standar
dı çizgisi birbirinden çok farklıdır. Burada önemli olan herkesin mükellef olması değil, be
lirli bir ekonomik güce ulaşmış olanların vergi mükellefi olmasıdır ki, bu bakımdan, fitre ve ze
kâtta çizilen çizgiyi çok daha modern -çok daha makul- saymamız gerekir. Çünkü hiç bir mal var
lığı olmayan asgarî ücretli bir kimseyi vergi öde
meye mecbur tutan bu günkü sistemimiz, bu insanın ilelebet değil bir dikili ağaç, evine bir halı bile almasına imkân vermez. Zira asgarî üc
ret -aileyi de dikkate almadan-insanm sadece tü
ketim ihtiyaçlanm karşılamaya yeter asgarî geliri belirlemektedir. Bunun tamamen vergiden müs
tesna tutulması da maksadı sağlamaya yetmez.
İnsandan vergiyi, belirli bir varlık birikimine /as
garî/ sahip olduktan sonra ve belirli bir geliri aş
mak şartıyla almak gerekir. İşte bu nokta ancak İslâmiyet'in ruhu içinde çizilen asgarî hayat standardı çizgisirün üstüne çıkabilenleri
mükel-26- M. Orhan D i k m e n ; M a l i y e D e r s l e r i ; İstanbul, 1958, S.231-249.
lef saymak suretiyle gerçekleştirilmiş ol
maktadır.
Vergide iktidar pr .nsibi bakımından ele aldığımız zaman, gerçekten vergi ödeme iktidarı kanaatimizce, ancak ferdin gelir ve varlığım bir
likte mütalâa etmekle çizilebilir. Hele bu vergi bir sosyal güvenlik vergisi ise mutlaka varlık ve gelirin beraber ele alınması gerekir. Sahibi bu
lunduğu sosyal meskeni yanan bir aile reisinin, ancak ortalama bir kirayı içine aldığı kabul ve farz edilen bir asgarî ücretle yeniden ev sahibi olması mümkün olmadığı gibi, aym ücrete sahip fckkat ev sahibi olan diğer b ü kimseyle aynı ver
gi ödeme gücüne sahip olduğu da iddia edüe-mez. İşte modern vergüeme prensibi içinde düşünülememiş veya tatbik edüememiş olan bu husus, zekâtta çizüen asgarî ile tam olarak ger-çekleştirilmiştk.
Hangi seviyede ekonomik gücü olarüa-rın vergi mükellefi sayüması gerektiği hususu, günümüzde, bühassa Türkiye'de çok tartışümak-tadır. İslâmî düşünceıün getüdiği VARLIK da as
gariyi dikkate almadan yapılacak vergi reformlarımn MODERN olamayacağı açıktır. Bü
hassa MODERNlik uğruna yüzünü hemen Batı'-ya çevirenlerin bunu kavramaları gerekmektedü.
4 8 P r o f . Dr. T U R A N T A Z G A N
b - Mevzu:
Bilindiği gibi zekât, başta hadis-i şerifler olmak üzere pek çok kaynağa göre şu değerler üzerinden aimmaktadır.
- Gümüş - altm,
- Deve, koyun-keçi, sığır, atlar ve diğer hayvanlar,
- Toprak mahsûlleri (arpa, buğday, mısır...)
- Meyveler, - Ziynet eşyası, - Madenler, - Defineler, - Ticarî mallar
Bu değerler. Kurân'da geçen "mal" ke
limesinin yorumu ile, zamanla gruplanmışlardır.
