• Sonuç bulunamadı

A l m an m i m a r î si S ö y l e y en : Prof. P a ul B o n a tz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "A l m an m i m a r î si S ö y l e y en : Prof. P a ul B o n a tz"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Y e n i

A l m a n m i m a r î s i

S ö y l e y e n : Prof. P a u l B o n a t z

İnşa sanatı her zaman, bir devrin hususiyetini gösteren bir ayna olmuştur.

Aradan binlerce sene geçtiği halde Mısırın ma-betleri rahiplerin esrarengiz kuvvet ve kudretini, eh-ramlar ise firavunların yüz binlerce eser üzerindeki hudutsuz hâkimiyetini hâlâ haber veriyorlar.

İnsanlık tam bir serbestlikle inkiaşfını ilk defa klâsik Yunanistanda yaşadı. Şiir ve bilgi, devlet şekli ve kanunlar yaratan ahlâk kuvvetleri ebedî timsallerini ölmez mabetlerde buldular.

Eski Romanın tesiri ile ise henüz daha vakm bir halde karşı karşıyayız. Kaplıcalar, su kemerleri, mabetler ve mahkeme holleri, zafer takları ve ko-losseum hep aynı mânaya ifade verirler: Devletin büyük olan kudretini meydana k o y m a k ! R o m a di-siplininin girdiği her yerde, bütün Akdeniz çevresin-de ve A v r u p a d a bugün çevresin-de, Devlet bakımından dün-ya çapında büyük bir düşünüşün sürükleyici şahit-leri durmaktadır. İçimizde, eski Romayı veya Bizansı en parlak devri içinde bir kere olsun gözler ö -nüne serilmiş görmek için ömrünün birçok senelerini feda etmeye hazır olmıyan kimse yoktur.

Avrupanın Hıristiyan'ık devrine rastlayan or-ta çağında ise kendi timsallerini yaraor-tan kuvvetler başka idi. Dünyeviyetten yükselmeği özleyiş dar. yüksek ve çok kuleli katedrallerin sofuluğunda ifade buldu. Kilise sonra tekrar dünyaya doğru döndüğü zaman ise, nüfuz ve hâkimiyet sahibi olmak istedi-ğine bir işaret olmak üzere klâsik Sen Piyer kated-ralini yaratmıştır.

İnşa etmek, kuvvetlilerin b ö y l e isteyip düşünmesinden veya hesaplarına böyle geldüşünmesinden d o ğan birşey değildir. Kuvvetliler inşa etmeğe d o ğ -rudan doğruya mecburdurlar ve başka Türlü hare-ket etmeleri imkânsızdır. Yapılarla tevsik edilmiyen devirler büyük ve toplayıcı kuvvetlerden mahrum bulunmuş olan zamanlardır.

A v r u p a d a şuuruna malik şehirliler gururla yükselen belediye binalarını inşa ettikleri, hüküm

- - Bu konferans yeni Alman Mimarî Ser-gisinin Ankarada açılışı münasebetiy-. le, Profmünasebetiy-. Paul Bonatz tarafından veril-miştir. Yeni Alman Mimarî cereyanı nrn tezini müdafaa eden bu konferan-sı neşretmeği faideli bulduk.

süren derebeyi prensler şatolarında sanatkârları top-ladıkları ve hâkimiyetlerine şatoları vasıtasile şuurlu bir ifade verdikleri müddetçe kültürümüz vardı.

Düşünce yaşayışı ve aynı zamanda biııa ile ifade ediş bakımından son büyük dalgayı klâsiklik (classisisme) cereyanının hüküm sürdüğü devrede görüyoruz, ki buna büyük yazıcılar başlamış. A l -manyada Schinkel ile Klenze ismindeki mimarlar ifade vermiş ve müteaddit A l m a n devletlerine: baş-buğluk eden sanat dostu krallar müzaharet etmiştir.

İnşa kültürünün bu büyük dalgası takriben ( 1 8 5 0 ) senesine kadar gelir. Bu tarihe kadar çirkin hiç bir-şey vücuda getirilmedi. Sanki insanlık bu tarihe ka-dar henüz suçsuzluk içinde yaşamakta idi, denile-bilir.

