• Sonuç bulunamadı

ARKİTEKT MİMARLIK, ŞEHİRCİLİK VE BELEDİYECİLİK DERGİSİ NO. 295

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ARKİTEKT MİMARLIK, ŞEHİRCİLİK VE BELEDİYECİLİK DERGİSİ NO. 295"

Copied!
41
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ARKİTEKT

M İ M A R L I K , Ş E H İ R C İ L İ K V E B E L E D İ Y E C İ L İ K D E R G İ S İ mmmmgm

N O . 2 9 5

2 — 1959

XXVII l ı ı c i Y ı l » 1 9 5 9 İ s t a n b u l . F l a t ı 8 0 0 K n r n g

(2)

ARKİTEKT

M İ M A R L I K , Ş E H İ R C İ L İ K V E B E L E D İ Y E C İ L İ K D E R G İ S İ

Revııe t r i m e s t r i e l e D . a r c h ı t e c t u r e - A Q u a r t e r l y p u b l i c a t i o ı ı oıı A r c h i t e c - A D r e i m o n a t s /. e i t s o h r i f t f ü r D'urban.sme et des arts d e c o r a t i f s ^ ^ ture city planning and d e c o r a t i o n baukunst. staedtebau und d e k o r a t i o n

İ M T İ Y A Z S A H İ B İ V E B A Ş Y A Z A R I : Z E K İ S A Y A R . U. N E Ş R İ Y A T M Ü D Ü R Ü A B İ D İ N M O R T A Ş A D R E S : A R K İ T E K T A N A D O L U H A N N o . 33 E M İ N Ö N Ü . İ S T A N B U L T E L E F O N : 2 2 1 3 0 7

K U R U L U Ş U : 1931

Cild : 27 No. 295

A b o n e ş a r t l a r ı :

Yıllığı 25.— T.L.

Altı aylığı 15.— T.L.

Bu sayı 8.— T.L.

Yabancı memleketler için : 30.— T.L.

ARKİTEKT'in KOLLEKS1YONLARI:

1931 — 1935 beher cildi 25.— T.L.

1936— 1940 » » 25.— T.L.

1941 — 1945 » » 25.— T.L.

1946— 1958 » » 25.— T.L.

İlân tarifemiz talep üzerine gönderilir.

Yazı; foto; r e s i m ve abone b e d e l l e r i ARKİTEKT'in adresine posta ile gönderil- melidir. Basılmıyan yazılar iade edilir.

Adreslerini değiştiren abonelerin en geç iki ay içinde idarehanemizi haberdar etme- leri lâzımdır. Aksi takdirde kaybolan der- gilerden Müdürlüğümüz mes'uliyet kabul

etmez.

Pour tout payement et demande des ren- seignements; ainsi que pour tout envoi des documents, tels que photos, articles, annon- ces bibliographie â inserer, s'adresser â la

Direction.

Adresse: A R K İ T E K T No. 33 Anadolu Han, Eminönü

İstanbul 1 urquie

Ankara Mümessili Y. Mimar Muzaffer VANLI

MESLEK POLİTİKASI

M E S K E N - P O L İ T İ K A

ve

B A R A K A - O K U L

ZEKI SAYÂR

Bütün memleketlerin sosyal haya- tında M e s k e n problemi birinci plânda yer alan bir konudur. Mesken bir memleketin, sosyal ve ekonomik seviye- sinin miyarı, ölçüsü haline gelmiştir.

Bir memleketin iktisaden gelişmiş veya geri kalmış olup olmadığını, sosyal seviye derecesini m e s k e n , lerine bakarak ölçmek kabil oluyor.

Bunun için siyasî partiler seçim kampanyalarında m e s k e n konusu- nu en kuvvetli şans olarak kullanmakta- dırlar. 2 nci dünya harbinden sonra, bir- çok memleketlerde partiler m e s k e n dâvası anlayışlarını vatandaşlarına en geniş imkânlarla programlarına aldık- ilân etmektedirler. Bu itibarla, m e s- k e n, milletlerin sosyal hayatında ol- duğu kadar politik hayatında da, ön safı almış bulunuyor.

Partiler siyasî doktrinleri ne olur- sa olsun, vatandaşlarına, hayat seviyeleri- ni yükseltmek vaidini yaparken, e v 'i ön plâna alıyorlar. 1957 seçimlerinde mem- leketimizdeki partiler seçim program ve propagandalarında h e r a i l e y e b i r e v dövezini kullanmışlardı. Meskenin vatandaşın iyi beslenme, giyinme ihti- yaçyaçları kadar, mühim olduğu, artık anlaşılmıştır.

Şimdiye kadar her memleketin iç politikasında mühim bir unsur olan m e s k e n , bugün beynelmilel politi- kaya da tesir icra etmeğe başlamıştır.

Birkaç ay önce Moskova'da açılan Birleşik Amerika devletleri sergisinde teşhir edilen mütevazi büdçeli bir Ame- rikan vatandaşının e v 'i siyasî sahada fırtına kopmasına sebep olmuştur.

Rus idarecileri vasat bir Amerikan ailesinin oturdukları bu ev tipini bir tür- lü kabul edememişler, bir çok resmî kim- seler bunun bir propagandadan başka bir şey olmadığını iddia etmişlerdir (1).

Buna mukabil Amerikalılar vasat gelirli Amerikan ailelerinin büyük bir nisbeti- nin buna benzer evlerde oturduklarını statistikler ve rakkamlar vererek isbata kalkmışlardır (2).

Bu olay, yukarıda dediğimiz gibi

«halk için mesken» probleminin ne de- recede bir ehemmiyet kesbettiğini iç po- litikadan, dünya rejim politikasına ka- dar nasıl intikal ettiğini göstermekte- dir.

(Devamı 68 inci sahifede)

(3)

Umumî görünüş

A N A D O L U K U L Ü B Ü B İ N

Mimarları: Turgut CANSEVER G.S.A.

Abdurrahman HANCI G.S.A.

S I

(Büyükada)

Foto Akademi

Büyükada Anadolu kulübü tarafın- dan inşa ettirilen bu otel binasının pro- jeleri bir müsabaka sonunda elde edil-

miştir. İnşaata 1953 de başlanmış ve ya- pı 1957 de hizmete açılmıştır.

Bina 57 oda ve apartıman dairesi ih-

tiva eden 3 yatak katı ile bir zemin kat ve bir de bodrumdan ibarettir. Zemin katta, girişler yemek ve istirahat sa-

(4)

lonları, bodrum katta ise bir oyun sa- lonu, bar, mutfak ve diğer servis kısım- ları yer almıştır. Binanın üstü teras ya- pılmış ve bir teras barı tesis edilmiştir.

Yatak odaları güneşten masun ve manzaraya müteveccih olarak yerleşti- rilmiş ve cenupta yer alan koridor, gü- neşten kafeslerle korunmuştur.

Her katta bir sofa ve bir ofis ter- tiplenmiştir.

Bina betonarme iskelet olarak inşa edilmiştir. Dolgu duvarlarında tuğla ve briket kullanılmıştır.

Döşeme kaplaması olarak katlarda kau- çuk, zemin katta ve salonlarda ahşap par- ke, siyah ve beyaz mermer, balkonlarda mozaik karo, banyolarda seramik karo kullanılmıştır.

Duvar ve tavanlar yağlı boyalı alçı sıvadır. Banyo duvarları renkli fayans kaplanmıştır. Anadolu Kulübü binasiyle, Büyükada güzel bir eser kazanmıştır.

Kulüp basit ve modern hatları ve beyaz rengiyle adanın veçhesine canlılık kazan- dırmıştır.

Binanın yapılmasında çalışan fir- malar:

Betonarme: Turgan Sâbis Sıhhî tesisat: Samim Arduman

Halil İnal - Hoffmann Elektrik tesisatı: Haldun Gürmen Müteahhit İnşaat Firması: Rad Şirketi

Deniz cephesinden bir detay ve kulübün adadan görünüşü

km-

(5)
(6)
(7)
(8)
(9)
(10)

- g ı p p : ; £KJ=

İ P [

»n;

=3 1n

SI H £ 1 3

S i •Jj Ki i t p

ü l u n İ M

g j g j

A n a d o l u K u l ü b ü Büyük-Ada

H

" e ö

1 i n n

(11)

T Ü R K İ Y E M İ L L Î S A N A Y İ S E R G İ S İ : 1958

Umumî Tanzim dekorasyon proje ve kontrol: Y. Mimar Muhlis TÜRKMEN Dekorasyon işleri : Cevher BOZKURT

Y. Dekoratör: Şinasi ÖTGÜNÇ Elektrik İşleri: Müh. Cevat CEZALI

Sergi Sarayı ve etrafında 2 No. lu park sahası içinde 70.000 M- lik bir sa- haya yayılmış bulunan sergi proje saf-

hası dahil 3, ay gibi kısa bir zamanda vücuda getirilmiştir.

Sümerbank Umum Müdürlüğü diğer

alâkalı teşekküllerle müştereken veya münferiden Baş Vekâlet ve sanayi Ve- kâleti emirlerinde kayıtlı esas ve pren-

(12)

İMy

o « L -

Gece manzarası

Paviyonun iç görünüşü

cılık sanayii Pavyonları müesseseleri tarafından kendi elemanlariyle yapılmış ve Sergi mes'ul Mimar ve Dekoratörleri tarafından kontrol edilmiştir.