Mal kelimesi ise "mal-mülk ve servet" manası
na gelmektedir. Buna göre zekâtta verginin mev-zusu "varlık"tu. Ancak İslâm hukuku bazı varlık unsurlarının üretimini vergiye tâbi tutmuştur:
Toprak mahsûlleri, meyveler..., gibi. Ashnda bu tür üretimden alınan ve "öşür" denilen vergiyi ve bu verginin üretimin teksifi olması halinde, nisbetirün onda birden yirmide bire düşmesini dikkate alarak, üretim faktörü olarak sahip olu
nan sermaye mallarının zekât dışında bırakıldı
ğını ve bunların en ü r e t k e n şekilde kullanılmasının teşvik edildiğini düşünmek
S O S T A L O Ü V E N L t K A Ç I S I N D A N Z E K A T 49
mümkündür. Diğer taraftan, aynî ekonominin hâ
kim olduğu bir devirde ziraat sektörünün ana sektör olduğu ve hayvancüık ve ziraî üretim ya
pan iş gücünün vergisini aynî olarak ödenmesi-Tün daha kolay olacağı dikkate alınarak, sermaye malı yerine üretimden bir payın (hayvancılıkta ana üretim gene hayvandır) verilmesinin kabul edilmesi, mevzuda bir değişiklikten çok, öde
mede bir kolaylık olarak da düşünülebilir. Züa-atten hareket ederek, sınaî üretimin de teşvik edilmesi gerektiği sanayide kullanılan sermaye mallarının da (makine, teçhizat dahil) kendüeri-nin değü, üretimin vergüendüileceği kabul edi-lebüir. Bir başka görüş olarak, üretimde kullanılan sermaye faktörünün, diğer servet un
surlarından ayn tutulduğu böylece modern ver
güeme prensiplerinden büi olarak kabul edilen AYIRMA prensibinin zekâtta da geçerli olduğu iddia edüebüü. Buna göre, üretimde kullanılan servet unsurlarıyla, tüketimde kullanılan servet unsurlarının farklı vergilendirmeye tâbi olduk
tan başka, teksifi üretim (veya fazla girdi kulla
nımı veya sermaye yoğun teknik) de kullanılan servet unsurları arasında da farklı vergilendüme söz konusu olmaktadır. O halde AYIRMA pren
sibini MODERN vergileme prensibi olarak tak-tim eden maliyecüerimiz ZEKATı da bu prensÜDe
uygun bir vergi olarak kabul etmiş olmuyorlar mı?
f . 4
9 0 P r o f . D r . T V İ U I N T A Z G A N
Belirli bir tavaıu aşan servet unsurları e ğ e r üretimde kullanılmıyorlarsa kendileri üze
rinden, üretimde kullaıulıyorlarsa üretimleri üze
rinden vergiye mevzu teşkil etmektedirler.
Ancak burada, üretimin gayn safî üretim oldu
ğu anlaşılmaktadır. Dış girdilerin kullanılması net tiretime geçerek vergilendirmeyi değil daha dü
şük luspette vergilendirmeyi gerektirmektedir (% lO'dan % 5'e). Günümüzde, dış girdiler mü
temadiyen artmaktadır. Gerek ziratta gerekse sa
nayide devam eden bu gelişme, zekâtta vergi mevzusunun yeniden yorumlanması ihtiyacıda doğurabilir.Gerçekte Kurân'da verginin mevzu-su ve nispeti açıkça belirlenmemiş olduğuna gö
re, İslâm hukuku zaman ve zemine göre bu kai
deleri geliştirmiştir. Bu gün ana esaslar (ayırma prensibi, girdi kullanılmasının teşviki...)sabit tu
tularak vergi mevzusunun ve nispetinin yeniden ele alınması düşünülebilir.
Başka bir açıdan, ihtiyaçların pek çok çeşitlendiği günümüzde, zekâtm aynî olarak ve-rilmesirün de mümkün ve makûl olmadığı rahat
lıkla söylenebilir. Tehlikeye uğrayan insanlara, tehlikerün zararından kurtarılması için, arpa, ko
yun ve kumaşın verilmesi artık bunları zarardan kurtarma manasına gelmez. Devletin bu türlü bir vergi tahsili mümkün değildir. O halde ödeme
lerin para ile yapılması gerekecektir. Hesabın
S O S T A L G Ü V E N L İ K A Ç I S I N D A N Z E K A T ^ 1
aynî olarak yapılması, para değrerindeki değiş
melerin bertaraf edilmesine yol açması gibi son derece önemli bir fayda sağlamaktadır. Başka bir ifade ile zekât sabit değerli bir ödemedir. Ni
sabı aşan 40 koyuna sahip bir çiftçi, bir koyun yerine bunun carî bedelini ödeyecektir. İslâm hukuku içinde gehşttrilen hangi koyun sorusu
nun cevabı ise artık toplam nisap fazlası varlık değerinin 1 /40'ı veya ihtiyaca göre tespit edile
cek yeni nispeti şeklinde olabilir. Tabiî bu ce
vap bizim bu satırlarla verebileceğimiz bir husus değildir.
