• Sonuç bulunamadı

TOPLUM DÜZENİNİN ŞEHİR VE YAPIYA ETKİSİ Y. Mimar Şevki VANLI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "TOPLUM DÜZENİNİN ŞEHİR VE YAPIYA ETKİSİ Y. Mimar Şevki VANLI"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ken biz de asrileşiyoruz! M u t f a k gibi hamamın da T ü r k cemiyetinde ehemmiyeti m a -lûmdur. H e m ne kadar sıhhî, güzel, kulla-nışlı şeylerdir bizim h a m a m l a r ı m ı z . A m a , gelgelelim modern banyolarda nasıl yıka-nırsınız? Bu da bence; bize oturmayan Batı-dan aldığımız, dejenere olmuş âdetlerimiz-den birisi. Şimdiye kadar m i m a r tarafından çizilmiş bir tek güzel apartman banyosuna rastlamadım. Küvetliler bir türlü, kurnalılar «altı kaval üstü Şişhane»... Bunun çok gü-zel bir hal şeklini Finlandiyada görmek fır-satını buldum. Finlilerin de bizimkine çok benzeyen h a m a m l a r ı (sauna) var. Bunsuz yapmalarına da imkân yok. Münferit evler-de banyo dairelerinevler-den başka b c d r u m kat-larında «sauna» tanzim etmişler. Blok ev-lerde ise, her bloğun b o d r u m katında

«sau-na» yapılmış. Çamaşırlık gibi kiracılar bura-yı da sıra ile kullanıyorlar. G ü n l ü k duş v.s. gibi ihtiyaçları için banyo dairelerinde, haf-tada bir defa da «sauna» da yıkanıyorlar. Böylece ev halkı h e m banyo yapmanın da-ğınıklığından ve külfetinden kurtuluyor, hem de sıhhî ve ekonomik bir şekilde yıkan-mış oluyor.

İsviçrede güneş en kıymetli bir unsur-dur. H e r evde sıcak olan m a h d u t günler için bile güneşe karşı tedbir alınır. Yüzlerce jaluzi ve p a n j u r şekli ve tatbikatı görmek m ü m k ü n d ü r . Güneş memleketi olan Türki-ye'de ise yegâne çare perdedir. Yalnız pek pahalı ve lüks evlerde jaluzi görebilirsiniz. Koca açıklıkh pencereler yaparız, yazın insanlar cayır cayır yanarlar da, güneşe kar-şı hiçbir çare düşünmeyiz. Şunu da ilâve

edeyim ki Türkiye'de inşaat İsviçre'den ucuz, kiralar ise çok d a h a pahalıdır.

Kiracılar boş zamanlarında «Hoby» le-riyle uğraşmaları için b o d r u m d a ayrılan oda, çocuk arabaları ve bisikletleri yerleş-tirmek için girişe r a m p a ile bağlanan ha-cımlar hep mimarların insanlığın hizme-tinde bulup tanzim ettikleri ufak, fakat gü-zel buluşlar!

Bütün bunlar ve daha pek çokları bi-raz malî fedakârlık istemekle beraber, en-düstri veya döviz icabettiren şeyler değil. Çoğunun kökü içimizde olan bu hususları bulmak için iyi niyet, çalışma ve araştır-m a yeter kanaatindeyiaraştır-m. Aksi halde güzelli-ğinden ve sosyal seviyesinden mesul oldu-ğumuz Türkiyemiz, acı bir şekilde çirkin-liğe doğru gitmektedir.

TOPLUM DÜZENİNİN ŞEHİR VE YAPIYA ETKİSİ

Y. Mimar Şevki V A N L I

İppodamus'un (Priene) i Şevki V a n l ı n ı n , Ankara'da, 14 Aralık 1962

günü yaptığı projeksiyonlu konuşma :

Çevremize her gün bir şeyler eklen-mekte ve hayatımıza yön veren bir fizikî dünya gelişmektedir. Zaten yatırım imkân-larımızın büyük bir kısmını buna harca-maktayız. Girmek istediğimiz düzenli bir ya-tırımın arefesinde davranışlarımızın ne ola-cağı düşünülmekte midir? Neye göre geliş-tirmek, neye göre inşa etmek istiyoruz? Bunun bir kültür meselesi olduğu kadar, sosyal - politik (idarî) yönlerinin varlığı bel-lidir.

Eski bir Y u n a n toplumunun sitesi, eski Romalıların şehirleri, Orta çağdan Rönesan-sa geçişte şehir kurma, Türklerin şehir ve yapıda güttükleri davranışlar, hep bu un-surların sonucudur.

Batıda, 20. asır bu konuda büyük ça-balar göstermiştir. Çoğunluğun sorunları ele alınırken, bıı unsurlardaki hastalıklar da eksik olmamış ve hattâ bugün bir Brasilia şehri kurulusunda yaşamaya devam etmek-tedir.

Ya bugünkü Türkiye! Kırk yılda neler ortaya koyabilmiştir? Başkentinde insanla-rın yarısından fazlası gecekondularda otur-duğu bir ülke! N e kadar büyük ve çapraşık sorunlar içindedir. H e r türlü yatırımın en

az bir parçası yapı ve şehir konusu oldu-ğuna göre, ... gelin bu soruları soralım ve cevap arayalım.

Bu, yalnızca bir şehircinin, bir m i m a r ı n işi değil, iktisatçının, maliyecinin, mühendi-sin, idarecinin, elhasılı bütün toplum faaliyetlerinin toplandığı bir konudur.

Bunun için konuşmanın sonunda her ki-şinin düşüncelerini ortaya koymasını, eni-ne boyuna yetişemezsek bile, şöyle sohbet yapmayı, ilk tartışmaları açmayı, konuyu aydınlarımıza maletmeyi dilemekteyiz. Do-kunacağımız meselelerin her biri bir ayrı konuşma konusu olabilir. Gayemiz bir

pa-norama çizmek, gelecek konuşmalar için ge-rekli zeminin hazırlanmasına çalışmaktır.

%

H a y a t ı m ı z bir fizikî dünya içinde geç-mektedir. Bu, çok az ilgilendiğimiz dünya her bakımdan hayatımızda önemli bir rol oynamaktadır. Yani yapılar içinde yaşamak-ta, aralarında dolaşmaktayız. Şehirde, kasa-bada, iskân edilmiş her hangi bir yerde, in-san elinin yaptığı bir çevre içindeyiz. Yani kendi hayatımızı düzenlemekle meşgulüz. Y ü r ü d ü ğ ü m ü z yolların rahat olması, ağaçlı olup olmaması, temizliği, etrafındaki yapıla-rın şekilleri ve birlikte ortaya koydukları mekân, bizim yaşayışımızı etkilemektedir.