Her türlü mamulleri teşhir etmek üzere sergiye katılan hususî, ve Devlet sektörüne ait sanyiciler guruplar halin- de sınıflanarak Sergi Sarayı dahilinde ve haricinde muhtelif pavyon ve stand- lar içerisinde toplanmışlardır.

Sergide Maçka ve Sergi Sarayı ara- sında işleyen Türk yapısı bir Teleferik yapılmıştır ve bu yoldan da sergiye gi- rip çıkma ve sergi sahasını havadan sey- retme imkân sağlanmıştır.

Sergi umumî çalışmalarında bugün- kü anlayış hâkim olmuş, eldeki imkân- lar dahilinde sonsuz bir gayret sarfedil- miştir.

sibler dahilinde bu serginin umumî de- rasyon ve tanzim işlerini deruhte ede- rek bir tertip heyeti vasıtasiyle idare etmişlerdir.

Maden, Enerji, Elektrik makinaları, P.T.T. Turizm Bankası, Denizcilik Ban- kası, Demiryolları, Havayolları, Madenî eşya sanayii, İzabe ve Madenî kaba ma- muller Sanayii, Makina sanayii, Kara na- kil vasıtaları, Selüloz kâğıt ve matbaa-

(13)

TÜRKİYE MİİLL SANAYİ SERGİSİ İstanbul I - î i Ekin 1958

16 — D e m i r Yolları Pavyonu 17 — Hava Yolları pavyonu 18, 19 — Deniz yolları Pavyonu 20 — Kara Nakil vasıtaları Pavyonu 21 — Teleferik

22, 23 — Taş, toprak, cam mamulleri pav- yonu

24 — Sellüloz, kâğıt ve matbaacılık Sana- yii pavyonu

25 — Kereste Sanayii Pavyonu 26 — Danışma bürosu

27 — 2 No. lu giriş

28 — Muhtelif Sanayii pavyonu

29 — Yiyecek ve hatıra eşyası Standları 30, 31 — Otopark

32 — Lunapark

33 — Açık Hava Tiyatrosu 1 — Sergi Amblemi ve 1 No. lu Giriş

2 — Danışma bürosu ve Otopark 3 Maden Pavyonu

4 — Enerji Pavyonu 5 — P.T.T. Pavyonu 6 — Sinema ve Televizyon 7 — Mensucat Sanayii Pavyonu 8 — Danışma Bürosu

9 — Elektrik Makinaları Pavyonu 10 — Sergi Sarayı

11 — Lokanta ve gazino 12 — Turizm Pavyonları 13 — Madenî Eşya Pavyonu

14 — İzabe ve Madenî Kaba mamuller pavyonu

15 — Makina Sanayii Pavyonu

(14)

TÜOKIYE MILLI SANAYII SEOGISI L£EQESTE SANAYII DAVYONU 1 9 5 8

(15)
(16)

Taş - T o p r a k - Cam P a v y o n u n d a n iç ve d ı ş d a n m u h t e l i f g ö r ü n ü ş l e r

(17)

Spor - Sergi Sarayı giriş cephesinin Tadili Y. Mimar Muhlis Türkmen G.S.A.

UDSsiüii^uuJöiitu;

mf.'MM msmra mûw

* J - W

Turizm JBankası tesisleri gece görünüşü

(18)
(19)
(20)

T. M. Sanayi Sergisi

KERESTE SANAYİİ PAVİYONU

Y. Mimar Muhlis Türkmen G.S.A.

Dekoratör Mesut MANİOĞLU

I

Yan görünüş

(21)
(22)

İ N G İ L T E R E

«Ucuz Mesken»

İKAMET BLOKLARI GREENWİCH (İngiltere) (Official Architecture) dergisinden

Mimarları:

HUBERT B E N N E T T F.G. WEST

' K.J. CAMPBELL A.C.H. BOYD

«GREENWİCH» Şehri için teklif edilen bu proje 272 daireyi 46 otomobil- lik garajı, park yerini, Hususî bahçeyi ih- tiva eden 11 katlı 4 blokdan ibaret nok- ta binalardır. Plânın bu şekilde hazırlan- ması arazide boş saha nisbetini arttır- mağa yaramıştır.

(23)

F Î N L Â N D İ Y A «Küçük ucuz Meskenler»

KÜÇÜK APARTMAN BLOKLARI «TAPİOLA»

Mimarı: VİLJO REVELL»

«ARKİTEHTİ ARKİTEKTEN» den Esasen Mesken dâvasında ileri bir du- rumda olan Finlândiyada bilhassa küçük ve ucuz meskenlerin inşasına gayret edilmektedir Bu sahifadaki bina bunlar- dan bir örnektir.

(24)

BAŞKA MEMLEKETLERDE MİMARÎ :

Maket

KONGRE ve TOPLANTI BİNASI PROJESİ FLORİDA U.S.A.

Mimarları :

WALTER GROPIUS PAUL WEİDLİNGER MARİO SALVADORİ

Florida'da yapılmak üzere hazırla- nan bu Kongrehall binası projesi; Mi- mar Walter Gropius ve yardımcıları ta- rafından hazırlanmıştır.

Kongre, balo ve spor gibi çeşitli faaliyetlere yarayacak olan salon azamî 3.375 kişi alacak büyüklüktedir.

BİRLEŞİK AMERİKA

C'9İ» AHH L»»«l Ar«no l»Y«1

Plora L«««l

3tr»«l L»v»l

(25)

balo

Konferans Kongre

boks

tenis

gösteren şekil

(26)

(Baş yazıdan devam) İdarecilerimiz yeni ders yılı başlarken 3 lü ve 4 lü öğretim buhranına çare ola- rak 300 kadar Amerikan askerî baraka- sı getirmişlerdir. Bu barakaların garni- zonlarda, muvakkaten barınacak asker- ler için yapılmış olduğu herkesçe ma- lûmdur. Okul buhranını muvakkaten bile olsa, kâfi olmayan barakalarla ge- çiştirmeğe çalışmak bir tedbir sayılamı- yacağı muhakkaktır.

Prefabrike plânşlardan ibaret bu ba- rakalarda, sınıflara lüzumlu ne ışık, ne de hava miktarı kâfidir. Küçücük pen- cereli ve alçak tavanlı bu barakalarda 40 kişilik sınıfların nasıl barınabilece- ğim bir an düşünmek, işin sakat taraf- larını daha fazla izaha lüzum bırakma- maktadır. Havasız ve ışıksız kovuşlara

40 - 50 kişilik sınıflar bölünerek ko- nulsa, bu defa da esasen kâfi olmayan öğretmen temini meselesi ortaya çıka- caktır.

Velhasıl, idarecilerin bir tedbir ola- rak buldukları baraka - okul, bilhassa şehirlerde dâvayı halletmek hattâ teh- vin etmekten çok uzaktır.

Nakil ve montajları için bir kaç milyon liraya ihtiyaç gösteren bu ba- rakalar yerine, her zaman tavsiye etti- ğimiz gibi basit inşa metodlarıyle kü- çük ilk okul binaları yapmaktan ne için çekindiğimiz bir türlü anlaşılamamak- tadır.

Bir çok memleketler, bilhassa ana ve ilk okulları için mahalle içinde kü- çük arsalarda 3 - 5 sınıflı basit mek- tepçikler yaparlar ve bunları çok ucuza mal ederlerken, bizim, elân bu yolu in- tihap etmememiz gariptir.

Her memlekette, işçi ve memur sı- nıfının kesif olduğu mahallerde ana ve babaların çalıştıkları düşünülerek, ev- lerinin hemen yakınlarında ilk okullar bulunması bugün bir zaruret olmuştur.

İşinden dönen ana babanın evine yakın bir okuldan çocuğunu almalarını temin etmek her bakımdan yerinde olur.

Durum böyle iken, biz hâlâ 500 - 1000 talebelik ilk okullar grubu inşa etmek için gayret serfediyor ve maalesef ihti- yacı karşılıyacak kadar inşaat da yapa- mıyoruz. Evvelki yazılarımızda da be-

lirttiğimiz gibi, şehirlerimizin o k u l dâvasını ileri memleketlerin tatbik et- tikleri metodlara uygun olarak gözden geçirirsek, bir türlü programlayamadı- ğımız bu işi basite irca etmek kabil olacak ve barakalar yerine küçük ilk okullar inşa etmekle dâvayı halle imkân bulmuş olacağız.

(1) Cumhuriyet Fred. J. Zusy'nin makalesinden:

«Bu yüzden «tipik» Amerikan evi- nin gürültüsü, sergi açılmazdan çok ev- vel, böyle bir evin teşhir edileceğinin açıklanmasiyle kopuvermişti. 9 nisan günü Tass Ajansı Rusyadaki okuyucu- larını aldatılmağa karşı «ikaz» etmeğe başlamıştı. Tass'ın Sovyet gazetelerinde yayınlanmak üzere N e w York'tan yolla- dığı «ikazname» de:

«Bu evin Amerikan işçisinin tipik evi, olduğunu iddia etmek, meselâ Taj-

Mahal'in Bombaylı bir tekstil işçisinin tipik evi, ya da Buckingham Sarayının bir İngiliz maden işçisinin tipik evi ol- duğunu iddia etmekten farksızdır» de- mişti.