Burada asıl önemli olan, devletten ferde transfer edilecek ivazın (zekât aynı zamanda bir ivazdır) da sabit değerli olmasıdır. Başka bir ifa
de ile her yıl çizilecek olan her tehlikeye uğra
yanın mutlaka bu seviyeye çıkartılmasıdır. Bu otomatik olarak sosyal güvenlik gelirlerinin sa
tın alma gücünün sabit tutulması demektü. Şu ve
ya bu ş e k i l d e k i ayarlamalara r a ğ m e n emeklüerimizin feryadını başka şekilde ortadan kaldırmaya imkân yoktur. Bu noktamn fitrede da
ha bariz olduğunu şimdiden hatırlamakta yarar var dur.
Zekât açısından dikkati çeken diğer bir husus, şüphesiz zekâtın sabü oranlı bü ödeme oluşudur. Vergüeme prensipleri içinde yer alan MÜTERAKKILÎK, zekâtta ük baİcışta yer
alma-52 Prof. D r . T U R A N T A Z G A N
maktadır.Genel olarak 1/40 veya % 2.5'luk nis
pet, hadislere dayah cılarak günümüze kadar geçerliliğini korumuştur. Bununla birlikte servet unsurlannm bazılarmda bu nispetin % 20 olarak uygulandığı da bilinmektedir. Meselâ ister son
radan insan eliyle konulmuş olsun, isterse zaten tabiatta mevcut olsun, bulunan defineler ve ma
denler; başka bir ifade üe yer altı kaynaklan, ko
layca çıkartıldığı ve doğrudan değer ifade ettiği taktirde bunların zekâtı % 2.5 değil % 20'dir. An
cak girdi kullanarak bir üretim faaliyeti sonucu değer ifade etmeleri hcüinde bu nispet % 2.5'a düşmektedir. Bu husus, bir taraftan üretimi teş
vik sayılabileceği gibi, bir taraftan da varhğın çe
şidine göre vergi oramnın yükseltilebileceğini göstermektedir. Aym zamanda hazıra konma ile üretim faaliyetirü birbirinden vergi nispeti ile AYIRMA da söz konusudur.
Varbk vergileriıün, umumiyetle müterak
ki olmadığı dikkate alınırsa, bu bakımdan zekâ
tın modern vergileme prensipleriyle çeliştiği söylenemez. Gerçekten, varlık vergilerinden maksat varlığı yok etmek değil, törpülemek ve yaymaktır (malî maksat ayrı bir konudur). Varlı
ğı yok etmek, ekonomik açıdan tasarrufu da bir
likte yok etmek manasına gelir. Bu ise insanların hayvanlar gibi buldukları ile hayatlarını sürdür
meğe mecbur olmaları demektir. Tasarrufu
dev-s v ^ » ı AJU UUVENLIK JLÇIStNDAM Z E K A T B3
lete aktaran ve çok sııurlayan sosyalist rejimlerle varlığı sadece torpilleyip yaygınlaştırmak iste
yen Islâmiyeti birbirine karıştıranlar için bu nok
tanın önemi büyüktür. Ancak Müslüman, VARLIKtan VAZ GEÇEN değü, öbür dünyaya götüremeyeceği şeylerden ibaret olan varlığa KÖLE OLMAYAN, ona bu dünyada bekçilüc ve onu arttırma görevi yüklenmiş insandır. Hem de
"biç ölmeyecekmiş gibi" çalışma ve tasarruf et
mek suretiyle... Görülüyor ki İslâmiyet, İstihsâl faktörü de dahU hiç b ü varlık unsuruna sahip ol
mayı engellememiş, aksine bühassa üretim - ta
sarruf yoluyla bunların arttırümasım teşvik etnüş, fakat bunların kölesi olmadan b ü kısmım daima tehlikeye uğrayan insarüara veya bunlara akta
rılmak üzere devlete devredilmesini ibadet say
mıştır. Düşünmek gerekir ki. bu sadece b ü İBADET değil, İslâm'ın b e ş şartından büidü.
