• Sonuç bulunamadı

DOĞADA YAŞAM KAMPI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "DOĞADA YAŞAM KAMPI"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

23 Nisan Çoşkusu

Dil Devrimi

Milli Kalkınma Partisi UĞUR MUMCU

18. Sadri Alışık ödülleri

Sayı: İlkbahar ’13/20Sayı: Yaz ’13/21

DOĞADA YAŞAM

KAMPI

Dost Eller Mutfak Şiir ve ney üstadı Neyzen Tevfik

Murat Öztürk gökyüzünde kaldı

Reşat Nuri ve Çalıkuşu Sokağı

(2)

BEŞİKTAŞ;

KENT ORTAKLIĞIDIR, DAYANIŞMADIR!

Değerli Beşiktaş kentlileri,

Yaz aylarını, sıcakları ve yapabildikse tatilleri geride bırakarak yeni bir İs- tanbul mevsimine doğru yöneliyoruz. Bir anlamda, sonbaharı karşılamaya hazırlanıyoruz. İnsan yaşamında bu rutinlerin tekrarı oldukça fazla ve her yıl bu kaçınılmaz döngüyü yaşıyoruz.

Beşiktaş Belediyesi gibi hizmet üreten kurumlar da bu döngünün dışın- da değil. Şu farkla ki, değişen mevsimlere bağlı olarak hizmet çeşitliliği ve yoğunluğu farklılaşabiliyor. Ama şu bir gerçek ki 7 / 24 kesintisiz hizmet anlayışı bizim kentsel anayasamız. Hiçbir koşul ve durumda 7 gün 24 saat hizmet üretme sorumluluğumuzdan vazgeçmeyiz.

Aslında değişim sadece mevsimlerle, yatay zaman geçişleriyle sınırlı değil.

Bir de yaşamın kendini yenilemesi, yeni talep ve beklentilerle kabuk değiş- tirmesi söz konusu! Yaşam üzerinden okumaya çalıştığımız sosyal, ekono- mik ve kültürel değişimlerin, kentlilerimize nasıl yansıdığı ve ne tür

hizmetlere ihtiyaç duyulduğu bizim açımızdan çok önemli. Elbette bu tes- piti kişisel gözlemlerimizin yanı sıra, kurumsal organlarımızla ve yönetim disipliniyle gerçekleştirmek zorundayız.

Sosyal hizmet uzmanı ve sosyologların öncülüğünde çalışan Beşiktaş Belediyesi Kent Araştırmaları Merkezi’nin yaptığı araştırma verilerine ve ihtiyaç sahiplerinin taleplerine göre de bu hizmetleri ete - kemiğe bürün- dürüyoruz.

Nitekim son dönemde ürettiğimiz yeni hizmetler, birlikte yaşadığımız yaş- lı, engelli, yalnız, sosyal ve fiziksel olarak gündelik yardıma ihtiyaç duyan kentlilerimizle ilgili. Aslında Beşiktaş Belediyesi üzerinden inşa edilmiş bir tür “kent dayanışması” hizmetleri bunlar. Bu gözlem de bizi sıklıkla söyledi- ğimiz “kentler yaşayanların ortaklığıdır, dayanışma merkezleridir” sonucu- na götürüyor.

(3)

B+ Dergisi’nin bu sayısında, bu anlamda üretilmiş yeni hizmetlerimizin haberlerini bulacaksınız. Geçen sayı duyurusunu yaptığımız Esenlik Hiz- metleri’ne ek olarak yeni bir uygulama başlattık; Dost Eller Mutfak! Bu uygulama ile yalnız yaşayan ve aktif yaşama katılmakta zorlanan yaşlı kentlilerimize Dost Eller Mutfak aracılığı ile yemek servisi yapıyoruz. Üs- telik gerekli ön iletişimleri yaparak evlerine ulaştırıyoruz... Yaşam keyfinin ve kentsel standartların yüksek olduğu Beşiktaşımız, Dost Eller Mutfak ve Esenlik Hizmetleri ile en güvenilir ve dayanışması en yüksek kent olarak da öne çıkıyor.

Aslında geleneksel kültürümüzde önemli bir yeri olan komşuluk ve mahal- le dayanışması, plansız kentleşme süreci içinde nostaljik bir duygu haline geldi. Son yıllara sığan değişim rüzgârlarının yarattığı en büyük şikâyet ko- nusu bu tür sosyal kopukluklar. Beşiktaş bu anlamda şanslı yerleşmelerden biri. Hem yerel yönetim olarak bu dayanışma ruhunu yaşatmaya çalışıyoruz hem de kentlilerimiz mahallelerinde bu kültüre sahip çıkıyor. Arnavutköy Şenliği bu tür kentli dayanışmasının özel örneklerinden biri. Geleneksel gü- cünü mahalleli olmak kadar, “mahallede var olmak” olarak ifade edebilece- ğimiz Arnavutköylü hemşerilerimizin bu başarısını da paylaşıyoruz B+’nın bu sayısında.

Benzer bir felsefe ile yetişme çağındaki çocuklarımız için ürettiğimiz özel hizmetimiz olan Doğada Yaşam Kampı, 2. yıl dönemini de başarıyla ta- mamladı. AKUT ile işbirliği yaparak gerçekleştirdiğimiz kampımızdan bu yıl 500 öğrenci kardeşimiz yararlandı. Her biri için kendini ve yeteneklerini tanıma şansı veren, yalnız ve birlikte yaşamanın disiplini ile tanıştıran, daya- nışma ruhuna ve ortaklaşmaya kapı açan Doğada Yaşam Kampı, gençle- rimize unutulmaz birer tecrübe yaşattı. Gençlerimizin sözlü ve yazılı teşek- kürlerinden bu sonucu çıkarmak çok kolay!

Mahalle ve kentli yaşamını çağdaş ve önemli kılan kentsel yapıla- rın başında ‘‘kamusal mekânlar’’ geliyor. Demokrasinin evrim tarihi- ne bakıldığında kamusal alanların çok önemli ve vazgeçilmez bir role

sahip olduklarını da görüyoruz. Herkesin kullanımına açık bu tür alanların var edilmesi, yaygınlaştırılması ve insanla, insan eylemiyle buluşturulması da kamu kurumlarının görevleri arasında. Beşiktaş Belediyesi olarak bu tür mekânları arttırmak ve insan eylemiyle buluşturmak için son günlerde olduk- ça ciddi yatırımlar gerçekleştirdik. Önümüzdeki günlerde yeni kamusal alan- ları Beşiktaşlılarla ve kentimizle buluşturacağız. Böylece demokrasi birikimi- mize, demokratik kent yaşamı geleneğimize yeni güçler eklemiş olacağız.

Demokrasiyi “kutsallaştırılmış” iç mekânlara sığdırmaya çalışanlar ve san- dıkla sınırlayan siyasal anlayışlar, kamusal mekânlarla donatılmış kentlere belli ki çok sıcak bakmıyorlar. Ve kamusal mekânları kullanarak onları “de- mokrasi alanları” haline getiren yurttaş yığınları ile de araları pek iyi değil.

Son gelişmelerin ve kitle eylemlerinin ışığında görülüyor ki bu yeni kentsel bilinç, Türk demokrasisinin yeni aktörlerinden biri haline geliyor ve onun ya- ratacağı sonuçları görmek için çok uzun süre beklemeyeceğiz.

İnönü Stadı, sadece Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün değil, Türk futbolunun simge yapılarından biri. Bu sayımızda yenilenme çalışmaları nedeniyle yıkı- mı başlatılan İnönü Stadı’nın Beşiktaş kent belleğine armağan ettiği önemli anılarından bazılarını hatırlatmak istedik.

Yine içeriği dolu ve keyifli bir B+ Dergisi’ni sizlerle paylaşmaktan mutluyum.

Esenlik ve sağlık dileklerimle.

İsmail ÜNAL

Beşiktaş Belediye Başkanı

(4)

Kapak Fotoğrafı: Levent Özer BEŞİKTAŞ KENTLİSİNİN DERGİSİ Yaz’13 / 21

06 Cumhuriyet kazanımları Cumhuriyet’in büyük laiklik mirası.

02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

06

30 Arnavutköy Şenliği Mahallede var olmanın sembolü.

34 Sokaktaki tarih

Reşat Nuri ve Çalıkuşu sokağı.

10 Bağımsızlık İçin İlk Adım Bağımsızlık karakterimiz.

18

30

18 Portre: Murat Öztürk Gökyüzünde kaldı.

24 Kazanım: Dost Eller Mutfak Yüreklerin buluştuğu karınların doyduğu bir yer.

64 Kardeş kentler

On yıllık kardeşlik Beşiktaş - Erlangen.

10

58 Benim Beşiktaşım

Bir stattan daha fazlası:

İnönü Stadı.

40 Etkinlik

Doğada Yaşam Kampı.

40

58

64

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No:1

34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Görkem Kızılkayak, Yüksel Türkili

PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Can Aydın

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Selda Bektaş

HABER KOORDİNATÖRÜ Aybüke Sakaoğlu

EDİTÖR Görkem Kızılkayak GÖRSEL YÖNETMEN Merve Vural

MARKA YÖNETMENİ Yasemin Özyurt YAZI İŞLERİ

Murat Çelik, Gülhan Bakır, Metin Altay, Ayşe Üngör, İrfan Talyak, Cengiz Erdil KATKIDA BULUNANLAR

Etem Çalışkan, Cengiz Kahraman, Ferda Çağlayan, Özge Arasan, Ali Murat Hamarat, Yasemin Reis FOTOĞRAFLAR

Bekir Köşker, Levent Özer, Neslihan Orhan, Şenol Kaşıkçı MATBAA PRODÜKTÖRÜ Niyazi Yılmaz

YAPIM

Dörtbudak Yayınları Tanıtım Org. ve Tic. Ltd. Şti.

Mecidiyeköy Mah. Kervangeçmez Sk. No:10 K:3 D:8 Şişli/İSTANBUL

0212 356 09 43 BASKI YÖNETİMİ

HTS Baskı Yönetimi Yayıncılık Reklam A.Ş.

