• Sonuç bulunamadı

ŞİÎLİK VE ANA PRENSİPLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ŞİÎLİK VE ANA PRENSİPLERİ"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ŞİÎLİK VE ANA PRENSİPLERİ

AYN İ İLHAN*

Şiîlik deyince akla hem en Hz. Ali ve soyuna karşı farklı bir sevgi gelir.

Ç ünkü Hz. Ali ve soyuna karşı tarih boyunca M üslüm anların çok büyük bir çoğunluğu hep sevgi beslem işlerdir. Fakat pek çok sayıda ortaya çıkan Şiî m ezheplerin diğer m ezheplerden ortak farklılıkları Hz. Ali sevgisi ile ilgili anlayış ve iddialarındadır. D enilebilir ki Şiî m ezheplerin hem en hepsi zam anla gerek inanç gerek tatbikatla ilgili bütün dinî görüşlerinde Hz. Ali ve soyunu ana m ihver olarak kabul etm işlerdir. Esasen kelim enin lügat m anâsından hareketle de aynı noktaya gelinir. Ondan fazla farklı m anâsı olan kelim enin en çok kullanılanı fırka, bölük ve taraftar dem ek olanıdır.

Kelim e bu m anâda Kur'an-ı Kerim'de de geçer.1 İslâm Tarihinin ilk zam an­

larında ortaya çıkan gruplaşm alarda "Ali taraftarı", "Osman taraftarı" gibi kullanılırken giderek sadece Hz. Ali taraftarlarına alem olm uş ve bugünkü kazanım a ulaşm ıştır.

Bilindiği gibi Hz. Peygam ber sağlığında hem A llah'tan aldığı İlâhî m esajı insanlara ulaştıran bir peygam ber, hem de M edine'de kurduğu devle­

tin başkanı idi. Onun vefatıyla Hz. Ebu B ekir devlet başkanı oldu. Hz.

A li'nin Hz. Ebu Bekir'in devlet başkanı olduğu m üzakerede bulunm ayışı ve

* Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

1 En’am 6/65, 159; Hicr 15/10; M eryem 19/69; Kasas 28/4; Rum 30/32; Sebe 34/54;

Kamer 54/51. Âyetlerinde fırka, topluluk anlamında; Kasas 28/15; Saffat 37/83'te taraftar, birine uyan anlamında, Nur 24/19. Âyette de yaymak anlamında kullanılmıştır.

(2)

376 AYNİ İLHAN

bey'atta gecikm esi spekülasyonlara yol açtı. Fakat tarihî bir gerçektir ki daha sonra Hz. Ebu Bekir'in icraatında Hz. Ali m uhalif değil yardım cıdır. Hz.

Öm er D evrinde de durum farklı değildir. Hz. O sm an'ın halife seçildiği şûrada Hz. Ali onun karşısındaki adaydır ve üçüncü halifenin son zam an­

larındaki fitne hareketlerinde ihtilâlciler -en azından halkın desteğini sağlam ak için- Hz. Osm an'ı azledip Hz. Ali'yi başa geçirm ek istediklerini açıkça ifade etm işlerdir. Hz. Osm an'ın öldürülm esinden sonra ihtilâlcilerin hakim olduğu M edine'de devlet başkanlığını üstlenen Hz. Ali'nin karşısında fitneciler ve devletin birliği gibi, dev problem ler vardı. D aha ilk günlerinde ondan M edine'ye tam m anâsıyla hâkim olan ihtilâlcilerin içinden Osm an b.

Affan'ın katillerinin yakalanarak hesap sorulm ası istendi. G ecikm esinden dolayı karşısında cephe alan halasının oğlu Zübeyr b. Affan, Hz.

Peygam ber'in hanımı Hz. Aişe, ve Talha b. Ubeydullah gibi ileri gelen saha­

benin liderliğinde oluşan grupla B asra yakınlarında m eydana gelen kanlı çatışm a (Cemel Vak'ası), arkasından Osman b. Affan'ın sülâlesinden Şam valisi M uaviye b. Ebi Süfyan liderliğindeki Şam lılarla Sıffın'de (Suriye ile Irak sınırında Fırat Nehri yakınlarında bir yer) m eydana gelen daha kanlı savaşlar M üslüm anların daha da bölünm esine sebep oldu. Bu son savaşın Hz. Ali lehine sona ermesi sırasında yapılan hile ile durdurulm ası, daha sonra da işin hakem lere bırakılıp yine entrika ile Hz. Ali'nin azledilerek M uaviye b. Ebi Süfyan'ın halife ilân edilm esi işi iyice çığırından çıkarm ış, daha Sıffın'de olup bitenler sırasında Hz. Ali'nin ordusunda kopm alar başlam ıştır. H aricîler adı ile ortaya yeni bir parti çıktı. Hz. A li'nin bu grup ile olan savaşı sonunda intikam alm ak maksadı ile İbn M ülcem 'in Hz. Ali'yi şehit etm esi onu seven, takdir eden, meşru başkan olarak kabul eden insan­

ların duygu ve düşüncesinin daha belirgin bir şekilde onun taraftarlığı haline dönüşm esine sebep olmuştur. Daha sonraki tarihî olaylar bu taraftarlığın artık tam m anâsıyla bir m ezhep halinde prensiplerinin ortaya çıkm asını doğurdu. Bilhassa, Hz. Peygam ber'in torunu ve herkesin sevip saydığı bir şahsiyet, Hz. Hüseyin'in aile fertleriyle birlikte hunharca şehit edilm eleri; bu olayın arkasından bütün halkla beraber bilhassa Hz. Ali soyuna yapılan baskı, haksızlık ve işkenceler sözünü ettiğim iz gruplaşm anm ın daha da kem ikleşm esine sebep oldu. Em evîler'in ırkçı ve despot politikalarına karşı organize edilen ihtilâl hareketinde Hz. Ali soyu am caoğulları Abbasîler'le

(3)

beraber hareket etm iş olm alarına rağm en daha sonra onlar tarafından da -ik­

tidarlarına tehlikeli bir rakip olarak görüldükleri için- adaletli davranıl­

m ayan; liderlerinden bir çoğu hapislere atılan, başkaldıran Hz. Ali soyuna karşı taraftarlık giderek bu günkü şeklini aldı. Pek tabiî bu oluşum a sıraladığım ız sebeblerin yanında ekonom ik ve sosyal, siyasal başka sebebler de her devirde katkıda bulunm uştur. Devletleri yıkılan Sasanî ileri gelenleri ve diğerlerinin İslâm 'dan ve İslâm 'la bağlantılı olan herşeyden intikam alm ak isteyenler her kargaşalığa destek verdiler. İslâm 'ın insanlar arasında eşit davranılm asını em retm esine rağm en Em evîler'in ırkçı politikalarıyla ikinci sınıf olarak görülen Arap olm ayan M üslüm anlardan büyük bir kısmı da Em evîler'in karşısında olan hareketleri desteklediler.

Özetlem eye çalıştığım ız bu sebeblerin yanında m evcut problem lerin halli için üm it ışığı arayan toplulukların, gerçekten çok faziletli ve soylarından taşıdıkları üstün vasıfları ile herkesin dikkatini çeken Hz.

Peygam ber'in torunlarına yönlerini döndürdüklerini de görüyoruz. Fiilen iktidarda olm alarına rağm en halkın kalbine taht kuram ayanlara karşı daim a bu büyük zatların m anevî nüfuzu ve liderliği canlı bir şekilde hazırdı. Bu husus Em evîler devrinde böyle olduğu gibi A bbasîler devrinde de böyleydi.