(2)

Lucca 1680 İdeal şehir çabası.

Çalıştığımız yerdeki yapı şartları çalışma-mız, evimizin şartları isteyerek eve gidip gitmememiz üzerinde etki yapacaktır. Biz bu fizikî çevreyi yapmadan önce onun yiz. Fakat yaptıktan sonra o bizim sahibi-miz olmak d u r u m u n d a d ı r . Ve biz ona uy-m a k zorundayız artık. Aristo, «Şehir insa-nı korumalı ve mesut etmelidir», derken, iyi bir yapı düzeninin, iyi hayat şartları te-min edeceğini, o zamandan ortaya koymuş-tur.

G ö r ü l ü y o r ki, çok dikkatli adımların atılması gereken, çok pahalı olan, yazıp bozmaya hiç müsait olmayan bir konudayız. Meselâ, Ankara'nın bize kaça malolduğunu hiç düşündünüz mü? Hesaplaması çok güç bir şey, afkat 10 ilâ 20 milyar arasında olduğunu söyliyebiliriz. Aynı tesislerin tek-rar tektek-rar yapılması, rakamları beklenilme-dik seviyelere yükseltmektedir... Beş yıllık plândan, yapı yatırımlarının bir buçuk mis-line çıkacağı, enfrastrüktür yatırımlariyle ülkemiz için olağanüstü ölçülere gitmekte olduğumuzu düşünüyoruz. Yani, hataları-mız da, sevaplarıhataları-mız da aynı ölçüde büyü-yecektir.

Fizikî bünye, toplum bünyesinin aynası olmaktadır. Dünyanın her hangi bir yerin-deki bir şehrin insanlarını boşaltın, yapıla-rından, şehir düzeninden, orada yaşayan insanların ortak düzenini o k u m a k m ü m k ü n -dür. Bunu bir küçük Amerikan şehrinde, Newyork'ta, Madrid'de ve bir İspanyol ka-sabasında, Hindistan'da, Türkiye'de kolayca ortaya çıkarabiliriz.

Bunun ns ölçüde olduğunu görmek için, tarihî bir gelişim içinde, çeşitli toplu-lukların şehirlerini kısaca ele alalım. Pek çok konuda olduğu gibi bunda da eski Yu-nan'dan başlamak faydalı olacaktır.

* =!= *

Bilindiği gibi eski Y u n a n hayatında

şe-hir pek çok şeyi ifade etmektedir. İktisadî bütünlük, idarî bütünlük, sosyal bütünlük, onun yasaları, onun faaliyetleri... H e r şey siteye göre düzenlenmiştir. Onun kapısı en önemli kapı, propilei, şehrin hazinesi bile kapısında...

Gelelim siteye, Milâttan önce 5. asırda Ippodamus tarafından plânlanmış olan ve topraklarımızda. Söke civarında bulunan Priene, en ilginç örneklerden biridir. Bir te-penin yamacında bulunan bu sitenin çevresi m u n t a z a m olmıyan duvarlarla çevrilidir. F a -kat yapı düzeni sıkı sıkıya geometriktir. Ka-rarlı, inançlı, insan akıl ve mantığına gü-venli bir karakter göstermektedir bu geo-metri... Bir Agora -politik m e y d a n - etra-fında toplanmış yapılar, sokağı, çarşısı, yö-netim kurulu toplantı salonu, mâbedi, oku-lu, tiyatrosu, evleri, her şey en kararlı bir davranışla ölçülmüş, biçilmiş, dondurul-muş... Yapı malzemesi olarak malzemelerin en katısı, en dayanıklısı kullanılmış; taş kullanıldığı yerin önemi ölçüsünde işlen-miş, yontulmuş ve süslenmiş. Şehir duvar-ları bile kıymetli taşlardan ve emek gör-müş. Bu küçük şehir (10 bin kişi) zamanın her türlü yıpratıcılığına karşı koysun is-tenmiş.

Priene'nin her parçası kararlı. Priene'li kararlı bir insan, ihtiyacını tanıyor, iste-diğini biliyor. Hayatının gidişi hakkında en-dişesi yok. Yaptığının en iyi ve en doğru çözüm olduğuna inanıyor. Oğlunun, toru-nunun, birkaç asır sonraki Priene'lilerin de yaptığına inanacağını, bıına bir şey ekliye-miyeceğini düşünüyor. D ü n y a görüşünün sağlamlığına inanıyor...

Ç ü n k ü o, Priene'de esirler olmasına rağmen - her halde bu, günümüzde makine kullanmak gibi kabul edilmektedir - vatan-daşın sitedeki haklarını kabul etmiştir. Ör-neğin, zenginlik yönünden aralarında esaslı

farklar olmasına rağmen, yaşayışlarında, ev-lerinde pek az fark vardır. Priene'li yasa-ları sever ve sayar. Sokrates'ın yalnızca ya-salara olan saygısı yüzünden ölümü göze aldığını biliyoruz. Çünkü yasa kendi ida-resi demektir. Böyle kişi değerine dayanan bir sosyal düzenin şehridir Priene! Prieneli en sağlam yapı malzemesine en çok emeği veriyor. Çünkü onun hayatı çok değerlidir. O pırıl pırıl mermer duvarlar arasında ya-şamaya h a k kazanmış üstün bir varlıktır. Kendi varlığının seviyesine tapıyor. Şehir her haliyle «bu böyle olur, ben bunu böyle yaparım» demektedir. Kendine o kadar ta-pıyor ki tanrılarını bile kendine benzer dü-şünüyor, birçok tanrı, örneğin kız kaçıran tanrıları...

Roma uygarlığının kökleri eski Yunan-da olsa bile, tezahürlerinde esaslı değişik-likler var. Y u n a n d a k i Devlet idaresi endi-şesi yerine, kılıçtan sonra gelen bir hukuk endişesi görülmektedir. Romalı belki de Stoacı'ları takip ederek, İtalya'dan başlayıp bir D ü n y a devleti kurmak amacıyla hareket ediyordu. Yani, site değil büyük topraklar düzeni, kuvvetin, toplanmış insan kuvveti-nin iradesi esas oluyor böyle bir düzende... Ayrıca esirler dışında yeni bir ayırım da doğuyor: Romalılar ve Romalı olmıyanlar. O zamanki dünyanın büyük bir kısmında ka-leler ve kasabalar kurdular. Binlerce, Yal-nız İngiltere'de 150 askerî kale ve 28 önemli şehir... Esasında hepsi aynı dikdörtgen şe-madan hareket ediyorlardı... Duvarlardaki dört kapıyı, şehri dörde ayıran bir çarpay yol bağlıyordu... Bütün bu dikey şehir dü-zeni, İmparatorluğun her t a r a f ı n d a aynı ya-pı sistemi, bir askerî disiplinin yani kişiler-den gelen bir idare değil, tepekişiler-den inen bir iradeyi ortaya koyduğu bellidir. Otorite bir kuvvet düzeni olarak hayata hâkimdir. Böy-le bir kuvvet düzenini yaşatabilmek için sık