0212 269 88 85 BASKI

A4 Grafik Mat. Yay. Ltd. Şti.

0212 452 40 99 BASKI TARİHİ Ağustos 2013

(5)

Merhaba,

Yaz sıcak geçiyor. Türkiye’nin çevresi alev alev...

Canlı bombalar, iç savaşlar ve darbelerden yayılan kan ve barut kokusu, havayı daha da ağırlaştırıyor. Bölgemizde sinirler sürekli gergin...

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu devrimci kadroları Türkiye’nin Ortadoğu’da karanlık dehlizlerde kaybolmamasını istiyorlardı. Türkiye’nin Batılı ve çağdaş ülkeler kervanına katılarak “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle yol almasını istemişlerdi.

Cumhuriyet’in meşalesini yakan Atatürk’ün tüm dünyada takdir toplayan şiarıydı bu.

O meşale 16 Mayıs 1919’da Beşiktaş kentinde ateşlenmişti. 16 Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun başında yer alan kilit taşı. Biz bu meşaleyi söndürmemeye ve 16 Mayıs’ı, sonsuza kadar kutlamaya kararlıyız.

Cumhuriyet’in en büyük mirası hiç şüphesiz

“laiklik” ilkesi... Ancak laiklik tepeden inmedi, durup dururken de ortaya çıkmadı. Osmanlı aydınları da dinin devlet ilişkilerinde belirleyici bir durumda olmasından rahatsızdı. Osmanlı’nın son döneminde başlayan tartışmalar Cumhuriyet’e de damgasını vurdu ve görüşler yavaş yavaş şekillendi. Bu sayımızda laikliğin geçirdiği süreci ele alan bir araştırmayı ilgiyle okuyacaksınız.

Biliyor musunuz?

Ünlü neyzen ve taşlama ustası Neyzen Tevfik bir yanıyla da Beşiktaşlıydı. Döneminin ünlü işadamı Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’taki fabrikasında uzun süre kalmıştı. Soranlara “Benim fabrikam var.

Orada yatıp kalkıyorum” diyordu. Neyzen Tevfik’in sıra dışı hayat öyküsünden derlediğimiz notlar da sayfalarımızda olacak.

19 Mayıs 2013 günü Türk medyası sessiz bir kahramanını daha sonsuzluğa uğurladı.

“Gökyüzü Habercisi” Pilot Murat Öztürk hayatını kaybetti. Deprem enkazlarını, gemi kazalarını, İstanbul’un yağma edilen ormanlarını havadan görüntüledi Murat Öztürk... Dergimizde Murat Öztürk’e geniş yer ayırdık.

Dost Eller Mutfak’ın çalışmaları, Uçurtma Şenliği, Arnavutköy Şenliği haber ve izlenimleri de dergimizde olacak.

Kuruçeşme Parkı’ndaki “denizi göremeyen heykelin” öyküsü, Beşiktaş Belediyesi’nin gençlere armağanı “Doğada Yaşam Kampı”

notları da meraklılarını bekliyor.

Ve Beşiktaş kentinin 10 yıldır kardeş kenti olan Almanya’nın Erlangen kentinden bilgiler de bu sayımızda...

Hoşçakalın...

91 72

78 80

Artı

92 Rehber / 24 saat 78 Sempozyum

Meyve Bahçesi’nde yeni yüzler.

91 Mercek: Cemil Topuzlu Denizi göremeyen heykel.

80 Kimlik: Neyzen Tevfik Şiir ve ney üstadı:

Neyzen Tevfik 72 Kent ve kültür

Kentleri besleyen nehir:

Kültür ve sanat 70 Uçurtma şenliği

Beşiktaş semaları renk renk.

86 Haberler

Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler.

Yurtta barış

dünyada barış

(6)

Cumhuriyet kazanımları

CUMHURİYET’İN

BÜYÜK LAİKLİK MİRASI

Laikliğin içerik ve öneminin yeni kuşaklara gerektiği gibi açıklanmamış ve vurgulanmamış olması ve bunun yanı sıra devlet kurumlarının, laikliğin korunması konusunda yeterli olabileceği yanlış düşüncesinin yaygınlık kazanması, bugün yaşadığımız büyük sorunun önemli sebepleri. Oysa

Cumhuriyet’in en büyük mirası laiklik doğru bir şekilde anlatılmaya ve anlaşılmaya acilen ihtiyaç duyuyor.

Yazı: Osman Bahadır Fotoğraf: Cengiz Kahraman Arşivi

Ü

lkemizde laikliğin önemli bir geçmişi var. Özellikle erken Cumhuriyet döneminde laiklikle ilgili çok önemli adımlar atıldı. Bugün de laikliğin zayıflatılmasına ve geriletilmesi- ne yönelik girişimlere rağmen toplumsal ve siyasal yaşa- mımızda laiklik varlığını hâlâ önemli bir düzeyde koruyor.

Bununla birlikte laiklik konusunda ülkemizde iki temel sorun bulunuyor.

Birincisi, laiklik, sekülerlik, sekülerizm kavramları ile ilgili yanlış açıklamaların yaygınlığı ve dolayısıyla bu kavram karmaşasının ve belirsizliğinin yarattığı bilinç eksikliği.

İkincisi ise laikliğin korunmasının ve savunulmasının devlet kurumlarına ve siyasetçilere bırakılmasının yeterli olduğu inancının, bugünlere kadar yay- gın bir şekilde varlığını sürdürmüş olması.

Ülkemizdeki laikliğin büyük tehlike karşısında olmasının nedeni, birbirleriyle de ilişkili olan bu iki temel sorundur. Laiklik (sekülerizm), modernleşme ve uluslaşma kavramları da birbirleriyle bağlantılıdır.

Modernleşme, Ortaçağ’a özgü olandan çıkış demektir. Ortaçağ’a özgü olandan çıkış ise Rönesans ve bilim devrimi ile başlar. Sekülerleşme, daha önce dine ait olan bir alanın ve davranışın, dine ait olmaktan çıkması demek- tir; sekülerizm ise, bir ideoloji veya ideolojik tutum olarak sekülerleşme yanlısı olmaktır. Bu bakımdan sekülerist ile laik kavramları eşanlamlı kavramlardır.

Modernleşme ve sekülerleşme farklı olmakla birlikte aynı zamanda örtü- şen kavramlardır. Modernleşme ve sekülerleşme süreçleri günümüzde de devam ediyor.

Uluslaşma kavramına ve sürecine gelince; uluslaşma Avrupa’da Orta- çağ’dan çıkışla başlar. Bir topluluğun ulus olarak nitelendirilebilmesi için her şeyden önce bu topluluğun bir tarih birliğinin bulunması gerekir.

Tarihsel geçmişi olmayan bir topluluk ulus olamaz. Fakat bu koşul ye- terli değildir. Aynı zamanda topluluğun bireylerine dinsel olmayan ortak kimlik kazandıracak başka birleştirici bileşenlerin de bulunması gerekir.

İşte bu modern birleştirici etkenlerin başında düşünsel, hukuki, kültürel vb. sekülerleşme düzeyi gelir. Elbette başka şeylerle de birlikte olmak üzere fakat öncelikle diyebiliriz ki, bir toplum ancak sekülerleşme düzeyi

Son halife II. Abdülmecit, sağda üniformalı Refet Bele ile.

(7)

B+ YAZ 07 ölçüsünde ulus niteliğini kazanabilir. Henüz sekülerleşme sürecine gir-

memiş topluluklar, uluslar değil; ancak ümmet topluluklarıdır.

Osmanlılarda sekülerleşme

Osmanlı Devleti 1299’da bir cihat ve gaza devleti olarak kurulmuştu.

Osmanlılarda sekülerleşme ilk olarak diplomasi alanında başlamıştır.

Avusturya ile 14 yıl süren savaştan sonra 1606 yılında yapılan Zitvato- rok Antlaşması bu bakımdan tarihsel bir dönüm noktasıdır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, tarihinde ilk kez olarak bir Hıristiyan devletini ken- disiyle eş statüde bir devlet olarak kabul ediyordu (Antlaşmanın ikinci maddesine göre, Osmanlı hükümdarlarıyla aynı derecede sayılmayan ve kendisine kral diye hitap edilen imparatora, bundan sonra imparator denilecekti). Bu gelişme elbette sadece bir başlangıçtı. Osmanlı Dev- leti’nde cihat ve gaza anlayışı daha sonra da devam etmekle birlikte gi- derek zayıfladı.

Osmanlılar örneğin 1854 - 1855 yıllarında Kırım Savaşı sırasında İngiliz ve Fransızlarla ittifak yaparak Ruslara karşı birlikte savaştıklarında, artık dev- letin kuruluş felsefesinden oldukça uzaklaşmış bulunuyordu. Kuruluş felse- fesinden en büyük uzaklaşma, Kırım Savaşı’ndan da önce Kava-

lalı Mehmet Ali Paşa kuvvetleriyle savaşırken yaşanmıştı.

Bu duruma, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İb- rahim Paşa 1833 Şubat’ında Kütahya’yı ele ge- çirdiğinde, II. Mahmut’un varlığını ve iktidarını korumak için Ruslarla işbirliğine girmesi yol açmıştı. Rus askerleri, II. Mahmut’u İbra- him Paşa’nın Müslüman kuvvetlerinden korumak için Boğaz’a çıkartma yapa- rak Levent’te toplanmışlardı.

Daha 18. yüzyılda, geleceği kararmış (veya idam edilmiş) bir Osmanlı pa- şasının veya bürokratının eşyalarına el koyulduğu sırada evinde bir Batı dilinde yazılmış kitap bulunduğunda, bu kitap kayıtlara “kâfir hattıyla yazılmış esere rast- landı” diye geçiriliyordu. Fakat aradan daha bir asır geçmeden II. Mahmut Tıbbiye’nin açılı- şında yaptığı konuşmada, hoca ve Türkçe eğitim kaynağının eksikliği nedeniyle derslerin bir süre Fransız- ca olarak yapılacağını söylüyordu.