Sanayileşme ile, teknik ve iktisat bakımların-dan müthiş hızlanış ile, liberalizm devresi başlar. İktisat kuvvetleri ve spekülâsyon bu devrede tanzim edici iradeden daha kuvvetli idiler. Şehirler dehşetli surette ve intizamsız olarak büyüdüler. «Kiralık kış-lalar» denilen pek büyük apartımanların çoğalması karşısında Devletin bunlar üzerindeki güdümü

bü-tün memleketlerde âciz kaldı ve Devlet bilfiil se-kil vermeğe hiç muktedir olamadı, sadece nizam-nameler neşredip tahdit etmek suretile pasif bir rol oynamakla iktifa etti.

Bütün kültür kıymetleri hiç bir şeye aldırış edilmeden tahrip edildi ve biçimleri değiştirildi. Geçmiş zamanların saygı veren şahitleri yanına bü-vük mağaza binaları oturtuldu. Yeni büyiik şehir-lerin görünüşüne mağaza binaları, banka, palaslar ve eğlence yerleri mahiyetindeki binalar hâkimi ol-du. Z o r b a reklam işaretleri dünyanın yüzüne bir başka biçim verdi. İnşa sanatı bakımından bu d e v -renin aynası bize çirkm bir çehre gösterir.

A d o l f Hitler 1935 senes'nde verdiği kültür söylevinde bu ha'i şöyle anlatır. «Eski çağların ve orta çağın şeh:rlerine karakteristik ve dolayısilo de

(2)

şehirli-lerin hususî binalarının büyüklüğü olmayıp bunun çok üstünde yükselen bir arada yaşayış ruhunun tim-sali binalardı ve bunları görmek için uzun uzadıya

aramağa lüzum yoktu, Bilâkis şehirlilerin hususî bi-naları bunların gölgesinde, derin karanlık içinde

ka-lırdı.» ( Orta çağdan bir misal: Münih şehrinde

Franen-kirche denilen katedrali inşa etmiş olan İnsanların kendi evlerinden bugün bir taş ve bir kalas bile kal-mış değildir. Bu eseri yaratkal-mış olan eller beşyüz se-nedenberi çürüyüp toz olmuştur. Onların nasıl ev-lerde oturmuş olduklarını bilmiyoruz. Fakat, sürek-lilik ve ebedîlik yolundaki istekleri hak kazanmıştır, çünkü şahidi durmaktadır.

Bu Franenkirche katedralinin büyüklüğünü ve hacmini Münih şehrinin o zamanki darlığına ve kü-çüklüğüne ve az nüfusuna nisbet edersek misalimiz bir kere daha hayret verir.

A d o l f Hitler sonra şöyle demiştir: «Bugünkü büyük şehirlerimizin karakteristik çizgilerini hâkim bakış noktaları olarak grat siyeller şeklinde büyük mağaza binaları, pazar binaları, oteller ve yazmane-binaları teşkil ettiği müddetçe ne sanattan, ne de ha-kikî kültürden bahsedemeyiz. Bu mevzuda mütevazı surette sadeliğe çekilmemiz lâzımdır. Fakat ne ya-zık ki, liberalizm d e v r n d e umumî hayatın bina ba-kımından sekili endi'/ilmesi fert sermayedarlığına dayanan iş hayatı mevzuları lehine olarak geri bıra-kılmıştır. Nasyonal Sosyalizmin kültür tarihi bakı-mından büyük vazifesi işte bilhassa bu temayülü terketmektir.»

Bu suretle Almanya için yeni bir devre başlı-yor. Şehirler inşa etrrek, yani şehirleri tanzim etmek ancak kuvvetli bir polisin, bilhassa bu vazifenin ha-iz olduğu yüksek dereceyi müdrik bulunan bir dev-let kudretinin başarabileceği bir iştir. Fakat bugün bu is sadece iyi ve daha iyi binalar vücuda getirmek-ten ibaret olmayıp hacim sahasını ve şehirleri tan-zim etmek gibi en büyük bir meseleyi teşkil ediyor.