Hz. H üseyin'in şehit edilm esinden sonra Hz> Ali'nin soyundan bir çok kişinin im am lığı (m addî-m anevî) ileri sürüldü. Hz. Ali taraftarları aynı anda farklı im am lara bağlandılar. Bu liderlerden bazıları açıktan siyasete atılıp, Em evîler'e veya A bbasîler'e karşı taraftarları ile birlikte kılıç çektiler ve harp m eydanlarında öldüler. B ir kısm ının ise kendileri hiçbir siyasî iddia ve faali­

yette bulunm adıkları halde taraftarları onlar hakkında diğer insanlarda ve liderlerde bulunm ayan vasıflar iddia ettiler. Şiî grupların çok büyük bir kısmı m evcut liderleri öldüğünde taraftarlarından bazıları onun ölüm ünü norm al kabul edip oğullarından birine bağlanm ışlar; bazıları ise onun ölm ediğini iddia edip ileride M ehdî olarak döneceğini ve dünyayı zalim ler­

den kurtaracağını beklem işlerdir. Liderin ölüm ünü norm al olarak kabul edenler de ayrı ayrı oğullara bağlandıkları için yeni yeni Şiî fırkaları' oluşm uştur. Şiîlerin kendi kaynaklanndan tesbit ettiklerim izin sayısı bile yüze yaklaşm aktadır. Tarih içindeki bu çok sayıda fırkalardan çoğu ortadan kalkarak büyük çoğunluğu İsnâaşeriyye (Oniki im am cılar) ve İsm ailiyye adı altında toplandı. Y eryüzündeki yaklaşık bir m ilyar M üslüm am n % 9 unu

(4)

378 AYNİ İLHAN

teşkil eden Şiîlerin tam am ına yakını bu iki ana fırkaya dahil edilebilir. Şiî fırkaların birbirinden farklı tasnifini yapm ak m üm kündür ve yapanlar da olm uştur. Bütün Şiî fırkalarını şu dört grupta toplam ak m üm kündür.

1- Gulât (aşırılar): Bu gruba giren fırkaların genellikle İslâm 'ın Allah inancına ters iddiaları vardır. M eselâ, Hz. Ali veya başka bir önem li şahsiyete ilahlık vasfı verm ek gibi.

2- İsm ailiyye (B âtınî anlayışı savundukları için B âtınîyye adıyla da anılan bu fırka m ensupları tarihte Fatım î Devletini kurm uşlardır).

3- İsnâaşeriyye (Oniki İm am cılar): Şia'nın tarih boyunca en büyük grubunu oluşturm uşlardır. Bunların anlayışlarına göre, Hz. Ali'den sonra im am et (m addî-m anevî liderlik) sırasıyla önce büyük oğlu ve Hz.

Peygam ber'in torunu olan Hz. H asan'a sonra diğer oğlu ve yine Hz.

Peygam ber'in sevgili torunu Hz. Hüseyin'e sonrada sırasıyla Hz. H üseyin'in soyundan ve babadan oğula intikâl etm ek sûretiyle Onikinci İm am M ehdî'de son bulm aktadır. Halen im am et gizlenm iş ve M ehdî'nin uhdesinde bulun­

m aktadır.

4- Zeydiyye: Ehl-i Sünnet'e en yakın Şiî fırkasıdır. A nlayışlarına göre İm am ete en lâyık kişi Hz. Ali idi. Fakat ondan derece itibariyle daha sonra gelm elerine rağmen ilk iki halifenin de im am etleri caizdir. D olayısıyla en üstün vasıflı bir kişi varken ondan daha az faziletli bir kişinin (m efdûl) adaletle hükm etm ek şartıyla im ameti caiz olur.

Çok özet halindeki bu hazırlık bilgilerinden sonra şim di Şiîliğin inanç esaslarına geçebiliriz. Şiîlik içinde azınlık sayılabilecek aşırı grupları hariç tutarsak Şiîler de esas itibariyle M üslüm anların A llah'ın Varlığı, birliği;

kâinatın yaratıcısı ve sahibi olduğu; eşi, benzeri, ortağı olm adığı; doğm am ış doğurulm am ış aşkın bir varlık olduğu yolundaki (tevhîd) inançlarına aynen katılırlar. Peygam berlik ve ahiret inancına da bağlıdırlar. Y alnız bu esasların yorum unda farklılıkları vardır. Y ukarda da hatırlattığım ız gibi altını çizerek bir kere daha belirtelim ki Şiîlikteki inançla ve tatbikatla ilgili yorum fark­

larının hepsi im âm etle ilgilidir. Yani Hz. Ali sevgisindeki farklı anlayışları ile.

Şiî alim ler dinin tem ellerini (inanç esaslarını) beş esas halinde ele alıp incelerler:

(5)

379 1- Tevhid: Allah'ın varlığı ve birliği bütün İslâm alim lerinin üzerinde en çok durdukları bir konudur. Bu cüm leden olm ak üzere Şîa alim leri de tevhid'e büyük önem vermişlerdir. Allah'ın varlığı konusunda kullanılan deliller ve takip edilen m etotta Şîa alim leri ile diğerleri arasında fark yoktur.

Allah'ın sıfatları konusu alim lerin farklı izahlarına im kân verir. Şîa'nın sıfatlar konusunda çizgisi hem en hem en M ûtezile ile aynıdır. T abiî olarak konunun teferruatında kendi alim leri arasında bile bazı farklar vardır.

B ir taraftan K ur'an'da ve sahih hadislerde Allah'ın isim lendiriliş ve bildirilen sıfatlarını kabul etm e, diğer yandan da tevhid akîdesine halel geti­

recek bir anlayıştan kaçınm ak şeklinde özetleyebileceğim iz anlayış, M ûtezi­

le ve Şîa'nın Allah'ın sıfatlarına bakış tarzını gösterir.

Aynen Ehl-i Sünnet ve M ûtezile'de olduğu gibi Şîa alim leri de ulûhiyete nisbet edilm esi m üm kün olm ayan acizlik, eksiklik ve yaratılm ışlık ve benzer kavram ların Yüce Allah'a yakıştınlm asından şiddetle kaçınm ışlar ve selbî sıfatlarla bu hususu ortaya koym uşlardır; yani bu türlü kavram ların zattan uzaklaştırılm ası sûretiyle O 'nu nitelendirm işlerdir.

Allah'ın varlığı ve birliği konusunda bir diğer önem li nokta A llah'ın yaratılm ışlara benzetilm esi (teşbih) ve cismi çağrıştıracak şekilde telâkkî edilm esi (tecsim ) dir. Bazı aşırı Şiî fırkaların başta Hz. Ali olm ak üzere im am lardan ve başka şahıslardan tanrılığını iddia ettikleri veya bu şahısların bazı vasıflarının tanrının vasfı ile özdeş olduğunu ortaya attıkları bilinm ekte­

dir. Bu, Şiîler'in m uhaliflerinden bazı aşırı yazarlar tarafından Şîa'nın tecsim ve teşbihi benim sediği şeklinde takdim edilm iştir ki doğru değildir. Çünkü Şîa bu konuda aşırı titizliği olan M ûtezile ile aynı anlayışı paylaşm aktadır.

M eselâ tecsim anlayışına götürdüğü gerekçesi ile Allah'ın A hirette bile görülm esini şiddetle reddetm ektedirler. Şîa'nın im am larına ve diğer din büyüklerine aşırı bir kudsiyet atfetm eleri de böyle bir iddiaya sebep olmuş olabilir. D urum ne olursa olsun m ûtedil Şiî fırkaların A llah'ın zatı ve sıfatlan konusunda tecsim ve teşbih anlayışına götürecek bir tutum dan şiddetle kaçındıkları ortadadır.

Bu noktada Şîa'ya has görüşlerden birisi olan "Bedâ'dan da söz etm eli­

yiz. İlim, irade ve tekvîn sıfatlarında değişm eler m eydana gelebileceğini ifade eden bedâ "Allah'ın belli bir şekilde vukû bulacağım haber verdiği bir

(6)

380 AYNİ İLHAN

olayın daha sonra başka bir şekilde gerçekleşm esi" şeklinde ifade edilebilir.

G enellikle kabul edildiğine göre bedâ fikrini ilk defa M uhtar es-Sekafî, sıksık parti değiştirm esi veya askerine va'd ettiği zaferin gerçekleşm em e- sinin izahı olarak ortaya atmıştır. Fakat galiba bu fikrin m utedil Şiîler tarafından bile kabul edilm esi C a'fer es-Sadık'm oğlu İsm ail’in im am etini bildirm esine rağmen onun kendisinden önce ölm esinin izahı ihtiyacı ile olm uştur; gayba ait haberleri bildiklerine inanılan im am ların, vuku bula­

cağını önceden haber verdikleri olayların sonradan başka türlü gerçekleşm esi üzerine inandırıcı bir açıklam a bulm ak suretiyle taraftarların dağılm asını önlem e zaruretinden doğm uştur. Çağdaş bazı Şiî alim lerin bedâya "m eydana geleceğine önceden işâret edilen bir olayın gerçekleşe­

ceğine inanıp da sonradan buna aykırı bir hadisenin vukû bulm ası" m anâsını verm eleri de2 bu tesbiti doğrulam aktadır.