Devletin seküler bir davranışının beklenmedik başka sonuçları da oluyor- du. Kırım Savaşı’nda Osmanlı askerlerinin İngiliz - Fransız askerleriyle bir- likte savaşması, bazı kültürel etkilenmeleri de beraberinde getirdi. Örneğin Osmanlılarda kuşluk vaktinde yenilen yemeğin yerini kahvaltıya bırakması, bu savaştan kalmadır.

Modern mühendis mekteplerinin, Tıbbiye’nin, Harbiye’nin vb. keza kaçınıl- maz ihtiyaçlar sonunda kurulmalarının yaşamın bazı alanlarının sekülerleş- mesiyle sonuçlanan çok kapsamlı kültürel etkileri oldu.

Sekülerleşme kavramını, belirttiğimiz gibi, yaşamın gereklerinin kendiliğinden yarattığı olgular için kullanıyoruz. Bilinçli politikaların eseri olarak kamusal alan- da ve devlet işlerinde dinsel öğelerin geriletilmesi ise sekülerizm kavramı ile karşılanabilir.

Bu bakımdan Osmanlılarda sekülerleşme sürecinin 17. yüzyılda başlamasına karşın, dönüştürücü düzeyde bir sekülerist (laik) davranış görülmedi.

Cumhuriyet döneminde sekülerizm

Cumhuriyet döneminde de sekülerleşme süreci devam etti. Fakat özellikle erken Cumhuriyet döneminde Osmanlılarınkinden farklı olarak sekülerleşme, güçlü ve sistematik sekülerist politikalar aracılığıyla gerçekleşti.

Ülkemizde şüphesiz laiklik konusunda atılmış bulunan ilk ve en büyük adım

1922’de Saltanat’ın ve 1924’te de Hilafet’in kaldırılmış olmasıdır. Şüphesiz Cumhuriyet’in ilanı da aynı zamanda en büyük laiklik adımlarından biridir.

Çünkü böylelikle egemenliğin, ilahi niteliklere sahip olduğu varsayılan bir padişahın gücünden değil, ulusun kendi bağımsız iradesinden kaynaklan- dığı kabul edilmiş oluyordu. 3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılmasının yanı sıra, Osmanlı hanedanı mensuplarının yurtdışına çıkartılması kararlaş- tırıldı, Şeriye ve Evkaf Vekaletleri kaldırıldı, Tevhid-i Tedrisat Kanunu çı- kartıldı ve buna bağlı olarak medreseler kapatıldı.

Saruhan mebusu Vasıf (Çınar) Bey ve 57 arkadaşının önerdiği Tevhid-i Tedrisat kanunu gerekçesinde şunlar söyleniyordu:

“Bir devletin genel eğitim siyasetinde, milletin düşünce ve duygu bakımın- dan birliğini sağlamak gereklidir ve bu da öğretim birliği ile olur. Tanzimat’ın ilan edildiği sıralarda öğretim birliğine geçilmek istenmişse de başarılı olu- namamış, tam tersine bir ikilik ortaya çıkmıştır. Bu ikilik, eğitim ve öğretim birliği bakımından birçok kötü ve sakıncalı sonuçlar doğurmuş, iki türlü eği- timle memlekette iki tip insan yetişmeye başlamıştır. Önerimiz kabul edil- diğinde, Türkiye Cumhuriyeti dâhilindeki bütün eğitim kurumlarının biricik

mercii Maarif Vekâleti olacaktır. Böylece bütün eğitim yuvalarında, Cumhuriyet’in irfan siyaseti, ortak bir eğitim yolu izlenecektir.”

1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu, laik Türkiye’nin doğuşundaki en büyük ve önemli

başlangıç adımlarından biridir.

Osmanlı Devleti’nde din, hukuk kurallarını da önemli ölçüde belirliyordu. Osmanlı hukuku tam bir teokrasi hukuku değildi, fakat yine de dini kurallar halkın kişisel yaşam tarzını olduğu kadar kamu hukukunu da büyük öl- çüde belirliyordu.

Cumhuriyet yönetimi 17 Şubat 1926 tarihin- de Medeni Kanun yasa tasarısını TBMM’de kabul ederek, anayasayı ve yasaları dini kural- ların dışına çıkardı ve ülkemiz tarihinde ilk kez bü- tün hukuksal ilişkiler, tutarlı, modern ve laik bir hukuk sistemi içerisinde birleştirildi.

Bu kanunun çıkartılmasında çok büyük emekleri geçmiş bulunan Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in Medeni Kanun tasarısının başlangıcında yer alan bir gerekçe bölümü bulunmaktadır.

Bu bölüm, olağanüstü yüksek değerde bir hukuki açıklamadır. Bugünkü daha gelişmiş insan hakları hukuku çerçevesinden bakıldığında bile değe- rinden hiçbir şey kaybetmemiş olan bir hukuk metnidir. Mahmut Esat Bey burada başka birçok şeyin yanı sıra şunları söylemektedir:

“Modern çağda uygar uluslara özgü olan bütün haklarda direnen Türk ulusu bu kanunu almakla, o hakların gerektirdiği bütün sorumlulukları da yüklen- mektedir. Bu kanunun yayımlandığı gün Türk ulusu temelsiz inançlardan ve geleneklerden, Tanzimat’tan beri süregelen sallanmalardan kurtulmuş olacaktır. O gün, eski bir uygarlığın kapılarının kapandığı, çağdaş ilerleme uygarlığına gidildiği gün olacaktır.”

Bu kanunla, yüzlerce yıl padişahlar ve devlet yöneticileri karşısında hiçbir yasal insan hakkına sahip olmayan kul mertebesindeki insanlar, eşit hak- lara ve devlet karşısında yasal güvencelere sahip yurttaşlara dönüşmüştü.

Ama bunun kadar önemli olan bir başka şey de, daha önce erkek karşısın- da yasal olarak hemen hiçbir hakka sahip olmayan kadınların, erkeklerle yasal bakımdan eşit statüye kavuşmuş olmalarıydı.

Bu kanundan önce erkek, birden fazla kadınla evlenebiliyor ve istediği za- man da tek yanlı olarak evliliği sona erdirebiliyordu. Bu kanunun en önemli

3 Mart 1924’te Şeriye ve

Evkaf Vekaletleri kaldırıldı,

Tevhid-i Tedrisat

Kanunu çıkartıldı.

(8)

08 B+ YAZ

yanlarından biri, özellikle tek eşli evliliği kabul etmesi ve boşanma ilişkilerini modern ve eşitlik ilkesine dayalı hukuki bir düzene sokmasıdır. Bu kanunla kadınların önünde ilk defa büyük bir özgürlük alanı açılmış oluyordu.

Kadınların eşit haklarla toplumsal yaşama girişleri, sekülerleşme süreci- nin en önemli aşamalarından biridir. Cumhuriyetin bize miras bıraktığı en önemli kazanımlardan biri de şüphesiz budur.

Medeni Kanun, yönlendirici özelliği nedeniyle, başka yeni çağdaş kanun- ların çıkartılmasının yolunu da açmış ve bu çerçevede, soyad kanunu, miras kanunu, özel mülkiyet ve ticaret kanunları, borçlar kanunu, kanuni olarak ikâmet yeri vb. gibi çağdaş uygarlıkta önemli işlevleri bulunan gelişmelere de kaynaklık etmiştir.

Cumhuriyet döneminde laiklik konusunda daha sonra atılan adımlardan birisi de, 10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 2.

maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” hükmünün çıkar- tılması olmuştur. Bu değişikliğin yanı sıra milletvekillerinin yeminlerindeki

“vallahi” kelimesi, “namusum üzerine söz veririm” şeklinde değiştirilmiştir.

Ayrıca daha önce meclisin görevleri arasında yer alan “ahkâm-ı şeriyenin tenfizi (dinsel hükümlerin yerine getirilmesi) hükmü de Anayasa’dan çı- kartılmıştır. Nihayet 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan bir değişiklikle laiklik kavramı Anayasa’ya girmiş ve Türkiye Devleti’nin laik bir devlet olduğu ifadesi Anayasa’nın 2. maddesinde yer almıştır.

Böylece 15 yıl gibi bir süre içinde, hemen tamamen dini bir devlet yapısın- dan, hemen tamamen laik bir devlet yapısına dönüşüm gerçekleşmiştir.

Cumhuriyet’in laiklik konusundaki bu kazanımları küçümsenemeyecek boyutlardadır. Fakat bütün bu kapsamlı girişimlere rağmen, yukarıda da belirttiğimiz gibi, laiklik konusunun kavramsal içeriğinin ve öneminin yeni kuşaklara gerektiği gibi açıklanmamış ve vurgulanmamış olması ve devlet kurumlarının laikliğin korunması konusunda yeterli olabileceği yanlış dü- şüncesinin yaygınlık kazanması, laikliğin, Cumhuriyet’in daha sonraki yıl- larında ve günümüzde büyük tehlikelerle karşılaşması sonucunu doğurdu.

Türk Medeni Kanunu’nun Esbab-ı Mucibe Layihası

Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in hazırladığı Türk Medeni Kanunu Layihası’nın son bölümünde şunlar söylenmektedir:

“...Teceddüt (yenileşme) tarihimizde kıymeti olan bir hadi- seyi şuracıkta zikretmek isteriz. Ali Paşa, Fransız Kanun-ı Medenisi’nin Türkiye için aynen kabulünü vaktiyle Sultan Aziz’e teklif etmiş, fakat Cevdet Paşa’nın müdahalesiyle bu büyük teşebbüs akim (sonuçsuz) kalarak yerine Mecel- le ikame olunmuştur. Esasen tekmil endişesi şahsi menfa- atlerinden ibaret olan ve riyayı şiar ittihaz edinen (ilke edi- nen) saltanat idaresi için milletin hakiki menfaati icabatını nazar-ı dikkate alarak karar verilemezdi.