(2) Cumhuriyet gazetesi, Fred. J. Zu- sy'nin yazısından:

Tartışmaya sendikalar da katılmış ve Amerikanın en büyük sendikalar gru- pu başkanı George Meany: «Ev konusun- da konuşmaktan Trud'un dahi kaçınması geregirdi» demiştir. «Birleşik Amerika- daki evlerin % 60 ından fazlası içinde oturanların malıdır. % 80 inden fazlasın- da bir odada bir kişi yatmaktadır. Sov- yet hükümetinden muadil istatistiklerin neşrini bilhassa rica ederler. Ancak o za- man bütün dünya komünist diktatörlü- ğünün utanç verici neticelerini bilfiil görmüş olacaktır.

«Bizim dâvamız bütün insanlığın hürriyet ve refaha ulaşmasıdır.

f ğ İ C ©

E L E K T R I K L İ

ŞOFBENLERİ

j FABRİKA:GÜNEŞ MADENİ EŞYA F. Beyoğlu, Yenişehir Yaya Köprü 28 Tel. 447252

t , SATIŞ YERIERİ : 6EK0 TİCARET A. Ş. BtjoJlu ER0K TİCARET LTD. ŞTİ Galata TOnel , * RUBİ,SERAMİK . TE0L0Û0S SijUant vt dijer bO(Bl galalarda

<• ANAD0LUDA ACENTELİK ARANMAKTADIR = = . =

(27)

YAPILARIMIZ NEDEN YIKILIYOR?

Yazan: Prof. Y. Müh. Turgan SÂBİS

(Cumhuriyet) den

Son senelerde bir kısmı umumî ef- kârı alâkadar eden, bir kısmı da yalnız meslek adamları arasında tartışma ko- nusu olan bir kaç büyük yapı yıkıldı veya ârızaya uğradı. Bunların başında Ankara Spor Salonu, Küçükyalıdaki si- nema, İstanbul Üniversitesi inşaatındaki bir istinad duvarı, Çorum çimento fab- kasındaki bir silo, Şişlideki bir sinema Ataköy plâjındaki gazino çatısı, Kaba- taşta sed üzerindeki istinat duvarı ve bir kaç apartman bulunmaktadır. Bun- ların bir kısmı tamamen çökmüş, diğer- lerindeki ârızalarm da zamanında farkı- na varılarak, yıkılmalarının önüne ge- çilmiştir. Kısa bir zamanda bu kadar çok yapının kazaya uğraması, memleke- timizde yapı işlerinin normal gitmedi- ğini göstermektedir.

Malzemenin mukavemetsiz ve işçiliğin kusurlu oluşu.

2) İnşaatın projeye uygun olmaya- rak hatalı yapılışı.

3) Temel zemininin yanının yük- lerini taşıvamaması,

4) Yapının statik ve mukavemet he- saplarının yanlış olması.

1) Yapıların taşıyıcı kısımlarının inşasında kullanılan malzeme demir, be- ton, taş, tuğla ve ahşaptır. Sağlam ol- mayan bir malzeme ile inşa edilen bir yapının, üzerine gelen yüklere dayana- mıyacağı âşikârdır. Umumiyetle demir- lerde malzemenin mukavemetsiz veya ku- surlu oluşuna hemen hiç rastlanmaz.

Küçük ve orta boydaki yapılarda kulla- nılan taş, tuğla veya ahşapta, üzerlerine gelen yükleri taşıyacak kadar mukave- meti hemen daima haizdirler. Bunlarda dikkat edilecek nokta, kullanılacak har- cın kâfi derecede çimento veya kireci hâvi olması ve iyice mukavemet elde etmeden yapıların yüklenmemesidir. Ge- riye kalan betonda iş değişmektedir.

Beton, imalinde kullanılan kum, çakıl, çimento ve suyun miktarlarına ve imal tarzına göre, mukavemeti pek büyük

sınırlar içinde değişen bir malzemedir.

Beton imalinde az çimento veya pek fazla su kullanılması, kum ve çakılın tesbit edilen nisbetlerde konması, beto- nun iyi karıştırılmadan yerine dökülme- si, bunun mukavemetini çok azalttığı gibi, betonun imalinden sonra ilk zaman- larda haiz olduğu mukavemetle, bir ay sonraki mukavemeti arasında da büyük farklar vardır. Malzeme kusurundan do- layı yıkılan yapılarda hemen daima se- bep. kullanılan betonun, statik hesaplar- da kabul edilen beton mukavemetini haiz olmamasıdır. Şu halde beton imaline çok ehemmiyet vermek, dikkatli ve beton tekniğine uygun hareket etmek lâzım- dır. Büyük yapılarda imâl edilen beton- dan sık, sık tecrübe mikâpları alarak ve bunların malzeme lâboratuvarların- da kırılma tecrübelerini yaptırarak, dö- külen betonun, hakikaten istenilen mu- kavemeti daimî surette haiz olduğu tes- bit ve kontrol edilmelidir. Bütün bun- ]nrı temin edecek elemanlar da Yapı, Usta Okullarının sayılarını sür'atle art- görmüş ustalardır. Ancak bu gibi mek- tep görmüş ustalar, mühendislerin ver- dikleri direktifler dairesinde, bu direk- tiflerin ehemmiyet ve mahiyetini kav- rayarak yapıları inşa edebilirler. Yapı, Usta Okullarının sayılarını süratle art- tırmak lâzımdır.

2) Bir yapının projesi ve hesap- ları ne kadar itina ile yapılırsa yapılsın, bunları tatbik edenler kâfi derecede bilgi ve tecrübeye sahip teknik eleman- lar olmadıkça, daimî surette inşaat es- nasında hatalar ve kusurlar olabilir ve bunlar da bir çok kere yapının yıkılma- sına sebep olur ve daima emniyeti azal- tırlar. Proje tatbikini yapacak olanlar teknikler ve mühendislerdir. Bunların yetişeceği müesseseler de Teknik Okul- larıdır. Teknik okulların sayılarını da artırmak lâzımdır. Bugün olduğu gibi proje tatbiki cahil kalfalar elinde kal- dıkça ve buna mani olunmadıkça, hiç bir

yapıda tam bir emniyet temin etmek mümkün değildir.

3) Temel zemininin, bilhassa bü- yük yapılarda, üzerine gelen yükleri ta- şıyıp, taşıyamayacağı, inşaata başlama- dan evvel mutlaka tetkik edilmeli ve te- mel sistemi ona göre tesbit olunmalıdır.

Bu ihmal edildiği takdirde çok nâhoş ve ekseriya giderilmesi imkânsız veya çok külfetli netice ve ârızalarla karşılaşılir.

Bir çok yapılardaki çatlaklar veya yıkıl- maların sebeplerini temellerde aramak lâzımdır.

4) Bir yapının, üzerine gelen yük- lere dayanabilecek sağlamlıkta olmasını statik hesaplar temin ederler. Bütün dış tesirler nazarı itibara alınarak yapılan statik hesapların verdiği büyüklüklerde inşa edilen bir yapının, bu tesirlerin dı- şında başka kuvvetler yapıyı yükleme- dikçe veya mukavemet hesaplarında ka- bul edilen malzemeden çok daha çürük malzeme kullanılmadıkça, yıkılması im- kânsızdır. Statik hesaplar yorucu, uzun ve oldukça zordur.

Bunları yapan mühendisin bilgisi- nin yeter derecede olması şarttır, yoksa esaslı prensip hatalarına düşmesi kabil- dir. Fakat bu kâfi değildir. Bu hesap- lar uzun ve yorucu olduklarından daima âdi hesap hataları, yapmak da imkân içindedir. Buna karşı da mühendisin her zaman kendi kendini kontrol edebi- lecek bir sağduyuya sahip olması lâzım- dır. Ayrıca bu hesapların doğruluğunu kontrol ve tasdik edecek, devlet dairele- rine ve belediyelere bağlı inşaat zabıtası teşkilâtı olmalıdır. Statik hesaplarda yanlışlıklara mâni olmak için çok sayı- da, iyi yüksek mühendisler yetiştirmek, yani Teknik Üniversiteler ve Yüksek Mühendis Okullarının sayılarını çoğalt- mak ve seviyelerini yüksek tutmak ge- rektir. Bütün bu tedbirler pek uzun vâ- delidir. Bugün yapıların yıkılmaması için alınacak en pratik tedbir şudur:

(28)

TETKİK MÜHENDİSLERİ Statik hesapları yapanlar da, bunları kontrol edenler de çok kere, muhtelif sebeplerle, lâzım gelen itinayı göstere- memektedirler. Muhtelif devlet teşkilâ- tında pek kıymetli elemanlardan kurul- muş statik kontrol büroları mevcutsa da, buralardaki elemanların sayıları, her bi- ri yüzlerce sahife tutan bir çok statik hesabının her tarafını kontrol etmeğe yetecek kadar değildir. Esasen bu kon- trol teşkilâtına, hesaplar tamamen bit- miş bir halde verilmekte, bu da tetkiki büsbütün zorlaştırmaktadır. Yapılarımı- zın yıkılma tehlikesini mühim miktarda önleyecek ve bunların iktisadî olmaları- nı temin ile, boş yere malzeme israfını bertaraf edecek en âcil tedbir memleke- timizde de, Almanyada olduğu gibi tet- kik mühendisleri = Prüfingenieure sis- teminin kabul olunmasıdır. Almanyada malzeme iyi, ustalar ve teknisyenler eh- liyetli olduğu gibi ve pek geniş inşaat zabıtası teşkilâtı bulunduğu halde, gene de bunlarla iktifa olunmamış ve tetkik mühendisliği sistemi kabul olunmuştur.