Vergüer genel bütçe gelüleri içinde kaybolacağı gibi, belirli bir gaye için belürli bür verginin de tahsil edilmesi mümkündür. Eğer bir vergi, münhasıran sosyal güverüüc gayesine tah
sis ediliyorsa bu tahsisî b ü vergidür. Zekât, işte bu tür, tahsisî b ü sosyal güvenlik vergisi mahi
yetindedir. Daha önce zekâtın sadece sosyal gü
venlik tehlücesine uğrayanlara tahsis edümesüün zarurî olduğunu tespit etmiştik. Bir verginin tah
sisî oluşu, onu sosyal sigorta primine çok
yak-34 Prof, D r . T U R A N T A Z G A N
laştırmaktadır. Diğer taraftarı bazı ülkelerde, prim dışmda, sosyal güvenliğe tahsis edilen ver
giler de vardır. Bu tip vergilerin en büyük avan
tajları yüküne katlanılmasının kolay oluşu, halka kolayca benimsetilmesi, aşurı ivaz taleplerini tah
dit etmesi ve nihayet müstakil bir hazine teşkili
ne, dolayısıyla fon birikimine imkân vermesidir.
Fon birikimi ise kalkınmakta olan ülkeler için ye
ni bir yatırım kaynağı yaratması bakımından önem arzetmektedir.
B - FİTRE
Fitrenin sosyal güvenlik bakımından ze
kâttan farkı olmadığını tespit etmiştik. Vergi ve
ya prim olarak değerlendirdiğimiz zaman ise, belli başlı şu özelliklerini belirtmek mümkündür.
Fitrede mükellef, tıpkı zekâtta olduğu gi
bi belirli bir asgarî hayat standardı çizgisinin üs
tünde kalandır. Bu standart İslâm hukuku içinde umumiyetle zekât standardı olarak kabul edil
miştir.
Ancak fitre, aile içinde -hatta daha doğ
ru manası ile hane halkı içinde- bir fert için baş başına ödenir. Fitrerün zekâttan bu farklılığı onu baç vergilerine yaklaştırmaktadur. Hane halkı içinde küçük büyük herkes için fitre borcunun doğması ise bu günkü sosyal sigorta tatpikatın-dan ayrılmaktadır. Fakat hane halkı reisine
ve-SOSTAL OOVENLtK AÇISINDAN Z E K A T S 3
ya aile reisine transfer edilen (fertten veya devletten) fitrenin neticede bütün aüe için önem taşıdığı düşünülürse, baş başına prim veya ver
gi kabul görebüü. Ne var ki, günümüzde eski
sinden çok farklı olarak kalabalık aileler değil, dar aüeler daha zengin, daha müıeffehtüler. Bu bakımdan fitre yükünün aüelere dağüışında ge
lir ve varlık yönünden b ü terslik söz konusudur.
ÇizUmiş olem asgari hayat standardı eğer aüe ve
ya hane halkı geıüşliğiıü dikkate abyorsa -ki al
ması gerektiği açıktır- bu mahzur ortadan kalkmış olur.
Fitrede trernsfer, asgarî hayat standardı çizgisinin üstündeküerden altındakilere doğru (araya devlet girsin gümesin)dur. Bu bakımdan da zekâttan farkı yoktur. Bu özelliği fitreıün de tam bir sosyal güvenlik müessesesi olması sonu
cunu doğurmaktadır.
Fitre luspî olarak değü, mutlak miktarlar
la beUrlenen bir ödemedir. Bu zekâttan farkıdır.
Aym zamanda fitreyi mutlak -kademeli- bü: sos
yal sigorta primine yaklaştırmaktadır. BiUndiği gibi İngiltere'de sosyal sigorta primleri mutlak miktar olarak tahsil edüür. Bizdeki ise ruspîdür.
Belürli bir miktar olarak ve kazanca göre deği
şen seviyelerde prim ödemesi veya fitre, nispî primlere nazaran daha âdildür. Gerçekten ka
zanç seviyesi ne olursa olsun herkesten meselâ
56 P t o f . D r . T U R A N T A Z U A N
%10 prim tahsil ettiğimiz zaman, prim yükü nis
pî olarak zengine de fakire de aym ölçüde yan
sımış olur. Halbuki alt gelir grubundan bir kimsenin kazancının % lO'u kendisi için çok ma
na ifade ederken, üst gelir grubundakiler için pek mana ifade etmeyebUir.