“Asr-ı hazırın medeni milletleri tanıdığı tekmil hukuku (bü- tün hakları) cihan-ı medeniyetten bila kayd ü şart talep ederken bu hukukun istilzam ettiği vezaif-i medeniyeyi (gerektirdiği medeni vazifeleri) de Türk milleti yeni Ka- nun-u medenisi ile kendi eliyle kendisine tahmil etmiş (yük- lemiş) bulunuyor. Bu kanun layihasının manalarından birisi de budur. Türk milletinin mümessil-i alisi (yüksek temsilcisi) olan Büyük Meclis’in nazar-ı tasvip ve tasdikine (onayına) arz edilen Türk Kanun-ı Medeni layihası mevki-i meriyete vazediliği (yürürlüğe konulduğu) gün milletimiz on üç asrın kendisini çeviren itikadat-ı sakimesinden (yanlış inançla- rından) ve tezebzüblerinden (karışıklıklarından) kurtulmuş, eski medeniyetin kapılarını kapayarak hayat ve feyiz bah- şeden muasır medeniyetin içine girmiş bulunacaktır. Adliye Vekaleti bu kanunu hazırlamakla inkılap ve tarih huzurunda milli vazifesini ifa ve Türk milletinin hakiki menfaatlerini ifa- de etmiş olduğunda şüphe etmemektedir.”

Adliye Vekili Mahmut Esat

Cumhuriyet - Akbaba 29 Ekim 1959

17 Şubat 1926’da Medeni Kanun TBMM’de kabul edilerek, anayasa ve yasalar dini kuralların

dışına çıkarıldı.

(9)

Bu nedenle Cumhuriyet’in bize bırakmış olduğu büyük laiklik mirasının ko- runması ve geliştirilmesi için laiklik düşüncesinin yaygınlaştırılması, önemli bir görev olarak önümüzde duruyor.

8 Nisan 1924’te atılan büyük adım

Osmanlı Devleti’nde 1850’li yıllardan başlayarak çok önemli bir başka süreç ortaya çıktı. Özellikle yabancı ülkelerle ya- pılan ticari ve ekonomik ilişkilerde karşılaşılan sorunların çözümlenmesi çabalarının da zorlamasıyla, şeriye mahke- melerinin yanı sıra dini kurallara dayanmayan nizamiye mah- kemeleri kurulmaya başlandı. Hızlı bir gelişme gösteren ni- zamiye mahkemeleri, başka sorunların çözümlenmesinde de rol almaya başladı ve 19. yüzyıl sonlarında önemli bir hukuki ve toplumsal kurum niteliğini kazandı. Birçok durumda dava- ya hangi mahkemenin bakacağı konusunda anlaşmazlık çı- kıyor ve böyle durumlarda hangisinin yetkili olduğuna Adliye Vekâleti karar veriyordu.

1878’de de Mekteb-i Hukuk-i Şahane kuruldu. Bu okulun mezunları nizamiye mahkemelerin kadrolarını oluşturuyor- du. Her iki mahkemenin yetki alanlarını kanunla belirleme girişimlerine rağmen, şeriye - nizamiye mahkemeleri ikiliği, mektep - medrese ikiliğinin yanı sıra Cumhuriyete kadar hüküm sürmüştür. Bu ikilik, mektep - medrese ikiliğinin 3 Mart 1924’te kalkmasından 36 gün sonra, 8 Nisan 1924 tarihinde TMMB tarafından Yeni Mahkemeler Teşkilatı Ka- nunu’nun kabul edilerek şeriye mahkemelerinin lağvedilme- siyle ortadan kaldırıldı.

Medreselerin kapatılmasıyla şeriye mahkemelerinin lağve- dilmesi birbirinden ayrılamaz. Ayrıca şeriye mahkemelerinin kadro kaynağını da zaten medreseliler oluşturuyordu. Bu nedenle öğretim birliğinin sağlanması ile hukuk birliğinin sağ- lanması birbirinden ayrı düşünülemezdi.

B+

Kıyafet Devrimi, Vasıf Zeki, Kitap-Kırtasiye-Müzik Mağazası, Beşiktaş Tramvay Caddesi

Mahmut Esad Bozkurt 1920’li yılların sonunda kürsüde bir konuşma yaparken.

B+ YAZ 09

(10)

Bağımsızlık İçin İlk Adım

BAĞIMSIZLIK KARAKTERİMİZ

Yazı: B+ Fotoğraf: Şenol Kaşıkçı, Levent Özer

(11)

B+ YAZ 11

Türkiye’yi bağımsızlığa götüren ilk adımın Beşiktaş’ta atılmasını kutlayan kentliler, her yıl olduğu gibi bu yıl da ortak paydada buluştu; “Bağımsızlık Karakterimizdir” ...

T

ürkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun başında yer alan bir kilit taşı, 16 Mayıs 1919. Türk halkının makûs talihinin döndü- ğü, dünya siyaset sahnesinde emperyalizme karşı verilen haklı savaşların, ilk ‘kurtuluş savaşı’ pratiğinin başlatıldığı gün. O gün, bu denli açık ve belirgin bir dönüşümü ifade edecek tarihsel bir tutanak olmamasına rağmen, bugün biliyoruz ki 16 Mayıs 1919’da Beşiktaş’ta “Türk Bağımsızlık Savaşı”na dö- nüşen antiemperyalist mücadelenin ilk adımları atıldı.

16 Mayıs 1919 tarihinde, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları Beşiktaş İskelesi’nden bir gambot ile açıkta bekleyen Bandırma Vapuru’na biner- ler. Akşamüstü, İstanbul Boğazı’ndan başlayan yolculuk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışla yeni bir başlangıca dönüşür.

Yıllar sonra Mustafa Kemal, onu Samsun’a taşıyan Osmanlı ülkesinin tarih- sel gerçekliğini ünlü Nutuk’un girişine taşır:

“1919 yılı Mayısı’nın 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş:

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaş’ta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaş’a sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlik- te kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.”

Yorgun ve her boyutta tükenmiş bir imparatorluktan, bir monarşiden, mo- dern bir toplum var edebilmek iddiası, elbette Osmanlı aydınlarının 200 -

(12)

250 yıllık rüyasıdır. Ancak bu çabaları başarıya ulaştıracak, hayata geçire- bilecek iradenin Anadolu’ya, direnmenin kaynağına taşındığı tarih 16 Mayıs 1919’dur ve tarihin bu başlangıca tanıklık için seçtiği mekân da Beşiktaş’tır.

Bu nedenle Beşiktaş Belediyesi üç yıldır 16 Mayıs tarihini “Bağımsızlık İçin İlk Adım” etkinlikleriyle kutluyor ve kent varlığına önemli bir bellek kazıyor.

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, 16 Mayıs 2013 tarihinde Beşiktaş İskelesi’nden yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:

“Sevgili Beşiktaşlılar, bugün 16 Mayıs. Beşiktaş kentinin, Beşiktaş kentlisi- nin doğum günü. Bugünü bayram havasında kutluyoruz. Beşiktaş tarihinde bugünden daha anlamlı ve daha önemli bir gün yok. Bugün sadece Be- şiktaş’ın, İstanbul’un değil koca milletin kaderini değiştiren adımların atıldığı gündür.

Bağımsızlığa ve özgürlüğe, çağdaşlığa ve cumhuriyete, insanlığa ve yurt- taşlığa giden büyük kurtuluş yolunun ilk günü. Bugün Türk Ulusu’nu ye- niden özgür kılacak bağımsızlık mücadelesi için ilk adımın atıldığı gün. 16 Mayıs 1919 tarihinde hepinizin bildiği gibi başta Gazi Mustafa Kemal ve bir avuç vatansever her türlü tehlikeyi göze alarak Anadolu isyanını başlatmak üzere Beşiktaş’tan Samsun’a hareket ederler. O günden bugüne olan ka- zanımları unutmamamız adına kısa bir özet yapacağım sizlere…

İşgal ve istila edilmiş topraklardan özgür bir vatana, çürümüş ve kokuşmuş toplumsal bir hayattan çağdaş bir yaşama, padişahın kulu kölesi olmaktan özgür yurttaşlığa, anarşik bir padişahlık rejiminden halk yönetimi olan Cum- huriyet’e, yoksul ve meşru yapıdan gelişmiş kültürel yapıya, hurafelerle dolu bir inanç dünyasından laiklik ve istismarsız bir manevi dünyaya, cahil ve eh- liyetsiz bırakılan insan malzemesinden bilime yaslanan çağdaş bir topluma, Osmanlı borçlarını ödeyebilen ekonomik kalkınmaya ulaşmak başlı başına bir başarı destanıdır.

Bugün bilmemiz gereken, bugünkü varlığımızı, esenliğimizi ve gücümüzü 16 Mayıs 1919’da Kurtuluş’a giden Beşiktaş’ta ilk adımı atanlar sağlamıştır.

İlk adımı atanlara ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratanlara şükranlarımız az bile gelir. 16 Mayıs ve 19 Mayıs’lara nankörlük olmaz, yok saymak olmaz. Kurtu- luş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarını geriletmek ve inkâr etmek isteyenlerin çoğaldığı,bu kişilerin bazı çevreler ve taraflar tarafından teşvik edildiği bir dönemden geçiyoruz.

Bu nedenle Beşiktaş kentlileri olarak 16 Mayıs’ları yaşatmaya, anısını canlı tutmaya, belleğimize kazımaya kararlıyız. 16 Mayıs laik Cumhuriyet’in, öz-

(13)

B+ YAZ 13 gür yurttaşların, çağdaş toplumun umut dolu geleceğin temelidir.

Çünkü 16 Mayıs Beşiktaş’tır, Beşiktaşlıdır. Beşiktaş kentinin ve Beşiktaşlıların bayramı kutlu olsun…”

Türkiye, “İstiklali tam” ya da “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye”

inatlarıyla hayatlarını feda edenleri, Beşiktaş’tan yükselen kutla- malarla her yıl hatırlayacak, hatırlatacak…

Bir kez daha bağımsızlık için yürüdük

Bağımsız Türkiye için ilk adımın Gazi Mustafa Kemal önderliğin- de 16 Mayıs 1919’da Beşiktaş Akaretler’de atılmasından yıllar sonra, ilki 2011 yılında başlayan “Bağımsızlık İçin İlk Adım Etkin- likleri” bu yıl da 16 - 19 Mayıs tarihleri arasında tüm kentlileri bir araya getirdi.