(3)

Güney İtalyada mağaralardaki hayat

Güney İtalyada kcvuklardaki evler ve faşist yapıları

sık zaferler kazanmak, büyük R o m a şehri-ne gerekli gösterişi vermek, tanrılar adına, ünlü imparatorlar adına muhteşem tapınak-lar, mezarlar yapmak, tiyatrotapınak-lar, h a m a m l a r , zafer anıtları dikmek gerekiyordu... H e r şey iyi yönüyle bile olsa bir kuvvet gösterisi ile yapılan imar oluyordu... Tiyatroların (örnek Colosseum) kapalı bir yuvarlak ve dik tribünleriyle bu kalabalığı kendi kuv-vetine inandırmak için, kendi kuvvetinin etkisinde bırakmak, heyecanlandırmak için tertiplendiğini görmekteyiz. Bu İspanyol Arenalarında da böyle olmakta, halbuki Y u -nan tiyatrosunda başka bir yönelme bulun-maktadır. Y u n a n d a seyircinin karşısında sahne ve manzara varken, Romalı seyirci-nin karşısında yine kalabalık bulunmakta, sahne ortada, arada kaldırmaktadır. Yu-nan tiyatrosunda dış görünüş hemen hemen yokken, Romanınkinde muazzam bir dış cephe, yüzlerce kolonu, gölgeleri, ışıklariyle etkileyici bir unsur olmaktadır.

Romalılar bir düzen kurmuşlardır. Zi-raat yapan disiplinli şehirler ile h ü k ü m e t etmekle vazifeli muhteşem başkent ve üs-tün hayata hak kazanmış başkentliler... Büyük bir medeniyetin, böyle bir idarenin sonunda N e r o n Romayı yakmıştır... Çün-kü Roma gecekondularla çevrilmişti...

Hıristiyanlık Romayı yavaş yavaş yı-kıyordu... Birçok tanrı yerine, bir tek f a k a t çok kudretli bir tanrı doğmuştu. İnsanları yaratan tanrı yarattıklarından çok uzaklaş-mış, onların etrafında döndüğü bir merkez

olmuştu. Önceleri dünya işlerine karışmıyan Hıristiyanlık, hıristiyanların çoğalmasiyle, İsa istediği kadar «Benim ülkelerim yeryü-zünde değildir» desin, bu yöne de el attı ve kilise devleti yendi. Bu otorite zayıflığından faydalanan daha küçük adamlar, köy ağa-ları olarak bir kısım topraklara ve üstün-deki insanlara el koymak fırsatını buldu. Böylece yaşanan on asırlık zamana orta-çağ diyoruz.

Ortaçağda, yaratan büyük irade saye-sinde. merkezî bir otoritenin baskısından kurtulan kişilerin çok disiplinli sistemle dü-zenlenen ortak hayattan sıyrılarak, ziraat yaptıkları araziye döndüklerini görüyoruz. D a h a organik, daha spontane bir hayat baş-lamaktadır. Bir kamu hukuku olmıyan, tanrısal bir düzende insanlar itaatkârdır. Böylece, köylülerle krallar arasında bir köy ağaları veya efendiler sınıfı doğuyor. Şe-hirleşmenin zayıfladığı yerde tek tek kişi-lerin kuvveti azalmaktadır... Buranın ağası, beyi de, toprakları üzerine dağılmış aile-leri, toprağın bir parçası gibi kabul ediyor-lar... Yani buralarda bir h i s a r - ş a t o ve da-ğınık evler var... Beyler arasındaki veya beylerle kral arasındaki geçimsizliklerde, köylüler şatoya toplanarak beyle birlikte kendi mevcudiyetlerini, topraklarını korur-lar... Kilise de bu şatonun içinde veya ya-nıbaşmdadır. Yani bey üstün kuvvetle yan-yana ve hattâ onun sahibi d u r u m u n d a d ı r . Bu devirde kişiler yeni bir olay ortaya koy-muşlar, yapılar - şatolar hariç - çok basit, asgarî ihtiyaca göre ve asgarî z a m a n için yapılmaya başlanmıştır...

F a k a t insanlar çoğaldıkça yeniden bir ortak düzene doğru kayış başlamaktadır!

H e r zamanki gibi el işleri yapan bir köylü, gider daha ortalarda, meselâ tepeye, şatoya çıkan yolun kenarına yerleşir... Onu takip edenler vardır, küçük bir topluluk, imalât ve ticaret başlar. Ortaçağın sonları-na doğru, birkaç bin kişilik bir kasaba

ha-lini alan bu topluluk egemenliğini sağlama-ya başlar. Kendi kiliselerini, pazarlarını sağlama- ya-parlar ve büyümeye devam ederler... F a k a t ziraî ürünlere muhtaçtırlar ve ziraat beyin elindedir; bu yoldan ona bağlıdırlar...

Böyle bir dinamik m e t a m o r f o z içinde de yeni şehirler kurulurken, bunun acayip bir şekli de eski şehirlerde gelişmiştir. Bey-ler şehirBey-lerinin içinde kale gibi evBey-ler yap-mış, taraftarlariyle birlikte yukardaki düze-ne benzer bir yaşayışa sahiptirler... Beyle-rin kuvvetlenmesi geçimsizlikleri arttırmış, hem birbirlerinden hem halktan korkar ol-muşlar. Şehirler kırlardaki h a r b meydan-larını aratmamış, yani sokaklar ve yapılar bu gergin d u r u m a göre yapılmıştır.