Tanzim etmek bir derece sırası tesbit etmek demektir. Devletin, Partinin ve müşterek cemiyet Kavatının binaları birinci derecede tebarüz ettirilir. Şehirlilere ait vazifeler. kültür devirlerinde heo ola-gelmiş bulunduğu üzere, ikinci dereceye çek'liı-.

Şehirlerin tanziminde birinci derecede teba-rüz ettirilen müşterek cemiyet hayatına ait binalar büyük ve yeni merkez noktaları halinde bir araya getirilir. Ancak bu yeni ve sağlam çekirdeklerden-dir ki manalı bir bütün inkişaf edip vücut bulabilir. Kristalleşme çekirdekleri büyük ana kollarını uzatıp yayarlar. Etraflarında serbest yerler tesbit ve mü-dafaa edilir. Kenarlar vücuda getirilir ve buralarda yeni unsurlar baslar. Kenar'ar ağaçlıklı yollar ve yeşil sahalarla tebarüz ettirilir. Sonra, rnânalı ve ahenkli surette araya muhtelif safhalar ve kademeler yerleştirilir.

İkametgâh sahaları da eski zamanın kiralık

kış-lalarından farklıdır. Buradaki binalar aralıklı su-rette tertip edilir, güneş ve havayı bol bol aldıkları gibi birçok yeşil ve oyun sahaları da vardır, içtima-iyat fikri burada baş rolü oynar. Evvelce mukaddes diye ilân edilen fertlerin hususî hakları artık bir engel gibi yolu kapatmaz. Kuvvetli devlet nüfuzu halkın müşterek faydasını şahsın münferit faydası üstüne çıkarır. İkametgâhlar inşaatı artık sermayeye yüksek faiz getiren bir mevzu olmayıp sadece insan-lara hizmet etmektir.

Bugünkü bina yaradılışını eski devirden ayıran ikinci bir nokta da bütün kuvvetlerin müşterek bir irade halinde birleştirilmesidir. Yeni bir inşa kültü-rü ancak böyle doğabilir.

Evvelden şurada burada iyi başarılar vardı. Fakat güzel görünmüyordu. Bunları boyuna yeni çı-kan gürültücü modeller bastırıyordu. Hünerli bir-çok fertler vardı. Fakat her biri bir başka yol'^n yolcusu idi. Aralarında müşterek olan tek şey her birinin eserine kendisini temsil ettirmek arzusu idi. Birinci dünya harbinden sonra Expressionism ortaya çıktı. Bundan sonra Romantizm ve nihayet mevzua uygunluk yâni yeni (objektivisme) denilen yeni cereyan göründü. Bu son üslûb taş ve tahta gi-bi eski ve tagi-biî inşa maddeleri yerine sadece çelik,

demirli beton ve mümkün olduğu kadar çok cam gibi teknik mahsulü maddelerle çalıştığı için kendi-sine «mevzua uygunluk» ismini vermişti. Bu

mad-delerin bina mevzuuna elverişli olup olmadığına ehemmiyet Veren yoktu. Fakat, bir müddet sonra bu üslûbun mevzua hiç te uygun olmadığı hattâ

tek-nik bakımından kusurlu olduğu anlaşıldı. İlk İşaret-leri menfi olan yeni bir romantizmeden başka bir şey değildi.

Bütün bu huzursuzluklar içinde bir nokta ay-dınlanmıştır:

Yeni bîr Ü ?IÛD fertlerin tek başlarına yeni

bi-çimler düşünmeliyle doğmaz. Bunlar kısa ömürlü denemeler mahiyet'nde kalır, d 9 0 0 ) senelerı'nde-ki (gençlik üslûbu) böyle bir deneme idi. Yeni bir Ü=1ÛD bir kimsenin kendi ihtiyarı ile o'ma birsey dcğild'r. inşa sanatının, zamanın ne g;bi acıları ve

ne gibi yeni şartları neticesinde yeni bir çehre ta-kındığını güzel sanatlar tarihi bize öğretiyor.