2- Adi: Şîa'nın inanç esasları bakım ından özelliğini ortaya koyan husus­

lardan biri de adi anlayışlarıdır. O nlar bu konuda M ûtezile ile aynı paralelde­

dirler. A radaki fark, Şîa'nın bu prensibi hem peygam berlik ve hem de im am et için aklî delil olarak kullanm alarm dadır. Allah Tealâ m utlak adalet sahibidir. Bu kulların kendi fiillerini seçim leriyle ve serbest olarak kendileri­

nin yaptıkları neticesine götüren bir anlayıştır. Aksi takdirde kul için zorla­

m a (cebr) düşünülür ki, Allah Tealâ kulunu hem zorlasın hem de zorladığı fiilde sorum lu tutsun; bu olmaz. H âşâ A llah'a adaletsizlik izafe edilm iş olur.

O halde Y üce Allah kulları için en iyi olanı (aslah) yaratm ak durum undadır.

Bu O 'na vaciptir. Allah tarafından kulları en doğruya sevk edecek bir rehbe­

rin (peygam ber veya onun misyonunu yerine getirecek im am ) seçilip onlara bildirilm esi de en iyi (aslah) olan bir şeydir. Bu sebeble im am ın Allah tarafından tayini vaciptir.

Allah insanlara iyiyi de kötüyü de seçebilecek ve işleyebilecek irâde, kudret ve güç vermiştir. Kul fiillerinde tam bir irâde hürriyetine sahiptir. Kul için zorlam a (cebr) ve havâle (tefvîz) yoktur. B ununla beraber Şîa'da kaza ve

2 Seyyid Abdullah es-Seyyid Hasen el-Mûsevî, Balıs havle'l-bedâ, Beyrût 1987, s. 31, 72.

(7)

381 kaderin Allah'ın sırrı olduğu, dolayısıyla bu konuda tartışılam ayacağı hatırlatılır.

3- N übüvvet (Peygamberlik): "Peygam ber hiç bir beşer tavassutu olm aksızın Allah Tealâ'dan haber veren insandır"3. Y ukarıda da belirttiğim iz gibi Şia'da peygam berlik için aklî delil adi prensibinden kaynaklanan aslah anlayışıdır. İnsan nev'inin korunm ası bakım ından insanların bir arada yaşam a zorunluluğu vardır. Bir araya gelen insanlar arasında da kişinin kendini sevmesi ve m enfaatim düşünm esi yönünden anlaşm azlıkların ortaya çıkm ası m ukadderdir. Bu da nev'in bozulm asına ve yok olm asına yol açacaktır. Hikm etin gereği odur ki insanlar arasında adalet hüküm sürsün.

Bu da ancak şeriatla m üm kün olur. Bu şeriat da şüphesiz doğruluğu bir takım delil ve m ûcizelerle ortaya çıkan ve böylece de em ir ve nehyi yerine getirilen bir kişi tarafından bildirilm iş olmalıdır. A yrıca insanların dünyâ ve ahiret saadetlerini tem in edecek amel ve ibadet tarzlarının bildirilm esine ihti­

yaç vardır. Bunları bildirecek bir peygam bere bu bakım dan da ihtiyaç vardır.

Şîa alim leri son peygam ber M uham m ed (A.S.) a kadar her devirde peygam ­ ber gönderm enin vacip olduğu görüşündedirler. Çünkü yukardaki açıklam aya göre bir peygam berin şeriatından hali bir zaman düşünülem ez.4 Ö zetle söylenecek olursa, peygam ber gönderm ek güzeldir, iyidir. G üzelin ve iyi olanının yaratılm ası da vaciptir. B öylece peygam berlerin gönderilm e­

sinin ispatı yapıldıktan sonra bizim Peygam berim izin gönderilm esinin de aynı gerekçelerle ispatı yapılır.

P eygam ber olduğunu iddia eden kişinin iddiasını m ûcize ile ispat etm esi ve kendisinde diğer insanlarda olm ayan bazı vasıfların bulunm ası gerekm ek­

tedir. Bu vasıfların başında hatadan ve günâhtan arınm ışlık ve korunm uşluk (m asum iyet) gelir ki Şîa bu konuda diğer m ezheplerden daha m uhafa­

zakârdır.

3 İbn M utahhar el-Hillî, el-Babii'l-lıadi aşere, nşr. M ehdî Muhakkik, M eşhed 1989, s.

34.

4 el-Babii'l-lıadi aşere, 34, 35; İbn M utahhar el-Hillî, Keşfu'l-M urad f i şerhi tecridi'l- İtikad, Beyrût 1988, s. 331.

(8)

382 AVNİ İLHAN

N übüvvet prensibi içinde ele alınm ası gereken kitaplara im an konusun­

da Şîa'ya atfedilen, elde m evcut bulunan Kur'an'da eksiklik olduğu, Kur'an'ın tam olan nüshasının bu olm adığı yolundaki iddialara karşı da, bilhassa çağdaş m ûtedil Şiî alim ler çok sert tepki gösterm ektedirler ve "bu Şîa'ya yapılan iftiralardandır" dem ektedirler.5

A yrıca bugün İm am iyye Şîa'sınm m evcut m ushafa dayandığı da orta­

dadır. Tarih boyunca zam an zaman fevkalâde aşırı bazı kişilerin hiç bir İlmî dayanağı olm adığı halde elim izdeki Kur'an'dan farklı bir K ur'an'a sahip oldukları ve gerçek Kur'an'ın o olduğu yolunda iddialarına rastlanılm ışsa da bunların hiç bir zaman ciddiye alınm adığı da bir vâkıadır. Bilindiği gibi böyle bir iddia daha yakınlarda m edyayı bir m üddet m eşgul etm işti.

4- İm âmet: Bu tabirle neyin kasdedildiğini, öncelikle, yapılan tariflerin en geliştirilm işlerinden olan H illî'ninkini vererek anlam aya çalışalım .

"İm am et, din ve dünya işleri ile ilgili olarak her hangi b ir şahsın Hz.

Peygam ber'e niyabetle genel başkanlığıdır". Bu m anâda bir başkanın bulun­

ması aklen vâciptir. Şîa'nın İsm ailiyye kolu bu noktada Kur'an ve Sünnet'in açıklanm aya m uhtaç olduğunu, dinî naslann açık, anlaşılır ve gizli (batın) olm ak üzere iki m anâsının bulunduğunu; insanların açık olanı kolaylıkla anladığını, batını ise ancak im am lann anlayabildiğini, im am lar olm azsa asıl olan bu m anânın unutulup gideceğini; bu bakım dan im am lann bulunm asına zaruret olduğunu ileri sürerler.6 İnsanların başına im am tayin etm ek Allah için vacip olduğu gibi cinlere de aynı gerekçelerle im am tayin edilm esi vaciptir. Ö zet olarak söyleyecek olursak peygam berliğin vacip oluşuna delâlet eden her delil im am etin vacip oluşuna da delâlet eder. Ç ünkü im am et, vasıtasız olarak vahiy anlam ının dışında her vasfı ile peygam berlik m akam ına hilâfet etm ektir. Peygam berlik m akam ının sahibinin bulunm ası nasıl hikm et yönünden A llah'a vacipse bu da aynen öyledir.7 Yüce Allah Hz.

5 Şeyh Muhammed Rıza el-Muzaffer, Akaidü'l-Inıamiyye, Necef, üçüncü baskı tarih­

siz, s. 59, 60; Haşim M aruf el-Hasenî, U sûlü’t-teşeyyü, Beyrût, tarihsiz, s. 107, 108.

6 Kadı Numan, Usûlü Mezahip'ten naklen Muhsin Abdunnâzır, M es'eletü'l-İm ame, 1983, s. 61.

7 İbn M utahhar, el-Babü'l-hadi aşere, s. 41.