Fitre, kazanç gruplarına göre, kademeli bir mutlak primdir.Başka bir ifade ile fitre,nis
pî olmamakla birlikte müterakkidir. Modern vergileme prensipleri içinde müterakkîlik pren
sibinin çok önemli bir yer tuttuğu ve teoride da
ima müdafaa edildiği ise açık bir gerçektir.
Böylece herkesten gücü ölçüsünde ödemesi sağlanmakta, buna karşılık tehlikeye uğrayanlar belirli bir asgarî hayat standardı çizgisine ulaşın
caya kadar veya bu çizgiye ulaşması için trans
fer yapılmaktadır. Böylece bu metot sosyal dayanışma için en geçerli ve güçlü bir yoldur.
Müterakkîliğin tespitinde çeşitli mal tür
leri dikkate alınmaktadır. Arpa, buğday, kuru üzüm, hurma... gibi... Bunlar kanaatimizce iki ba
kımdan önem taşımaktadır:
Birincisi, gelir gruplarının tayininde, temsil edici tüketim maddeleridir. Türekim kom pozisyonu ise gelire bağlı olarak ve zamana gö
re; mekâna göre değişmektedir. Bu sebeple bu maddeler değişmez maddeler değildir. Meselâ Türkiye'de temsil edici tüketim maddeleri.
Ara-bistan için geçerli olmayabildiği gibi, 100 yıl ev
vel geçerli olan tüketim maddeleri bu gün için önemini kaybetmiş olabilir. Fert kendi vicdanın
da kendi gelir grubunu temsil eden maddeyi kendisi seçmektedir. Bunu seçerken ödeme gü
cüne göre en yüksek veya en düşük ödeme yap
maya vesile olacak maddeye bakmaktadır.
İkincisi, fıtrerun sabit değerli bir ödeme olmasını sağlamaktadu:. Fitre üe İslâm sosyal gü-verüik nizamına getirilen sabit değer esası son derece önemlidir. Gerçekten 50 yıl evvel nakdî olarak verilen fitre ile ne kadar, meselâ buğday alınabilmişse, bu gün de nakdî olarak verilecek fitre ile o kadar buğday satın cilınabilecektir. Bu
na göre tabir caizse fitrede yılda bir defa uygu
lanan bir ayarlama -eşel mobil- sistemi mevcuttur. Üstelik, bütçe kanunu ile kat sayı ile parlamento iradesine bağlı olarak yapılan keyfî ayarlama yerine burada gerçek bir ayarlama -fiyatlara göre- söz konusudur. Bu gün ülkemiz
de üzerinde durulan bu konunun, çağ dışı denilen süre içinde çağ ötesi için halledümiş ol
masına dikkat etmek gerekir.
Gerek fitrenin, gerekse zekâtın müşte
rek özelliği olarak zikretmemiz gereken bir hu
sus da her ikisinin BEYAN usûlüne tâbi olmasıdır. Fitrede bu husus çok açık bir şekil
de bellidir. Zira her mükellef kendi ödeme
gü-5 8 P r o f . D r . TUftJIN T A Z G A N
cünü kendisi tayin etmektedir ve belirli bir tüketim maddesmi esas alarak fitresini ödemek-tedür. Zekâtta açüc servet unsurları üe gizli ser
vet unsurları arasında büaz fark varsa da bu fark beyan usûlünü ortadan kaldumamakta, hâlen bu prensibin birlürte getüdiği b ü yol olarak kont
role baş vurulmasını mümkün kılmaktadır.
ıV
"Yeniden gelir dağılımı" dediğimiz za
man, ashnda bir gelirin, yaratabileceği belirli bir faydanm, belirli bir tatminin matematik olarak katlandırılması, arttırılması ifade edilmiş olur. Bi
liyorsunuz, bir ülkede üretime katılan faktörler belirli bir üretim meydana getirirler. Buna top
lam olarak "Millî Gelir" diyoruz. Biz üretim fak
törlerinin, üretimden aldıkları payı, eğer sadece kendilerine kuHandırma imkânı versek o taktir
de bu millî gelir diyelim ki (A) kadar bir fayda, (A) kadar bir tatmin yaratmış olur. Fakat faktör sahiplerinin elde ettikleri, kendüerine düşen üretim payını (kendilerine düşen geliri), şu ve
ya bu şeküde dağıtıma tâbi tuttuğumuz zaman.