Şimdi biz hangi yoldan gideceğiz?.. Zamanı-rn'7 nerece gitmek is>tivor?.. Burada iki şeyi ayırdet-memiz lâzımdır: Birincisi; şehirlilere ait binalara mahsus inşa sanatı, yani çerçevenin kenarlarını teş-kil eden kısımlar, ikincisi; monumental vani âbidevî inşa sanatı, yani tebarüz ettirilmeğe hakkı olan kı-sım.

(3)

Bunun yanında teknik bölge var; yâni fabri-kalar, kuvvet santralları, pazar holleri, su inşaatı vesaire..

Birinciler el zanaatlarından geliştirilebilirler. İkinciler konstrüksiyon ile vücuda getirilir. Birinci-lerde geleneğe dayanılır. İkinciBirinci-lerde ise el zanaat-larından ders almış temiz bir inşa düşünüşü esastır.

İnşaatta geleneğe ne dereceye kadar el atmak caiz veya lâzım olduğu meselesi bütün memleket-lerde aynıdır.

Yüz veya ikiyüz senedir (beynelmilel moder-nizm) cereyaniyle inşa işi lüzumundan fazla sade-leştirildikten, bu iş çabucak öğreniliverecek bir şema haline sokulduktan ve memleketlerle milletler ve iklimler arasındaki bütün farklar inkâr edildikien sonra şimdi her yerde tekrar millî kökler düşünülüp aranmaktadır.

Her milletin kendi toprağından ne büyük bir kuvvet fışkırdığı seziliyor ve kökleri sökülmüş olan-lara açınılıyor. İnşa sanatının inkişafmdaki mâna ve bu inkişafın sonu şehirlerin her memlekette ve her yerde hep aynı modele göre inşa edilmesi olamaz. Amerikanın aksine olarak Avrupa kıt'ası her ne kadar birçok milletlere ve lisanlara ayrılmış ol-mak yükünü taşıol-mak zorunda ise de buna mukabil muhtelif nevilerden kültürler bakımından zengin-liği gibi bir rüchana sahiptir. Bunları silmek fakir olmak demektir. Kendi kültürünü şuurla kavramak millî bakımdan kuvvetlenmek demektir... Bu ise ge-leneğe gc,türür.

Bütün memleketlerde insanlar en iyileri kıy-metleri her zaman için eksilmeyen şeyleri tekrar ele almağa uğraşıyorlar. O kıymetli şeyler ki, onları her milletin kendi toprakları vermektedir. Taşların ve tuğlaların kullanılıra usulleri, taş ve tahtanın işlen-mesindeki el zanaatkârlarının âdetleri, iklimin hu-susiyetinden doğan ve eskiden olduğu gibi şimdi de zarurî olan çatılar ve kornişler vasıtasile hava te-sirlerinden korunma tarzları gibi.

Bu meyanda muayyen bir devreye ait olan bir üslûb markasını kullanmaktan kaçınacağız. Tezyi-nattan ve başka nevili binalarda türemiş eklentiler-den kaçınacağız.

Ge'eneğe sağlam surette itina etmek esas men-baları aramaktır, süs yapmak değildir. Biçim, işin gidişi içinden meydana çıkar.

Böyle el zanaatkârlığı dolayısile gelenek bakı-mından ders göstermek genç mimarların yetiştiril-mesinde mutlaka lüzumlu bir temeldir. Ancak bu iptidaî temel üzerindedir ki ileriye doğru muvaffa-kiyetle yürümek kabil olabilir.

Eski yapı zanaatkârlığı ile başarılacak binaların vanmda teknik binaları gelir.