Rönesans ise Dante, Giotto ve mimar Brunelleschi ile yeni bir dünya görüşü or-taya koymaya başlamıştır. Kültür yoluyla beslenen kişiler, mantık yoluyla, ideal insa-na ideal şehir y a p m a k istemişlerdir: güneş şehri... Bugünkü anlayışımız ve eğilimleri-miz içinde ütopik ve vasat davranış gibi görünmektedir. Ütopik olmasına biraz öyle olmakla beraber kalitesi yönünden üzerin-de düşünülmeye üzerin-değer. Ç o k köşeli geomet-rik duvarlar içine alınmış, dikey, radial yollarla bir düzen getirilmek istenmiştir. Bunlar hep, kusursuz olma endişesi içinde, statik kalmış plânlardır. Fakat Yunan site-lerindeki ortak dengeli düzen, veya büyük R o m a disiplininin olmaması, bu projelerin gerçekleşmesine engel olmuştur. Böyle bir şekilde olması düşünülen Lucca'ya bakar-sak. yıldız duvarları içinde birkaç dikey, birkaç radial yoldan başkasını göremeyiz. Halk içinde büyük kültür ve malî güç fark-ları elan bir toplumda ideal insana göre davranmak tabiî ki imkânsızdı. Ayrıca bun-lar mevcut düzene aykırılığı yönünden de-ğil, zamanla gelecek değişiklik ve gelişme-lere hazırlıklı olmayan davranışlardı. H e r şey, mantık yoluyla basite irca edilmiş, kusursuz ve değişmeyen nesiller kabul

(4)

edil-İdeal rönesans şehirleri. Vitruvius, genç Vasari Mortini ve Flaveti nasıl düşünmüşler

Ankara'da en iyi durumdaki gecekondular

miştir. T o p l u m bünyesindeki, tesadüflerin bile rol oynadığı seyyaliyet unutulmuştur.

Bu ideal insan düşüncesinden hareket edilerek varılan geometrik düzen. Fransa-ya atlıFransa-yarak Richelieu, Loııis X I V ve mi-marları yoluyla bütün Avrııpaya yayılmış, zaman zaman batıp çıkarak yakın zaman-lara kadar gelmiştir. Versay sarayı bahçesi ve çevresinden Reishtak'a kadar sürmüştür. Özellikle iktidarların kuvvetli etki sahibi oldukları yerlerde görülmektedir.

Fakat bu ideal insana hizmet düşün-cesi, yapıda çok kuvvetli etkiler yapmış-tır. Şehir çapında geliştirilemiyen işler ya-pıda elde edilmiştir. Meselâ bir önemli Rö-nesans yapısındaki şekillendirme ve inşa titizliği tarihteki en yüksek seviyesine ulaş-mıştır... Şekillendirilerek yontulmuş yanya-na iki taşta bir kusur bir aksaklık bulmaya imkân yoktur...

Geleneksel Türk şehirleri de çok ilgi çekici taraflara sahiptir. Hepimizin biraz tanıdığı Kayseri, Diyarbakır, Konya, Bur-sa gibi şehirlerimiz Ortaçağdaki spontane davranışa sahiptir. Bizde, kültür, idarî ve malî güçlerdeki büyük farklar, şehirde insa-nî bir çözüme ulaşmıştır.

Eski Yunan şehirlerinde halkla idare-nin nasıl birlikte bir yaşamaya gittiklerini gördük, bütün bir site dengeli (eterojen) bir varlık göstermektedir. Fakat yukardan gelen bir kültür idaresi vardır. R o m a ' d a da vukardan gelen bir idarenin devlet ve ira-de gösterilerini ortaya koyduğuna işaret et-tik. Ortaçağda, büyük dengesizliğe rağmen, uzun vadeli bir spontane kuruluşa geçildi-ğini, Rönesansta insancı olan bir kültürün nasıl bir zümre yaratarak, yine yukardan gelen bir düzen kurduğuna baktık. Gelenek-sel Türk şehirlerinde halkın kendi malı

olan (ev, dükkân v.s.) yapılarının çok kere dayanıksız malzeme ile, devletin ise daha kalıcı (medrese, h a m a m , cami ve külliye-leri) yapılar inşa ettiğini biliyoruz. Birinci ayırıma giren yapıların böyle geçici bir davranışa sahip olmalarını, Türklerin eski-den göçebe oluşlarına yiikliyenler de var-dır.

Ben, Türklerin, Ortaçağın son yılların-daki gibi. spontane bir davranışla yaptıkla-rını, yani ne idare ne de yukardan gelen bir kültür iradesi ile yöneltilmemiş olmalarına bağlıyorum. Halk geleneksel, kendinden ge-len bir kültürle yaşamış, devlet halkla olan ilgilerini ortak meselelerinde bitirmiştir. O zaman Türkler, yaşadıkları yılların gerek ve ihtiyaçlarına göre tazelenen bir davranış tutturmuşlardır. Yani evlenmek, bir ev sa-hibi olmak yapının sardığı bir aileyle baş-lamak ve onunla bitirmek şeklinde olmuş-tur. Bunun organik bir elastikiyete eriştiğini görüyoruz. Sokakları güneşe, rüzgâra,

ara-ba ve yaya trafiğine göre ayarlanmıştır. Da-ha fakirler, tek katlı evlerini çok kere çık-maz sokaklara yapmışlar, trafikten uzak bu yerlerde, evlerindeki yetersizliğe karşılık, müşterek bir dünya crtaya koymuşlardır. Daha zenginler, hemen hemen aynı mahal-lelerde, iki katlı ve cumbalı evlerinden iç hayat ile sokak arasında bir ilgi k u r m a k yoluna gitmişlerdir. Bu Romalı bir zenginin şehir hayatındaki yerinden çok başkadır. İskân birimindeki bu kuruluş diğer alanlar-da alanlar-da kendini göstermekte, zenginle fakir yardımlaşmakta idi. Aynen iri ve küçük ça-kıl taşlarının, birbirleri arasındaki boşluk-ları doldurmaboşluk-ları gibi... Bu, yakın zamana kadar böyle devam etti. F a k a t 20. asır faa-liyetleri ve bunun getirdiği düşünce ve ya-şayışın bu şekilde tatmin olması beklene-mez. Bu yönü, tekrar dönmek üzere bura-da bırakalım.

(5)

köklerinin geçen asırdan kaldığına şüphe yoktur... 19. asrın başında o zamanın fab-rikaları kurulmuş, bunların etrafı derme-çatma evler, bugünkü gecekondularla çev-rilmişti. Özellikle İngiltere'deki bu gelişme yine orada sosyal gelişmeler göstermeye başlamıştı. Geçen asrın hemen başında Owen adlı bir sanayicinin işçilerin mesken-lerini plânlamak istemesi, okulu, reviri, misafirhanesiyle kollektif bir hayat teşeb-büsünü ortaya atması dindarların karşı koy-masiyle gerçekleşememişti. Sonraları A.B.D. ve Avrupadaki teşebbüsler bir asır gibi uzun bir gelişme devresine ihtiyaç göstermiştir. Kırdan şehre muazzam akınlar olmuş, fus çok artmıştır. Meselâ İngiltere'nin nü-fusu bir asırda 10 milyondan 37 milyona çıkmış, şehirlerin nüfusu bazan on misline yükselmiştir. (Galiba Türkiye de bu meta-m o r f o z a girmeta-mek üzeredir.)

