• Sonuç bulunamadı

RUHLARLAKONUÞULUYOR MU?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "RUHLARLAKONUÞULUYOR MU?"

Copied!
51
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

RUHLARLA KONUÞULUYOR MU?

Çocuklar için harikalar diyarý - Evinize raðmen yaþamak

NE MUTLU MERHAMETLÝ OLANLARA

(2)

Ayl›k Kültürel ve Siyasi Dergi

Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Dr. Refet Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar Özenç Kayserilioðlu

Hale Ürkmezgil Haberleþme Sorumlusu ve

Okur/Abone Ýliþkileri:

Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 Faks: 02122491828

Yönetim Yeri:

Oba Sok. SÝlla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul

Yazýþma Adresi:

Sevgi Dünyasý P.K. 471 Beyoðlu Cihangir/Ýstanbul

Baský:

Ýnkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.

100. Yýl Matbaacýlar Sitesi 4.Cad.

No: 38 Baðcýlar/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 YTL Yýllýk Abone: 40 YTL

Yurt Dýþý: 50 YTL

Ruhlarla konuþuluyor mu? ... 4

Dr. Refet Kayserilioðlu

Ne mutlu merhametli olanlara ... 9

Ahmet Kayserilioðlu

Son bir kez ... 22

John Edwards

Çocuklarýn geçmiþ yaþamlarý ... 26

Carol Bowman

Çocuklar için harikalar diyarý ... 31

Nihal Gürsoy

Basýn aynasýndan yansýyanlar ... 40

Güngör Özyiðit

Kötülüðün iþlevi ... 44

Þafak Nakajima

Evinize raðmen yaþamak ... 46

Funda Ceyhan

Cilt: 38 Say›: 456 Aralýk 2006

(3)

SEVGÝLÝ DOSTLAR

Kendi halinde iyi ve düzgün yaþa- maya çalýþan insanlar son zaman- larda bir hayli endiþeli. Her zaman gizli kapaklý, kuytu ve karanlýk yer- lerde olup duran kötülükler, çirke- flikler giderek daha çok ortaya ver- ilmeye, onlarýn gözlerini ve kulak- larýný rahatsýz etmeye baþladýðýn- dan, her þeyin artýk çok fazla kötüye gittiðini düþünüp kaygýlanýyor ve korkuyorlar. Kendileri için, çocuk- larý için, diðer iyi insanlar, gelecek nesiller ve dünyamýz için. Elbette çeþitli toplumsal örgütlerce geliþtir- ilen faaliyetlerle devlete, meclise, gerekli mercilere baþvurmak istiyor- lar. Özellikle çocuk pornosu,

iþkence, töre cinayetleri, aile içi ve dýþý, toplumun her kesiminde baþýný alýp giden, hele hele çocuklara uygulanan þiddet ve organ mafyasýnýn zalimliði onlarý çok üzüyor. Ailelerini kurtarmak ister gibi toplumu kurtarmak için yanan, yorgunluðu diline almak istemeyen iyi insanlar var aramýzda. Onlarla dilekte biriz ve bunun gerçek- leþmesini ümit ediyoruz.

Toplumun kanamasýna neden olan- lar mutlaka tespit edilip aðýr hukuk-

sal yaptýrýmlarla engellenebilme- lidir. Bunun için ne gerekiyorsa artýk vakit kaybetmeden yapýl- malýdýr. Öte yandan bir de þunu göz önüne almak gerekir ki, örn. çocuk pornosunu çekip pazarlayan birisi, bunu el altýndan gizli gizli yapmaya neden devam eder, çünkü müþterisi, talep edeni vardýr, yani aramýzda normal hatta iyi insan gibi

dolaþýrken bu sapkýnlýðý, kötülüðü sürdürenlerin isteklerini, beklenti- lerini cevaplamaktadýr. Öyle ise hukuksal yaptýrýmlar yanýnda ayrýca insana insan olmanýn güzellikleri gösterilmeli, özendirilmelidir bir yandan. Önce kendimizi, günlük çýkarlarýmýzý düþünmenin, kavganýn, öfkenin, bizi en kolay yoldan, ayný birbirinin ardýndan sürü halinde koþtururken aslýnda uçuruma koþ- tuðunu ve oradan yuvarlanacaðýný hiç hesap etmeyen koyunlar misali, topluca yok oluþa götüreceðini, insanýz, aklýmýz var, gönlümüz var, artýk bilmeliyiz, öyle deðil mi?

En derin sevgilerimizle

(4)

Özden ile Erdem’in diyaloglarýndan oluþan dizimizin bu bölümünde ana tema, öte aleme geçmiþ ruhlarla iletiþim. Özden, insanýn bir ruh sahibi olduðuna ikna olduktan sonra ruhun, beden ölümünden sonra yaþamaya devam edeceðini ve dolayýsýyla da iletiþimin, tüm bun- larýn mantýki sonucu olacaðýný söylüyor.

Dr. Refet Kayserilioðlu

RUHLARLA

KONUÞULUYOR MU?

(5)

Erdem-Sizinle yaptýðý- mýz konuþmalardan in- sanýn bir ruh sahibi ol- duðunu, yani insanýn bedenden ayrý bir ruhu- nun bulunduðunu az çok anlamýþ bulunuyo- rum. Son konuþmalarý- mýzdan da düþünceleri- mizin bedenimize ve et- rafýmýza yaptýðý tesirleri öðrenmiþ oldum. Yalnýz bir türlü aklýmýn alma- dýðý husus, þu ruhlarla konuþma meselesi ol- maktadýr. Nasýl olur, öl- müþ gitmiþ, dünya ile alâkasýný kesmiþ bir var- lýkla konuþmak? Hele onlarýn görünmesini, re- simlerini de hayretle görmeme raðmen ne ya- lan söyleyeyim aklým almýyor.

Özden-Ama buna hay- ret etmemeniz ve nor-

mal bulmanýz lâzýmdý.