Teknik elli seneden fazla bir zamandanberi kurduğu binalar i'e seh'"r ve kırların biçimini bozdu. Demiryol idarelerini ( 8 0 ) sene evvel yaptığı ilk b':vük köprüler henüz Sch:nkel devrinin tesirleri

al-tında vücuda getirilmiş birer inşa şaheserleri idi. Fakat sonra, muvazenet hesapçısı olan mühen-dislik inşa sanatkârı olan mimardan ayrılması, mü-hendisin lüzumundan fazla ihtisaslaşması ve aynı zamanda mimarın da bu meselelere karşı .ılâkasız kalması neticesindedir ki tekniğin çirkin binaları dünyaya geldi.

sAnmızın başındanberi mimarlar tekrar mü-hendis inşaatı üzerine tesir etmeğe çalışıyorlar. Mi» m arlar ya mühendislere sahayı terketmek, yahut ta onlarla bir ittifak akdedinceye kadar güleşmek mec-buriyetinde idiler.

Mühendislerin ve mimarların basiretli olanları az sonra birlikte mücadele etmek üzere birleştiler. Hesapçı mühendis kafası ile mesuliyeti üzerine al-mağa âmâde bulunan mimar duygusunu kat'î su-rette birleştirmek ise Doktor ( T o d t ) un ölmez bir muvaffakiyeti olmuştur. Bu sayede kurduğu oto-mobil yollarının köprüleriyle bir kültür âbidesi vü-cuda getirmiş oldu.

Fakat teknik yapılar sade köprüler değildir. Bu saha barajlar, kuvvet santralları, ve geniş isti-nat aralıklı holler üzerinden geçerek yüksek bina inşaatına kadar uzanır. Mühendisliğin mimarlık üze-rine bir tesir yapmadığı düşünülemez ve tekniğin bu hakikî tesirini reddetmek için bir selbep te yoktur, çünkü bu, «mevzua uygunluk» devrindeki gibi söz-de teknik söz-değildir.

Teknik, bilâkis, mimarlığın sağlam bir «urette semerelendirilmesi olacaktır. Kendi vazifeleri için ise (teknik bir üslûp) inkişaf ettirecektir. Netekim teknik binaları bize daha şimdiden, farklı bir bünye duygusu vermeğe başlamış bile bulunuyorlar.

Şehirlilere taallûk eden inşa sanatı ile teknik in-şayı bir kere daha hulâsa edersek, önümüzde sereli bir inkişaf görüyoruz. Öyle bir inkişaf ki, bir me-sele teşkil etmeksizin tekâmül imkânları hudutsuzdur.

Yeni vazifeler, yeni teknik, yeni kan ve insanın tüketilemez yaratma zevki her zaman yeni bir ha-yat vücuda getirecektir.

Monumer.tal yâni âbidevî inşaat sanatı mese-lesi ise bütün yukarıdaki mü'âhazalardan ayrılıp ta-mamen başlıbaşına gözden geçirilmek icabeder.

Bu sanat her devirde şehirlilere ait inşa sana-tının dışında ve üstündedir. Bunda bizi güdecek bir gelenek yoktur. Gelenek kırılmıştır. ( 1 2 0 ) sene ev-vel elassisizm cereyanının son dalgası geçmiş bit-miştir.

(4)

O politika cereyanının da sonu gelmişti: Kendi üzerine doğru yürümekte olan heybetli içtimaî me-seleleri gören bir monarşi onlarla uyuşmağa âmâde idi, fakat sarih neticeler çıkarmağa yanaşmamıştır. Demek oluyor ki şimdi yeniden başlıyacağız. Fakat bu işte maksat inşa âdetlerine ve arazideki ge-leneklere uymak değildir. Çünkü, hâkim olan şey bir kere meydana yürüyünce daima kendine mahsus hususiyetlerini de beraber getirmiş ve temsil ettir-miştir.

Yeni Almanyanın monumental binalarının p'ân-lanmasında ilkönce bir fikir faaliyeti, bir seçiş, ön-ceden kavranılmış bir irade vardır. Bu, klâsiğe doğ-ru yönelen bir iradedir. Yüz sene müddetle roman-tizm ve klassisizm arasında bocalamış olan Alman mimarlığı bu seferki yol dönümünde bocalamadı. Sarih olarak klâsiklik yolunu tutmuş olması kevfe

uymak ve icbar edilmiş olmaktan ileri gelmedi, bi-lâkis içten sezilen bir zaruret bu seçişte âmil olmuş>-tur; çünkü bu en büyük vazifelerin derecesine ancak k'âsik düşünüş tarzı erişebilir.