Böylece şehirlerin plânlanması zorun-da kalınmış ve bu asrın başınzorun-da «Bahçe şehir» düşüncesi ortaya çıkmıştır. Birinci Cihan H a r b i n e kadar yapılan proje ve dene-meler, bugünün düşüncesinin temelleri ol-makla beraber, o z a m a n için olumlu bir sonuç vermemiştir. Bunların özelliği, her evin, evcil ziraat yapabileceği tarlasiyle bir-likte devamlı mülkiyeti olması. Bunlar 5 - 10 ev gruplaşmalariyle kendi kendine ye-ter bir kasaba büyüklüğüne erişmekte idi-ler. Bu hesaplar yanlış çıkmıştır. Büyük şehirler civarındaki yerleşmeler otonomi-lerini kaybetmiş, kullanışlı olamamışlar ve en önemlisi, buralarda yerleşmesi istenen sosyal hayat tarzını ortaya koyamamışlar-dır. Buralarda oturanlar ziraat mı yapacak-lar, yoksa fabrikada mı çalışacaklar?

1920 den sonra daha kararlı bir dav-ranışa ulaşıyoruz. Bu, b ü t ü n Orta ve Ku-zey Avrupada görülmekle beraber Alman-ya'da ve Le Corbusier yoluyla F r a n s a ' d a gelişmiştir. Almanya'da Gropius ve 5 - 6 arkadaşı, toplumun hayatında sanayiin öne-mini ölçmeyi başarmışlardır. Şehirlerin ci-varında şehir özentisi köyler yerine, şehrin devamı fakat günün ihtiyacı olan mesken-lerle blok apartmanlar ve aralarında isti-rahat için bırakılmış sahalarla iskân ma-halleleri yapmışlardır. Aynı düşünceyi da-ha ileri götüren Le Corbusier, bu davra-nışı şehrin ta içine sokmak istemiş, yani eski şehirlerin sıhhîleştirilme işine dahil et-miş ve hattâ yapının ölçülerini daha büyü-terek, yapıyı kendi kendine yeter bir ma-halle şeklinde yapmayı denemiştir. Bu şe-kilde bir «Ville Radieuse» projesi, sonra da Marsilya'da «Ünite d'Habitation» yapısı meydana çıkmıştır. Böylece Le Corbusier sosyal bir yönü savunmuş, iskân için çö-züm bu ise, eski şehirleri böyleleştirelim. yani sosyal hayatı düzenliyelim demiştir. Corbusier kooperatif - köy projesini de

de-nemiş, fizikî bünyenin sosyal, idarî, iktisadî ve kültürel bir mesele olduğunu ortaya koy-muştur. Le Corbusier, o günden bugüne konumuzda yapılan çalışmalara aksak da olsa öncülük etmiştir diyebiliriz.

F. LL. Wright'ın Brodacry City projesi, pratikliği zayıf olmakla beraber, karşıt dü-şünce olması bakımından enteresandır. Wright, tersine, şehirleri ortadan kaldırmış veya arazide o kadar yaymıştır ki bütün araziyi evler ve büyük arsaları ile kaplan-mıştır. Herkes bu arsasında toprakla uğra-şacak, hem de sanayideki yerini alacaktır. Otomobil bu imkânları sağlıyabilmektedir. Bu düşüncesinde bir insancı tarafı olduğuna inanıyorum. F a k a t toplum bünyesine böyle bir şekil vermek hiç olmazsa bugün için, m ü m k ü n olmadığına göre, projenin bir dü-şünce clarak kalması mukadderdir.

Avrupa'da, yukarda işaret ettiğimiz ge-lişmeler olur, çabalar gösterilirken: 2. Ci-han Savaşından önce Almanya ve İtalya'da siyasî kaynaşmalar gelişmiş, bilindiği gibi yeni idarî düzen, topluma da yeni bir dü-şünce ve yaşayış şekli getirilmek istenmiş-tir... İmparatorluk kurmak arzusu Hitler ve Mussolini'yi üstün bir güç gösterisine sev-kediyordu. İmparatorluğa yakışır işleri ya-pacak baş mimarlar bile seçilmişti: Albert Speer, Piacentini gibi... Yapılmak istenen heybetli yollar, heybetli binalardı. Dehşet verici dümdüz yollar; iri kıyım kolonlu ya-pılar, her şey gerçek insan ölçüsünün çok dışındaydı; fayda, yararlılık, ucuzluk, sadelik ve samimiyetten uzak şeyler... A n t i -sosyal bir davranışın rejim lehine hovarda-lığıydı bu. Bunu Ruslar da yaptılar ve bu-gün de Brezilyalılar yapıyorlar...

Brasilia şehrinin orada yapılmasına bir diyeceğim yok. F a k a t iş baştan hasta başla-mış, şehrin bütün plânları Cumhurbaşkanı Kubiçek tarafından Lııcio Costa'ya, bütün yapılarının projeleri de Oscar Niemeyer'e verilmiştir. Costa, modern devri aksettirir-miş diye, uçak şeklinde bir şehir plânı yaptı. Böyle bir peşin kabulün gerçek bünyeye uy-ması imkânsızdır. Niemeyer ise çok garip acayiplikler, cambazlıklar peşindedir. Zaten her şey, ilk önce bir duvarı altın kaplı Cumhurbaşkanlığı sarayı, parlâmento yapı-larından inşaata başlanmasından bellidir. Böyle bir şehri inşa edecek olan amele, işçi ve küçük m e m u r ordusunun evlerine öncelik verilmeli idi. Hayır, önce lüks ve gösteriş. D a h a şimdiden 200.000 kişilik şeh-rin 100.000 i gecekondularda oturmaktadır.

Y a k ı n geçmişimizde, böyle özentileri biz de gördük!

•Jf

Gelelim bize... Cumhuriyet Hükümeti şehirlerimizi bir harabe halinde devir aldı. Gelişememiş, kültür ve kamu hizmetlerin-den m a h r u m , en küçük bir bakım programı

olmıyan, kendi haline terkedilmiş şehirler. Romantik bir açıdan değerli yapıları, pek değerli tarihî anıtları var. Fakat gelenek kalıntısı bu şehirlerin suya, elektriğe, kana-lizasyona, yola, okula, hastaneye, pek çok şeye ihtiyacı vardı. N ü f u s artışı pek görül-mediği için meselelerin çapı küçüktü.