Madem ki insanýn bir ruh sahibi olduðunu ka- bul etmiþ bulunuyorsu- nuz, ruhlarla konuþmak bunun mantýki ve zaruri bir neticesidir. Kendili- ðinden kabul edilmesi icap eder. Zira dünyada konuþan her an kendi durumunu, dertlerini ve- ya sevinçlerini etrafýna duyurmak isteyen bir bedenli ruh (yani insan) ölür ölmez (yani beden- den ayrýlýr ayrýlmaz) ne- den dut yemiþ bülbül gi- bi sussun. Eðer o, ölüm- den sonra yaþýyorsa ha- lini, ahvalini eþine dos- tuna, çoluðuna çocuðu- na bildirmek isteyecek- tir. Bedeninden ayrýlmýþ bir ruhun bunu isteme- yeceðini ve ebedi bir sessizlik ve sükûn içine gömüleceðini iddia et-

mek mantýksýz olmaz mý?

Erdem-Evet insanýn bir ruh sahibi olduðunu kabul ettikten sonra, onun ölümden sonra da ahvalini bildirmek iste- yeceðini kabul etmek belki mantýki olabilir.

Ama benim aklýma bir türlü sual geliyor ve te- reddütler içinde bulunu- yorum. Sonra acaba ruh ölümden sonra yaþýyor mu?

Özden-Bu suali sor- manýz iyi oldu. Hatýr için bunu kabul ediyor görünüp de içten içe te- reddüt etseydiniz, bütün konuþmalarýmýz buz üzerine yazýlmýþ yazýya benzerdi. Bir sýcaklýk buzu eritir, bütün yazý- larý da silip götürürdü.

Madem ki insanýn bir ruh sahibi olduðunu kabul etmiþ bulunuyoruz, ruhlarla konuþmak bunun mantýki ve zaruri bir neticesidir. Zira dünyada konuþan her an kendi durumunu, dertlerini veya sevinçlerini etrafýna duyurmak isteyen bir bedenli ruh ölür ölmez, yani bedenden ayrýlýr ayrýlmaz neden dut yemiþ bülbül gibi sussun? Eðer o, ölümden sonra yaþýyorsa halini, ahvalini eþine dostuna, çoluðuna çocuðuna bildirmek isteyecektir. Bedeninden ayrýlmýþ bir ruhun bunu istemeyeceðini ve ebedi bir sessizlik ve sükûn içine gömüleceðini iddia etmek mantýksýz olmaz mý?

(6)

Zira ruhun ölümden sonra yaþamasý iþin te- melidir.

Þimdi, yapýlan tecrübe- lerden, seanslardan fa- lan bahsetmeden mantý- ki delillerle sorunuzu cevaplandýrmaya çalýþa- caðým. Bir kere ruh, be- denden ayrý ve bedene hakim bir hüviyet oldu- ðu için onun hayatý be- dene tabi deðildir. Çün- kü bedene hakim olan, bedene hayatiyet veren kudretin bedenle kaim olmasý ve bedene tabi bulunmasý beklenemez.

Bir misalle anlatayým, bilfarz þu yanan ampulü yakan elektriktir. Bura- da ampulü bedene, elektriði de ruha benze- tirsek; ampul olmazsa elektrik olmaz diyebilir miyiz? Yani bir taþla ampulü kýrsam elektrik yok mu olur? ½üphesiz hayýr, telde elektrik aký- mý yine mevcuttur deðil mi? Ama ampul olmaz- sa elektrik bize ýþýk ha- linde kendini bildire- mez. Yani elektriðin bu çeþit tezahür imkâný or- tadan kalkmýþ olur. Fa- kat biz tele kontrol ka- lemleri ile baksak yine

orada akýmýn bulundu- ðunu bilebiliriz. ‹þte bu- nun gibi bedenin dünya- da yaþama þartlarýný kaybetmesi ve ruhun bedende belirememesi ruhun yok olduðunu is- pat etmez. Bilâkis ruh bedenden üstün bir kud- ret olduðuna ve mahiye- ti de bedenden farklý bulunduðuna göre onun bedenden sonra yaþama- sý zaruri bir netice olur.

Erdem-Evet mantýki olarak böyle denilebilir.

Ama bunun hayatta bir delilinin bulunmasý lâ- zýmdýr.

Ýki büyük hakikat Özden-Bunun hayatta delilleri vardýr. Hayatý tetkik edersek iki büyük hakikatle karþýlaþýrýz.

Birisi intizamla cereyan eden, þaþmadan akýp gi- den tabii hadiselerdir.

Dünya intizamla döner, ay muntazam doðar ve batar, yaðmurlar belli fi- ziki ve kimyevi kanun- lara uyarak yaðar, in- sanlarýn doðmasýnda ve ölmesinde belli kanun- lar rol oynar. Bunlar Ruhun ölümden sonra

yaþamasý iþin temelidir.

Ruh, bedenden ayrý ve bedene hakim bir hüviyet olduðu için onun hayatý bedene tabi deðildir. Çünkü bedene hakim olan, bedene hayatiyet veren kudretin bedenle kaim olmasý ve bedene tabi bulunmasý beklenemez.

Bir misalle anlatayým, bilfarz þu yanan ampulü yakan elektriktir. Burada

ampulü bedene, elektriði de ruha benzetirsek; ampul olmazsa elektrik olmaz diyebilir miyiz? Yani bir taþla ampulü kýr- sam elektrik yok mu olur? Þüphesiz hayýr, telde elektrik akýmý yine mevcuttur deðil mi? Ama ampul

olmazsa elektrik bize ýþýk halinde kendini bildiremez.