Bizim için klâsik demek kat'î ve nihaî olan şe-ye erişmek iradesi demektir. Yâni günün, ferdi.ı moda veya heveslerinden uzak kalınacaktır. Büyük antik devri zamanlarında olduğu gibi fert kendi-kendini temsil etmiyecek, bilâkis umumun müşterek ve büyük iradesine tâbi olacaktır; inşa sanatında da tıpkı politikada olduğu gibi hareket edilecektir. Y ü -rekleri sükûnet bulrnıyan romantikçiler birçok mâ-nalar ifade etmeğe, ebediyyen aramağ, hislerine u-yarak, hep hareket halinde uğraştılar; kendilerini kaybetmeğe, dikilip durdukları yeri ve dolayısile görüşlerini değiştirmeğe daima hazır idiler. Şimdi ise birçok mânalar değil tek mâna ifade edilecektir.

Yumuşak hisli insanların zamanında değiliz. İfade ve t-».-"sil edilmesini istiven şey sert ve insaf-sız bir talihtir. Bu ifadenin sıkı ve sarih olması lâ-zımTeliyor. Ölmez bir mânanın ifade edilmesi ica-bedince ferdiyetin üstüne çıkmış, daha serin bir ha-vaya yükselmek lâzımdır. Yeni inşa sanatına dam-gasını vuran şey devamlılık hedefine yönelen irade-dir.

Acaba bu klâsik şey ne biçim bir şekil olacak? Yunanlı mı? Romalı mı? Alman klassisizmi nevin-den bir şey mi? Taklit olursa işin başına değ'l so-nuna varmış bulunuruz. Şüphesiz, sütunlar, direkler, silmeler, çatmalar gibi ebedî esas unsurlara baş vu-rulacaktır. Bunlar tıpkı lisan gibi herkesin malı ve zamandan mücerret ifade vasıtaları olmuşlardır.

Zayıf bir nvmarlık bunları kullanırsa bir gele-nek olur. Fakat güleşen. bunlara saldıran, bunlarla kozunu paylaşan ve bunların içine kendi yüreğinden kan katan bir mimarlık ise bunları fethedecektir. O zaman onları kendine kalbetmiş, kendinin yapmış olacaktır ve onlar artık onun lisanile konuşacaklar-dır. işte klâs:ğe böyle sarılırsak o bizim devrimizin

ifadesi olacaktır.

Sarahat hasıl olması için birkaç misal verelim: Birincisi: Schinkel tarafından 1816-1818 ta-rihlerinde yapılmış olan yeni karakol (Neue W a c h e ) binası. Bu bina şimdi harp ölüleri şeref âbidesidir.

Gayet tartılı nisbetlerini, ince profillerini, gü-zel surette safhalandırılmış kaide ve silmelerini göz-den geçirdiğimiz zaman doğrudan doğruya ve av-dın olarak anlarız ki bu tam ve bitmiş bir eserdir, tam yüksekliğine erişmiştir.

Daha fazla bir gaye artık aramak istemeyiz, çünkü eser gayenin kendisidir. Bu noktayı bütün sa-rahatiyle kavrayınca aynı zamanda şunu da anlamış oluruz: Böyİe tam ve bitmiş bir eser yeni bir geliş-meye başlangıç olamaz.

Eğer bunu bir başlangıç olarak alacak olursak ancak taklitler vücuda getirebiliriz, yahut ta olsa olsa mükemmel basarılar, artistik bakımdan entere-san şeyler yapabiliriz; fakat bunlar istikbale taşına-cak b;r kuvvet değildir.

Meselâ daha kuvvetli kaideler, daha ağır ve daha çok silmeler daha zengin bir uzuvlandırış ilâve ederek de böyle bir eseri kat'iyyen yükseltemeyiz. Böyle yaparsak zaten işin sonuna varmış oluruz. Faz-la yüklemek ve süslemek daima, gerilemek demek olmuştur.