(9)

Peygam ber'den sonra gelecek im am ları tayin etm iş ve bu hususu üm m etine bildirm esi için Peygam berine em retm iştir. Fakat üm m et, bunları değiştirm iş heva ve hevesine tabi olm uştur.8

Bilindiği gibi Ehl-i Sünnet alim leri ile M ûtezile alim lerinin çok büyük çoğunluğu bir devlet başkanı bulup ona tâbi olm a işinin üm m etin boynuna borç ve im am etin kullar üzerine vacip oluşunu savunm aktadırlar. Şiîler bu görüşü, im am ların tayini konusunda, insanların arasında ihtilaf olacağı, bunun da im am etin zararı defetm ek, insanların iyiliğine olan hususları sağlam ak gibi kendi varlık sebebine ters düşeceği gerekçesi ile şiddetle tenkit etm ektedirler.9

İm am ların m asum olm ası gerekliliğini ileri süren Şîa bu noktada da diğer m ezheplerden oldukça ayrılm aktadır.Y ukarıda da belirttiğim iz üzere im am etin A llah'a vacip olm ası hükmü im am ın m asum olm asının yanında, imamın Allah tarafından tayin edileceğini yani hakkında nas olm ası gerekli­

liğini de ifade etm ektedir. Ç ünkü ism et öyle bir sıfattır ki sahibini ancak Allah bilir. D olayısıyla ismeti iddia edilenin doğruluğuna ya elinden bir m ûcize zuhur ederek delâlet eder veya hakkında nas olur, yani m eselâ peygam ber gibi m asum olduğu bilinen biri tarafından tayini bize bildirilm iş olur. 111 Şîa'dan Z eydîler im am ın m asum iyeti ve nasla tayini görüşünü kabul etm em ektedirler. O nlar im am ın her bakım dan en üstün (efdal) olm a şartını da kabul etm ezler.

İm am ın nasla tayin edileceği belirlenince sıra nasla tayin edilenin kim olduğu sorusunun cevabına gelir. Şüphesiz bu Hz. Ali'dir. Ç ünkü im am da bulunm ası gereken en önem li vasıf olan m asum iyet ve nasla tayin kendi zam anında sadece Hz. Ali için söz konusudur.11 Peygam ber'den bu konuda

8 Haşim M aruf el-Hasenî, Usûl, s. 126.

9 İbn M utahhar, el-Babü'l-hadi aşere, s. 41.

10 İbn Mutahhar, el-Babii'l-hadisi aşere, s. 43, 44; Keşful-M ıırad, s. 343.

11 Keşfii'l-Murad, s. 343.

(10)

384 AYNİ İLHAN

kat'i haberler vardır. Hz. Ali kendi zamanının en faziletlisi idi. Şîa alim leri verdikleri bu hükm e dair de gerçekten çok delil ileri sürerler. O nun en önce iman eden kişi oluşunu, elinden m ûcizeler zuhur ettiğini, bütün m uharebele­

re iştirak ettiğini, ilm î üstünlüğünü v.b. sayarlar. Onun geçm iş peygam ber­

lerle eşit fazilette olduğunu söylerler. D olayısıyla sahabeden üstünlüğü zarurî olarak ortaya çıkar derler. O ilim bakım ından herkesten üstündür.

Ö yle ki bütün m ezhep im am ları ilim lerinde netice itibariyle Hz. A li'ye varıp dayanırlar. 12 Hz. Ali'nin im am eti hususundaki deliller sayılam ayacak kadar çoktur. Şîa alim leri bu konuda m üstakil eserler yazm ışlardır.13 Kur'an'daki pek çok ayeti bu konuda delil olarak sevkeden Şiî alim ler hadislerden de kendilerine en kat'i dayanaklar bulduklarını söylerler. İddialarına göre esasen Hz. Peygam ber V edâ H accı dönüşü Gadîru Hum denilen yerde bütün hacılara yani yüzbinin üzerinde bir topluluğa Hz. Ali'nin kendisinden sonra im am olduğunu bildirm iş onlar da buna şahitlik etm işlerdir. Fakat daha sonra insanlar çeşitli baskılar ve m enfeat duyguları sebebiyle şahitlik ettikle­

ri bu olayı ve Hz. Peygam ber'in talim atını bir kenara bırakm ışlar ve Hz. Ali yerine başkalarını seçmişlerdir. Ğadîru Hum olayından başka Hz. Ali'nin im am lığına delâlet eden daha bir çok olaylar hatırlatılır. M edine'de M uhacirler ile Ensar arasında Hz. Peygam ber tarafından kurulan kardeşlik sırasında Hz. Peygam ber'in Hz. Ali'yi kardeş olarak seçmesi, kızı Fatım a ile evlendirm esi, hicretin dokuzuncu yılında m üşriklere Hz. Peygam ber adına bildirilecek ültim atom vazifesini gören Tevbe Sûresindeki âyetlerin okun­

ması için Hz. Ali'yi gönderm esi, H ayber'in fethinde Hz. Peygam ber'in bayrağı Hz. A li'ye verirken söyledikleri v.b. gibi rivayetler bunlardan bazılarıdır.14

İbn M utahhar el-Hillî, el-Babii'l-lıadi aşere, s. 45.

13 Meselâ; Hicrî dördüncü asır alimlerinden Şeyh Müfid (ö. 413/1022), Ebu Ca’fer Rüstem et-Taberî (ö. 400/1009) ve İsmailî dâîler dâîsi Hamîdü'd-Din el-Kirmanî (ö. 411/

1020) bunlardandır. Bu konudaki delillerin çokluğuna öylesine inanmaktadırlar ki, İbn M utahhar el-H illî’nin kitabının ismi "el-Elfeyn"dir, yani Ali b. Ebi Talib'in imametine dair ikibin delil bulunduğunu daha kitabının isminde anons etm ektedir yazan.

14 Keşfii'l-Mıırad, s. 244-247; el-Babii'l-hadi aşere, s. 48-49.

(11)

385 Şîa'nın m uhalifi alim ler Hz. A li'nin im am eti için nass varsa bu nasıl gizli kalır? B ilhassa G adîr Hadisi gibi yüzbin sahabenin huzurunda söylenen niçin gizlenm iştir gibi sorularla ve benzeri itirazlarla görüşlerini ortaya koyarken Şiî alim ler de bunlara cevaplar verm işlerdir. Böylece gerçekten zengin bir literatür oluşm uştur.15

Hz. Ali'den sonra im am et onun soyundan, genellikle, babadan oğula intikal eder. Oniki İm am cılar'a göre, bunun bir tek istisnâsı vardır. O da Hz.

H asan'dan kardeşi Hz. H üseyin’e intikali. A rtık bundan sonra "im am et ne iki kardeş, ne am ca yeğen, ne de başka akrabalık bağıyla intikal etm ez.16 Aynı zam anda im am et hiç bir sûretle Hz. Ali'nin soyundan dışarı çıkm az. Hz.

A li'den sonra im am olacak olanlar da nass ile bildirilm iştir. Oniki İm am ın şahıslarının tek tek sayıldığı rivayetleri vardır. A yrıca im am ların m asum olduğu bilindiğine göre Oniki İm am ’ın her birinin zam anında kendilerinden başka m asum iyet iddiasında bulunan yoktur.17 İm am et iddiasında bulunan bu m asum ların her birinin elinden m ûcizeler de zuhur etm iştir. Elinden m ûcizeler zuhur edenin doğruluğu zorunlu olarak kabul edilir.18 Oniki im am sırasıyla Hz. Ali, büyük oğlu Hz. Haşan, diğer oğlu Hz. Hüseyin ve ondan sonra hepsi babadan oğula sırasıyla, Ali Zeynülabidin, M uham m ed Bâkır, C a'fer es - Sadık, M usa Kâzım, Ali er-Rıza, M uham m ed C evad, Ali en- N akî, Haşan el - A skerî ve M uham m ed el - M ehdî'dir.

İm am et m akam ına tayin işinin ve bu m akam ın sahibi kişinin belirlen­

mesi A llah'a ait olunca bunun tabiî neticesi olarak im am m asum dur. Allah

15 Sözü edilen cevaplarla ilgili bkz. eş-Şeyh M ehdî es-Semavî, el-İmame f i davı'l- Kitcıbi ve's-Süııne, c. 1, Kuveyt 1399/1979, s. 80-85

16 Küleynî, el-Usûl mine'l-Kûfî, nşr. M uhammed Bâkır el-M ahbûbî ve Ali Ekber el- Ğafarî, c. 2, Tahran 1392,4. baskı, s. 69, 70.

17 Hz. Peygamber'in torunu olan bu gerçekten saygıdeğer zatların kendilerinin şahısları hakkında masumiyet iddia etmiş olmalarını Şîa'nın dışındaki fırkalar kabul etm e­

mektedirler.

I 8 İbn Mutahhar, el-Babü'l-Hadi aşere, 1; Keşfü'l-Murad, s. 374, 375.