Bu sistem şudur:

Her yapıya statik hesapları yapan bir statikci ve onun yaptığı hesapları da- baştan ve yapılış esnasında tetkik eden bir tetkik mühendisi temin etmek. Bu tetkik mühendisleri, âdeta bir nevi no-

terdirler. Statik hesapları yapan mühen- dis daha işin başında bu yapıya tayin olunan tetkik mühendisiyle görüşür, prensipler üzerinde mutabık kalırlar, sonra hesaplar yapılmağa başlanır ve ya- pıldıkça ceste, ceste tetkik mühendisinin tetkikinden geçer ve tasdik olunur. Bu suretle tam bir kontrol mevcud oldu- ğundan hesap hatâları imkânsızlaşır. Her yapıya serbest mühendisler arasından ayrı bir tetkik mühendisi temin oluna- cağından, bunun, hesapları hakikaten tetkike zamanı olur. Bütün mesuliyet tetkik mühendisine yükletildiğinden, o da hesapları lâyıkile kontrol eden, hesapla- rı yapan statikçi, hesabının her sahife- sinin tam bir kontroldan geçeceğini bil- diğinden işini daha ciddî tutar ve he- sapları daha itinalı yapar. Ayrıca tetkik mühendisinin vazifesi hesapların bitme- siyle sona ermez. Bu hesaplara göre çi- zilen projeleri tasdik ettiği gibi, bilhassa bunların doğru olarak tatbik edilip edil- mediğini, inşaat yerinde sık, sık yapaca- ğı teftişlerle kontrol eder. Bu usul sa- yesinde, bugünkü gibi hesapların ya kontrolsuz kalması ve yahud da devlet dairelerine götürülen yüzlerce sahifelik bir hesapta bulunan bir kaç hata yüzün- den projelerin tamamen baştan yapıl- ması mecburiyeti gibi, boşuna zahmetler, zaman ve emek israfları önlenir. Her yapıya serbest mühendisler arasından

bir tetkik mühendisi tayin olunması, devlet teşkilâtının bu yapılar üzerindeki kontrol salâhiyetlerini kaldırmaz. Bu teşkilât daima hesapları da, inşaatı da kontrol edebilirler ve görecekleri aksak- lıklarda ilk mesuliyeti tetkik mühendisi- ne yüklerler. Bugün Almanyada bu sis- tem tatbik olunmaktadır. Bir yapının statik hesabını yapan mühendis isterse memleketin en şöhretli statikcilerinden biri olsun, gene de o yapıya diğer bir mü- hendis, tetkik mühendisi olarak tayin olunmakta ve bu suretle herkesten sâdır olabilecek insanî hataların v e yapılarda çok kere lüzumsuz malzeme israfının önüne geçilmektedir.

Tetkik mühendisleri sisteminin mem- leketimizde tatbik edilmemesinden bü- yük zararlar doğmaktadır.

Netice olarak şunu söyliyebiliriz:

Her yapıya statik hesapları ve pro- jeleri, daha başlangıçtan itibaren birer, birer kontrol edecek ve projeler bittik- ten sonra da bunların ayniyle tatbik edil- mesini. vapıda yapacağı teftişlerle te- min edecek, bir tetkik mühendisi temin olunursa, bir çok kazaların ve malzeme israfının önüne geçilebilir. Bu iş o kadar külfetli ve tatbibiki imkânsız da değil- dir. Halen memleketimizde tetkik mü- hendisliğini ehliyetle yapabilecek mü- hendis sayısı, yapıların sayısından faz- la.dır.

İSTANBUL"

E L K A

Sun'i tahta

L E V H A L A R I

Kalınlık: 4 - 6 - 8 - 1 0 - 1 5 mm.

E Yad: 1 2 2 x 2 4 4 cm.

İNŞAATTA • MOBİLYADA f DEKORASYONDA ,H AMBALAJDA

İTİMAD ve EMNİYETLE

Kullanabileceğiniz yegâne tahtadır.

İDARE ve SATIŞ MERKEZİ;

Garanti han Bahçekapı, İstanbul

Fabrika: Pendik, Kemerköprü. Tel. 22 48 90

(29)

S E R G İ B İ N A L A R I

Prof. HANS VOLKART

Stutgart T.H. Si. Mimari Şûbesi, Bina Bilgisi Profesörü

İKİNCİ K O N F E R A N S ' Nisan 1959

ZAMANLARININ YAPI STİLİNİ AKSETTİREN

Alman sanat eleştiricisi Friedrich N a u m a n n, 1900 senesinde, Beynelmi- lel Paris Fuarından yazdığı mektuplarda hissiyatını şöyle anlatır:

«Üstümde, emsalsiz bir eser olan, Eiffel Kulesi yükseliyor. 1889 senesinde bir serginin sembolü olarak yapılmış ol- ması neyi değiştirir? Benim için o, ye- nidir. Teknik sahada çalışmış olsaydım, yaratıcısı olmak isterdim. Moderndir.

Hiçbir kiriş fazla değil, hepsi demir: ye- ni devir böyle başlıyor!»

Ayni senelerde başka bir mektubun- dan:

Böyle bir yapı eseri, yapı sanatının gelişmesinde ne faydalar sağlar?

Gelecek zamanlarda, kitle nispetle- rinde görüşü genişletebilir.

«Böylece, yalnız yeni bir stilin form- larının değil, ayni zamanda, yeni inşa tarzlarının eşiğinde bulunuyoruz.»

Sanat eleştiricisi Naumann, ileri görüşü sayesinde, 1889 ve 1900 Beynel- milel Paris Sergileri'nin «Şekillendir- me» de inkilâp yaratacak temayüller gösterdiğini, zamanında, başkalarından önce sezmiştir:

«Sergi binaları, yalnız içerlerine yerleş- tirilen sergi eşyasını teşhire yarayan bi- nalar olarak kabul edilmemelidir. Bun- lar, zamanlarındaki diğer binalara naza- ran, devirlerinin «inşa etme arazusu» nu pervasızca, cesurca ve tertemiz tecrübe- ye yarayan kitlelerdir.»

Sergiler, 1795 de ilk defa St. Cloud Sarayında yapılan sergiden, 19. asır baş- larına kadar, daima mevcut binalarda ve ekseriyetle Saraylarda yapılırdı.

Ancak, asrın ortalarına doğru ar- tan «hacim ihtiyacı» bu sınırlamayı boz- du ve bu iş için tamamen yeni, kendine has binalar istedi.

1851 de, Londra'da ilk Beynelmilel Sergi için 1700 müracaat yapıldı. İste- nen sergi sahası 75.000 m- idi. Bu ihti- yaca cevap verecek bina için açılan mü- sabakada, 159 metre uzunluğunda bir

«Cam Sarayı» projesiyle Devonshire Dü- kü'nün Başbahçıvanı Joseph PAXTON birinci oldu. Bu ilk sergi binası aslında, büyük bir «ser binası» idi. Hydepark içine kurulmuştu ve parkta mevcut bü- yük ağaçları da içine alıyordu. Binanın yaratıcısına, bu başarısından dolayı, Kraliçe tarafından asalet ünvanı verildi.

Fakat bundan sonra, cam ve demir- den yapılan «tekbinalar» ihtiyaca cevap vermemeğe başladı. Bunun üzerine, ikin- ci beynelmilel fuar olan 1855 Paris Fua- rında, Büyük Sergi Sarayı'na bazı « A n- n e xe » 1er, yani ek binalar ilâve edil- di. Daha sonra, galeriler ilâvesiyle de, sergi binalarında intizam ve görüşü art- tırıcı araştırmalar yapıldı. Nihayet 1873 de Viyana'da yapılan sergide, her mev- zu için muhtelif büyüklükte tek binalar inşa edildi.

Bu suretle de, tek maksatlı sergi bi.naları, yani « P a v y o n » vücuda gel- miş oldu.