Fransada güzel klâsik eserler Üçüncü Na-polyon zamanında Garnier'ni'n yaptığı opera bina-siyle ölmüştür. Bu binada tantana ve ihtişam en sen ustalığın zirvesine çıkarıldı ve bununla artık iş bit-mişti.

Taşıyabileceği gücü olan ve kendimizden bir klâs:k geliştirebilmemiz için, demek oluyor ki,

kuv-veden daha derinlerden ele geçirmeliviz, doğurabi-lecek analara kadar inmeliyiz, tam olmıyan, yetiş-tirebilecek kanı henüz mevcut bulunan, tamamlatıcı havai kuvvetini çağıran kaynaklara baş vurmalıyız,

her birimiz b;r başka böyle menbaa koşmalıyız.

Sert ve güç bir iş çıkarırsak hoşluğu fazla kaç-mış bir işten gene iyidir. Sade ve cazip bir iş çıkarır-sak gelenekli süslü bir isten gene iyidir.

Görülüyor ki, burada acılan sergiyi Schinkel devri ,"]e pader.e hangisi daha itinalı, daha tam, daha nazik ve lûtufkâr diye mukavese etmek doğru ol-maz. Bu mânada alınınca eski Alman klassisizm devrinin bahsi kazanacağı âşikârdır.

Fakat b " serp-'dfki mimarlık bir başka dâva gütmektedir, işin ağırlık noktası şekillerde değil içerideki yeni özlerdedir. Eserlerin içimdeki bu yeni özler kendi ifadesini kendisi yaratır. Üzerinde çalı-şılan vazifeler tanıamen yeni mahivette olua bu me-vanda pek geniş bir merasim geçişi ve toplanma sahasının mimarlık bakımından çerçevelenmesini c-'mdive kadar görülmemiş ölçülerde bir kapalı nw-»-»l'î. veni A'm^nva zihnivetinde yetiştirilecek g';

-^"cii gençlere mahsus manastırvari şatoları göstere-biliriz.

(5)

ar-tık şekillendirilemezlerdi. Yeni Alman hareketir.de-ki disiplin müsamahasız ve şakasızdır. Bu binalar dahi öylece disiplinleştirilmiştir.

Bu binalar nazikâne bir surette hoşa gitmek e-melinde değildirler. Bunlar sert, açık ve sürekli ol-mak arzusundadırlar.

inşa emelindeki ölçü büyüklüğüne kısmen şaşa-caksınız. Fakat, eski devirlerde en küçük memleket-lerin veya kilisememleket-lerin her yerde vücuda getirmiş ol-dukları binaları düşünürsek ve bunu ( 8 0 ) milyon-luk bir millete ve şimdi gelişmiş bulunan tekniğe nisbet edersek o zaman bu cesametler dahi akla uy-gun gelir.

Monumental, yani âbidevî inşa sanatının geli-şimindeki ilerleyiş nasıl olacaktır? imkânlar bu hu-susta dahi hudutsuzdur ve biz biliyoruz ki «mevzua uygunluk» cereyanı devresinden başlayana nisbetle klâsikten baslıyan bir devir ışıklı ve kristaller gibi aydınlık modernliğe daha emin bir köprü ile bağ-lıdır. Birincisi manierisme ile çabucak sona erdi. Di-ğeri ise lüzumlu bünye kanunlarına daima itina e-decektir.

İnşa etmek arzusunu ve mecburiyetini ve şehir inşacılığını taşıyan yeni ve büyük bir dalga üzerimize doğru gelmektedir. Bütün genç ve kuvvetli milletler bu dalgaya tutulmuşlardır.

Yirmi seneden az bir zamanda, kuvvetli bir Devlet adamının idaresi altında bir milletin nel<=»-tahakkuk ettirebileceğine Ankara bir misal teşkil

edi-yor.