Türkiye’yi bağımsızlığa götüren ilk adımın Akaretler’den atılma- sını kutlayan Beşiktaşlılar, her yıl olduğu gibi bu yıl da ortak pay- dada buluşarak, “İlk Adım” için yürüdü, koştu…

İşgalcilere, emperyalizme karşı savaşta Atatürk ve silah arka- daşlarının Beşiktaş İskelesi’nden 16 Mayıs’ta yola çıkması ve bu büyük mücadelenin sonunda da özgür Türkiye’ye ulaşılma- sı, Beşiktaşlılar için bayram günü aynı zamanda.

16 Mayıs Bağımsızlık İçin İlk Adım etkinlikleri ile aynı zamanda 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle ger- çekleştirilen kutlamalar, üç gün boyunca yoğun katılım ve büyük bir coşkuyla yapıldı. El ele meşalelerle, bayraklarla yürüyen yurt- taşların coşkusu, bu yıl ilk kez tiyatro sanatçısı Celil Yağız tara- fından sahnelenen “Nutuk” oyunuyla daha da anlam kazandı…

19 Mayıs akşamı ise Dikilitaş Darphane önünden, Barbaros Meydanı’na binlerce kişiyle fener alayı gerçekleştirildi.

“Özgürlük ve bağımsızlık benim

karakterimdir”

Mustafa Kemal

Atatürk

(14)

3. yılına giren halk koşusuna

İstanbul’dan yüzlerce

vatandaş katıldı.

(15)

B+ YAZ 15

Ve koştuk...

Bağımsızlık İçin İlk Adım Halk Koşusu Dolmabahçe’den başlayıp Bebek Parkı’nda son buldu. Yaklaşık 6 kilometrelik koşuya yüzlerce sporcu katı- larak 19 Mayıs ruhunu bayraklarıyla spor coşkusu içinde yaşadılar.

İnönü Stadı önünden, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın verdi- ği startla başlayan koşu, Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme ve Arnavutköy etaplarını geçerek Bebek Parkı’ndaki ödül töreniyle tamamlandı. Koşuya Beşiktaş kentlilerinin yanı sıra İstanbul’dan pek çok vatandaş, Sivil Toplum Kuruluşları ve spor kulüpleri de destek verdi.

Erkekler kategorisinde ilk üçü Eser Akiş, Sezer Altuntaş ve Mehmet Boz- tepe alırken, kadınlarda birinciliği Şükran Eryılmaz, ikinciliği Hülya Tanrıya- şükür, üçüncülüğü ise Deniz Erzioğlu aldı.

Bu sene ilk kez yapılan 45+ kategorilerinde ise erkeklerde ödülleri Fethi Kaya, Necati Tümbet, Hasan Uludağ alırken, kadınlarda kürsüye Sema Buldanlıoğlu, Firuza Ünal, Fatma Sıkı çıktı. Toplam 4 kategoride ilk üçe giren sporculara Girne Amerikan Üniversitesi tarafından ödüller verildi. B+

(16)
(17)

B+ YAZ 17

(18)

Portre

Türkiye’nin ilk ve tek gökyüzü habercisiydi. Aynı zamanda hem kameraman hem foto muhabiri hem de pilot olan Murat Öztürk, artık yok…

Yazı: Cengiz Erdil Fotoğraf: Pelin Öztürk Arşivi

T

RT Haber Merkezi 1980’li yıllarda benim okulumdu, her şeyimdi. 1992 yılında ayrıldığım kurumdan sonra özel te- levizyonlarda çalıştım, ama nedense hiçbirine aidiyet duy- madım. Oysa Harbiye’deki TRT İstanbul Radyosu’nun önünden ne zaman geçsem içim ürperir, bir gençlik he- yecanı duyarım. TRT Haber Merkezi ve oradaki yayıncı gazeteci ağabeylerimden, dostlarımdan çok şey öğrendim. Minnettarım.

Dostlar ki çoğu unutulmaz... Hele Murat Öztürk...

Yayıncılıkta beni tanıyanlar bilir; 14 yıl çalıştığım kurumda hayatın içinden haberlerin peşinde oldum hep. Denizcilik ve balıkçılık Trabzon’da başla-

yıp İstanbul’da devam eden bir tutkuya dönüşmüştü benim için. Murat Öz- türk’ü de bu şartlarda tanıdım.

Yerinde duramayan bir kameramandı. 24 saati sürekli koşturmaca içinde geçerdi Murat’ın. Sanki içinde bir fırtına vardı. Bana sık sık “Ivır zıvır, kıl tüy haberle uğraşma. Balıkçılarla bir konuş da gidelim” derdi.

TRT’de de hayatın renklerini ekrana taşıyan pek çok habere birlikte imza attık. Programlar yaptık. O kamerasıyla en küçük bir ayrıntıyı bile kaçırmaz- dı. Yol göstericiydi. Gözümden kaçan bilgi kırıntılarını ondan toparlardım.

Kurgu masasına oturduğumuzda görüntülerinin hesabını sorar, “Bu planı

MURAT ÖZTÜRK

GÖKYÜZÜNDE

KALDI

(19)

MURAT ÖZTÜRK

GÖKYÜZÜNDE KALDI

kullan. Bak burası daha iyi olmuş” diyerek haberin son haline katkıda bu- lunurdu.

1988 yılında farklı bir hobiye kapıldığını anlattığı günü daha dün gibi hatır- lıyorum. İçi içine sığmıyordu, heyecanlıydı. İstanbul Samandıra’daki Türk Hava Kurumu tesislerinde uçuş eğitimi almaya başlamıştı. Ultralight adı verilen dört bir tarafı açık, neredeyse sadece kanatları olan hava aracıyla uçuyordu.

“Mutlaka birlikte uçalım, havacılığı tanıtalım” diyordu. Sonunda bir pazar günü THK Uçuş Okulu’yla ilgili haberi hazırlamaya karar verdik ve Saman- dıra’nın yolunu tuttuk.

Uçağın başına gelince ürperdim. Adeta iri bir sivrisinek gibi görünüyor- du. “Bu uçak mı ikimizi taşıyacak? Üstelik nasıl çekim yapacaksın?”

diye sordum. Murat, “Sen merak etme, havada görürsün” dedi ve ha- valandık.

Uçağın kontrol paneli üzerine bir ayna koydu. Bir yandan minicik hava ara- cını kullanmaya çalışıyor, bir yandan da 10 kilogram ağırlığındaki kamera- yı omuzluyordu. “Sen aynaya bak. Vaziyeti anlat” demesiyle konuşmaya başladım. Heyecanımız zaten görüntülerle ortaya çıkacaktı. Samandıra’yı havadan anlattıktan sonra ağzımdan şu sözlerin döküldüğünü hatırlıyorum.

“Murat artık yeter. Lütfen inelim.”

Ve 1990’lı yıllar gelip çattı. Medyada iş imkânları genişlemişti. Murat hava- cılık hobisine devam ederken, serbest kameramanlık da yapıyordu. Bense özel televizyonlarda haberciliğe devam ediyordum.

Hezarfen Havaalanı macerası

Murat Öztürk 1993 yılında Türkiye’nin eğitim amaçlı ilk özel havaalanını bir kaç arkadaşıyla birlikte kurdu. Büyükçekmece kıyısındaki bu yapı, o dönem göl kıyısında siteler yapan ülkenin büyük holdinglerden birinin tep- kisini çekti. Murat ve arkadaşlarının üzerine İSKİ aracılığıyla saldırıldı. Mu- rat yılmadı ve Hezarfen ayakta kaldı. Osmanlı döneminde uçmasına izin verilmeyen Hezarfen Çelebi’yi, Cumhuriyet döneminde de uçurmak iste- mediler ama olmadı. Hezarfen Havaalanı hâlâ Türk havacılığının önemli bir eğitim merkezi konumunda. Yüzlerce genç, uçuş sertifikasını burada aldı.

Murat’ın emeği çoktu.

Murat Öztürk, amatör pilot eğitmenliğini, yanı sıra hava fotoğrafçılığını ve kameramanlığı asla bırakmadı. Uçağına monte ettiği fotoğraf makinesi ve kamerayı ustalıkla kullandı.

Yurtdışında ve içinde Murat’la tanıtım ve belgesel çekimlerinde de birlikte olduk. Mavi yolcuğu, kaplumbağa göçlerini görüntüledik. Foça’da, Yalıka- vak’da havadan Akdeniz foku aradık. İzmir Dikili’de tarladan dönüştürdüğü havaalanına onlarca kez iniş kalkış yaptık.

Gökyüzü habercisi

Murat Öztürk’ün haberci olarak başarısı 1999 yılında zirveye ulaştı. Murat’ın Gölcük ve Düzce Depremleri sonrası çektiği görüntü ve fotoğraflar, gündeme bomba gibi düşmüştü. Felaketin nasıl bir kıyamet olduğunu anlatıyordu bu fo- toğraf ve görüntüler. Ve bir kamu görevi başarıyordu Murat... Deprem sonrası hazırlanan İmar Planları’nda Murat’ın materyalleri masaya yatırılıyor, merkezi ve yerel yönetimlerin kent yerleşimlerindeki hatalarının tekrar edilmemesi için söz konusu fotoğraf ve görüntüler, tarihi birer belge işlevi görüyordu.

2011 yılında B+’nın 13. sayısına konuk olan Murat Öztürk, bizim için uçağından Beşiktaş’ı fotoğraflamıştı.

(20)

B+

Beykoz, Şile ve Kemerbugaz’daki orman yağmasını da Murat’ın fotoğrafla- rıyla öğrendik. Gözlerden uzak taş ocakları ve site inşaatları yapıcıları, işlet- mecileri, rantçıları onun objektifinden kaçamadı. Tarihi Yarımada’da yıkılan tarihi mekânların altını oyanları, yasadışı yükselen tüm yapıları anında yakalı- yor, adeta gökyüzünde tek başına bir çevre mühendisi gibi çalışıyordu.