Fakat, bu işin gerçek maksadı an- laşılıp da, bu maksata hizmet eden yapı formunun bulunması uzun zamana ihti- yaç gösterdi. Mevzuu ilkin Mimarî inhi- sarına aldı ve böylelikle ekseriya cessur- ca inşa edilen büyük açıklıklı binalar (alm. Hailen), historik mimarî formlar- la kaplandı. Alman Yapı Sendikası'nm kurucusu olan Hermann M u t h e-

s i u s, 1913 de mimarîde tutulan bu yan- lış yolu göstererek şöyle yazar:

«Mimarın yalnız «maskelemek» işle- riyle meşgul olduğu zamanlarda, mühen- dis mimardan önce geliyordu. Bu devire

« S t i l i z a s y o n » devri denir. Bu devirde mimar, her şeyden önce, bir ya- pının antik, gotik, rönesans veya roman tarzında mı olacağını düşünüyordu. Mi- mar âdeta bir «giydirici» olmuş ve ken- disine yalnızca, mühendisin inşaatını süslemeyi vazife edinmişti. Demir köp- rülere şato kapılarını istasyon binaları önüne İtalyan Saray cephelerini, sergi binalarına Roman kral saraylarının du- varlarını koyuyordu».

Mimar ve mimarî teorisyen Gottfried S e m p er: «Her mimarî mevzu tarihî eserlerden fikir alarak, bir stil nev'i seç- meli; meselâ Adliye Binaları için Doç- lar Sarayı, Kiliseler için Gotik, kışlalar için bir ortaçağ şatosunu örnek olarak almalıdır» diyor.

Bu anlayışa göre, 19. asrın sonuna kadar devam eden bu devirde, hiçbir ta- rihî evveliyatı olmayan S e r g i B i n a 1 a r ı için elverişli bir örnek bul- mak imkânsızdır.

İlim ve tekniğin terakkilerine pek çok önem verildiği, ağızlarda hep «te- rakki» kelimesinin dolaştığı bir devir- de, «şekil verme» konularında ısrarla geriye bakılıyordu. Çelik inşaatın başla- dığı zamanlar bir nevi «eskiyi anma»

devriydi. Mimarî adetâ «sahte bir kris- talizasyon (pseudomorphose)» için yar- dımcı oluyordu.

Semper de bunu farketmiş olduğu- nu, «Der Stil» adındaki kitabında belirt- miştir:

«19. asır, teâmül ve isteklerinde he-

(30)

nüz kendini bulmuş değildir. Dolayısiyle, zamanımızın zevkinin tayininde açıklan- ması mümkün olamaz veya tavsiye edi- lemez.»

Bu sözler içinde, «yaşadığı zamanı historik görmek» gibi alışılmamış âkil bir edâ vardır.

Buna rağmen, yine de, tekniği bil- hassa sergi binalarında uzun müddet,

«Kral Sarayları Maskesi» ile görmek mümkün olamadı. Eiffel Kulesi'yle ayni tarihte (1889) yapılan Paris Makine Sergi binası' — bunu ileride tekrar gö- receğiz — büyük açıklıkları, yeni malze- me olan demir ve camla örtme konusun- da ilk muazzam denemedir.

Fakat ilk defa 20. asrın başında

«Genç Stil Hareketleri» ile, sergi bina- larına mahsus yollar aramak mecburiye- ti de doğdu. Bu hal, en kuvvetli ve rö- prezantatif tezahüratını 1914 Kolonya Yapı Sanayii Fuarında gösterdi.

Çok büyük holler ortadan kalktı.

Günün ihtiyaçlarına cevap verecek bina- lara, eskinin kostümlerini giydirmekten vazgeçildi. Bunun yerine sergi anlamı- s ı n ciddî ana fikrine bağlı kalındı ve sergi için sınırlandırılmış malzemelerle çalışarak, mütevazi formlar içinde, ga- yeye ulaşmak için gayret sarfedilmeye başlandı. Peter J e s s e n 1915 Alman Yapı Sandikası Yıllığında bunları söy- lüyor ve Kolonya Sergisini evvelkilerine nazaran, gösterişli sergi tılsımlarına kar- şı yapılmış bir «protesto» olarak vasıf- landırıyordu. Ayrıca, bu serginin kimse- nin keyfine göre değil, iştirâk edenleri müşterek kararlarına ve D i s i p l i n lerine göre vücut bulduğunu anlatıyordu.

Yapı tarzlarında reform yapmak için mücadele eden Avantgarde mimarlardan Theodor Fischer. Peter Behrens, Pölzig, Gropiııs ve Belçikalı Van de Velde, Ko- lonya sergisine katılmışlardı.

Disiplinleri, kendilerinden evvelki Genç Stil devrinin mimarî şahsiyet kül- türünü yıkmakla başlıyordu.

Çok büyük holler ve «stil boyamala- riyle» süslenmiş şatafatlı pavyonların yerini, esas konunun temiz bir ifadesi- ni taşıyan sergi binaları alıyordu.

Sergi binaları artık, muazzam bir mağaza veya içindekilerle hiç alâkası olmayan bir gösteriş binası olmaktan kurtulmuş ve esas vazifesinin bir mem- leketin imalâtını veya belirli kategori- lere ait eşyaları için almak ve bunları iyi bir şekilde teşhir etmek olduğu an- laşılmıştır, onlara maksata uygun bir form verilmeğe çalışıldı. Ayrıca, bir ma- lın imalât safhalarının teşhiri de sergi binalarının vazifelerinden biri olarak

kabul edildi. Meselâ Matbaacılık Sergi- sinde, veya 1939 Zürih Sergisinde bir boya maddesinin bütün imalât safhaları- nın teşhiri gibi...

Böylece sergi binaları, son seneler- de öğrendiğimiz gibi, üçlü bir gaye güt- mektedir:

(1) Sergi binası, belirsiz bir takım konuları içine alarak kendini teşhir eden bir bina değil, bilâkis belirli bir gayeye hizmet edecek bir yapıdır.

Hans Ho f m a n n, Zürih'de bizzat kendisinin tertiplediği 1939 İsviçre Ser- gisinde, serginin yapılışını şöyle anlatır:

Elimizde her bina için belirli bir pro- gram vardı ve biz, güzel ve ferah pavyon- lar inşa ederek, bunları sonradan bir- takım panolarla veya arabölmelerle par- çalama yoluna gitmedik. Maksada uy- gun, tabiî ve sade mimarî tarzı, mevcut tabiat ve tanzimat denilen bahçelerle de bağdaştırılmıstı. Ziyaretçilerin hoşuna gi- derek, onlara rahat gelmesinin sebebi herhalde budur.

Şu halde sergi binaları tamamen fonksiyonel birer bina haline gelmişler- dir. Onlarda diğer devamlı binalar gibi, bazı müeyyidelere tabidirler, Yani fonk- siyonlarının şekilleri, tabiî ve mantıkî olarak uyması icabeder.

(2) Fakat, sergi binası, yalnızca içine konan eşya veya numuneleri mu- hafazaya yarayan bir ev değildir. Ken- disi de serginin bir parçasıdır. Görünü- mü il t? bir memleketi veya imalâtını teş- hir ettiği bir sanayi kolunu temsil eder.

Seyircileri cezbetmesi gerekir. Bunun için de, röprezantatif bir cazibesi olması lâzımgelir. İşte bu fonksiyonu ile diğer binalardan ayrılır. Çünkü onlar tek ol- mamalı, komşularına uymalı ve bilhassa şehre yakışmalıdırlar. Halbuki sergi bi- nası. daimî binalara nazaran, etrafiyle daha gevşek bir bağlantı halindedir.

(3) Bu iki vazifeden, yani içine ko- nan sergi eşyasını muhafaza etmek ve sonra da kendi kendini teşhir etmekten gayri sergi binasının bir vasfı daha var- dır. O da, bugünkü kabullerimize göre, geçici olarak ve çabucak inşa edilmesi- dir. Bu yüzden, hafif malzeme ile yapılır.

Şekillenmesi, kısa süreli olmasına göre inkişaf ettirilir. Fakat, inceliğin, serbestliğin ve hafifliğin bütün meziyet- lerini gösterebilir. Aldatmak amacında değildir, bilâkis kısa bir yaz süresi için inşa edildiğini açıkça gösterir ve bu vas- f ı ile de daimî binalardan ayrılır.

Bu üç esas:

(1) Maksada uygunluk, (2) Cezbedici güzellik,

(3) Hafif malzemeden yapılmış ol- mak.

Sergi binalarının son on seneler zar- fındaki inkişaf seyrini göstermektedir:

Yapı sanatı sergileri:

KOLONYA 1914

BARSELONA 1929 STOKHOLM 1930

PARİS 1937

ZÜRİH 1937

BRÜKSEL 1958

sergisinde takriben yukarıda kaydedilen gelişmeleri görmek mümkün olur.

