• Sonuç bulunamadı

70 yaşını idrak eden mimarlar: II BOĞAZİÇİNDE BİR MİMAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "70 yaşını idrak eden mimarlar: II BOĞAZİÇİNDE BİR MİMAR"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

70 yaşını idrak eden mimarlar: II

BOĞAZİÇİNDE

BİR MİMAR

Yazan :

Prof. Behçet ÜNSAL

Mimar Refik Gökhan

Mimar Refik Gökhan (1896) şimdi Boğazda oturuyor. Boyacıköy ile Emirgân arasında arabamız sahil yolunda bir nok-tada durdu; etraf çayhanelerle dolu ve de apartmanlarla. Oysa bir zaman önce bura-da sıra sıra yalılar vardı; o bir zaman çok eski değil, bundan tam 45 yıl önce. O zaman Boyacıköy başında Bolu mebu-su Habib Bey yalısı vardı, deniz kenarın-da geniş bir bahçe içinde idi. O yerde şimdi 3 apartman yerleşti sahilde, bunla-ra yalı apartman diyorlar; diyorlar ama bu bir özenti, belki de ticarî bir sözcük. Bu eski yalının yüksek bahçe duvarları var-dı; dibinde de bir çeşme, Kanlıkavak su-yu akardı. Buradan rıhtım-yol başlardı ya-lılar boyunca. Rıhtım-yol kaldırımlı idi; bir geçit, bir gezi yeri idi. Üstünden yayalar geçerdi, göz göz kemerli alt geçidinden de yalı kayıkhanelerinin kayıkları girer çı-kardı.

Önce Mustafa Reşit Paşa yalısı, son-ra Rıza Paşa yalısı, Saadettin Paşa yalı-sı ve başkaları yalı-sıra yalı-sıra dizili idi. Kar be-- • yazı, gül pembesi yalılar rıhtım üstünde

dururlar, deniz üzerinde salınırlardı. Bun-ların deniz kenarından başlayıp tepeye ka-dar çıkan set set bahçeleri vardı. İşte BAB-I SERASKERİ (Harbiye) masraf nazı-rı Saadettin Paşa yalısının arazisini par-sel parpar-sel etmişler, önden bir parpar-seli Dr. Tevfik Remzi almış, ondan da Bizim Re-fik Bey (1945). Ve 12-14 metre yukarıda bir sette bir eski Türk evi yapmış,

yıl-lardır orada otururmuş. Oraya varmak için yüzlerce beton basamak kıvrılmak gerek. Parselin giriş yüzünü asfalt üzerinde bir restoran işgal ediyor; yanındaki bir bahçe kapısından girdik, 25-30 basamak çıktık, baktım beraber geldiğimiz Zeki Sayara «İşte asansör, dedi, açıkta kurulu bir a-sansör kulesi,». Bindik, çıktık eve.

Ben Mimar Refik Bey'i Ankara'dan (1936) tanırdım. Ankara'da Zafer Meyda-nında köşedeki apartman bloku onundu. Diğer apartman yapılarının adiliği yanın-da Refik Bey apartmanı her zaman gö-züme çarpmıştır; o yılların modern stilin-de güzel bir bina. On yıl sonra ise bir es-ki Türk evinin tarihsel stilini seçmişti.

«Refik Bey, dedim, orada modern idi-niz; burada.»

«Evet, dedi, o apartmanı modern yap-tım, Egli stilinde (?); Ankara'da bu mi-marî akıma kapılmıştık ama ben hoşlan-madım sonunda; bakınız Japonlara, mo-dern mimarîye kendi havalarını veriyor-«Ama, dedim, nedeni?». O sözüne devamla «bizim Sırrı Bey de modern ol-du.» dedi, ve, tebessüm; eyledi. Oysa, bize göre, Sırrı Bey Meşrutiyet Mimarlığını kapatıyor, yeni bir devrin başlangıcını a-çıyordu. Sırrı Bey, bu asrın başka bir asır olduğunu sezmiş, asrın mimarisini benim-semişti. Şefik Bey sevmiyordu bunu. O-nun baktığı açı başka idi. Orada da yatan bir gerçek vardı. Ama bir tartışmaya

gir-memek için şöyle dedim: «Refik Bey, me-sele halis mimarî yapmakta, yalın kat mi-marî ne stilde olursa olsun boştur. Önem-li olan mimarînin kendisi, o her zaman var; stil ile de ilgili değil. Boğaz'dan bir misâl size: Egli'nin Bebek sahilinde mü-hendis Ragıp Bey için yaptığı villâyı na-sıl buluyorsunuz.»