Şehirlere biraz medeniyet sokabilmek ve bu yoldan insanları yeni bir çalışma ve yaşama düzenine getirmek istendi. Belediye-ler Bankası kuruldu. Bu banka şehir ve ka-sabaların mevcut d u r u m plânlarını yapacak, kadastro haritaları hazırlanacak, imar plân-ları düzenlenecek; hem bunlara göre şehir yapı ihtiyacı disiplin altına alınacak, hem de su, elektrik, kanalizasyon v.s. gibi tesis-ler belediyetesis-leri borçlandırarak onlar hesabı-na yapılacaktı. Bu yolda epeyce çaba gös-terildiğine de işaret edelim.

Fakat, eleman ve para yetersizliğinin, modern teşkilâta rağmen, çalışmaların ye-teri kadar modern ve gerçekçi olmaması şeklinde tecelli ettiği de bilinmektedir. Ya-pılan imar plânları tatbik kabiliyetleri ol-madığı için Belediyelerde duvarları süsle-mekten ileri gidememiştir. Bu arada, bu plânların tatbik edilememesinin Türkiye için bir şans olduğunu da söyliyenler var-dır. H e r ne ise, bu plânlar niçin tatbik edilemedi? Çünkü sosyal, idarî, iktisadî ve kültürel bünyemize uymuyordu. Meselâ, şehirlerin bir mülkiyet haritası yoktur. Bir yerde bir öğretim sitesi yapılacaksa plânda ayrılmış arazi 40 kişinin mülkiyetine rast-lıyorsa bu iş çıkmaza giriyor ve başka bir yerde yapılması kararlaştırılıyor. Yol açı-lacaksa Belediye istimlâk için para bula-mıyor... Şehirlerin bir jeolojik haritası yok. Bir önemli inşaat için ayrılmış yerde zemin çok kötü çıkabiliyor ve yeri değişiyordu. Şehirlerin faaliyetleri yeteri kadar incelen-mediği için, mesken için ayrılan sahaya tica-ret yapıları için talep geliyor veya yüksek yapı için ayrılan sahada böyle bir gelişme görülmüyor. Şehirlilerin her temayülü plâna aykırı olabiliyor ve bitmez tükenmez bir çatışma başlıyor. Belediyelerde plânı tatbi-ka yeterli ne teşkilât ne de para var... Plâ-nın politikası ve onu gerçekleştirecek ted-birler, onun ayrılmaz parçası iken, ortada görünmemektedir...

Yapı işlerinde de durum pek farklı de-ğildir. Kısaca diyebiliriz ki, yurdumuzdaki yapılar, yumurta kapıya dayandıktan sonra acele bir projeye istinat edilerek günün şartları ne ise ona göre ihale edilip kıırtu-lunmuş yapılardır. Çok lüks, pahalı devlet yapıları yanında derme çatmalarını görebi-liriz. Belli bir maksat için yapılmış bir ya-pının başka bir konuya tahsis edildiği az değildir... Bir yapının iki yılda yetersiz ha-le gelmesi, bir diğerinin yıllarca yarı boş kalması olağandır. Bütün bunlar gerçek

(6)

ih-tiyacı ortaya koyacak unsurların hesaba ka-tılmaması yüzünden olagelmiştir.

Bugün de, bu d u r u m devam etmek-tedir. Düşüncemizi ortaya koyabilmek için Ankara'yı ele alalım. A n k a r a ilk olarak, iyice bir usta şehirci H e r m a n n Janhsenne ta-rafından plânlanmıştı. Yanlış hesaplara da-yandığı için tekrar bir plânlamaya ihtiyaç görülmüş ve müsabaka yolu ile iki T ü r k mimarına verilmiştir. Onların çalışmaları da yarım kalmış, şimdi işi Belediye i m a r M ü d ü r l ü ğ ü yürütmektedir.

Netice olarak, son yıllarda neler yapıl-dığına bakalım. Ağaçlar kesilmek! suretiyle bazı yollar genişletilmiş, bazı yollardaki iniş çıkışlar düzlenmiş veya birkaç yol ye-niden asfaltlanmış, bir kilometrelik yol bo-yunca trotuara güzel karolar döşenmiş, Çankaya'da bir yol açılmış, ve... Bir de, yapılan binaların yükseklikleri, kapı geniş-likleri, baca yerleri kontrol edilmiştir.

Bu imar, yani şehrin fizikî bünyesinin kuruluşuna iştirak midir? Bizce hayır! Bele-diye bir mesken meselesi için ne yapmıştır? Şehrin orasında, burasında, Ulus'ta, Kızı-lay'da büyük binalar yapılmaktadır... Bun-lar kullanılmaya başlandığı zaman, bir mey-dan dahi olmıyan bu yerlerde oto ve yaya trafiğinin ne olacağı düşünülüyor mu? H a -yır!

Belediye p a r a m yok diyecektir... Tabiî olmaz. Belediye ne yapacağını bilse ve bu-nun için bir politika gütse elbette parası da bulunacaktır, elemanı da! Aksi halde hipod-r o m u bile satmaya kalkacaktıhipod-r. Tabiî eğehipod-r bugüne kadar satmadıysa!

Bu tenkidleri daha saatlerce uzatmak m ü m k ü n d ü r .

Şimdi, bu kadar tenkidden sonra, bazı sorunları cevaplandırmak zorundayız.

Şehir ve yapı plânlaması için gayele-rin tespiti gerekir - Bu bir toplum görüşü olacaktır.

1 — Şehirden yararlanma hakkı:

Köy-lerdeki d u r u m u ve şehirlerin köylere göre, insanlara neler va'dettiklerini biliyoruz. Bu durum, her köylüye şehre göçmeye h a k ka-zandırıyor mu? Bu vatandaşın doğuştan hakkıdır! Fakat, bu gelenler nasıl şehirde iş bulamazlarsa, iktisadî ve politik çok güç me-seleler karşısında kalırsak, bu akını yerleş-tirmek için gerekli şehir düzenini hazırlıya-mazsak sosyal ve kültürel çok ciddî me-seleler karşısında kalırız. Eğer biz bu göçü millî bir düzen içinde ele alırsak, bunun bir ihtiyaç ve fayda olduğunu kabul eder-sek, sanayii ve sosyal gelişmemiz içinde bu göçü plânlamak imkânını elimizde tutarız. Bu da ancak sanayiin gelişmesi, sosyal ha-yatın gelişmesi sayesinde olacaktır. Ve dü-zenli bir göç yapılabilmesi için gerekli ted-birlerin alınması gerekmektedir.

Fakat iş sahası gelişmedikçe ve

köyler-deki durum hâd s a f h a y a gelmedikçe göç ölçülü bir şekilde olmaktadır. Meselâ bu-gün köylerden Ankara'ya gelmiş olanların büyük çoğunluğunun bir işi vardır (iyi, kö-tü)... Onların geri gönderdiğimizi farzede-lim. Sokakları süpüremez, otobüsleri işlete-mez duruma düşeriz...