Bu inkişaf nasıl seyretmiştir? Bunu resimlerle görelim:

Tekrar bir daha inkişaf seyrini ta- kibedersek:

19. asrın sergi sarayları, ayni de- virde röprezantatif gayeler için inşa olu- nan daimî saraylardan farksızdı. Büyük olmak arzuları yüzünden, ayni zamanda sağlam da inşa edilmeleri lâzım geliyor- du. Bu yüzden mimarileri itibariyle, dai- mî diğer binalara benziyorlardı. Nerede konstrüksiyon görünüyorsa, orayı taş sa- ray cepheleriyle örtmek adetti. O zaman- lar kısa bir devre için inşa edilen bir binanın, devamlı duracak bir binadan ayrı tarzda olacağı düşünülemiyordu. 20.

asrın başlarında ilkin Kolonya'da yapı- lan Yapı Sergisi, gözleri bambaşka bir dünyaya çevirdi. Sanki 1900 senesinde Paris'te yapılan sergiden bu yana yal- nızca 14 yıl değil de, âdeta bir yarım asır geçmiş gibiydi. Paris Fuarındaki Elektrik Sergisinin çinko süslemeleri ve- ya Devletler Pavyonunun stil boyama- ları kalmamıştı. Zaman zaman inşa edi- len sergi binalarını diğer daimî binalar- dan ayırmak için, yeni bir şekil verme arzusu uyandı. Fakat bu arzu ancak bazı binalarda sütün ve kolonları hafif rabiç konstrüksiyonunda yapmaktan ileri gide- medi. Bu suretle de bu değişik mevzuu, yalancı mimarî unsurlarla süslemenin işi halledilmediği bilâkis bu mevzuun da kendine göre bir form dili olması icab- ettiği anlaşıldı. İlkönce SENDİKANIN (Werkbund'un) maksadına uygun, alışıl- mış formları basitleştirmekle işe başlan- dı.

Fakat Kolonya Sergisinde bazı bi- nalar, meselâ Gropius'un Fabrika ve Büro binaları Grubu, Van der Velde'- nin Tiyatro Binası daha o zaman bir strüktür prensibinin mevcut olduğunu ve kendilerinin zamanlarındakilere naza- ran çok ileride olduklarını gösterirler.

Bu binalar yalnızca, eski mimarların şe-

(31)

kilcilik hamallığından ve stil mimarisin- den kurtulmak için nasıl mücadele et- tikleri değil, ayni zamanda, gelecek dev- rin stil temayüllerini de belirtirler. Mi- mari Programlarına tamamen sadık ka- larak bu programların icabettirdiklerini yaptılar. Mütevazi, maddi ayni zamanda eski devirlerin bina düşünüşlerinden ta- mamen farklı çok cessur bir kavrayış tarzları vardı. Bu bakımdan yaptıkları binalar yalnızca sergi binası olarak de- ğil, bilâkis gelecek devir için model ya- pılar oldular. Form ile fonksiyon ara- sındaki tam anlaşmayı gösteren bir bi- na da 15 sene sonra 1930 da Stokholm- de Asplund tarafından plânlanan sergi binasıdır. O binanın zahmetsiz anlaşıla- bilir bir şekilde duruvermesi, İngiltere ve Amerikadan gelen seyircileri şaşırt- mıştı. Ciddî, klasik İsveç mimarisi ile karşılaşacaklarını düşünüyorlardı, halbu- ki karşılarında her şeyi hafif, yaz hava- sında gibi ve âdeta frenk gömleği ile, serbest bir tarz buldular.

Reprezantatif anlayıştan hiç eser yoktu:

Bu suretle de mevzu esasından ele alınmış oldu.

(1) Sergi işi, hiç merasime gelemez.

(2) Sergi binası saray değildir. Ba-

* sit de olsa hiçbir alçı veya rapiç süsle- mesi olmamalıdır. İçinin, hafif, ince, âdeta şeffaf bir kabuğu olmalı, plânla- masında hareketli mimarisinde de neş'e- li bir hal bulunmalıdır.

(3) Maksadının geçici olduğu gizlen- memeli, bilâkis bu hal hareketsizliği ola- rak kabul edilmelidir.

Eski Sergi Binalarına ve daimî di- ğer binalara nazaran yeni sergi binaları- nın esas farkları iki türlüdür.

İlk fark: Mimar ve malsahibi müna- sebetlerindedir.

Daimi binalarda, mimarlar, mal sa- hipleri ile karşı karşıyadırlar^ Malsahi- binin, esas arzusu, yapının iktisadî ve işe uygunluğudur. Bunun yanında mal- sahibi zevklerini empoze etmek ister. En müsait vaziyetlerde, netice, malsahibinin iktisadî olmak arzusu ile mimarın yarat- ma arzusununun bir sentezidir.

Halbuki kısa süreli sergi binaların- da mevzu, ortaya, sübjektif olarak değil kollektif olarak konulur ve vazife en münasip görülen mimarlara, bir sergi komitesi tarafından verilir. Mimar, artık başına buyruk olan malsahibi ile müca- dele halinde değildir. Ortada elit bir

müsabaka, gayesi, yalnızca mevzuun esaslarını inceliyerek ona bu esaslara göre münasip bir şekil vermek olan ide- alist bir grup içinde cereyan eder.

Ciddi olarak ele alınmış daimî bina- ların plânlanmasmda iktisadî ve malî faktörlerin değişmesini icap ettirecek haller bulunmasına mukabil geçiciliği kabul edilen sergi binalarında, malzeme- nin kalitesi bilhassa ortaya konulur.

Plânlamalarında daha cessurca hareket edilebilir. Daimî binalar olsalardı, ha- kikatin pek ağır olan bazı şartlarını ye- rine getirmek için bu şekilde hareket edilemezdi.

Siparişin veriliş tarzındaki bu ayrı- lıştan sonra, bir ikinci fark da mimarın mevzuu ele alış tarzındadır:

Daimî binalarda, eserin (e b e d i y- y e n) durması gibi bir söz mimarı ilk andan itibaren, psikolojik bakımdan cid- di bir sitüasvon'a sokar. O da sahiden ebedî bir eser yaratmak için kendini va- zifeli hisseder; bu hal ruhuna işlemiştir didinip durur. Halbuki sergi binaların- da, binanın rantabl olması veya gelecek nesillere kalması gibi bir mesele mevcut olmadığından, planlayan el zaten ken- diliğinden hafifler. Bilhassa, bu binala- rın bir bayram havasına uygun olması, çok kısa süreli, meselâ bir kaç yaz ayı için yapılmış olmaları düşünülerek şöy- le denilebilir:

S"rji Binalarının Husıısivoti, cesaretin yenilenmesindedir.

Sergi inşaatının form dili, ilkin za- manlarının mimari tarzları tarafından tespit edilir. Bu bakımdan onlar da di- ğer yapılar gibi, devirlerinin stilini gös- teren aynalardır. Fakat sergi binası za- manında yapılanı veya yapılmış olanı de- ğil. gelecekte olanı veya yapılması düşü- nüleni aksettirir. Selâhiyetli bir mimar,

«bunlar, yeniye bir bakış olmalı, hiç görülmemiş olanı göstermeli, fakat ge- ne de zamanlarına uymalıdır.» demekte-

dir. Bu mevzuda diğerlerinde, meselâ umumî binalarda ikametgâhlarda veya hakikate uygun diğer daimî binalarda yapılamıyan şeyler araştırılır; cesaretin müsaade ettiği nisbette, devrin mimarî temayülleri daha önce ve kolaylıkla tec- rübe edilebilir.

Zamanlarının mimarî temayüllerini tatbik etmek için sergi yeri bir nevi deneme sahasıdır. Sergi atmosferi zana- at sahiplerini ve sanayicileri, yeni mal-

larını teşhir etmeye veya onların tekâ- mülünü göstermeğe heveslendirdiği gibi, mimarları da yeni şeyler inşa etmeğe teşvik eder. Yapı malzemesindan veya konstrüksiyonundaki yenilikler ekseriya ilk defa sergilerde denenir. En büyük nümune: Londra Cam Sarayı 1851. Yeni

«şekil verme» fikirleri ekseriya sergiler- den sonra harcıalem olur.

Zamanımızın mimarî tarzı, sergi bi- nalarının formları üzerine tesir etmekle beraber bilhassa en tesirli şeklini onlar- da gösterir.

Tersine olarak (hayal) diye vasıf- landırdığımız sergi binaları da hakikî mimarî üzerine bazı tesirler icra eder.

Meselâ serbest formlara doğru olan in- kişaf, sergiler için lüzumlu olan neş'eli hava bir tarafa bırakılarak, hemep bü- tün yapılarda tesirini göstermiştir. Bu tesirler altında, bizim evveleden beri kullandığımız daimilik mefhumu, yapı sanatında değişikliğe uğramıya başlamış- tır.

Meselâ: Mektep mevzuunda şöyle bir sual ortaya atılmıştır: Acaba okulları, masif yaparak, öğretimin inkişafını uzun zamanlar için evvelden tespit etmek doğ- ru mudur? Birçok memleketlerde, yeni mektepler, eski taş mektepsarayları ha- linde inşa edilmiyor. Serbest ve geçici olarak yapılıyor, bu bakımdan da bir nevi güzel sergi binaları şekline geliyor- lar.

Stokholm, Zürih - en kuvvetli bu iki nümuneyi söyliyelim - hattâ Mies van der Rohe'nin yaptığı jenyal Alman pav- yonu ile 1929 Barselona Fuarlarının mi- mari üzerine yaptıkları tesirlerin kıyme- ti. kolav kolay anlatılamaz.

Zamanımızın mimarisinde, daha temiz, daha kuvvetli ifadesini bulan bu sergi- lerin aksi tesirleri hâlâ devam etmek- tedir.