İnşa için çırpınmanın büyük dalgaları her za-man büyük politika dalgalariyle birlikte olmaz. Fa-kat bunlar Türk:venin vükselişinde veya bugünkü

Almanyada olduğu gibi bir arada cerevan eders-î ve nihayet bütün kuvvet'er toplanıp büviik hedeflere vöneltilirse bu takdirde fevkalâde işler başarılabilir

Harp, inşa plânları üzerine acaba nasıl bir te-sir yapacak? Bu tete-sirin maddî bakımdan ne dere-celerde olacağını bilen yoktur. Fakat eski zaman-ların bütün misalleri gösteriyor ki, tutuk kalmış kuv-vetler, harp biter bitmez bütün bir şiddetle işe atıl-maktadır.

Alman classisizminin en güzel çiçekleri, mem-leketin fakirleşmiş olmasına rağmen, Napolyon mu-harebelerinden sonra açılmıştır. (Schinkel) in güzel karakolunun inşasına 1816 senesinde, yani bu ağır muharebelerden bir sene sonra, başlandı. Demek o-luyor ki güzel sanatlar o zamanlar dahi harpler es-nafında ölü kalmamıştır.

Son olarak size bir plâstik eser gösteriyorum: Bu bir cengâver heykelidir bu p'âstik eserdeki ciddiyet ve berraklığı inşaatta başarabildiğimiz gün artık doğru yola girmiş sayılacağız. Bu eser ne Yu-nan, ne Roma ne de klassisizm tarzındadır. Bu e-seri yapan ona bir üslûb gözlüğü ile bakmamıştır. Bu eser doğrudan doğruya bugünün içinden doğmuş-tur. Bir baht ve bir kahramanlık onu doğurmuşdoğmuş-tur.

Bu heykel bir Alman eserinden, zamanımızın bir eserinden başka hiç birşey değildir.

Eski bir söz vardır: «Güzel sanat mensubu harp Tanrısının oğludur.» derler. Mücadele imtiha-nını kazanmış, bir millete yol açmış ve kendi kuv-vetini keşfetmiş bir insan kendi hislerine doğru yü-rümek cesaretine sahiptir.

Taşlara bakınca bir baht ve bir kahramanlık okunacaktır ve bunlardan milli klâsik sanat peyda olacaktır.

Biz bir işin başında bulunuyoruz. Bir işin ba-şında yaratıcılıkta beraber yürümektir ki hayatı ya-şanmağa değer bir hale getirir.

Referanslar

Benzer Belgeler

53 kr, 50 45 Tuğla: Büyükdere Prese Feriköy deliksiz Kâğıthane delikli ASLAN deliksiz Ateş tuğlası

Esasen bütün servis kı- sımları, mutfak, yemekhane, kalorifer tesisatı vesaire okulun genişlemiş ha- line kifayet edecek surette yapılmıştır. İnşaatın iskeleti hafif

Sergide teşhir olunan fotoğraf, plân ve sair malze- menin intihabında bunların münhasıran ifade ettikleri mimarî üslûp değil bir o kadar da sosyal mesken saha- sında toplu

Hollânda Mimarlar Birliğinin gayretile ve diğer yapı işleri teş- kilât ve müesseselerinin alâkasiyle kurulan bu binada, inşaata ait fikrî, sınaî, her türlü

Gerek beşik tonoz (Fr. Voûte en berceau, Alm. Tonnengewölbe), gerek manastır tonozu (Fr. Voûte d'arete, Alm. Kreuzgewölbe), gerek yarım tonoz (Fr. Voûte en quart de cercle,

d.— Gümrük, polis ve liman idaresi dairelerinin muaye- ne salonu, rıhtım, iskele, dehliz ve sokak ile doğrudan doğ- ruya irtibatının temin edilmesi.. e.— Mutfağın hususî

Enstitüsünün ve Eti Bankın müş- terek bölmeleri, bir kömür maden ocağı galerisinin tabiî ce- samette içini göstermiş ve ayrıca Zonguldak kömür ve Kü- tahya linyit

Adaman'dan teşkil edilen komisyon ahi- ren mesaisini bitirmiştir. Bir çok Avrupa memleketleri mima- rî teşekküllerinin bu işlere mahsus mevzuatını tetkik ederek,