2 — Barınma hakkı - Asgarî mesken hakkı: Eğer insanlara yaşama hakkı

tanı-yorsak, b u n u n önemli bir bölümü de barın-ma hakkı olacaktır. Çalışbarın-ma, yeme - içme, giyinme, evlenme gibi bîr haktır bu! Yani, temel haklardan biridir, tnsan, velev taş kovuğu olsun başını sokacak bir yer olma-dan yaşayamaz. Eğer bir aileye, toplum, bir ev sahibi olacak kadar bir kazanç temin edemiyorsa, bir barınak temin etmek zorun-dadır. Bunu temin edemediğimiz takdirde, onların yaptığı gecekonduları yıkmaya hiç hakkımız yoktur.

Barınma hakkı meskene dayanmakta-dır. Hepimiz yeteri kadar büyük ve kon-forlu bir eve sahip olamadığımız için şi-kâyet ederiz. Çalışma odamız olmadığı için çalışamadığımızı, çocukların yerleri olma-dığı için derslerinin aksaolma-dığını, evin kileri olmadığı için eşvaların ortada dolaştığını sövleriz. Türkiye'nin başkentinde, 4 ilâ 6 nüfuslu, 1 veya 2 odalı gecekondu evlerde oturan 80 bin aile vardır!

A n k a r a ' d a iki odalı bir dairenin boş kaldığını hiç duydunuz mu? Halbuki büyük ve konforlu dairelerin kiraları düşmekte ve her yıl daha çok sayıda dairenin boş kal-dığı söylenmektedir. Bu d?, mesken güdü-münün yanlış yürütüldüğünü göstermekte-dir. Bunun şehir plânlamasından, kredi da-ğıtımına, malzeme sanayiinin d u r u m u n a kadar yanlış bir tutumun sonucudur.

3 — Şehirden faydalanma hakkı :

Bi-liyorsunuz Ankara halkının % 54 ii gece-kondularda oturmaktadır. Tahminen 400 bin kişi civar tepelerde ve tepelerin arkasın-da yerleşmiştir. Şimdilik kullanılmayan

yer-lere toplanmışlardır. Şehre yalnızca çalış-mak için gelir, sonra giderler.

Sanki aramızda bizi ayıran bir duvar var. Sosyal, iktisadî, kültürel ve idarî bir duvar. Evet idarî bir duvar da var. onlar kendilerine bir barınak yaptığı için kanun ve idareciler gözünde suçlu insanlardır. Ge-leneksel T ü r k şehirlerindeki bağdaşma or-tadan kalkmış, yerine yeni bir komşuluk düzeni konamamıştır... Bunun ne kadar ciddî bir uzaklaşma olduğunu hepimiz ko-layca düşünebiliriz. Onları aramıza almak, bunun için gerekli şartları temin etmek zo-rundayız.

4 — Ortak tesislerden faydalanma hak-kı : Bir şehrin yaşamasında devamlı iştiraki

olan her kişinin, bu ister hademe olsun, is-ter otobüs şoförü, isis-ter bir m e m u r veya tüccar, herkesin bu tesislerden

faydalanma-ğa hakkı vardır. Bunlar okul, hastahane, ço-cuk bahçesi, park, tiyatro, otobüs işletmesi, su, elektrik, havagazı, kanalizasyon... v.s. Bu insanların bunlardan m a h r u m kalması organik veya inorganik hastalıklara terke-dilmeleri demektir. Gittikçe yoğun-laşacak olan ve daha pek başlangıçta olan bu köyden kente olan akın, büyüyen bakımsız bir zümre yaratmak yolundadır.

Şehrin bazı yerlerinde, ortak tesislerin-de bir tesislerin-dengeye ulaşmak, bir cadtesislerin-desini tek-rar tektek-rar asfaltlamak yerine daha âdil bir tesisler düzeni kurmak zorundayız.

Çok göz önünde bir örnek vermek istersek, İstanbul Operası inşaatını ele ala-biliriz. Meselâ otuz yılda otuz milyona çı-kan bir tek Opera yapısı yerine, yurdun otuz yerinde birer milyona tamamlanabilecek, sanat olaylarının gelişmesini sağlıyacak ti-yatrolar y a p m a m ı z daha yararlıdır. An-cak böyle bir davranış, sanatın eğitiminde-ki yerinin, yani sağlam bir gayenin anlaşıl-dığını gösterecektir.

5 — İyi çalışma yerleri bulma hakkı:

İnsanların iş yerlerine olan ihtiyacı m a -lûmdur. Bu iş yerlerinin yetersizliği, iş ha-yatını aksatır. Bu, fabrikaların duşlarını kontrol etmekle bitmemelidir. Yapılan lüks iş binaları yerine, daha ucuz ve iki katlı iş yapıları yapsak, belki de, havasız b o d r u m -larda çalışanları kurtarmak imkânını kaza-nırız. Bunların yemek, istirahat, o k u m a gibi yerleri olması, gerçekten iş yerleri olarak tanzim edilmeleri gerekir. Bu da bir iş yeri sahasının düzenlenmesi olacaktır.

6 — Şehir hayatında kolaylık hakkı :

Bu çok güç şartlar altında yaşayan. ısma-mıyan, yıkanaısma-mıyan, evinde rahatı olmı-yan insanlar çok kere çalışmaya veya bir yere gitmek için büyük güçlük çekerler... Belki her gün kilometrelerce yolları yaya yürürler. Ç ü n k ü şehirde iskân ve iş yerleri tanzim edilmemiştir. Bunun için yorgun olan insan faydalı olamamakta, gerek işi ge-rek ailesiyle yeteri kadar ilgilenememekte-dir. Randımansız büyük bir kalabalık bir şehrin dertlerinden biri olmaktadır.