«Bakın o güzel, dedi, onu beğeniyo-rum; ince bir yapı.»

Hanımı da iç mimarisini överek be-ğenisini açıkladı. Ben gülümsedim.

«Tamam işte, dedim; güzel her zaman güzeldir. Yeter ki güze! ola.»

Konuştuğumuz salon, daha doğrusu Türk sofası şerit pencereleri ile deniz üs-tünde gibi. Pencere önü fırdolayı divanda oturduğunuz yerden hemen deniz görülü-yor; sanki bir yalıdasınız, leb-l deryada. Oysa tepe üstündesiniz. Boğaziçi yapı ge-leneğinin bu görüntüsünü Refik Bey iyi yakalamış ve uygulamış. Bu şerit vitrinle-rin üstünde tek tek tepe pencereleri var, renk renk, ışıl ışıl motiflerle süslemeli tepe pencereleri. Ve benzemeleri ile mi-marımızın usta bir desenci olduğunu1

gös-teriyor. Kompozisyonu ve her şeyi ile ken-di eseri, yalnız ortadakinin modeli Yeni Cami'den alınma. Üstümüzdeki tavan klâ-sik mimarimizin eseri olmalı, zira bugün yapılacak iş değil o. Bunu yapacak zama-nımızda ne usta, ne malzeme ne de ser-maye var.

(2)

Sa-manpazarı'nda dolaşıyordum; eski Anka-ra yapııarınuan ı\ıazun Çerkeş evi'ni arı-yoruuırı; öğrendim Ki, araaıgım ev bir ev aegıı Dır Konaıanış, Cebeci ae imiş. Bu ta-vanları oraaa goraum, hayran kaldım. Ev saınuı ise DU tavanlar ÇOK yüKsek, oda-ları ısıtamıyorum, oıye şiKayetçi oldu; ben mimarım, inşa masrafı bana ait bir alçak tavan yaparım size, üste de para verir karşılığında bu tavanı alırım; dedim. İşte bu gurdugünüz o tavan... Hamam Onü'n-aeKi evıeroen buna benzer bazı tavanlar-da Ankara tavanlar-da müzede. Bu yerdeki iri mu-raobaalar (karo] saray parkeleridir; Cemi-le Sultan ın Erenköy'de Sahrayı Cedit ve Kazasker arasındaki sarayının yıkıcıların-dan aldık.» Bu ev için biraz büyüktü bu parkeler doğrusu; benzerlerini Yıldız ve üolmabahçe Saraylarında görmüşlüğüm var. Sanat eserlerini yerinden söküp yeni yapılarda kullanmak Rönesans Avrupası-nın, olduğu gibi kaldırmak XIX. yüzyıl mü-zecilerinin ve sanat aşıklarının işi. Fakat Refik Bey için öyle değil, bunları kurtar-mış ve değerlendirmiş sayılır. Ancak, bu-günün değil dünün yaşantısında yeri olan süsleme ve eşyalar eski sanatlardan bi-rer hatıra nesnesi olarak toplanmış duru-yorlar, bu evin içinde. Öyle ya: rafta nar-gileler var, ev sahibi pipo içiyor; ortada güzel bir mangal, evi kalorifer ısıtıyor; yerde duran iki büyük şamdan (Yeşil Tür-be'dekinin benzeri, evi elektrik aydın-latıyor; bir asma saat var (Ameli Süley-man 1138 H.) duvarda, vakit için herkes kol saatine bakıyor... ve saire.

Eve daldık biz, halbuki Gökhan'dan el-li yıl önceki mimarlık eğitim ve çalışmala-rından anılar dinlemeye gelmiştik.

«Refik Bey, dedim, bize mimarlık tah-siline başlayışınızı, o yıllardaki öğretim tarzını anlatır mısınız lütfen.»

«Mercan'dan 1914 de High School İngiliz Okuluna geçtim, Birinci Dünya Sa-vaşı içinde orası kapandı. Ben iyi resim yapardım. Bu nedenle Sanayii Nefise'ye (D.G.S.A.) girdim, mimar olmak için. Bü-tün namzet talebeler birlikte bir yıl ihzari sınıfta resim yapar, sonra şubelere ayrı-lırdık. Ben ayrıca Hoca Nuri Bey'in tezhip dersine de devam ediyordum. O sırada askere alındım. Harbiye Nezareti inşaat şubesine aldı beni Mimar Vedat Bey (1916). Ben de fotoğrafçılık da var ya. Binbaşı Murat Bey şube IV müdürü idi. Çocuğunun bir resmini çekmiştim, tezhip-li bir levha içinde sundum kendisine. Ve de beni öğleye kadar mektebime bırak-masını rica ettim, izin verdi. Biz böyle gi-dip gelirken savaş bitmiş oldu, biz de ikinci sınıfa devama başladık, ikinci sı-nıfta Grekoromen detaylar çizdirilirdi; ü-çüncüde kompozisyonuna geçerdik. Dör-dünçüde Rönesans stilinde proje yapar-dık. Bunları bize Mongeri yaptırtırdı. Son