(7)

asýrlardan beri deðiþme- den devam edip dur- maktadýr ve devam ede- cektir. ½imdi bunlarýn bir gayesinin, bir mak- sadýnýn bulunmasý lâ- zýmdýr. Bütün bu düzen- li oluþlarýn ve akýþlarýn gayesiz, rasgele olduðu- nu iddia etmek düzen fikri ile bir tezat teþkil eder. Ayný þekilde insa- nýn mevcudiyetinin ve bedenden ayrý bir ruhu- nun bulunuþunun da bir gayesi olmak lâzým ge- lir. Gayesi yoktur de- mek, kâinatta mevcut olduðunu her zaman müþahede etmekte bu- lunduðumuz illiyet prensibini inkâr etme- miz demektir. Yani se- bep, netice zinciri diye bir þey yoktur dememiz lâzýmdýr. Halbuki bu vardýr, o halde insanýn yaþamasýnýn da bir ga- yesi vardýr. O da ruhun tekâmülüdür. Bu gaye bedenden sonra onun yaþamasýný da zaruri ký- lar.

Erdem-Yani siz, ruhun bedenden ayrýldýktan sonra yaþamasý bir zaru- rettir diyorsunuz.

Özden-Evet bu kadar mantýki.

Erdem-Evet. Ruhun ölümden sonra yaþadýðý- ný kabul etmemiz icap ediyor. Ama bu ruhlarla konuþulduðunu ispat et- mez ki.

Özden-Neden dostum, yukarýda esas benliðin, insan hüviyetinin ruhta olduðu kabul edilince, ruhun ölümden sonra dut yemiþ bülbül gibi susamayacaðýný söyle- miþtik. Ayrýca ruhlarla konuþulduðunu gösteren birçok hadiseler ve mü- þahedeler vardýr.

Erdem-Evet mantýken öyle olmasý lâzým. Ama bu bir ispat olmaz ki.

Buradaki hadiseler ve müþahedeler nedir?

Özden-Bilfarz ölmüþ bir yakýnýnýz bir celsede gelse ve yalnýz sizinle onun arasýnda olan bir hadiseyi bütün teferruatý ile anlatsa o zaman si- zinle konuþan þahsýn o yakýnýnýz olduðuna hük- metmez misiniz?

Bedenin dünyada yaþama þartlarýný kaybetmesi ve ruhun bedende belirememesi ruhun yok olduðunu ispat etmez. Bilâkis ruh bedenden üstün bir kudret olduðuna ve mahiyeti de bedenden farklý bulunduðuna göre onun bedenden sonra yaþamasý zaruri bir netice olur. Bunun hayatta delilleri vardýr.

Hayatý tetkik edersek iki büyük hakikatle karþýlaþýrýz. Birisi intizamla cereyan eden tabii hadiselerdir.

Bunlarýn bir mak- sadýnýn

bulunmasý lâzýmdýr.

Bütün bu düzenli oluþlarýn ve akýþlarýn gayesiz, rasgele olduðunu iddia etmek düzen fikri ile bir tezat teþkil eder. Ayný þekilde insanýn mevcudiyetinin ve bir ruhunun

bulunuþunun da bir gayesi olmasý gerekir

(8)

Erdem-Peki ama bu medyum denilen þahýs telepat ise, telepati kabi- liyeti ile benim zihnim- den bu bilgileri alýp söyleyemez mi?

Özden-Hayýr söyleye- mez. Çünkü medyumla- rýn hepsinin telepati ka- biliyeti, yoktur. Olanla- rýn da sizin düþünmedi- ðiniz bir þeyi söylemesi çok müþküldür. Bir an için bu hatýranýzý telepa- ti yoluyla aldýðýný ve söylediðini kabul etsek.

Bu hatýrayý en ince te- ferruatýna kadar söyle- mesi, hele sizin unut- muþ olduðunuz teferru- ata girmesi imkânsýzdýr.

Ayrýca öyle irtibatlar vardýr ki, onlardan öl- müþ kimse dünyadaki hiçbir insanýn bilmediði bir takým hadiselerden bahseder ve tahkikle bunlarýn doðruluðu an- laþýlmaktadýr. Esasen daha önceki konuþmala- rýmýzda telepatinin iki beyin arasýndaki deðil, iki ruh arasýndaki bilgi alýþ veriþi olduðunu söylemiþtik. Yani bir

ruhla bir medyumun ir- tibatý da daha ince ka- rakterde bir telepatidir.

Erdem-Yani siz telepati ile ruhlarla konuþmayý ayný þey olarak mý görü- yorsunuz? O zaman bunlarýn arasýndaki fark nedir? Sonra, biraz önce her medyum da telepati kabiliyeti yoktur dedi- niz.

Özden-Esas mahiyet itibariyle bu ikisi ayný þeydir. Yalnýz aralarýnda derece farký vardýr. Yani iki insan arasýndaki tele- pati ruhun bedene baðlý- lýðý dolayýsýyla daha dar bir sahada iþ görür ve daha zordur. ‹rtibatta bulunanlardan birisi be- densiz varlýk ise bu tak- dirde bilgi alýþ veriþi da- ha kolay ve daha geniþ- tir. Eðer iki ruh arasýn- daki telepatiyi düþünür- sek, onlarda beden en- gelleri ortadan kalktýðý için bilgi alýþ veriþi da- ha da kolay ve daha þu- mûllü olacaktýr. Bu se- beple ruhlardan bilgi alan her medyum insan-

lardan da bilgi alamaz.

Erdem-Demek ki iki ruhun birbiriyle irtibatý da telepatidir.

Özden-Evet, telepati- nin üstün, geniþ ve ideal bir nevidir ki, bu þekil bedenli insanlar arasýn- da asla olamaz. Diðer taraftan iki insan arasýn- daki telepati ile, bir ruh ve bir insan arasýndaki telepati arasýnda þumûl ve derece bakýmýndan çok büyük fark vardýr.

Erdem-Size son olarak bir þey daha sormak is- tiyorum, ruhlarla konuþ- mak için medyum þart mýdýr

Özden-Evet þarttýr. Fa- kat þunu da söyleyeyim ki herkes ruhlardan tesir almakta, fakat bunu id- rak edememektedir.