Şehir plânlaması için düzen :

a) Genel plânlama: Şehir yapma işi,

belirttiğimiz gibi önemli bir yatırım işidir. Eğer biz, yukarıda hak düzeninden bahset-mişsek, bu, her ne olursa olsun en kısa za-manda bunların gerçekleşmesine gidilecek anlamında değildir. Bunu ne kadar söylesek de gerçekleşmez, biz de yurdumuzdaki çe-şitli prodüktif faaliyetlerin durdurularak yapıya yönelmesini isteyemeyiz. Bunu yur-dumuzun bir bütün halinde düzenlenmiş ik-tisadî ve sosyal plânlamasının içinde ele alınması ve politikasının yani idare şekli-nin tesbiti gerekir. Genel plânlama işin esa-sını teşkil edecektir. Genel plânlamaya

(7)

böy-le bir yetki tanırken, meseböy-leböy-lerimizde gere-ken seviyeden ele alınması beklenir.

b) Bölge plânlaması: Bir şehrin

bün-yesini tanımak için, onu bölgesi içinde ince-lememiz: ve gelişmesini yine bölgesi içinde düşünmemiz gerekmektedir. Aksi halde, bölge içindeki olaylar, şehir plânlarımızla uyuşmazlık halinde olursa bundan ciddî zarar göreceğimiz tabiîdir. Bölge plânlaması bize şehirlerarası ilgilerimizi tayin edecek verileri temin edecek, işimizi hatırı sayılır bir şekilde kolaylaştıracaktır. Meselâ o böl-gede büyük sanayi birinci derecede rol oy-nuyorsa bunun yerinin seçilmesi veya bir limanın tesbiti, bizim şehir plânlarına tesir edecektir. N ü f u s akımlarının incelenmesi ve değerlendirilmesi, faaliyetlerin eğilimi bu-nun gibi birçok önemli veriler, bölge plân-ları yoluyla şehir plânplân-larının dayanakplân-ları olacaktır...

c) Şehir plânlaması: Şehir plânlaması yapmak, çok kere zannedildiği gibi kalemle cetvelle başlamamaktadır. Önce plânlamak istediğiniz fizikî ve sosyal bünyeyi tanımak zorundayız. Bol bol haritalara ihtiyacımız var, şehrin normal haritalarından başka mülkiyet haritası, eski eserler haritası, kul-lanış haritası, yapıların yükseklik dağılışı ve iskân dağılış haritaları gerekmektedir.

Ay-rıca birçok kanunun etüdü gerekir, kamu tesisleri deyince hastahaneden parklara, okuldan kanalizasyona kadar., trafikten, ay-dınlatmaya kadar. Bunların incelenmemesi yüzünden yapılan birçok yanlışları sayabi-liriz. Eğer bölge plânlama vermemişse veya verdiği kifayetsizse, faaliyetlerin, ticaretin, sanayiin, depolamanın, perakendeciliğin ve çeşitli eğilimlerin, güçlerin envanterini, an-ketini y a p m a m ı z gerekir... Çizmeye başla-madan önce yapılacak çalışmalar b u r a d a da bitmiyor. Bunların değerlendirilmesi işi var, gerçekten güç ve ciddî ihtisas istiyen bir iş!

Bundan sonra da o şehir için bazı dü-şüncelerin belirli bir açıdan tesbiti gerekir. Burada genel plânlamanın ve bölge plânla-manın, sosyal, iktisadî ve kültürel açısının önemli bir rolü olacaktır. İşte bundan son-ra gson-rafik plân işi başlıyacaktır. Yani genel-likle bizde tatbik edilen kısmı. Şehir plânı grafik plânla bitmiyecektir. Bunun tahakku-ku için talimatnameler belki özel kanunlar gerekecektir. Belki yeni bir teşkilât şeması-na ihtiyaç duyulacaktır. Plânın hukukî da-yanakları, malî finansmanı temin edilecek-tir.

d — Yapı işlerinin planlanması. İhti-yacın tesbiti ile, programlaştırılması:

Bu-gün gelişigüzel bir yapı düzeni yürütülmek-tedir. Yani yapı malzemesi ve inşaat orga-nizasyonu herkesin parasına göre iş yap-maktadır. Yani parası az olan çok kötü yapılar, çok olan, lüks yapılar yapmaktadır.

İster istemez güçsüzlerin meselesine eğiliyoruz... Güçsüz bir insanda meselâ 60 m - evi için tıpkı kocaman bir apartman gibi proje yaptırmak her çeşit malzemeyi tek tek almak, her kısmını ayrı işçiler bularak yap-tırmak zorundadır. Eğer arsası varsa tabiî.. Bu kimselerin sırtını dayayacağı bir teşki-lât yoktur. Emlâk Bankasının ve İşçi Sigor-talarının kredi verme şeklini biliyoruz.

Devlet yapılarının da dengesizliğini bi-liyoruz. Önümüzde bir yeni Meclis binası var. Birçok şeylerde, bir defa yapılır veya Türkiye'nin şerefi gibi düşüncelerle lükse gidilmiştir. Tabiî biz yurdumuzun şerefinin bu yollardan çok uzaklarda sağlanacağını düşünüyoruz. Bir binada bir defa yapılır ama, ihtiyaç çok fazla ise bunun bir mâ-nası kalmaz.

Bu dengesizlik özel sektörde de, devlet sektöründe de vardır. Bunun için, yapıların bir alt seviyesini, bir üst seviyesini tesbit etmek zorundayız. Bunu belki bir kuvvetle değil, bir yapı politikasıyla yürütmemiz gerekecektir.

INANIZIN HERYERIND

betebe

M O Z A İ K L E R İ

BANYOLARDA

CEPHEDE

E m l a k B t x n k . c i . s t P n s a j «

200 Renk ,20 Tîp

Tel - ZZZM

ARK. 226

181

Referanslar

Benzer Belgeler

Genç mimar Şevki Vanlı'nın İtalyadaki çalışmala- rından bir diğeri olan bu proje plânı tac daire olan bir ilk okul projesidir.. Mimar bu plânla

Bu eserinin daha dışında iken, onun muasır bellibaşlı mimarlarla boy ölçüşebilecek bir insan olduğu anla- şılır.. Çelik kolonlarla üçe ayırdığı cehpede, zemin katı

Gerek binanın yerleştirilmesi ve gerekse hari- cî görünüş bakımından bu projenin 11 numaralı proje ile büyük bir benzerliği vardır, buradaki Sultanahmet meydanına

Vestibülün bir tarafında yazlık ve her ta- rafı pencere bir salon, diğer tarafta oturma yemek ve yatak odaları vardır.. Bu kısımlara büyük camlı

Antalya yöresinde bulunan bir cam serada ısıtma ve soğutma uygulamaları için gereksinim duyulan toplam enerji miktarının, güneş enerjisi destekli-toprak kaynaklı ısı

• Amniyotik katlantı ilk olarak 1985 yılında fetal hareket kısıtlaması veya sonrasında fetal deformite olmaksızın, amniyotik boşluk içinde gözlenen serbest kenarı

İstanbul örneği ile plansız kentleşme sonucu oluşan büyükşehirlerin kanalizasyon hatlarının işletmesi, bakım ve onarımı için etkili çözüm önerileri

Diğer yandan kanalizasyon sistemindeki evsel atıksuya, içme suyu şebeke sisteminden temiz su, yerüstü suyu ve yeraltı suyu sızması halinde atıksu arıtma tesisi