'Bir ülkenin en üst düzey yöneticileri ve bürokratları iki mahkeme tarafından verilmiş kararları yok sayıyorsa, sıradan vatandaşların yasalara saygılı olması nasıl beklenecek? Hukukun kuralları, kişi ve grupların çıkarlarına ve arzularına göre mi şekillenecek?'
Bir ülkede hukuk devleti olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu, herhalde, mahkeme kararlarının uygulanıp uygulanmadığına bakmaktır. Anayasa’nın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirtir. 138. maddesinde ise yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduklarını, bu organlar ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceklerini ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceklerini vurgular.
Eğer mahkeme kararları, bırakın sıradan insanları, Bakanlar Kurulu, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından uygulanmıyorsa; o ülkede çok vahim bir durum var demektir.
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın, madencilik uygulamalarını ÇED kapsamı dışına çıkartan yasa ve yönetmelik maddelerini iptal etmeleriyle ilgili kararlarının, Bakanlar Kurulu’nun izni, Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile görmezden gelinmesi, bu ülkede hukuk devletinin varlığı üzerinde ciddi bir şüphe yarattı.
Yüksek mahkemelerin doğal çevrenin geri dönülemez düzeyde tahribatına yol açacağı gerekçesine dayandırdıkları kararları, hukuk devletine olan inancı sağlasa bile, daha önce de tanık olunduğu gibi bu kararların uygulanmaması için yöneticilerin başvurduğu yöntemler ne yazık ki bu inancı zedeliyor.
“Orman, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, doğal koruma alanları, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri ile turizm bölgelerinde” maden arama faaliyetlerinin yol açacağı çevre
felaketini bir tarafa bırakın. Hiçbir önkoşula gerek duyulmadan izin verilecek madencilik faaliyetlerinin, örneğin altın aranmasının, dağların delik deşik edilmesinin, siyanür kullanılmasının, ağaçların kesilmesinin, akarsuların yönünün değiştirilmesinin yol açacağı doğa katliamını tartışmayalım burada. Oraya gelinceye kadar Anayasamızdaki hukuk devleti ilkesinin yerle bir edilmesi konusu üzerinde duralım. çünkü burası çok önemli.
Bu aşamada, bir grup yurttaş olarak suç duyurusunda bulunan hukukçuların, devletin üst düzey yöneticileri tarafından işlendiğini bildirdikleri suçlar şöyle sıralanıyor:
“Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın ormanlık alanlarda madencilik faaliyetini önleyen kararlarının arkasına yönetmelik çıkarmak suretiyle dolanmak; yüksek mahkeme kararlarını kasıtlı olarak etkisizleştirmek ve böylece Anayasa'nın 2. maddesindeki ‘hukuk devleti ilkesini’ ve 138. maddesindeki ‘yargı bağımsızlığı ilkesi’ni ihlal ederek TCK 309’a muhalefet (anayasal düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs ederek anayasayı ihlal etmek).’’ Bir ülkenin en üst düzey yöneticileri ve bürokratları iki mahkeme tarafından verilmiş kararları yok sayıyorsa, sıradan vatandaşların yasalara saygılı olması nasıl beklenecek? Hukukun kuralları, kişi ve grupların çıkarlarına ve arzularına göre mi şekillenecek?
Eğer öyleyse, o zaman kimse demokrasiden, hukuk devletinden, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından söz etmesin. Kimse, AB’ye girmeye çalışıyormuş gibi görünmesin; kimse uluslararası sözleşmelerin altına imza atmasın; kimse bu ülkenin Batı standartlarına yükselmesi için çalışıyormuş gibi davranmas ın. Çünkü hiç inandırıcı olmuyor.
ASUMAN ABACIOĞLU Cumhuriyet Ege 11.9.2009