Medyum denilen þahýs- lar öyle bir bünyeye sa- hiptir ki, onlar aldýklarý tesirleri idrakli veya id- raksiz olarak bize nakle- debilmektedirler.

(9)

NE MUTLU

MERHAMETLÝ OLANLARA

Psikolog Ahmet Kayserilioðlu

(10)

144.000 GÖNÜL ERÝ

irkaç aydýr gerçek Hýristiyan ahlâkýnýn temel direklerini oluþ- turan “Hz. Ýsa’nýn Daðdaki Vaazý”

üzerinde KRYON Rehber Varlýðýn yaptýðý çaðdaþ yorumlarý inceliyor, deðiþik örneklerle anlayýþýmýzý geniþ- letmeye çalýþýyoruz.

Hz. Ýsa, Daðdaki Vaaz’ýn beþinci bildirisinde:

* Merhametli olanlara ne mutlu, çünkü onlar merhamet göreceklerdir.

Diyerek çok önemli bir evrensel ya- sayý bizlere duyuruyordu.

Rehber Varlýk Kryon bu bildirinin yorumu üzerinde az ama öz aynen þöyle söylemektedir:

“Bu merhametli olanlar iyi yürekli olanlar ve bir baþkasýnýn duygularýný anlayabilenlerdir. Ve onlar karmasýný iptal etmiþ olan sizleri temsil ederler.

Çünkü bakýn iyi yürekli olanlar ve baþkalarýnýn duygularýný anlayabilen- ler eleþtirel bir ruha, ya da eleþtirel bir yapýya sahip olamazlar. Çünkü bir insandaki eleþtirel yapý, çözümlenme- miþ karma’nýn bir sergileniþidir. Ve çözümlenmemiþ karma öfke ve hid- det yaratýr. Öfke ve hiddet taþýyan bi- ri, merhametli bir kiþi olamaz. Ve böylece Ruh, merhametli olanlarý ve dolayýsýyla karmik derslerinden geç- miþ ve kiþisel korku baloncuklarýný patlatmýþ olanlarý onurlandýrýr. O ba- loncuklar önünüzde meþum bir bi- çimde belirip sizi korkuturlar; ama onlar son derece kolay bir biçimde

patlar ve hýzla bir kenara atýlýrlar.

Çünkü onlar gerçekten de hayaletler- dir! Onlar geçersiz kýlýndýklarýnda merhametli kiþi ortaya çýkar... Ýçten- likle iyi ve anlayýþlý olan varlýk orta- ya çýkar.”

GÖNÜL ERLERÝ

Görülüyor ki Kryon, merhamet ba- samaðýna ulaþmýþ, o köþkü doldurmuþ Gönül Erleri, Iþýk Savaþçýlarý; yani merhametli bir yaþam biçimi, bir huy olarak benimsemiþ öncüler üzerinde konuþmaktadýr sadece... Ýyi yürekli;

geçmiþ yaþamlarýnýn karmik yüklerin- den kurtulmuþ; insanlara, olaylara sü- rekli tenkitçi, kuþkucu yaklaþmayý terketmiþ; öfkeden, hiddetten, korku- dan uzak kiþilerdir Kryon’un iþaret ettikleri. “Kaç kiþi var böyle güzellik- lerle donanmýþ aramýzda acaba?!..”

diye kuþkuyla soruyoruz ister iste- mez. Hani padiþahýn bir türlü evliliðe yanaþmayan biricik oðluyla ilgili fýk- ra bile aklýmýza gelmiyor deðil. Ýlerde tahtýnýn boþ kalacaðýndan korkan pa- diþah çaðýrýyor oðlunu ve soruyor ev- lenmeme sebebini. Ummadýðý, onu çok sevindiren bir cevapla karþýlaþý- yor: “Ýstediðim özellikte kýz bulursa- nýz hemen hazýrým evlenmeye” diyor oðlu ve baþlýyor saymaya: “Güzel, akýllý, anlayýþlý, ince ruhlu, zorluklara dayanabilen, hoþgörülü, fedakâr, sa- býrlý, merhametli, gýybet ve dedikodu yapmayan, iyi, doðru, çalýþkan, bilgili ve sevgi dolu...”

Oðlunun aðzýndan çýkan her söz-

B

(11)

cükte tahtýnda biraz daha küçülen pa- diþah; ümitsiz, kýsýk bir sesle:”Oð- lum, bu özelliklere sahip bir kýz var mý diye tüm ülkemin köþe bucak her tarafýný aratacaðým. Ve þayet bulur- sam, evet böyle bir kýz bulursam ana- ný boþayýp, onu alacaðým?!..”

Ama rehber Varlýk Kryon, padiþah gibi ümitsiz deðil. Baþka mesajlarýn- da; þu anda yeryüzünün dört köþesine daðýlmýþ, özellikle Doðu bölgelerinde daha fazla olmak üzere 144.000 gö- nül erinin yaþadýðýný ve göklerde ol- duðu gibi, dünyada da Yaradan’ýn buyruklarýnýn geçerli kýlýnacaðý o gü- zel günlere insanlýðý götürebilmek için eðitilmekte olduklarýný sýk sýk müjdelemektedir.

Yine de ben, 144.000’nin dýþýnda kalan milyarlarý; henüz merhamet köþküne ulaþmamýþ, emeklemekte olan insan kitlelerini düþünerek bu yazýmda, merhamet konusunda ger- çekten yaþanmýþ bireysel günlük

olaylarý bir ibret örneði olarak sun- mayý daha yararlý görüyorum.Gelecek sayýmýzda “Besmele”de Yaradan’ýn sonsuz merhametini vurgulayan RAHMAN adý ve RAHÝM sýfatý baþ- ta olmak üzere merhametin Ýlâhî Plandaki yeri, toplumlarýn geliþme- sindeki önemi, merhameti artýran ve azaltan nedenler üzerinde duracaðýz.