(12)

386 AYNİ İLHAN

Tealâ kendisine itaati farz kıldığı, em r etm e yetkisine sahip (ulû'l-em r) kişidir. B inaenaleyh im am ın bütün fiilleri ve sözleri M üslüm anlar için hüccettir, bağlayıcıdır. Allah'ın ilminin hâzinesi, vahyinin açıklayıcısı ve tevhidinin rükünleridir. İlâhî hüküm lere, İlâhî m arifete, bütün bilgilere sahip olm ası, Peygam ber yahut kendisinden önceki im am vasıtasıyla olduğu gibi yeni şeyler hakkında da Allah'ın lûtfu ile bilgisi olur. O her şeyi tam m anâsı ile bilir. O na göre hükm eder. B ir şeyi bilm ek isterse onu bilir, yanılm az. Bu hususta aklî delillere ve belletenlerin belletm esine ihtiyacı yoktur. N etice itibarıyla" onların buyrukları, Allah Tealâ'nın buyruklarıdır; nehiyleri de O 'nun nehiylerdir; onlara itaat A llah'a itaattir; onlara isyan A llah'a isyandır.

Yeryüzü açık veya gizli ve belirsiz de olsa bir im am dan m ahrum olm az ve hali kalm az." 19 H albuki Peygam bersiz geçen zaman olur.20 İm am lar cinlerle de irtibatlıdır ve onların cinlerden hizm etçileri vardır.21

G örüldüğü gibi im am ın fonksiyonu peygam berinkinden farksız gibidir.

H attâ her peyam ber için söz konusu olm ayan, yaratılm ışların işlerinin tedbiri ile uğraşm ak, düşm anlarla harp etm ek, devlet işlerini tedbir ve benzeri işlerle de vazifelidirler. Halbuki bazı peygam berlerin sadece tebliğ vazifeleri vardır.2' Bu noktada bir hususa açıklık getirm ekte fayda vardır. İm am lar kendiliklerinden gaybı bilmezler. Gaybı bilm ek sadece A llah'a m ahsustur.

Onların gerek din işleri, gerek diğer işlere dair bildirdikleri, gelecek zam an­

da olacak şeyleri vukuundan çok seneler önce haber verm eleri Allah'ın Peygam berine vahyetm esi yolundan edinilen bilgilerdir. Peygam ber de im am lara bildirmiştir. A yrıca ilham yoluyla da bu bilgilere ulaşm ış olabilir­

ler.

U Şeyh Sadûk, İbn Bâbeveyh el-Kummî, İtikadâtü'l-îmamiyye, trc. E. Ruhi Fığlalı, Ankara 1978, s. 109-112.

Nisâbûrî, Isbâtü'l-Im ame, nşr. M ustafa Galip, Beyrût 1404/1984, s. 27.

21 Küleynî, el-Usûl m ine'l-Kâfi, c. 2, s. 315 ve devamı; M uhsin Abdü'n-Nâzır, Mes'eletil i-İm am e, baskı yeri yok, 1983, s. 103.

Peygamber ile iman arasındaki farklar için bkz. Şeyh Tûsî, Resâ'il (Risâletin fî’l- Fark beyne'n-nebî ve’l-imâm).

(13)

Rasûl ile im am arasındaki ana fark imamın bir kitap getirm em esidir.

H attâ im am ın da meleği görm eden vahy aldığı bildirilm ektedir.23 İm am lar taraftarlarının büyük ve küçük günâhları için şefaatçi olurlar. Ancak günâhlarından tövbe etm işlerin zaten şefaata ihtiyaçları yoktur. N etice itiba­

riyle im am etin isbatı aynı zam anda peygam berliğin de isbatı sayılır.

Peygam ber'e ve onun bildirdiklerine ve hedef gösterdiği yüceliklere ancak im am ile ulaşılır.2"4 M uham m ed A bdülkerim Utûm 'un haklı olarak işaret ettiği gibi, bazı ileri gelen Şiî alim ler imamet m akam ının peygam berlik m akam ından bile önde geldiğini telm ih etm ektedirler.25

Y ukarda da işaret edildiği gibi İsnâ âşeriyye'ye göre O nikinci İm am hayattadır, gizlenm esi hikm ettendir. İnsanların m asum bir im am dan hali olam ayacakları bilindiğine göre o, şu anda çıkm ası beklenen gaib, m asum im am dır.26 M ehdî'dir.

M ehdi: İm am et konusunda üzerinde durm am ız gereken konulardan biri­

si de m ehdîliktir. M ehdî, "kendisinden önce zulüm ve haksızlıkların alıp yürüdüğü yeryüzünü, adâletle dolduracak kurtarıcıdır". Bütün Şiî fırkalarda M ehdî'nin çıkacağına inanılır. M ehdiliğine inandıkları im am larının ölm ediği, kaybolduğu veya ölüm ünün zâhirde olduğu, yakında geri dönüp düşm anlarından intikam alacağı fikri ileri sürülür. Şiî isyan ve hareketlerinin hem en hem en her defasında, kısa öm ürlü bir kaç tanesi hariç, başarısızlığa uğrayıp devlet kuvvetleri tarafından tenkil edilm eleri sırasında liderlerinin ölüm ü ile bir kısmı bu ölümü kabul edip kendilerine yeni bir im âm arayıp tarih sahnesinden çekilirken, bir kısm ı ölüm ün gerçekliğini red ve im am ­ larını yakında geri dönecekleri üm idi ile beklem eye başlıyordu.27 İsm ailî-

23 Külaynî, el-Usûl mine'l-Kâjt, c. 1, s. 329, 330, 331.

"4 Nîsâbûrî, İsbâtü'l-imame, s. 28.

25 Muham med Abdülkerim Utûm, en-Nazariyyetü's-siyaseti'l-muasıra li'ş-Şîa, Amman 1409/1988, s. 48.

~6 Şeyh Sadûk, İtikadât, s. 111; el-Babü'l-hadi aşere, s. 52.

27 Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi M ezhepleri, Ankara 1965, s. 217.

(14)

388 AYNİ İLHAN

ler'in m ehdî anlayışı ve iddiaları bunlardan kısm en farklıdır. Ç ünkü onlar İsnâ aşerîlerin m ehdilerinin çıkacağını bekledikleri bir sırada bütün Şiî grup­

ların hepsine hitap edecek beklenen M ehdî'nin çıktığını söylediler ve böylece M ehdî bekleyen her grubun kendilerine destek vermesini arzu­

ladılar. Siyasî hesaplarını buna göre yaptılar. D olayısıyla Îsm ailîlerin M ehdî'si fiilen ortaya çıkm ış ve ilk Fatım î halifesi olarak siyasî arenada yeri­

ni alm ış ve devletini kurm uş oldu.

Esasen M ehdî'yi beklem e inancının oluşm asında siyasî olaylar birinci derecede rol oynam ıştır. Em evîler'in siyasî iktidarlarının geçici olduğunu, idarenin, sonunda m utlaka Ehl-i B eyt’e döneceğini propaganda etm ek sûretiyle ortaya çıkan bu anlayış A bbasîler Devrinde daha da güçlenerek devam etti. Alevîler'in bu propagandasına, daha önce de işaret ettiğim iz gibi, Em evîler ve A bbasîler uyguladıkları baskı politikasıyla yardım cı oldular.

O rtaya çıkması beklenen M ehdî bir imamdır. D olayısıyla diğer im am lar gibi m âsûm iyet, elinden m ûcizeler çıkm ası gibi üstün vasıfları vardır. Bütün bunlardan başka yeryüzünde huzur ve adaleti sağlam a, iktidarını hâkim kılma, bütün m azlum ları kurtarm a gibi vasıfları ile nihâyet, İsnâ aşerîler'in M ehdî'sinde olduğu gibi, bin seneyi aşkın öm ür sürmesi ile o, diğer im âm larda ve hattâ Hz. A li’de bile bulunm ayan üstün vasıfların sahibi bir imam dır. H attâ o, İm am H um eynî’nin de işaret ettiği gibi, şartların güçlüğü sebebiyle Hz. Peygam ber ve im am ların tam am layam adığı dünyanın fethi ve İslâm î yürüyüşü hedefine vardıracak liderdir.28 Şiî kaynaklarda M ehdî'nin bir çok peygam berin özelliğini taşıdığı, vasıfları, boyu, posu, çıkacağı zaman v.b. pek çok ayrıntı yer alm aktadır. A yrıca bu inanç darda kalan ve baskılara m aruz kalan toplulukların hemen hepsinin m üşterek anlayışı haline gelm iş ve diğer m ezheplere de büyük ölçüde tesir etmiştir.

Şiî fırkaların her birinin m ehdisi içinde şüphesiz en m eşhuru ve tesirlisi İsnâaşerîlerin M ehdisi’dir. Yaklaşık binikiyüz seneden beri Şîa'nın en büyük topluluğunda ortaya çıkm ası beklenilen onikinci İm am M uham m ed b. Hasen

28 Devrim adına İran'da yayınlanan eş-Şehid dergisi 164 sayılı ve 30 M art 1986 tarihli nüshadan naklen, M uhammed Abdülkerim Utûm, en-Naziriyye., s. 88.