Akrobasi uçağı pilotluğu

Uçmak bir tutkuydu onun için ama aynı zamanda sonsuz heyecanın adıydı.

50 yaşını geçtikten sonra akrobasi uçağı pilotluğuna merak saran dünya- daki ender insanlar arasında yer aldı. Gösteri uçuşlarına katılıyor, değişik yerlerde yapılan havacılık festivallerine uçağıyla katılıyordu.

Tarih: 19 Mayıs 2013 Yer: Adana

Sıcak bir pazar günüydü. Ajanslar şu haberi geçiyordu:

“2. Uluslararası Hava Oyunları Festivali’ne katılmak üzere Adana’ya gelen Murat Öztürk (60), bugün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları kapsamında gösteri yaptı. Öztürk, hemen ardından son gösterisini gerçek- leştirmek için merkez Yüreğir ilçesinde Büyükşehir Belediyesi tarafından tahsis edilen arazide gerçekleştirilen festival etkinliklerinin yapıldığı alana gitti. Öztürk’ün uçağı gösteri yaparken, alçak uçuş sırasında portakal ağa- cına çarparak düştü.

“Son gösterisini yaparken geçirdiği kazada hayatını kaybeden Murat Öz- türk geçen hafta Hezarfen Havaalanı’nda gösteri uçuşu yapmıştı. Pitts S-2B tipi uçakla yaptığı gösteriyle nefes kesen, birbirinden zorlu hareket- lerle saatlerce havada kalan pilot Öztürk, izleyicilerin meraklı bakışları ara- sında tamamlamıştı gösterisini.

“Uçağının düşmesinin hemen ardından, itfaiye, kurtarma ve sağlık ekipleri enkaz bölgesine sevk edildi. Ancak ekipler uçağa ulaştığında şoka girdi;

uçak da pilot da yanmıştı. Acı haber kısa sürede yayıldı; havacılık çevrele- ri yasa boğuldu. Havacılık Federasyonu yetkilileri, ön incelemeden sonra cenazenin Adli Tıp’a kaldırıldığını ve daha sonra İstanbul’a gönderileceğini söyledi.”

Evet, Murat Öztürk’ün bu dünyadaki sicil defteri bu haberle kapandı. Türk medyası sessiz kahramanlarından birini daha kaybetti.

Murat Öztürk’ün önemini Haziran ayında Gezi Parkı Direnişi’yle bir kez daha anladım. Eğer Murat yaşasaydı İstanbul’da ve diğer kentlerde yaşa- nan olayları, mitingleri fotoğraf ve görüntülerle daha iyi anlayacaktık. Ama Murat yok..

Sevgili arkadaşım artık yok…

Eşi Nilgün Öztürk’ün, cenazede söylediği sözü asla unutmayacağım; “Ar- kadaşın gökyüzünde kaldı”…

Kemal Sayar “Her Şeyin Bir Anlamı Var” adlı kitabında babasına olan özlemini anlatırken şöyle diyor: “Sev- meyi bilenler için ayrılık yoktur”. Ben de aynı duyguları yaşıyorum. Babamın çocukluğumdan beri hayat çiz- gimde önemli bir yeri oldu. Hayatı onunla tanıdım ve sevdim. İnanılmaz bir doğa dostuydu. Doğayı tutkuyla sevmeyi ve bağlanmayı ondan öğrendim.

Babamla aynı evde dolu dolu bir 34 yıl geçirdik, klasik otoriter bir tutum içinde görünmek isteyen ama başa- ramayan yufka yürekli bir babaydı.

Öğüt vermediği anı hatırlamıyorum, hep konuşur, bir şeyler söylerdi. Büyüdükçe hiç susmasın derdim. Ko- nuşması o kadar tatlıydı ki en kızgın anında bile espri anlayışını hiç yitirmezdi.

Ben üniversitede Sinoloji yani Çin Dili ve Edebiya- tı okudum. 2005 yılına kadar bizim işlerle ilgilenme- dim. Baktım bir gün babam, “Oflayıp pufluyor hiç bana yardım etmiyorsun, bir başıma kaldım” diyordu. “Peki.

Ben öyle masa işleri yapmaktan sıkılırım PPL lisansı verirsen, yani pilot olursam seve seve işi bırakır yanına gelirim” dedim. Çalışmamız işte 2005 yılında, böylece başladı.

Daha sonra ticari pilot lisansımı aldım ve en son 2 ay önce öğretmenlik sertifikamı alarak, babamın iş arkadaşı oldum. Aynı evde yaşadığımız

için 24 saat birlikteydik, çift yumurta ikizi gibiydik.

Babam bana hayallerim ne kadar büyük olursa olsun istedikten sonra her şeyi ya- pabileceğimi, mücadele etmeden bir şey ya- pamayacağımı ve her zaman çalışkan, dürüst

PİLOT PELİN ÖZTÜRK BABASINI

ANLATIYOR...

(21)

O gökyüzünün hem dalgıcı hem de

avcısıydı. Uçakla maviliklere daldı, kamerasıyla görüntü

avladı.

Fotoğraf: Murat Öztürk

(22)

SON RÖPORTAJ

M

urat Öztürk’ün haberciliğe başladığı tarih 1970’li yılların başıydı. TRT’de 1990 yılına kadar devam eden kameraman ve foto muhabirliğini ölene ka- dar bırakmadı. 1985 yılından itibaren tutkuyla bağlı olduğu havacılığı, muhabirliğiyle buluşturdu. Gök- yüzünde görüntü avcılığı yapan bir kaç isimden bi- riydi. Gazeteci kimliği ile havada olan tek kişiydi. 1999 depreminden, gemi kazalarından, onlarca yangın ve faciadan inanılmaz görüntü ve karelerle döndü…

Şimdi İstanbul semaları 12 Mayıs Pazar günü muhteşem bir gösteriye

hazırlanıyor. Büyükçekmece Hezarfen Havaalanı’nda yapılacak gösteri için çalışmalar sürüyor. Telefon hattında pilot Murat Öztürk var. Murat’la TRT’de uzun yıllar birlikte çalıştık. Kameraman arkadaşım... Aynı zamanda hava fotoğrafları ve görüntüleriyle birçok kez ödüller kazandı.

Murat, geçtiğimiz günlerde 12 Mayıs’taki gösteriye dikkat çekmek için Boğaz’da bir gösteri yaptın. Bu 12 Mayıs’taki gösteri bir ilk. Senden öğrenelim. Şu anda da havadasın galiba?

Evet, şu anda Hezarfen’da uçuyorum pilot olarak. Öğretmen pilotum aynı zamanda. Pazar günü Türk yıldızları ve Solo Türk gelecek.

Ölümünden çok kısa bir süre önce, son röportajıydı Murat Öztürk’ün. Bir radyo programına gökyüzünden katılan belki de ilk kişiydi. Tarih, 9 Mayıs 2013’tü ve

o, Cengiz Erdil’in sorularını yanıtlıyordu…

Murat Öztürk’ün 2011 yılında motosiklet ve akrobasi uçağıyla gerçekleştirdiği gösteriyi dünyada 5 kişi başarmıştı.

(23)

İlk defa İstanbul’da halkın izleyebileceği bir alanda toplanma ve toplu halde gösteri şansı bulacak Hava Kuvvetleri. Büyük bir kalabalık bekliyor olaca- ğız burada. Belediye, valilik ve beldeler destekliyor bizi. Dolayısıyla beledi- ye otobüs kaldıracak çeşitli noktalardan. (...) Evet, hattımız kesildi hareket halinde olduğumuz için.

Tabii havada bir yerde durmak mümkün değil, bu gösteride sen de uçacak mısın?

Ben de uçacağım, ben de gösteri yapacağım. Ama burada en önemlisi insanlar, uçakların bulunduğu alanı görecekler. Zaten buraya gelenlerin havacılık merakı olacağı için onların sorularını cevaplandıracağız. Güzel bir hafta sonu olacak.

Gösteriden önce sen Boğaz’da gösteri uçuşu yaptın, değişik bir uçak kullandın. Nasıl bir uçaktı o?

İki kişilik akrobasi uçağı. Dolayısıyla benim şahsımın gösteri yapmasından gayri, dikkati çektim. Pazar günü yapılacak olan etkinliğin haberini vermek amaçlıydı, amacıma ulaştım.

Peki, Murat, bu gösteriye amatör pilotlar da katıla- cak mı? Bunlar sadece profesyonel gösteri, amatör pilotlar izleyici olarak gelecekler değil mi?

Doğrudur, çünkü burada asıl olarak Hava Kuvvetleri’nin gösterisi olacak;

biz aslında garnitür kalıyoruz! Ama izleyiciler birilerinin burada aktivite yaptığını görmüş olacaklar. Onlara güzel bir gün geçirteceğimizi tahmin ediyorum.

Amatör pilotluk diyoruz, amatör uçak kullanma di- yoruz. İlgi nasıl son yıllarda? Türkiye’de ilgi arttı değil mi? Bayağı meraklısı var bu işin.

Doğrudur, çünkü insanlar bilgili değildi eskiden. Şimdi artık biliyorlar ki herkes pilot olabilir; ilgilenen insan sayısı da çok. Onları da buraya davet ediyoruz. Giriş serbest, çok yerden belediye otobüsleri kaldırılacak; Tak- sim’den, Mecidiyeköy’den, TÜYAP’tan Hezarfen’e ulaşabilecekler.

Şu anda yanında bir öğrencin mi var senin?

Evet, uçuşu şimdi o gerçekleştiriyor çok rahatlıkla, ben sadece izliyorum.

İdare etmeden uçabilecek bir şeritte olduğu için de seninle konuşuyorum.

Murat Öztürk sana kolay gelsin diyoruz. İyi uçuşlar.

Böyle bir etkinliği duyurduğunuz, bize yer verdiğiniz için teşekkür ederim.

Sizleri de bekleriz.