1939 Zürih millî sergisinde, Şef Mi- mar Hans Hofmann, bu reform hareket- lerini, mütevazi fakat yerinde olarak şöy- le ifade eder:

«Sergiden daha iyi, geçicilik için lüzumlu olan serbest ve tehlikesiz bir tecrübe sahası var mıdır? Daimî bina- ların mı sergi binaları üzerine, yahut ser- gi binalarının mı daimî binaların üzeri- ne tesir yaptığı şüphelidir.»

Konferansı tercüme eden:

Ün. Doç. Y. Müh. Mim. Necibe Çakıroğlu

(32)

DÜNÜN, BUGÜNÜN VE YARININ İKAMET ŞEKİLLERİ

Prof. HANS VOLKART

Stutgart T.H. Si Mimari Şûbesi, Bina Bilgisi Profesörü

Üçüncü Konferans Nisan 1959.

Günümüzün çeşitli veçheler arzeden mesken yapılarını, geçmiştekilerle mu- kayese ettiğimizde, aralarında bariz fark- lar bulunduğunu müşahede etmek güç değildir. Meselâ, asrımızın başına kadar hâkim olan « V i l l a » tipindeki meske- nin yavaş yavaş ortadan kaybolduğunu görüyoruz. İngiliz konsepsiyonuna has bir nevi «hımıs-romantiği» tarzında olan veya tipik Fransız klâssisist stilindeki fr^ntonlu, siitunlu, simetrik cepheli, kı- rık mansard çatılı; veya her ikisinin sentezinden husule gelen, Birinci Dünya Savaşı'ndan evvelki «konak» karakterli ev, ortadan tamamen kalkmıştır.

Cepheleri Sarı, kırmızı ve hattâ ci- lâlı tuğlalarla kaolanmış kule ve maz- galli, ekseriya yapışık bir seri bulunan, XIX, yüzyılın son refah devirlerine (Belle Epoque) ait tuğla villâlar artık kimse tarafından inşa edilmemektedir.

Bu gibi evleri mavi çamların sihirli göl- geleri altında veya Manolya ağaçlarının yanında, içinde kırmızı balıklar yüzen havuzlar ve seramikten cücelerle süslü bahçelerin ortasında bugün de tek tük görmek mümkündür.

Bu eski şekillerde ayrılarak, bugün- kü mesken formlarına gelmek çok güç ve karışık yollardan geçmeyi icap etti- rerek, yalnız bir mimarlık tarihi hâdise- si olmakla kalmayıp, aynı zamanda eko- nomik ve sosyal bir hâdise olarak da tezahür etmiştir. Çünkü, burada bahis konusu olan şey yalnız mimarî form ta- hayyülleri değil, aynı zamanda bir ev yaptıracak kadar bir servete sahip olan- ların hangi halk sınıfına mensup bulun- dukları. diğer taraftan mimarın mesleği- ne ait bütün bilgilere sahip olup olma- dığı. bir yacı sanatçısı mı, yoksa sadece bir yanı ustası mı, yani bir mimar veya bir «İnşaat kurdu» (kalfa) olmasının da mühim bir rolü vardır. Bu kötü mimarî

zihniyeti bilhassa sun'î asilzadeler dev- rinde, dökme demir bahçe parmaklık- larının arasında saklı, bir takım hazır ve basmakalıp plânlara göre inşa edil- miş Villâlarda görüyoruz, zira, XIX, asır- da ve daha sonraları, yüksek tahsil gör- müş bir cok taşralı fabrikatörler dahi evlerini bu gibi kısır duygulu inşaatçı- lar tarafından hazırlanan, basit plânlar- la insa ettirmek gafletine kapılmışlar- dır. Meseleyi yalnız Mimarlık Tarihi form zaviyesinden ele almayıp, baştaki gibi en basit çıkış noktasından bugünün evlerinin eski evlerden, ve hattâ «O gü- zel» devrin evlerinden de farklı olmaları düşüncesiyle ele aldığımızda:

Yaşama anlayışında husule gelen değişiklikler, mesken mefhum ve mâna- sını değiştirdiğinden evin mimarî form- larında büyük farklar vücude geldiğini görüyoruz.

Radikal yeni fikirler veya an'aneye sadık kalarak yapılan «yeni ikametgâh- lardan» bahsederken bugün bu gibi bi- nalarda aranan en karakteristik iç alem faktörlerini kastediyoruz.

«Eski ikametgâh» diye bahsederken, Almanya'da XVIII. Yüzyıldan» yani he- men hemen XIX. Yüzyılın ortasına ka- dar gelişen burjua sınıfına ait binaları işaret etmek istiyoruz, yeni mânada ev kelimesini bugün her yerde yapılmakta olan, bir tek aileye mahsus olanlar için kullanıyoruz.

Şimdi sorumuz şudur:

Evlerimizde, bugün, niçin ve ne ba- kımdan dedelerimizden farklı yaşamak- tayız?

«Biz» tabiriyle kimleri kastettiğini bir tarafa bırakarak, bugün eskiye naza- ran daha çok kimselerin inşaat yaptır- dıklarını ve bu ev yaptıranların da ce- miyetin daha başka sosyal sınıflarına ait kişiler olduğunu görüyoruz. Bugün

ev inşaatı bir nevi «seri imalât» haline gelmiştir.

Niçin bugün başka türlü yaşıyoruz sorusunu tekrar edelim.

(1) Eskiden ev surların önünde ve geniş bir bahçe içerisinde bulunuyordu.

Evden çıkınca bahçeye ve ağaçların göl- gesine sığınmış, çiçeklerle süslü pergo- laya geçiliyordu. Buraya gelebilmek için bir yol katetmek külfetine ve zaman sar- fına seve seve katlanıyor, hattâ bir müd- det burada dinlenmeğe vakit de bulabi- liyorduk. Ev, dört cephesiyle de bah- çeye bakıp tabiatın içinde kat'î ve sarih • şeklini daima muhafaza ediyordu. Ev ve bahçe başka âlemlerdi, evin kendisi bah- çeye açılamıyor, yalnız dışarıya bakıyor ve ancak çok küçük pencereleriyle ev sakinlerinin bahçeyi görmesine imkân veriyordu.

(2) Evin içi, gelişi güzel bir şe- kilde odalara bölünüyordu. Plânda hep aynı büyüklükte tesbit edilen odaların içine, bugün yapıldığı gibi «Ebeveyn ya- tak odası», «Bayan odası» veya «Giyin- me odası» diye isimler yazılmıyor, ancak

«Oda, Oda» kelimlerini yazmakla iktifa olunuyordu. Umumiyetle düzgün şekiller arzeden odalar muayyen bir vazife göre- ceklerine göre düşünülmüyor, sırf aile- nin, çocuklarının, misafirlerin ve niha- yet vereselerin ihtiyaçlarına hizmet eden bir takım hacimler gibi mütalâa edili- yordu. Bazen, pencere şekli hiç değiş- meden bu odaların birinde ev sahibi kendi mesleğini dahi icra edebiliyordu.

Bugünkü evlerin endividüel gayelere hizmet eden odalarına mahsus özel pen- cere konstrüksyonları o zaman mevcut değildi, zira pencere bir pencereden baş- ka bir şey değildi.

(3) Evin tertibi sırasında, güneş durumu pek düşünülmezdi. Bazı adalar tesadüfen güneşli, bazıları da evin gü-

(33)

neşsiz tarafına yerleştirildi. Güneş kâh şurasını kâh burasını aydınlatarak evin etrafında dolaşırdı. Düzgün şeklini mu- hafaza eden evin, güneşin seyrine uy- ması düşünülmezdi. Çünkü, güneşten faydalanmak isteyenler için her zaman bahçeden istifade etmek mümkündü.

(4) Evin sokak kapısından holüne, diğer iç kısımlarına ve odalarına kadar uzanan yol herkes için serbestti. Bu yol hiçbir zaman düşünülerek tanzim edil- mezdi. Zira eve girerken şu veya bu yolu tercih etmek üzere düşünmek için bol vakit vardı. Esas oturma odasına gi- rildikten sonra, bir koridordan herhangi

"bir başka odaya geçiriliyordu. Holden geçerek, yemeklerin yemek odasına ta- şınması bir külfet sayılmazdı, zira bu- nun için de bol vakit vardı. Cemiyet hayatı çeşitli eğlencelerle dolu olan bir devirde zamandan kazanmak ve saat mefhumları gibi sıkıcı şeyler olmadığın- dan, ev bugünkü gibi bir «zaman tasar- ruf makinesi» değildi.

(5) Evin, yalnızca kullanışlı olma- sı fikirlerin üstünde bir çok gayelerin daha bulunduğu, iç düzen ve vazifele- rinden daha mühim addedilen kendini etrafa gösterme hali ve her cephesinin daima beğenilen bir yüze sahip olması icap eden bir kitle olduğu kabul edili- yordu. Denenmiş kanunlar, gelenek ve göreneklerin tesirleriyle husule gelen

"bir anlayışla evin sırf dış mimarî karak- terine ehemmiyet veriliyordu. Yalnız düzsün ve güzel fasadlı evler beğenili- yordu. Merdiven sahanlığına isabet eden bir pencere aksının yerini ve şeklini de- ğiştirmek hiçbir mimarın haddi değildi.