(15)

el-A skerî Şiî kaynakların bildirdiğine göre 255/869 da doğdu. Olağanüstü bir gelişm e gösterdi. Beş yaşında iken babası öldü ve Yüce Allah ona iyiyi, kötüyü ayırm a gücü verdi, hikm et bahşetti. Onu alem lere ibret kıldı. O rtaya çıkm asından önce iki gaybeti (kaybolm ası) vardır. Bu iki gaybetinden ilki ve küçük olanı altı yaşında iken olmuştur. Altm ışdokuz sene sürm üş ve onunla taraftarları arasında dört elçi iş görm üştür. Bu elçilerin en sonuncusu 329/

941 de ölünce küçük gaybet bitm iş, ikinci ve büyük gaybet başlam ıştır.

Yüce Allah'ın izin verdiği zam ana kadar sürecek ve halen devam etm ekte olan bu gaybeti sırasında, o, ancak hasın da hası sayılabilecek yarânı ile görüşm üştür.29 M ehdî'nin çıkışından önceki alâm etlerden pek çoğu bugün m eydana gelm iştir. Üm m etin onun çıkışına gayret gösterm esi, onun çıkışına zem in hazırlam ası ve bu doğrultuda kötülüklerle m ücadele etm esi gerekir.

Onun gizli kalm asının m es'uliyeti üm m etin om uzlanndadır. A sırlar boyu bu inanç Şîa'nın büyük ekseriyetini oluşturan grubunda bütün canlılığı ile yaşam ış ve bu topluluğun yaşayışının her yönüne aksetm iştir. Bu bakım dan M ehdî'nin çıkacağına dair delillerden, M ehdî'nin pekçok vasıflarını bildiren m alûm attan tutun da çıktığında söyleyeceği nutkuna varıncaya kadar M ehdî ile ilgili kitaplarda pek çok şeye yer verilmiştir. Günüm üz Şiî yazarlarından bazılarının M ehdî çıkacağını inkâr edenlerin kâfir sayılacağını ilân etm eleri­

nin yanında 30 günlük hayatın her safhasında, dualarında, konuşm alarında, yazılarında, atasözlerinde, özetle her yerde ve vesile ile Şiîler M ehdî ile dopdoludurlar. İran'da İm am H üm eynrnin sağlığında sokaklardaki duvar yazıları ve dualar, sloganlar arasında, "Ya Rabbi! İm am H um eynî'yi M ehdî'nin çıkışına kadar yaşat!" duası vardı. Bu dua bugün: "Ya Rabbi!

İm am H um eynî'nin prensiplerini M ehdî'nin çıkışm a kadar yaşat" şeklinde değiştirilm iştir. Görüldüğü gibi değişm eyen M ehdî inancının canlılığıdır.

5- Meâcl: Dönüş zam anı ve yeri dem ek olan m eâd ile kasdedilen ahiret inancıdır. A hiret alemi ile ilgili olarak Şîa ile diğer m ezhepler arasında

29 Mehdî'nin tarihte kimlerle görüştüğü hakkında geniş bilgi için bkz. es-Seyyid M uhammed Kâzim el-Kazvînî, el-Imâmü'l-Mehdî, Beyrut 1407/1987, s. 303-341.

30 Ali Muhammed Ali ed-Duhayyıl, el-îmarnu'l-Melıdî, N ecef 1385 / 1966, s. 61 ve devamı.

(16)

390 AYNİ İLHAN

ancak ayrıntıda bazı farklar vardır. Bu ayrıntılar da yine im am lara ait inançla ilgilidir. Ahiret hakkında diğer m ezhep m ensuplarının da inandığı K ur'an'da bildirilen ve Hz. Peygam ber'den nakledilen herşey kabul edilir.31 H esaba çekileceğim iz ve yaptığım ızın karşılığının görüleceği bir yer anlayışı aklîdir ve bu konularda Şîa M ûtezile'nin Basra kolunun görüşündedir. B ununla beraber Şîa'nın kendine m ahsus görüşleri de vardır. B üyük günâh işleyen kimse: 1- E ğer A llah'ın affına m azhar olam azsa, 2- Hz. Peygam ber'in şefaatına nail olam azsa ceza görecektir. A yrıca büyük günâh işleyen kim se.

A yrıca büyük günâh işleyen (sahibü'l-kebire) m ü'm indir. Ç ünkü o Allah'ı ve R esül'ünü tasdik etm ektedir. İm an da zaten tasdiktir. Bu bakım dan büyük günâh işleyen m ü'm inler ebedî olarak Cehennem 'de azaba uğram azlar.32 Salih am eller îm anın bir cüz'ü değildir. Peygam ber istiğfarla em rolununca ism etinden dolayı onu yerine getirir. Onun üm m eti için istiğfarı da makbûldür. İm am lar da Şîa'nın günâhkârları için şefaatçıdırlar.

R ic a t: Şîa’nın diğer m ezheplerden farklı özelliklerinden biri de ric'at inancına sahip olm alarıdır. Bu konu im am etle de yakından alâkalıdır. Biz M eâd konusu ile ilgisinin daha fazla olduğu kanaatındayız. Onun için burada ele aldık.

Bu anlayışa göre ölmüş olan bir grup insanı Yüce Allah, M ehdî'nin çıkışı sırasında, eski sûret ve şekilleri ile dünyaya döndürecektir. Onlardan bir kısm ını yüceltecek, bir kısm ını da alçaltacaktır. Ric'at edecekler im anda derecesi çok yüksek olanlarla, bozgunculukta, kötülükte ileri dereceye ulaşm ış olanlardır. Ric'atin oluşundan sonra bunlar ecelleri gelinceye kadar yaşayacaklardır. İyi olanlara Allah sevap verecek ve onları yücelterek gerçek devletin kurulduğunu gösterecek ve sevindirecektir.K ötüleri de rezil rüsvay edecek, onlara azap edecek ve m ü'm inler onlara karşı zafer kazana­

caklardır. Ecelleri ile öldükten sonra tekrar diriltilm eleri bütün insanların diriltilm eleri (nüşûr) sırasında olacak ve hak ettikleri sevap ve cezaya kavuşacaklardır. İm am iyye'nin büyük bir kesim i ric'at inancının hak

el-Bâbu'l-lıâdi ‘aşere, s. 54.

y}

Haşim M arûf el-Hasenî. Usûl, s. 167-168.

(17)

olduğuna inanm aktadırlar. A ncak çok azınlıkta kalan gruba ric'atla ilgili bu haberlerin, devletin tekrar kendilerine dönüşüne işaret olarak yorum ­ lam ışlardır.

Ric'atin tenâsühten ibaret olduğu yolundaki hücum lara Şiî alim ler sert tepki gösterm ektedirler. Ç ünkü ric'at cism ânî dönüş ve ba's cinsindendir.

Ba's (yeniden diriliş)le aralarındaki fark, ric'atin dünyada geçici bir süre kalm aya delâlet eden bir ba's oluşudur. Ba'sin delili ric'atin de delilidir.

Tenâsüh ile hiç bir alâkası yoktur.

Takiyye: Şia'nın inanç prensiplerinden birisi olarak gösterm ek doğru olm am akla birlikte daha çok m üracaat etm eleri, benim sem eleri ve kullanm a­

ları itibariyle ve esasen bedâ, ric'at ve m ehdîlik anlayışı gibi im am et ile doğrudan irtibatlı olm asından dolayı bu kısım da takıyye'den de söz edeceğiz.

A rapça vikaye (korunm ak) kökünden gelen takıyyenin terim m anâsını

"açık veya m uhtem el tehlikeden korunm ak m aksadıyla inancın saklanm ası ve gizlenm esi" şeklinde özetlem em iz m üm kündür. Can tehlikesi söz konusu olduğu zaman kişinin derûnundaki imanını, inancını gizliyebileceğine ruhsat verildiği hem en her m ezhepte kabul edilm iştir. Söz konusu bu ruhsatın delili de A m m ar b. Y asir'in davranışını Hz. Peygam ber'in uygun bulm asıdır.