BEDENÝNE YOÐUNLAÞAN ÝNSAN

Ruh, akýl, beden üçlüsünden oluþan insanoðlu, çaðýmýzda ilk ikisine aldý- rýþ etmeden, tüm dikkatini, ilgisini beden üzerinde yoðunlaþtýrmýþtýr. Ha- nýmlarda, hattâ þimdi erkeklerde bile, güzellik; deðer çizelgesinde en ön sý- rayý aldýðýndan, hepimiz az veya çok bu genel gidiþten etkilenip durmakta- yýz. En yüksek fatura da burada sa- katlara kesilmekte; toplumun merha- met dýþý davranýþlarý en çok onlarý bunaltmaktadýr. Güvenilir tanýklarýn- dan iþittiðim yaþanmýþ iki acýklý ola- Birkaç aydýr gerçek Hýristiyan ahlâkýnýn temel direklerini olu¾turan

“Hz. Ýsa’nýn Daðdaki Vaazý” üzerinde Kryon Rehber Varlýðýn yaptýðý çaðdaþ yorumlarý inceliyor, deðiþik örneklerle anlayýþýmýzý geniþletmeye çalýþýyoruz.

Hz. Ýsa, Daðdaki Vaaz’ýn beþinci bildirisinde, “Merhametli

olanlara ne mutlu, çünkü onlar merhamet göreceklerdir” diyerek çok önemli bir evrensel yasayý bizlere duyuruyordu. Rehber Varlýk Kryon bu bildirinin yorumu üzerinde az ama öz aynen þöyle söylemektedir:

“Merhametli olanlar iyi yürekli olanlar ve bir baþkasýnýn duygularýný anlayabilenlerdir. Ve onlar karmasýný iptal etmiþ olan sizleri temsil ederler.

Çünkü bakýn iyi yürekli olanlar ve baþkalarýnýn duygularýný anlayabilenler eleþtirel bir ruha, ya da eleþtirel bir yapýya sahip olamazlar...

(12)

yý; ve bizzat içinde olduðum, merha- metin hayat bahþettiði o muhteþem çocukluk anýmý sizlerle tekrar payla- þýyorum:

MOHÝNÝ

Ertan’ýn tombul yanaklarý pancar gibi kýzarmýþ, terden sýrýlsýklam ol- muþtu. O iriyarý, göbekli vücudu san- ki küçülmüþtü. Amma da insafsýzdý þu matematik hocasý. Nereden bulup çýkarýyordu bu güngörmemiþ çetin problemleri. Ýþte bir, iki üç... hiçbirini bilememiþ kara tahtaya cevap namýna tek satýr bile yazamamýþtý. Kaçamak bakýþlarla sýnýf arkadaþlarýndan istedi- ði yardýmlar da boþunaydý. Kýsaca durumu berbattý Ertan’ýn berbat!..

Oh nihayet mutlu an gelmiþti, Hoca not defterine uzanmýþtý. Kaç verirse versin aldýrmýyordu Ertan. Tek þu iþ- kence bitsin de.

Hoca, herkesin görmesini ister tarz- da güzel bir sýfýrý itina ile iþledikten sonra davudi sesiyle gürledi:

“- Yazýk be oðlum, sana verilen emeklere!.. yiyip içmekten, göbek þi- þirmekten baþka bir þey bilmez misin sen; tembel Mohini!..

Fil’ler için kullanýlan bu son keli- me, esasen lisenin en haþarý sýnýfý olan 4-A’yý kahkahalara boðmuþtu.

½iþko, tombul, göbek, abal... bir sürü isimleri vardý Ertan’ýn ama, þu hoca- larýnýn bulduðunu hiçbiri daha önce düþünememiþti. Tamam cuk oturmuþ- tu: Bundan sonra Mohini’ydi Ertan’ýn adý.

Ve füze süratiyle yayýldý Ertan’ýn adeta alnýna hakkedilmiþ yeni marka- sý. Bütün sýnýf deðil, kýzlý erkekli bü- tün okul, tanýmadýklarý bile “Mohini”

diye çaðýrýyorlardý onu. Unutulmuþtu esas ismi.

Ertan’a bu son ismiyle beraber vü- cudu da artýk korkunç bir yük gibi geliyordu. Neydi onun çilesi? Her yerde alay, gülüþme, küçümseme...

Küçük kardeþi bile kýzýnca “Mohini”

diyordu ona!..

Ne ders çalýþabilir, ne de toplulukla- ra karýþabilir olmuþtu. Daha fazla çe- kilemezdi bu hayat... Yemekten iç- mekten kesildi Ertan. Tarifesinin iki üç misli de zayýflama haplarý yutu- yordu, hiçbir doktora danýþmadan.

Erisindi bir an evvel þu göbek, þu lo- pur etler... Ve Ertan inceldi, inceldi, sarardý, soldu... Anne ve babasýnýn bütün ýsrarlarýna raðmen ayak diredi yememekte, içmemekte... Nihayet þiddetli bir tüberküloz aldý götürdü Ertan’ý aramýzdan; Mohini namýný bu geri gezegende býrakarak...

AKSAK TÝMUR

Bülent Bey, önüne çýkan lostra salo- nuna aceleyle daldý. Sýra sýra dizilmiþ kanepelerden boþ olanýna hemen yer- leþip ayaðýný uzattý. Ýþi aceleydi. Ama aksilik, yavaþýna çatmýþtý boyacýnýn...

Ýki fýrça sallýyor, bir duruyordu. Ça- buk olmasýný ihtar etmek için ilk defa boyacýya baktý. Hayret o da kendisine bakýyordu:

“- Beni tanýmadýnýz mý Bülent

(13)

Bey?!..”

Evet bu gözler, bu zeki, manâlý göz- ler hiç yabancý gelmiyordu ona. Ama çýkaramamýþtý bir türlü...

“- Ben Selâhattin... Aksak Timur!..”