(6) Sür'at ve her türlü telâştan uzak yaşayabilmek için böyle basit ve sade bir plân üzerine kurulan ev. aile kon- forunu garantilemek için kâfiydi. Bu ev- lerde yer bakımından da sıkıntı yoktu, zira herhangi bir hacimden faydalanabil- mek için vakit de bulunabiliyordu. Plân ev işlerini güçleştirdiği anda, hemen ha- zır ve nazır bekleyen uşaklar ve hizmet- liler yardıma koşup mahzurları oradan kaldırıyorlardı.

Mum ışığı altında geceye intikal eden günlerden sonra, o devrin evlerin- de uzun bir gece hayatı da vardı. Maki- na devrinin zebun nimetleri daha uzak- lardaydı. Mesken plânı hazırlarken, bun- ları nazarı itibare almak veya bunlardan favdalanmak henüz mimarın vazifeleri meyanında değildi. İnşaatın işçiliği, plân kompozisyonu ve riihavet hacimlerin kullanılış tarzları en basit bir şekilde hallediliyor ve aralarında tam bir âhenk

"vücuda geliyordu.

Bugün bizim evlerimiz nasıldır ve biz içlerinde nasıl yaşıyoruz?

(1) Bugün evlerimiz şehir dışındaki büyük bahçelerin içerisinde bulunuyor- lar. Bahçe sahası küçüldüğü için, bunu daha dikkatli kullanmamız lâzım geliyor.

Erkek ve hattâ kadın, meslekî çalışma- larını artık evde icra etmiyorlar. Her ikiside sabah erkenden evden çıkıp, an- cak işini iyi ayarlıyabilenler, akşama doğru evlerine dönebiliyorlar. Demek oluyor ki, evi arsaya yerleştirirken ev sahiplerinin işten döndükten sonra bah- çeden azamî istifade etmeîerini göz önün- de bulundurmak lâzım geliyor. Bu su- retle saat ve zaman mefhumlarının da evin bahçeye oturtulmasında rol oyna- dıkları görülüyor. Evin bahçe içindeki dispozisyonunda, artık k u z e y - g ü n e y is- tikametinin ehemmiyeti bir faktör ola- rak ortaya çıktığını görüyoruz.

Bahçe, ev bütününün mühim bir parçası oluyor ve azamî surette evin ya- kınına kadar getirilmesine gayret edili- yor. Teinde günde ancak birkaç saat geçi- rilebilen oturma odasından bahçe hisse- dilip görülmek isteniyor. Bahçenin eve en yakın bir noktasında açılan Büyük pencere ve kapılarla ev bahçeye bağla- nıyor. Böylelikle evin oturma hacimleri bahçeye intikal ediyor, ev ve bahçe bir bütün haline geliyor.

(2) Eski güzel devirlerin, sâkin ve dört tarafı kapalı odalarının yerini özel m a k s a t l a r a hizmet eden, bahçeye ve man- zaraya açılan oda ve hacimler alıyor.

Bundan dolayı plândaki odalarda, sekil ve âdet bakımından bazı değişiklik- ler oluyor. Hiç bir oda artık eskisi gibi

«her işe yarayan» bir hacim olarak mü- talâa edilmiyor, ve artık evvelki masum ve ifadesiz dikdörtgen oda şekli terke- diliyor. Bundan böyle, her hacim ayrı bir rol oynamakta, büyüklüğü ve şekli, bütünlük içinde aldığı vazifeye binaen tayin ediliyor, yani her oda bir özel ga- ye ve «Fonksivon'a» hizmet edeceği key- fiyetine göre tanzim ediliyor.

(3) Plân tertibinde güneşten fay- dalanma prensiplerinin mühim tesirleri oluyor. Evin güneşli ve sıcak tarafına alı- nan odalarla, güneşsiz tarafındakiler ay- rı maksatlara göre kıymetlendiriliyor.

Şimdi evin bir bütün olarak strüktürünü

«sitüasyon» ve «oryantasyon» tayin edi- yor. Sabah ve erken saatlerde, güneşten faydalanmak için yatak odaları Doğuya;

Güneye yemek ve oturma hacimleri ter- cih ediliyor, üzeri örtülü bir LOGGİA'dan grubu seyretmek imkânı temin ediliyor.

Bugünün güzel tertiplenmiş bir evinde, odaların yerleri, bunlara verilen ölçü

ve şekillerden güneşin adetâ seyrini ta- kip etmek mümkündür.

(4) Evin yaşama hacimlerinin ka- demelendirilmesiyle birlikte servis kıs- mına ait yerlerin adedi artmaktadır. Es- kiden sadece büvük bir mutfak bulunan bir yerde şimdi, yemek pişirme yeri ofis, kiler, temizlik malzemesi deposu gibi mahalleri ihtiva eden bir grup gö- rüyoruz. Eski mutfak, halihazırda, evin bütün sosyal hizmetlerini gören bir kom- pozisyon haline getirilmiştir.

Kadim devir evinin basit ve mono- ton plân ornament'i, canlı ve yaşayan bir organizm haline sokulmuştur.

Binbir çeşit tesirler altında, insan- lar için değişen günlük hayat şartları bugünün evinde hissediliyor. Meslekler- de hasıl olan ihtisaslaşma cereyanları, her gün daha komplike ve güç bir hale gelen geçim şartlarının, bugünkü evin plân-tablosuna tamamen aksettiğini gö- rüyoruz. Plândaki özelliklerini dış mi- marî karakterinden okuyabildiğimiz bu- günün evinde yaşamaktan bahsederken, içinde bulunan muhtelif hacimlerde ara- dığımız ve bulunduğumuz vasıfları kas- tediyoruz.

Plânlar artık ekonomik düşüncelerin liderliği altında ve bina maliyet hesap- ları nazarı itibara alınarak tertiplenmek- tedir. Dış mimarî motifler için harcanan paralara rağmen çok basit bir plâna gö- re inşa edilen eski zaman evi çok ucuzdu.

Plân tertibinde tasarruf kaidelerine riayet edilmediği takdirde bugünün e;/i hacimlerin kademelendirilmesi ve deği- şik formlar arzetmesi, banyo, WC. çama- şır yıkama, ütü odası, bulaşık yerleri gibi sıhhî tesisat masrafları, merkezi teshin ve havalandırmıya mahsus teknik teçhizat

sayesinde çok pahalıya malolacağı şüp- hesizdir. Oldukça komplike bir faktör olarak ortaya çıkan bina iç hacimlerinin kademelendirilmesi prensibinin plân tertibindeki tasarruf kaidelerine azamî riayet prensibi ile çalışmakta olduğunu görüyoruz.

Bugünün insanı evinde nasıl yaşıyor?

Yalnız sükûnet telkin eden eski za- man evinin düzgün oda formlarının te- siriyle değil de, aynı zamanda yaratılış itibariyle sakin olan Almanya'daki BIE- DERMEIER (1845-48) devrinin insanları o tip evlerde rahat yaşayabiliyorlardı. Bu insanların kollarında saat olmayıp, so- kağın hırs ve temposunu evlerine sok- mazlardı. Eve girer girmez bahçenin gü- zelliklerinden, manzarasından ve diğer nimetlerinden faydalanmak istemezler- di. Halbuki, bugün bütün bu arzulara acele cevap verebilmek için, oturma

Referanslar

Benzer Belgeler

Artık, İstanbul limanının nerecıe kurulacağını değil de, bugünkü lima- nın yine bugünkü veya yarınki ihtiyaç- lar için ıslâhı çarelerine tevessül etme- liyiz..

Yalnız çerden çöpten 2000 baraıkamsı evciklere 4.000.000 lira sarfedilmiştir, Suyuna, lâğımına, elektri- ğine, yoluna daha kaç milyon gideceği belli olmayan bu

Yoksa teşebbüs sahibi kim olursa olsun, yaptığı inşaat, büyük ihtiyacı olan geniş halk sınıfına mesken sağlayan cinsten olduk- tan sonra, ona kredi açılmasında

TS EN 206-1 28 Günlük Basınç Dayanımları kgf/cm 2 (N/mm 2 ) Silindir =15 cm h=30cm 15x15x15cm Küp Beton Sınıfı En düşük karakteristik basınç dayanımı Fck

Eğer beton tamamen doymuş ise (boş hava gözenekleri yok); hidrolik basınç, kılcal boşluklardaki buz oluşumu yüzünden gelişir. Bu, donma ve genişleme hasarlarına

Şehir kenarlarına kümelenmiş el emeği rezervelerini kullanmak üzere bir yandan ye- ni endüstri sahaları açmak, iştira kabiliyeti temin eden yeni imkânlar bulmak, bölgeler

lunmasını önemle zikre değer buluyoruz. Restore edilmiş olan şehrin tarihî mahalle- leri, yeni maksatlar için, meselâ müze ola- rak veya profesörlere, akademisyenlere bü-

Yeni binanın mimarları Lester Tichy ve Harvard Üniversitesinde bir kaç sene profesörlük yapmış olan Çinli (Leoh Ming Pei) dir. Önümüzdeki yılda dünyayı dolaşa- rak