Usta hava fotoğrafçısı Murat Öztürk’ün fotoğraflarını çekerken kullandığı uçağı, piper pa-18 tipi. Ailesi, Murat Öztürk’ün adını yaşatmak için uçağı, Haliç’teki Rahmi Koç Müzesi’ne bağışladı.

Her gün İstanbul’u uçağıyla gözetliyor, adeta gökyüzünde tek başına bir kent gönüllüsü gibi çalışıyordu. Fotoğrafları sık sık Milliyet’in kapağında yer aldı.

(24)

Kazanım

YÜREKLERİN BULUŞTUĞU,

KARINLARIN DOYDUĞU

BİR YER:

DOST ELLER MUTFAK

Öyle bir mutfak ki içinde koskocaman bir dünya gizlidir; dostluk, yardımlaşma ve paylaşımdır bu dünyanın gizi. İşte bu kazanda pişen aş, dost ellerden uzanır hayatlarının son demlerinde yalnız ve güzel

Yazı ve Fotoğraf: B+

(25)

B+ YAZ 25

Y

abancılaştıran ve yalnızlaştıran kent yaşamı, uzanacak bir dost ele muhtaç yaşlılarımızın varlığını unutturuyor kimi zaman. Beşiktaş Belediyesi’nin Kent Araştırmaları Birimi tarafından gerçekleştirilen anket, kısa bir süre önce çar- pıcı bir gerçeği koydu ortaya. Araştırmaya göre, Beşiktaş nüfusunun % 6,40’ını 75 yaş ve üzeri insanlar oluşturu- yor. Bu oran Türkiye ortalamasından iki kat daha fazla. Araştırma sonuçları, tam da bu gerçeklik üzerinden toplumsal dayanışmanın güçlendiği şu gün- lerde yeni projelerin doğmasına neden oldu. Bunlardan biri de Dost Eller Mutfak…

“Beşiktaş’ta yaşamak güzel, Beşiktaş’ta yaş almak güzel” sloganıyla du- yurulan projelerden biri olan bu mutfak yardımlaşması, kentimizde yaşayan 75 yaş üzeri binlerce yaşlının, sağlıklı beslenmesi yanında gözetim altında olmalarını da sağlıyor.

Her öğlen kapıları çalınan yaşlılarımız, sadece sefertaslarında gelen ye- mekleri değil, onlar için kimi zaman evlat olan dağıtımcıları da sabırsızlıkla bekliyor. Sevgi dolu bağların kurulduğu anlarda, gülen bir yüz gören, du- alarla uğurlanan bu dostlar en büyük mutluluğu böylece yaşıyor. Aşçıların sevgilerini ve becerilerini, uzmanların bilgi ve tecrübelerini ortaya koyduğu bu mutfakta, sadece yaşlılarımız için değil, yardıma muhtaç dar gelirli ve so- kakta yaşam sürdüren evsizler için de yemek pişiyor.

Mutfak güncesi

B+ olarak geçtiğimiz günlerde Beşiktaş Belediyesi Çırağan Hizmet Bi- nası’nda bulunan Dost Eller Mutfak’ın kapısını çaldık sabah 7’de. Yemek yapımının ilk aşamasından, aşın ulaştığı evlere kadar sefertasının takibin- deydik deyim yerindeyse. Güle oynaya geçen bir mutfak güncesini sizlerle paylaşmak istedik. Bizim için de oldukça keyifli ve lezzetliydi (yemeklerin tadına doyamadık). Kimi zaman da hüzünlü…

(26)

Geleceğimizden haberdar olan mutfak ekibinden Ayşe ve Ayten Hanım karşıladı beni ve çalışma arkadaşım Aybüke Sakaoğlu’nu. İkisi de uzun yıl- lar aşçılık yapmış; şef aşçı Hasan ustanın kurduğu bu ekiple, mutfakta bu- luşmuşlar. Çalışan diğer aşçılar gibi yaptıkları işi ciddiye alıyorlar. Özellikle böyle bir mutfakta çalışmanın gururu içindeler. Mutfak ekibi 13 kişi. Bunlar- dan 8’i profesyonel aşçı. Mutfakta kasap da çalışıyor. Ekibin geri kalanı ise aşçıların eli ayağı…

Gittiğimiz günün menüsü, tavuk baget, pilav, patates kızartması ve tatlıy- dı. Tatlı yapımına bir gece önceden başlanmıştı. Dolayısıyla sabah sabah ilk iş, tatlının son rötuşlarını yapıp, kaplara koymak oldu. Kafalarda bone, ayaklarda galoşla biz de yemekleri öğlene yetiştirmenin tatlı telaşına düşen ekibin ayak dibinden ayrılmadan sohbet edip, sizlere bu ortamı fotoğraflar- la yansıtmaya çalıştık.

Dağıtım ellerine ulaşana kadar nefes almadan titizlikle, eğlenerek pişirilen yemekler, tüm yorgunlukları geride bırakıyor, aşın ulaştığı evler düşünülünce.

Koca koca kazanlarda pişen aş, bu özveriyle daha da lezzetleniyor. Tam anlamıyla evimizin mutfağında hissediyoruz kendimizi (kazanları saymaz- sak)… Onlar da kendilerini bir aile olarak görüyor zaten. Yeri geliyor dertler ortak oluyor, yeri geliyor mutluluklar paylaşılıyor. Tüm bu duygu seli içinde, sokak çocuklarına bir anne, baba da oluyorlar.

Tüm işler öğlen olmadan tamamlanıyor, ardından bir çay molası ve yine ardından ertesi günün menüsü için hazırlıklar başlıyor. Mutfağın bir bölü- münde yemekhane bulunuyor evsizler için. Buraya saat tam 12’de geliyor yaşamını sokakta, kaldırımda, parklarda sürdüren kentin öteki yüzleri.

(27)

Çocuklar, “annem”, “babam” diyor mutfak ekibine; bir çocukları daha var artık onların, karınlarını doyurdukları, sevgiyle sırtlarını sıvazladıkları.

Dağıtıma gitmeden önce sefertaslarındaki yerini alıyor aş. Sefertasları el- den ele, dağıtım araçlarına giriyor. Biz de dağıtım aracındayız şimdi.

Dağıtımdaki arkadaşlar çok mutlu. “Tamam, buradan ekmeğimizi çıkarıyo- ruz ama dua almak bizim için daha önemli. Bizleri görünce yüzleri gülüyor.

Biz de mutlu oluyoruz,” diyorlar. Sefertaslarını yaşlı ellere ulaştıran dağıtım ekibi, her ay başka bölgede görev yapıyor. Bu nedenle, kimi zaman gör- meye alışık olduğu “evladını” göremeyen nine hemen soruyor, “Ali nerede?

İyi mi o?” diye…

Böylece aralarında kurulan sevgi bağını hemen görüyoruz ki, bu nedenle dağıtım ekibi aynı bölgede sadece 1 ay görev yapabiliyor. Uzman psikolog- lar bunun böyle olması konusunda fikir birliğindeler…

Amaç sadece karın doyurmak değil elbette. Her öğlen kapısı çalınanların, sağlık durumları da böylece kontrol altında tutuluyor. Çünkü çoğu yalnız yaşıyor. Herhangi bir durumda, Belediye’deki ilgili birim haberdar ediliyor.

Evlerine konuk olduğumuz yaşlılar, bu hizmetten oldukça memnunlar. Ba- zen şikâyet edenler de oluyor tabi, “Dünkü yemek tuzsuzdu. Aşçılara söy- leyin biraz tuz koysun,” ya da “Ben pilav sevmem. Bana pilav getirmeyin”…

Uzman diyetisyen gözetiminde belirlenen menü, yaş ve sağlık du- rumlarına göre hazırlanıyor. Şikâyetler olsa da, yine “Allah razı olsun” denmeden kapanmıyor kapı. Böylece bir mutfak gün- cesi, ertesi gün hazırlıkları için tamamlanıyor.

Sorunlara karşı birlikte karşı koya- lım, mutlulukları birlikte yaşaya- lım, birlikte aynı aşı paylaşalım ve sevgi dumanını tüm Be- şiktaş’a yayalım… B+

“Amacımız, gidilmeyen evlere gitmek, açılmayan kapıları açmak.”

İsmail Ünal

(28)

Fatma Kümeçal:

80 yaşındayım. Allah razı olsun Beşiktaş Belediyesi’nden. 65 senedir bu evde oturuyorum. Dört aydır “Dost Eller Mutfak”tan yemek geliyor bana.

Dört yıl önce eşim öldü. Bir yıl önce de oğlumu akciğer kanserinden kay- bettim. Yalnız yaşıyorum. Bizi düşündüğünüz için teşekkür ederim.

Abuş Şahin:

112 yaşındayım, Beşiktaş’ın en yaşlısıyım. Eskiden çiftçiydim. Askerliğimde Atatürk’ü gördüm. Atatürk, Suşehri’nden gelmişti. Yemen Savaşı’nı da ha- tırlıyorum, gaziyim. Atatürk’ün cenazesini Anıtkabir’de bekledim. Kızımın, damadımın yanındayım. Dört aydır bu evde yaşıyorum. Bana yemek geli- yor. Tatlıları çok seviyorum. Hiçbir şikâyetim yok. Allah razı olsun.

Fatma Kümeçal

Abuş Şahin

Seyyare Tandoğan:

75 yaşın üstündeyim. Ayaklarım ağrıyor, yürüyemiyorum. Eşim öldü, çocuk- larım da yok. Kardeşimle yaşıyorum. Bir aydır yemek alıyorum. Çok memnu- nuz ama yaz mevsimi dolayısıyla çorba çok az çıkıyor. Yemekler kuru oluyor.

Seyyare Tandoğan

Beşiktaş Belediyesi’nin unutmadığı

yaşlılarımız kapılarını çalan ellere, yemekleri tatlandıran aşçılara, bu projeyi hayata geçiren

belediyeye teşekkür ediyor…

(29)

Dost Eller Mutfak’ta haftada 5 gün, üç çeşit yemek pişiyor. Yanında kimi zaman meyve, kimi zaman da tatlı oluyor. Menüler

uzman diyetisyen İrem Kaya Cebioğlu ve gıda mühendisi Müjgân Yılmaz tarafından

hazırlanıyor. Menülerdeki yemeklerde kullanılan hammaddeler, gıda mühendisi tarafından kontrol ediliyor ve uygun olmayanlar

mutfağa alınmıyor.