Şîa'nın takıyyeyi diğer m ezheplerden farklı ve önem li bir prensip olarak alm ası, bir ruhsat olm aktan öte azîm et olarak telâkkisi m uhalif m ezhep m ensupları ve bazı m üsteşriklerce kıyasıya tenkit edilm iştir. Bu özelliklerinden dolayı onlar, yalancılıkla, şecaat ve şahsiyetten yoksunlukla ittiham edilm işlerdir.33

Bilindiği gibi Şiîler tarih boyunca gerçekten takibe, baskıya en çok m aruz kalan topluluklardan biri olm uştur. Bu bakım dan diğer topluluklardan çok Şiîler takıyyeyi benim sem işler ve önemli prensiplerinden biri haline getirm işlerdir. B ilhassa İsm ailiyye'de takıyyenin en aşırı tarzda bir prensip

33 Bu konuda yazılmış pek çok eser vardır. Meselâ, bkz. İhsan İlâhî Zahir, Şîa'nın Kur'cm, İmamet ve Takiyye Anlayışı, trc. Sabri Hizmetli ve Haşan Onat, Ankara, 1984, s. 140 ve devamı.

(18)

392 AYNİ İLHAN

olarak kullanıldığım görüyoruz. Takiyye sâyesinde, gizlilik devirlerinde, teşkilâtlarını fevkalâde disiplinli bir şekilde gizlilikle yürütüp Fatım î Devletini kurduktan sonra, B atınî M ezhebi'ni bütün M üslüm anlar'a yayabil­

m ek ve bütün İslâm dünyasına hakim olabilm ek için takıyyeyi vazgeçilm ez bir prensip olarak daha da geliştirdiler. Siyasî iktidarlarını, m ezheplerini her yere yayabilm ek için icad ettikleri beşinci kol faaliyetlerinin dinî m eşruluğunu takiyye prensibi ile zihinlere yerleştirdiler, m ezhep m ensup­

larına benim settiler. Bu konuda o derece aşırı davrandılar ki G azalî bunlar hakkında: M ürtedin (dinden dönen) tevbesinin kabulü gereklidir.

Batınıyye'nin, küfrünü gizleyen ve takıyyeyi din olarak kabul eden bütün zındıkların tövbesine gelince: bu konuda alim ler arasında ihtilâf vardır, hükm üne vardı.34

Uzun asırlar Şia'nın kendi içinde takiyye konusunda farklı anlayışların olduğunu 35 hatırlatarak m uhasım fırka m ensuplarının hücum larında bütün Şiîleri aynı kefeye koym alarının uygun olmadığı görüşündeyiz. Takıyyenin ancak ruhsat olduğunu; M üslüm anla M üslüm an arasında olam ayacağını bildiren bu yazarlar arasında son devir alim lerinden m erhum A bdülbakî Gölpınarlı da bulunm aktadır.36 B ununla beraber m asûm olan im am ın, görünüşteki, izah edilem eyen davranışını takiyye ile açıklam ak daim a tatm in edici olm uş ve cazip gelm iştir. Y oksa Hz. Ali'nin im am etin am elî yönünü Hz. Ebu Bekir, Ö m er ve O sm an'a bırakm asını ve Hz. H asan'ın idareyi devre- dişini v.b. şeyleri başka türlü izah m üm kün m üdür?37

Sonuç olarak, m uhasım larının hücum ları ve Şiî alim lerin verdikleri cevapların anaforuna kapılm adan konuya imkân ölçüsünde dışarıdan

34 Ebu Hamid el-Gazalî, Batınıyye'nin içyüzü, trc. Avni İlhan, Ankara 1993, s. 100.

35 Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiîlik Sempozyumuna gönderdiği tebliğinde M usa el-M usavî (Amerika'da Yüksek İslâm Meclisi Reisi , Los Angeles) "Takiyye", İsmet"

ve "İlham" başlığı ile konuyu takdim etmekte ve takiyye anlayışının tarih boyunca Müslümanların halinin kötüye gitmesine ve aralandaki birliğin bozulmasına sebeplerinden biri olmuştur, demektedir (Bkz. s. 739).

36 Abdülbâki Gölpınarlı. Tarilı Boyunca İslâm M ezhepleri ve Şiîlik, İstanbul 1979.

37 M uhammed Abdülkerim Utûm, en-Nazariye, s. 90.

(19)

393 baktığım ızda takiyye asırlar boyu gerek âlim leri gerek halk kitleleri tarafından Şîa'nın benim sediği, pratikte her zaman tatbik ettiği bir anlayış olm uştur. Sadece baskılara m aruz kaldıklarında değil, en güçlü siyasî ikti­

darlara sahip oldukları (Fatım îler ve Safevîler) devirlerinde de takiyye vaz geçm edikleri bir anlayış olmuştur.

Ş İÎL İK T E FIKIH:

Takdir edileceği üzere Şiî fıkhının dayandığı tem ellerin ve diğer m ezheplerden farkının; bunlara bağlı olarak da tatbikatın (füru') her şeyi ile ele alınıp incelenm esi-özet halinde de olsa - bu m akale hacmini aşar. Esasen m akalem izin hedefi de o değildir.38

Şiî Fıkhındaki - diğer m ezheplerden farklı - özellikler yine im am et anla­

yışları ile bağlantılıdır. B irbirinden farklı fıkıh ekollerinin (m ezhep) dinî yorum larken ve şeı'i hüküm leri çıkarırken benim sedikleri deliller bakım ın­

dan birbirlerinden ayrıldıklarını görürüz. Yalnız, hem en ifade edelim , gerek Şiî m ezhepler gerek Sünnî m ezheplerin tam am ı ana delil olarak Kitap (K ur'an) ve Sünııet'i kabul ederler. Bu ana delillerin ele alınıp hüküm çıkarm a hususunda alim lerin, bu arada tabiî ki Şiî alim lerin de birbirlerinden farklı yolları ve vardıkları neticeler olm uştur. M eselâ Şiî alim lerden Usûlcü Okul m ensupları, genellikle, ayet ve hadislerin zâhir m anâları üzerine hüküm bina etm işlerdir. B una karşı A hârî Okul m ensubu bazı fıkıhçılar zâhirin delil olam ayacağını ileri sürmüşlerdir. O nlara göre Kur'an'ı indiril­

diği sırada ona m uhatap olanlar gerçek m anâda anlayabilirler. Ehl-i B eyt ve im am lar Kur'an'ın manâsı en iyi anlayanlardır. D iğer yandan C a'ferîler'e39 göre sünnet, m asum ların (İm am lar ile Hz. Fatım a ve Hz. Peygam ber) sözle­

38 Bu konular ile ilgili daha fazla ve doyurucu bilgi edinmek ve İlmî tartışmaları takip etmek isteyenlere Hayreddin Karaman, Abdülkerim Şener ve İbrahim Çalışkan'ın Çalışm alarına müracaat etmelerini salık veriniz (bkz. Muham med es-Sadık'ın görüşünü benimseyen Oniki İmamcı Şiiler ile İsmailiyye).

39 Fıkıhta Altıncı İmam Ca'fer b. Muhammed es-Sadık'ın görüşünü benimseyen Oniki İmamcı Şiîler ile İsmailiyye.

(20)

394 AYNİ İLHAN

ri, fiilleri ve sözsüz tasvipleridir. M asûm olanlar ya ilham yoluyla, yahut da bir önceki im am ın bir sonrakine öğretm esi şeklinde gerçeğin bilgisini ve dinin hüküm lerini elde ederler. Bu sebeble onların söyledikleri, şer'i delilin rivayeti ve nakli değildir. D oğrudan delildir, kaynaktır.40

Y ukarıda görüldüğü gibi fıkhın diğer delilleri ve ilgili görüşlerinde de Şiîler im am eti daim a nirengi noktası olarak alm ışlardır. Fıkıhda hüküm lerin elde edildiği delillerin anlaşılm a farkı pek tabiî olarak, hukukun her dalında ortaya konulan hüküm lerde de farklılıkları beraberinde getirm iştir. M eselâ abdest alırken, diğer m ezheplerden farklı olarak, ayakları yıkam a yerine m eshetm ek; zekâtta beşte bir (hum us) hükm ü; m ut'a nikâhı bunlardan hem en hatıra geliverenlerdir.41

Bu m akalem izi yine im am etle doğrudan bağlantılı olan ve günüm üzde İran'daki siyasî yapılanm anın fikrî tem ellerinden birisi sayabileceğim iz önemli bir anlayışa tem as ederek bitirm ek istiyoruz.