sınıfta Kemalettin Bey Türk-Selçuk tarzın-da proje yaptırtdı (1920-21). O zaman mektep Cağaloğlunda idi; müdürümüz res-sam Nazmi Ziya Beydi. Biz son sınıfta iken karikatürist Cem müdür oldu. O yıl bir Bizans mimarisi çıkardılar, bir proje de Bizans stilinde yapmak zorunda kaldık. Böylece altı yılda bitirdik mektebi (1922), bir ben bir de Hüsnü-Tümer. Fakat, Cem diplomamızı imzalamıyordu; onun kanaati mimarlar inşaattan zayıf çıkıyorlardı mek-tepten, halbuki inşaat hocası Mahmut Şükrü Beyden de geçmiştik. Ancak 1924 de diplomamızı alabildik. Bütün bunlardan dolayı ona karşı boykot yaptı talebe o za-man. Ben de ele başı olarak katıldım on-lara. Cem istifa etmek zorunda (1925) kaldı.

«Peki, dedim, mimarlık hayatına nasıl geçtiniz; açıklamanızı rica ederim.»

«Efendim, Hüsnü Mimar Kemalettin ile Kudüs'e gitti, Mescid-i Aksaa resto-rasyonunda çalışmak üzere. Ben İstanbul'-da kaldım. Zamanın İstanbul valisi Hay-dar Bey bir konser salonu yaptırmayı ta-sarlamış, projelerini Frengiya adında bi-rine verdiğini duydum; doğru Haydar Beye çıktım. Ben de bir proje yaparım; beğe-nirseniz ne alâ, beğenmezseniz kalsın de-dim. Sulu boyayla bir avan proje hazırla-dım; beğendiler. Sonra, toyluk işte, bütün detayları da hazırladım. Ama o sırada Haydar Bey Ankara'ya tayin edildi. Evvel-ce bir encümen kararı da alınmamış; o işten biz hava aldığımız gibi İstanbul'un konservatuarı da havada kaldı. Ben sonra D.D.Y. Haydarpaşa inşaat şubesine gir-dim. Orada bir gün yanıma bir polis me-muru geldi; Şahin Paşa Otelinde (şimdi orası işhanı, Sirkeci'de Maliye binasının karşısında idi) Ankara Valisi sizi istiyor; Kalk gidelim,, dedi. Beraber gittik. Haydar Bey, — ben seni Belediye Mimarlığına ta-yin ediyorum, maaş 260 lira, hemen An-kara'ya gel, — demez mi. Yıl 1925 ve ben Ankara'dayım. O tarihte İş Bankası yüz ev yaptıracakmış Yenişehir'de; Belediyece ihale edilmiş, fakat ortada ne projesi var, ne de şartnamesi. Ben 5-10 ev tipi pro-jesi hazırladım. Belediyede çalışırken, mi-marların adetidir ya, ben de şarkı gazel ile projeleri yapıyorum; gürültüyü duyan vali kapımı açar ve hemen kapatır, aman bırakalım çalışsın.mimar dermiş. Çok an-layışlı bir idareci idi rahmetli. Benden bir yıl sonra da mimar olarak Bedri Tümay-geldi Belediyeye.»

«Refik Bey, dedim, biraz da Ankara'-nın o yıl oradaki yapılarından bahsetse-niz.»

«Benden evvel Halim belediye mi-marı imiş hani şu Ulus'ta iş Bankası arkasındaki Maliye Vekâleti binasının mi-marı, Samanpazarı yolundaki ilk Adliye bi-nası da onundu sanırım. Onun ilerisinde

— Refik Gökhan'ın Sanayi-i Nefise'de öğrenci iken yaptığı tarama çalışmalar. Rönesans bir Pano, bir Bizans başlığı ve bir kilise cephesi

set üstündeki mekteplerin mimarı da Mukbil Kemal, sonra Amerika da çalışdı. Ankara'nın en eski yapısı olan ilk Meclis Binası da Mimar Muzaffer'in eseri... O yıllarda hocamız Mongeri Ankara'da Os-manlı, Ziraat ve İş Bankalarını inşa etti-riyor, ben de sürveyansını yaptım bu

(3)

bi-naİarın, ustalar da Bulgarlar ve Macarlar. Ziraat Bankası o zaman iki milyon liraya çıktı. Arazi kaydığı için arka tarafına ek bina yaptı betonarmeci Palabıyık Galip Bey. İlk duvar resim yarışması da bu bina için yapıldı: Konu harman. Ressam Namık İsmail'in eseri seçildi, merdiven başında-. ki tablo o iştebaşında-. Çallı İbrahim tablosu ise

banka holüne asıldı. Daha sonraları ben müteahhitliğe başladım.»