Kabulü yapılan ürünlerse uygun koşullardaki depolarda muhafaza ediliyor. Donuk ürünler

-18 C derecede, meyve - sebze ve süt ürünleri +4 C derecede tutuluyor. Kuru gıda depolarında sıcaklıkla beraber nem kontrolü

de yapılıyor.

Üretimi yapılan yemekler sefertasları içerisine porsiyonlanıyor, dağıtım araçlarına yerleştiriliyor ve dağıtım ekibi tarafından onları

her öğlen bekleyen yaşlılarımıza ulaştırılıyor.

Dost Eller Mutfak içerisinde bulunan yemekhane bölümünde de kalacak yeri olmayan vatandaşlara yemek hizmeti veriliyor.

Mutfak nasıl çalışıyor?

B+ YAZ 29

(30)

Arnavutköy Şenliği

Mahallede

var olmanın sembolü

ARNAVUTKÖY ŞENLİĞİ

Yazı: B+ Fotoğraf: Şenol Kaşıkçı

(31)

16 yıl önce 3. köprü tartışmalarıyla alevlenen mücadelenin ifadesi olarak başlayan Arnavutköy Şenliği, “rezidans”lı, “AVM”li ve

“kule”li bir tüketime karşı, “mahalle kültürünü”

sürdürüyor…

İ

stanbul’da hızla kaybolan mahalle dokusu ve mahalle kültürü, tüm değişime rağmen hâlâ geçerliliğini koruyor. Arnavutköy de, mahalle kültürünün yaşatıldığı İstanbul’un önemli sembollerinden biri. 16 yıl önce alevlenen 3. Köprü tartışmalarıyla mücadelenin ifadesi olarak başlayan Arnavutköy Şenliği “rezidans”lı, “AVM”li ve “kule”li tüketime karşı varlığını sürdürüyor. Arnavutköy mahal- lesi yıllardır düzenlediği şenliğiyle pek az örneği kalmış bir kentli yaşam üs- lûbunu devam ettiriyor.

Beşiktaş’ın, bin 500 yıllık tarihiyle dimdik ayakta duran Arnavutköy Ma- hallesi, şenlik ateşini 16. kez geçtiğimiz 26 Mayıs’ta alevlendirdi. İstanbul Boğaziçi Arnavutköylüler Derneği ve Beşiktaş Belediyesi işbirliğiyle dü- zenlenen Geleneksel Arnavutköy Şenliği, onlarca tezgâhın kurulduğu Ar- navutköy Satış, diğer adıyla Kilise meydanında gerçekleştirildi.

Toplumsal sorunlara karşı verilen mücadelelerin odak olduğu şenlikte, yine yüzlerce mahalleli bir araya gelerek taleplerini dile getirdi, seslerini duyurdu.

Site değil MAHALLE, AVM değil ÇARŞI

“Site değil mahalle, AVM değil çarşı!” diyen Arnavutköylüler, kentsel dö- nüşüm adı altında mahalle kültürünün yok edilerek yerine alışveriş merkezi ve rezidansların yapılmasına, halka ait sokakların halktan alınmasına bir kez daha karşı çıktı.

B+ YAZ 31

(32)

Şenlikte, toplum içinde varlıklarını sürdürmeye çalışan kentsel dönüşüm kurbanlarından, küçük yaşta evlendirilerek çocuk- luklarını kaybedenlere ve cinsiyet ayrımcılığına maruz kalanlara dek, toplumsal duyarlılıkta karşılığı olan pek çok başlık günde- me geldi. “Çocuk Gelin’e Hayır!” diyen yurttaşlar, hem şenlikte var olan sorunları tartıştı hem de mahallelerine sahip çıktı.

Çok önemli bir buluşma noktası olarak da görülen Arnavutköy Şenliği, katılımcıların birbirlerini sevgiyle selamladığı, Beşik- taş’ın simge etkinliklerinden biri. Arnavutköy Şenliği mahalle kaynaşmasının, özlemini duyduğumuz birlikteliğin ve halkın kamusal alanı özgürce kullanmasının bir göstergesi. B+

(33)

Söz, eğlenceyle buluştu

Bilim insanları, sanatçılar ve sivil toplum örgütlerinin katıl- dığı şenlikte, Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi ile Gir- ne Amerikan Üniversitesi Dans Akademisi’nin gösterileri büyük beğeni topladı.

Arnavutköy okullarının resital, konser ve gösterileri, Su- zan Kardeş ve grubu Bekriya Band, Kosta & Tuba, ardın- dan Ters Takla ve Değer Deniz’in performansları Arna- vutköylüleri coşturdu. Ayrıca, büyüleyici nostaljik laterna tüm dinleyenleri geçmişe yolculuğa çıkardı.

Toplumsal duyarlılıkların ifade edilebildiği önemli bir plat- form haline de gelen Arnavutköy Şenliği’nde usta gaze- teci Uğur Dündar’ın konuşması ilgiyle dinlendi. Vatandaş- lar Dündar’a kitap imzalatma fırsatı da buldular. Çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de konuşmalarıyla farklı konulara dikkat çekerek şenliğe katkıda bulundular.

Geç saatlere kadar süren festival, hem Arnavutköylülere

hem de Arnavutköy severlere unutulmaz bir gün yaşattı.

(34)

Sokaktaki tarih

REŞAT NURİ VE ÇALIKUŞU

SOKAĞI

Edebiyatımızın usta yazarı Reşat Nuri Güntekin’in unutulmaz romanı “Çalıkuşu”, yayımlandığı günden bu yana baş ucu kitaplarından biri olmayı sürdürüyor. Etem Çalışkan, efsanevi roman

Yazı: Etem Çalışkan

Fotoğraf: Etem Çalışkan Arşivi, Cengiz Kahraman Arşivi

(35)

D

edem “Orayı tekrar oku,” dedi Bedriye Ab- la’ya.

“…Yahut da ayaklarımı birbirine yapıştıra- rak zıplaya zıplaya basamaklardan atlardım.

Bahçede kuru bir ağaç vardı. Fırsat bulduk- ça, oraya tırmandığımı ve tehditlere kulak asmadan teneffüs sonuna kadar daldan dala atladığımı gören muallim bir gün, ‘Bu çocuk insan değil Çalıkuşu’ diye bağırmıştı…”

İlahi Çalıkuşu… İstanbul’da, Tekirdağ’da, konaklarda, konakların geniş bahçelerinde, kiraz, vişne, ceviz ağaçlarında daldan dala, pır pır edip seken delişmen, yaramazlık tatlısı Feride… Bahçele- rin, bağların kenar çitlerinde, dennurelerle, serçelerle şakalaşan, çalılardan eli yüzü çizik çizik, birbirine karışık, delişmen, yaramaz Çalıkuşu…

Güzel Feride’si İstanbul’un, Tekirdağ’ın… Bağların bahçelerin ve ceviz ağaçlarının kiraz, vişne, elma, armut dallarının, çitlembikle- rin, çitlerin Çalıkuşu Feride…

Türk edebiyatının öncü, büyük yazarlarından Reşat Nuri Günte- kin’in ilk romanı “Çalıkuşu” ile doğdun sen Feride!

Reşat Nuri Güntekin genç bir yazar. İlk gençlik yıllarında şiir de yazmış. Yazdıkları çeşitli dergilerde ve gazetelerde değişik ad- larla yayımlamış… Ama Reşat Nuri, bir öykücüdür, bir tiyatro oyun yazarıdır ve de romanlarıyla edebiyatımızın ilk sayfalarındandır.

Yazı devrimine 6 kala, İkbal Kütüphanesi tarafından ilk baskısı yapıldı “Çalıkuşu”nun. Feride, sen bu romanda doğdun.

Kitap, basımından önce yazı dizisi olarak yayımlandı, Vakit ga- zetesinde. Yıl 1922.

Otuz yaşındaki büyük romancı Reşat Nuri Güntekin’in, İnkılap Kitapevi tarafından yayımlanan büyük eserinin 58. baskısı var

1966’da çekilen Çalıkuşu filminden bir sahne.

Türkan Şoray (Feride) ve Engin Günaydın.

Referanslar

Benzer Belgeler

BP’nin yan ı sıra konuya ilişkin platformun sahibi "Transocean" şirketinin de haberdar edildiğini belirten Benton, sızıntının olduğu kontrol tankının tamir

İtfaiye ekiplerinin karadan yaptığı müdahaleye Orman Bölge Müdürlüğü’ne ait bir helikopter ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce kiralanan yangın söndürme

Çalışma, bir önsöz, Kıbrıs basını ve Ankebût hakkında kısa bilgiler veren giriş bölümü, 1920-1923 yılları arasında Ankebût gazetesinde yer alan şiirlerin

Avrupa Birliği’nin temelleri ilk olarak 1951 yılında, Fransız dış işleri bakanı Robert Schuman’ın girişimiyle Fransa ve Batı Almanya tarafından kömür

Hem Artaud, hem de Meyerhold tiyatroyu kitlelerin harekete geçmesi için bir araç olarak görmüştür.. Feminist tiyatroların hedeflerinden biri de sahnede

Program kapsamında Bursa Eskişehir Bilecik Bölgesinin yenilikçi model ve yöntemler kullanımıyla mesleki eğitim kalitesinin artırılması, iş dünyası ile meslek eğitimi veren

Bu sunum, Logo Yazılım Sanayi ve Ticaret A,Ş (“Logo” veya “Şirket”) hakkında bilgi ve finansal tabloların analizinin yanı sıra, Şirket yönetiminin

*Yatırımlar = Logo Infosoft (Hindistan), ELBA HR (Peoplise) ve Logo Kobi Dijital (Türkiye). Logo Infosoft (Hindistan) özsermaye yöntemiyle değerlenen yatırımdır ve