Selâhattin mi, Aksak Timur mu?..

Kim tanýmazdý onu lisede. Bu; sýnýfýn deðil, okulun en zeki çocuðunu bil- meyen mi vardý? Ama ne olmuþtu da bu olaðanüstü insana buralara kadar düþmüþtü?!.. ½u gözler olmasa ona Selâhattin demeye bin þahit isterdi!..

Ve Bülent Bey, acelesini unuttu.

Uzun uzun eski günleri yadettiler bir- likte...

Selâhattin doðuþtan topaldý. Küçük yaþlarýnda, neþesi, sevimliliði ve ze- kâsýyla topallýðýný çoktan unutturmuþ- tu, etrafýna. Onu “topal” diye çaðýrýr- lardý ama, bu hemen hiç tesir etmezdi Selâhattin’e. Tek sýkýntýsý oyunlarda, koþularda arkadaþlarýndan geri kal- masýydý, o kadar...

Sýnýflarýný hep birincilikle, iftiharla geçe geçe delikanlýlýk çaðýna kadar sürdü Selâhattin’in bu mutlu hayatý.

Yaþ dönümüyle birlikte herkes gibi Selâhattin de yepyeni hislerle dol- muþtu. Kýz arkadaþlarý artýk ona bam- baþka görünüyorlardý. Konuþma ko- nularý da deðiþmiþti okulda. Sözler dönüp dolaþýp sevgililere, yeni baþla- yan aþklara, darýlanlara, barýþanlara geliyor, Selâhattin’in ince duygularla yüklü kalbi bu kervana onu da itiyor- du. Bir, iki, üç... nafile bütün teþeb- büsleri boþa gidiyordu Selâhattin’in.

Arkadaþlýk hududunu aþýp da sýnýfla- rýndaki hiçbir kýz ona gönül vereme- miþti.

Aslýnda Selâhattin derslerdeki baþa- rýsýyla okulun gözbebeðiydi. Zaten hem topallýðýný, hem de zekâsýný dile getirmek için arkadaþlarý ona “Aksak Timur” ismini takmamýþlar mýydý?

Ama onun istediði þimdi bunlar de- ðildi. Övgülere çoktan doymuþtu o...

Selâhattin yavaþ yavaþ eski neþesi- ni, canlýlýðýný kaybetti. Artýk ders ça- lýþmak da gelmiyordu içinden. Zekâ- sýyla yine iþi idare ediyordu ama, ne- rede o eski Selâhattin!.. Ve hiç kimse, Selâhattin doðuþtan topaldý. Küçük yaþlarýnda, neþesi, sevimliliði ve

zekâsýyla topallýðýný çoktan unutturmuþtu, etrafýna. Onu “topal” diye çaðýrýrlardý ama, bu hemen hiç tesir etmezdi Selâhattin’e. Tek sýkýntýsý oyunlarda, koþularda arkadaþlarýndan geri kalmasýydý, o kadar.. Sýnýflarýný hep birincilikle, iftiharla geçe geçe delikanlýlýk çaðýna kadar sürdü

Selâhattin’in bu mutlu hayatý. Yaþ dönümüyle birlikte herkes gibi Selâhattin de yepyeni hislerle dolmuþtu. Kýz arkadaþlarý artýk ona bambaþka görünüy- orlardý. Konuþma konularý da deðiþmiþti okulda. Sözler dönüp dolaþýp sevgililere geliyor, Selâhattin’in kalbi bu kervana onu da itiyordu...

(14)

sevgili hocalarý dahil, düþünmedi bu düþüþün nedenini, inmediler onun ký- rýk gönlüne...

Bir deðiþiklik olsun diye baþka oku- la geçti. Yine ayný durum, ayný þekle düþkünlük. Nerede gönül zenginliði, ruh yüceliðini arayan. Herkes “al- mak”, “daha çok almak” yarýþýnday- dý. Nerede “vermeyi” düþünen!..

Okuyup da ne olacaktý, ne geçecekti eline? Selâhattin soðudu insanlardan, toplumdan, istikbalden... Zannetti ki yüksek mevkilere geçmek zirvelerde dolaþmak ona acýsýný daha duyuracak, yalnýzlýðý daha da artýracak... Ve kaçtý ramp ýþýklarý altýnda yaþamaktan. Bý- raktý okulu. Sýradan adamlarýn arasýn- da kendini unutmak ve unutturmak için boyacýlýðý seçti Selâhattin. Be- yoðlu’nun arka sokaklarýndan birinde fýrça sallýyor, þimdi o; nerelere yükse- lebilecekken...

... VE ÝBRAHÝM

“- Ýbrahim saða atla...”

“- Ýbrahim dikkat, þut çekiyorlar...”

“- Ýbrahim yat ayaklarýna...”

Onbir ateþ kulübünün ilkokul çaðýn-

daki süper futbolcularýnýn sokak ma- çýndan yükseliyordu bu sesler.. Ama neden hep kaleci Ýbrahim’e sesleni- yordu çocuklar? Ýbrahim’in gözlerine dikkatle bakmadan verilemezdi bu sorunun cevabý. Çünkü Ýbrahim Kör’dü!..

Halbuki o küçüklüðünde iri siyah gözleriyle mahallemizin en güzel ço- cuðuydu. Ne yazýk ki menhus göz að- rýsý azdýkça azmýþ iri siyah gözleri perdeleyivermiþti bir daha görmeme- cesine...

Artýk o, “Ýbrahim” deðil “Kör Ýbra- him”di. Mahallede öyle çaðýrýyorduk kendisini, “Kör Ýbrahim” yukarý,

“Kör Ýbrahim” aþaðý...

Oyunlarýmýzda, gezilerimizde hep kenarda kalýyordu zavallý. Bir körü kim kendi takýmýna alýrdý?