Konuşma bitince evini gezmeye baş-ladık. Ev Eski Türk plânı yerine modern plânda idi. Yatak odasındaki yerli dolap yerinde gardrop ve de yemek odasında masa, iskemle ve koltuklar Avrupaî stil-de idi; duvarlara asılı kendi yaptığı su luboya ve yağlıboya resimleri de. Ama, yine kendi yaptığı, hilye'lerdeki tezhipler tam Türktü işte. Karı-koca, meşrutiyet paşalarının bu çocukları, modernden ge-çip o devrin özlemi içinde bir dekor ya-ratmışlardı kendilerine. Günümüzün Türk evi bu eklektik biçimde mi olacaktı? dü-şüncesine dalmıştım; Refik Bey sezmiş gibi «Behçet Bey, dedi, yeni mimariyi na-sıl buluyorsunuz.»

«Yeni mimarî, o bizi çok aştı; dedim. Uzun ve tartışmalı bir konu; müsaadenizi rica edecektim.»

«Böyle bir eve sahip olmak istemez misiniz, dedi.»

«Dedim, arsası, malzemesi, inşası siz-den olursa düşünürüz.» gülüştük ve ayrıl-dık. Onları hobileri ile başbaşa bırakarak.

Bahçenin merdivenlerini iniyoruz, çi-çekler arasından, karşımızda deniz gece mavisi, Anadolu kıyılarının ışıkları göz kır-pıyor. Evin bahçesini bölmüş mimar ve satmış; oraya yol üstüne bir balık lokan-tası yapmışlar, baraka bir yapı. Boğaz ya-lılarının yerini bunlar aldı şimdi; hoşumu-za gitmiyor ama günün gerçeği bu. Ora-dan çıkıyoruz. Boğaziçinde önce kayık, sonra vapur, şimdi otobüs. Biz de bir oto-büse atlıyoruz; trafik te sıkışık mı sıkı-şık. Ne olurdu, Boğazda üst üste korniş yolları yapılamaz mı idi Fransız Cöte d'azur misâli Biz de böyle daralmaz, sı-kışmazdık. Sonunda bir dolmuşa bindik, Boğaz Köprüsü üzerinden karşıya geçiyo-ruz şimdi. Ve sular geriye doğru akmı-yordu.

20.XI.1973 — Suadiye

Referanslar

Benzer Belgeler

(11) tarafından beş kıtadan 13 farklı ülkede yetiştirilen arasında Türkiye yerli sığır ırklarının da bulunduğu çalışmada, kullanılan ırkları süt yağı

Sanşo kaldırımın kenarı ile iki adamın dört bacağı arasında çişi gelmiş gibi mekik dokumaya başladı.. Hülya’nm babasının görüş alanı içinde bir

30 yıl önce Enerji Bakanımız, uluslararası dev petrol şirketlerine çağrı yapar: "Gelin ülkemizde petrol arayın." Onlar ın yanıtı açık: "Topraklarınızın 5

Şimdi TİCİNO (Tessen) da oturuyor, kendi yapıtı olan Molto Generoso Hoter- in yanıbaşında; Seyfi bir iki otel ile Lozan ve Cenevre süper marketlerini yapmış. Bu kez

M ithat (aydın mebusu) yapıya geldi (planları ben yaptım size yardım edeyim) diyerek. Kimin kime yardımı biz bu zatı- muhterem’in planını adam etmeye

Çiçek Pasajının renkli simalarından biri olan ve 1 9 4 3 yılında komi olarak çalışmaya başladığı pasajda şimdi bir restorant sahibi olan Entellektüel

Veri satış simsarı olarak adlandırabileceğimiz bazı firma- lar sizin açık rızanızla verilerinizi buna ihtiyacı olan fir- malara satıp bunun karşılığında doğrudan size

Bu yazıda; anamnez, fizik muayene, görüntüleme yöntemleri ve ince iğne aspiras- yon biyopsisi ile detaylı değerlendirilen ve trans-servikal yaklaşımla çıkarılan minör