Velâyet-i Fakîh: Şiîler'in sayıca en büyük grubunu teşkil eden İsnâaşe- riyye (onikiciler) ye göre 12. İm am M uham m ed b. H asen el-A skerî (el- M ehdî) 260/874 senesinde kaybolm uştur, gizlenm iştir42 ve halen yaşam ak­

tadır. Onun iki kayıplık dönem i vardır. B unlardan biri küçük kayıplık dönem i (gaybubet-i suğrâ) dır ki 260/874 - 329/942 seneleri arasındadır. Bu dönem de dinî hayatın rehberliğini im am lı yazışm a halinde onun dört vekili yürütm üşlerdir ve bu vekiller birer fakîh idiler. İkinci kayıplık dönem i (gaybubet-i kübrâ)ııde bir öncekinden farklı olarak -artık bu defa el-M ehdî

40 Hayrettin Karaman, "Şîa’da Fıkıh Usûlü ve Şer'i Deliller", M illetlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiîlik Sempozyumu, s. 331 ve devamı, İstanbul 1993.

41 Bu konularda daha geniş bilgi için adı geçen sempozyumda A bdülkadir Şener ve İbrahim Çalışkan'ın sunduğu tebliğlere bakılmalıdır.

4" el-İmamü'l-M ehdî'nin gizlenme tarihi olarak 255/869 yılını gösterenlerde vardır ki bu tarih aynı zamanda onun doğum tarihidir. Bu teze göre el-M ehdî'nin babası İmam Hasen el-Askerî onu doğumundan itibaren düşm anlan ve siyasî iktidar zarar vermesin diye gizlemiş, sadece has adamları onu görmüşlerdir.

(21)

ile doğrudan tem as halinde ve yazışm a halinde olan vekiller bulunm adığı için- rehberlik işi yine fakîhlere kaldı. H alk tabiî bir yönelişle fakîhleri rehber edindiler, ortaya çıkan m eselelerin dinî hükm ünü öğrenm e (istiftâ) ve anlaşm azlıkları çözüm e bağlam a (kaza) konularında fakîhlere başvurdular.

A yrıca zekâtı ve İm am 'ın hakkı olan "humus"u yerine sarfetm esi için bu fakîhlere verdiler. Bu arada bazı Şiî alim ler de kayıplık dönem inde kam uya ait işlerde tasarruf hakkının yöneticilere ait olacağını savunuyorlardı. Siyasî, kazaî, m alî ve İdarî konularda kam u adına tasurruf hakkı ile ilgili bulunan teori ve pratikteki bu iki başlılık ve çekişm enin bilhassa siyasî yönü, son iki asırda ortaya çıktı. Bundan önce tabiî olarak Şiîler, ideâl İslâm D evleti'ni M ehdî'nin gelip kuracağını, dünyada zulm ün yerine adaleti M ehdî'nin hâkim kılacağını, o zam ana kadar zalim yöneticilere baş eğip (takiyye uygulayarak) M ehdî'yi beklem ek gerektiğini kabullenm iş bulunuyorlardı. Bu anlayış Şiîlik'teki im am et anlayışının tabiî bir uzantısıdır. Çünkü ideâl İslâm Devleti ancak Allah'ın seçtiği, hata etm ez im am tarafından kurulabilir. Bu vasıflan taşım ayan birinin ideâle ulaşm ası müm kün değildir. Fakat Şiîliğin tasavvu­

rundaki bu ideâl pratik hayatın gerçeklerine hiç bir zam an uym am ıştır.

N itekim A yetullah Humeynî, İslâm dünyasının içinde bulunduğu İslâm 'a ve M üslüm anların m enfaatlerına aykırı bunca durum lara dinin ve im am ların razı olam ayacakları ortadadır. M ehdî'nin gelm esinin gecikebileceği göz önüne alındığında, o zam ana kadar fakîhlerin, kötülüklere ve m eşru olm ayan gidişe karşı savaşm aları gerekir. Bu onlara vazifedir, diyerek daha önce Şiîlik'n prensiplerinden hareketle fakîhin devlet yönetim i ile ilgili selâhiyet ve sorum luluğu (velâyet-i fakîh) konusunda M ehdî'yi ve onun ideâl devletini bekleyerek takiyye uygulam ak şeklinde özetlenebilecek anlayışa savaş açtı.

O rtaya koyduğu teorisini de bilindiği gibi İran İslâm Devrim i ile uygulam ay- a koydu. Kendi zam anına kadar bir m iskinlik sebebi şeklinde anlaşılan ve uygulanan takiyye konusunda da yeni bir yorum getirdi. Takiyye cüz'î m ese­

lelerde fertlere verilm iş bir ruhsattır. Dinin ve M üslüm anlann yüksek m enfe- atlarının büyük ölçüde çiğnendiği ve yük edildiği bir zam anda takıyyeye sığınarak hareketsiz kalm ak caiz değildir.43 Ayetullah H um eynî'nin uygula­

43 Hayreddin Karaman, a.g.e., tebliğ, s. 353.

(22)

396 AVNİ İLHAN

m aya koyuncaya kadar geliştirdiği bu teorisine başlangıç sayabileceğim iz görüşler kendisinden iki asır önceden kısm î çıkışlarla ortaya atılm aya başlanm ıştır.

Şiîlik'teki her şeyin tem eli sayılan im âm et anlayışının, takdir edileceği üzere, en önemli yönü rehberliktir. Yani im am ın önderliğidir. İnsanları doğru yola iletmek, bu hususta yanlışlar yapm am ak, dolayısıyla insanlann hayrına ve iyiliğine bir vasat hazırlayıp, onlara örnek olm aktır. Y ukarda da belirtildiği gibi böyle bir m asum rehberi yaratm ası ve hazır etm esi A llah'a vaciptir. Zam an böyle bir önderden boş olmaz. Ehl-i Sünnet alim leri bu görüşe "üm m et m asum dur" anlayışı ile cevap veirler. D evletin başına geçenler yanılsa, yanlış yapsa ve kötülük işleseler bile üm m et onu doğrultur görüşünü savunurlar.44 Şiîler'in teorisi belki çok güzeldir. Fakat tarih boyun­

ca bu teorinin pratik hayata, yani evdeki hesabın çarşıya uyduğu hiç görülm edi. İşte o zaman ister istem ez Şiî alim ler, problem lere yine kendi prensiplerini gözeterek çareler aram aya başladılar. K anaatım ızca A yetullah H um eynî ile ulaşılan "Velâyet-i Fakîh" anlayışı, Şîa'nın m asum imam ve rehberliği anlayışından -pratik hayat söz konusu olduğunda- Sünnîler'in üm m et m asum dur anlayışına daha yakındır. Bu da Şiîler'i kendi prensipleri ile karşı karşıya getirm iş gibidir.

Bu görüş, asrımızdaki demokrasi anlayışının en belirgin yönlerindendir ve "halkın reyi daima en doğrudur ve muteberdir." şeklinde ifadesini bulmuştur.

Referanslar

Benzer Belgeler

San'at tarihi noktasından bu mozayikle- rin pek mühim oluşu şu sebeptendir: Mozayikler sekizinci asırda yapılmış olmasına rağmen kuru- nu-vustanin san'at ruhu bunlarda o kadar az

Esasa gelince, dava- cının kat maliki bulunduğu binanın ön kısmına yapılan ruhsatlı binaların 5.9.1973 onay tarihli mevziî imar plânında kaldı- ğı, bu plânda,

Mimar eğitim ve yetişme tarzı itibariyle (bazen de doğuştan) insanın yaşayışıyle il- gili konuları en iyi kavrayabilen, ihtiyaçları cemiyet içinde en iyi şekilde

(Yani bu iki sektör karakteristik şehirsel faaliyetler- dir.) Hizmet ülke oranı ile hizmet şehirsel oranının karşılaştırılması ise ancak şehirleş- me derecesini verir.

Wenn das liebe Tal um mich dampft, und die hohe Sonne an der Oberfläche der undurchdringlichen Finsternis meines Waldes ruht, und nur einzelne Strahlen sich in

En küçük evde bile mimar (faideli ile güzel) muvazenesini aramak mecburiyetindedir. Sarahat plâna kabili inşa bir sadelik bahşeder. Prefabrikasyon meselesine gelince; kitle halin-

Yıllardır, hayatlarını mukaddes bildikleri sa- natları uğurunda yıpratmış bu olgun sanat üstatları- nın yanında henüz sanat hayatına atılan genç res- samlardan Ferruh, Selim ve

Ancak, türev alındığında bu –5 sayısı yok olacağından logaritma için elde ettiğimiz belirsizliğin yayılması ifadesi bu formül için de aynı