Yine ona böyle kör, kör diye seslen- diðimiz bir günde, insandan, insan psikolojisinin derinliklerinden çok iyi anlayan ve gerçek bir din âlimi olan babam çekti Ýbrahim’den gayri bütün çocuklarý bir kenara ve tatlý tatlý an- lattý bize, Ýbrahim’i korumamýzý, ona Okuyup da ne olacaktý, ne geçecekti eline? Selâhattin soðudu insanlardan, toplumdan, istikbalden... Zannetti ki yüksek mevkilere geçmek zirvelerde dolaþmak ona acýsýný daha duyuracak, yalnýzlýðý daha da artýracak...

Ve kaçtý ramp ýþýklarý altýnda yaþamaktan. Býraktý okulu. Sýradan adamlarýn arasýnda kendini unutmak ve unutturmak için boyacýlýðý seçti Selâhattin.

Beyoðlu’nun arka sokaklarýndan birinde fýrça sallýyor, þimdi o; nerelere yükselebilecekken...

(15)

kör demememizi!..

Ýyiye de, kötüye de alabildiðine açýk çocuk kalplerimizde þimdi tatlý meltemler esiyordu. Neydi o iyilik yarýþý Yarabbi?! Ýlk önce körü kaldýr- mýþtýk Ýbrahim’den. Kendi aramýzda diðer Ýbrahim’lerden ayýrabilmek için

“Gözü görmez Ýbrahim” diyorduk sa- dece.

Artýk bütün oyunlarýmýzda Ýbrahim de vardý. Futbol maçlarýmýzda rakip oyuncular zaman zaman kaleci Ýbra- him’in kucaðýna niþanlýyorlardý topu;

tutup da sevinsin diye.

Ve Ýbrahim hiçbir komplekse kapýl- madan büyüdü aramýzda. Hepimizden önce aþýk oldu. Aþkýna mukabele gör- düðü hissini vermek için neler yapýl- madý?.. Onun o günlerdeki giyim ku- þam düþkünlüðünü bir görseydiniz.

Her yüz metrede bir gýcýr gýcýr boyalý ayakkabýlarýný, cebinde taþýdýðý kadife parçasýyla parlatmasýna nasýl da gü- lerdik...

Ve karýsýyla, güzel çocuklarýyla me- sut yaþadý “Gözü Görmez Ýbrahim”

Toplumumuzun her kesiminde yay- gýn olarak kullanýlan, sürekli günde- mimizi iþgal eden “Dayakla Terbi- ye”den öðrenciliðinde nasibini almýþ –hem de ne nasip- hemþehrim ve ya- kýným Orman Y.Mühendisi Sami Y.

Ölçer’in anýsýný yerel bir dergide son günlerde okudum. Tam tersine þefkat ve merhametle yaklaþan öðretmeni ise ne güzellikler katmýþ yaþamýna.

Aynen aktarýyorum:

DAYAK VE ARABACI ÝLYAS

Türkçe’mizde “Dayak cennetten çýkmadýr” diye bir söz vardýr. Ben bu sözle dayaðýn övüldüðüne inanýyo- rum. Olsa olsa cennetten kovulduðu için çýkmýþtýr kanýsýndayým.

Karaman Ortaokulu’nun ikinci sýný- fýndayýz. Resim öðretmenimiz Ali Bey (hafýzam soyadýný silmiþ, hikaye- mi okuyunca bana hak vereceksiniz).

Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bö- lümü mezunu, ince uzun, zarif görü- nümlü bir adam. Aslýnda bu kariyerde ki bir kiþi, bizler için bir þans olma- lýydý. Sýra arkadaþým da arabacý Ýlyas.

Ýri yapýlý, týknaz, güçlü kuvvetli bir çocuk. Tek atlý arabasýna, iki çuvalý anýnda yüklüyor. Resim öðretmeni ne resmi yaparsak yapalým bir türlü be- ðenmiyor ve bize sýnýfta inanýlmaz hakaretler yapýyor. Ýþ bununla da kal- mýyor. Her derste ikimizi önce yum- rukluyor, sonra sýnýftan dýþarý çýkarý- yor, sýnýfýmýz okulun üst katýnda. Bizi merdivenlerin baþýna getiriyor, beli- mize birer tekme atýyor ve biz merdi- venlerden yuvarlanýyoruz. Tekrar tek- me tekrar yuvarlanýyoruz. Bu her derste aynen tekrarlanýyor. Merdiven- lerden yukarý çýkarken “sen nasýl ol- sa, Ortaokuldan sonra okuyamaya- caksýn, þuna iki yumruk at da bitsin bu iþ” diyorum. Zavallý Ýlyas “neresi- ne vurayým, elimde kalýr bu adam”

diye fýsýldýyor.

Uzun yýllar sonra bir trafik kazasý geçirip röntgen çektirdim. Ünlü Orto-

(16)

pedist Prof. Dr. Rýdvan Ege hocam baktý: “senin 3. ile 4. omurgalarýnýn arasýnda kireçlenme var, ama bu tah- ribat yeni deðil, çok eski bir darbeden kaynaklanýyor” dedi. ½imdi 47 yýl sonra düþünüyorum Ali Bey sadece ikimizi neden kýyasýya döverdi? Za- man zaman Ali Bey’i anarým. Ama gelin bu iþe bir de iyi tarafýndan ba- kalým. Hocamýz belki bir ilmi araþtýr- ma yapýyordu, bel kemiðine tekme atýlarak, resim kabiliyeti ilerletilebilir mi diye?

Üçüncü sýnýfa geçince, bel kemiði- mi kurtarmak için müziði seçtim. Ho- camýz Mesut Aykent inanýlmaz güzel, insancýl bir kiþi. Anayasa Mahkemesi Üyesi sevgili Necmi Özler ile ikimizi mandolin kursuna seçti. “sizin par- maklarýnýz uzun, güzel çalarsýnýz” di- yordu. Neyse bir akrabamýzýn kýzýna alýnan mandolini bana verdiler. Ders- ler baþladý, kýsa sürede, bizden önce baþlayanlarýn önüne geçtik. Mesut Bey çok mutlu ve bize fazladan ders- ler veriyor. Bu iþ o kadar ileri gidiyor ki, Ferit Çelebi’nin sinemasýnda kon- ser veriyoruz. Necmi ile bana birer solo yapma imkâný veriliyor. Ama bu güzel günler uzun sürmüyor. Akraba- mýz, yani bana mandolini verilen ký- zýn banka müdürü olan babasýnýn ta- yini çýkýyor ve mandolin gidiyor. Me- sut Bey üzgün. Bir gün bana “Sami izin ver sana mandolini ben alayým, bu yeteneðin ölmesin” diyor. Eski ho- calar ailelerin durumunu yakinen bi- lirlerdi. Anneme söyledim. Annem:

“Ýyi ama oðlum, baban çok üzülür”

diyor ve bendenizin müzik hayatý so- na eriyor. Türkiye büyük bir gitarist- ten mahrum kalýyor!

Ýþte size iki hoca portresi.

Sevgili Ýlyas’ýn da belinde zaman zaman aðrý oluyor mu acaba?

Ve hâlâ dayaðýn cennetten çýkma ol- duðuna inanýyor musunuz?

Yunus Emre, o temiz gönlünden co- þup gelen dizelerinde “Gelin tanýþ olalým!..” diye adeta yalvarýp yakar- maktadýr bizlere. Selâm verip, selâm aldýðýmýz; sohbet edip kol kola yürü- düðümüz; beraber gülüp, beraber að- ladýðýmýz kiþilere “merhametimiz”

kabarmaz da kime kabarýr ki?!.. Ýþte Celse grubundan arkadaþýmýzýn, ne zaman okusam beni duygulandýrýp düþündüren inci gibi deðerli iki anýsý ve bilgelik dolu yorumu:

FATOÞ’U KÝM YÝYECEK?

Küçük çocuklarýn bazen çok garip arzularý oluyor. Maymun, Kaplan, Fil istiyorlar. Benimki ise çok daha mü- tevazý idi. Bütün kalbimle bir kuzu is- temiþ ve nihayet ona sahip olmuþtum.

Mavi gözlü, bembeyaz, bulut gibi bir þeydi. Onu Fatoþ diye çaðýrýyordum.

Küçük bir çan da takýþtým boynuna.

Fatoþun ipek tasmasýndan tutarak sa- atlerce onu bahçede dolaþtýrýyordum.

Fakat Fatoþ zamanla, þaþýlacak dere- cede tembel ve keskin kokulu bir ko- yun oldu. Bundan ve bugün aklýmda kalmayan baþka ciddi sebeplerden dolayý, aile meclisinde Fatoþun kesil-

(17)

mesine karar verildi. Ýtirazlarým çok cýlýz kalmýþtý. Vicdan rahatsýzlýðýndan Fatoþu görünce, yan çizmeye baþla- dým. Biraz ferahlayabilmek için, bin bir mazeret aradým ve buldum: Her koyunu, hayatýnýn sonunda, herhangi bir ýzgara ve tencere bekliyor dedim, kendi kendime. Hem bizimki bahçeyi pisletiyor, ne ot, ne çiçek býrakýyor.

Kokusu ise artýk tahammül edilecek gibi deðil. Ýkna olamadým. Dik bakýþý, sitem; kuyruk sallamasý sitem; mele- mesi sitem; bütün hayvan, koskoca- man bir sitem olmuþtu sanki. Nihayet olan oldu. Onunla son defa buluþtuk, sofrada. Fatoþ biraz daðýnýk bir vazi- yette idi: Bir kýsmý kuru fasulyede, diðer bir kýsmý dolmalarda, baþý baba- mýn tabaðýnda idi. Babam zoraki bir neþe ile afiyet olsun demek istedi, ama”olsun” kelimesi boðazýnýn bir yerinde týkalý kalmýþ olmalý ki, hiç duyulmadý. Çatalýný ve býçaðýný masa- ya koyarak, -midem bulanýyor- gibi bir þey mýrýldandý ve sofradan kalktý.

Annem ise, korkunç derecede iþtahsýz olduðunu söylüyordu. Ben de de za-

ten yemek yemeye istek kalmamýþtý.

Böylece Fatoþun kalýntýlarýný seyre- derek bir süre oturduk. Ve benim kü- çük çocuk beynim bile anladý ki, biz yeryüzünde otlayan 1 ya da 2 milyar koyundan, birini büyük bir iþtahla yi- yebilir ama, Fatoþu yiyemezdik. Çün- kü onu yakýndan tanýmýþtýk. Onun ko- yun sevincini, sadakatini, koyun üzüntüsünü görmüþtük. Onun ismi vardý.

DUÞ YAPTIRMANIN FAYDALARI

Galiba 6 yaþýnda idim. Birkaç arka- daþla birlikte yazýn, çok serin bir taþ ocaðýnýn kenarýnda oynamayý adet edinmiþtik. Çukurun dibinde bir adam, taþlarý kamyonlara yükleyen bir vinci tek baþýna idare ediyordu.

Bir gün neden bilmem, adamý tepe- den taþlamaya baþladýk. Ýyi niþancýy- dýk, fakat kötü bir niyetimiz yoktu.

Sadece biraz soðuk harp yapmak isti- yorduk. Adam çukurun dibinde çare- sizlikten, korkudan ve hiddetten kö- pürdü. Ama biz bununla da kalmadýk.

Gerçeði söylemek gerekirse daha az tehlikeli fakat insaný daha çok sinir- Küçük çocuklarýn bazen çok garip arzularý oluyor. Maymun, Kaplan, Fil is- tiyorlar. Benimki ise çok daha mütevazý idi. Bütün kalbimle bir kuzu istemiþ ve nihayet ona sahip olmuþtum. Mavi gözlü, bembeyaz, bulut gibi bir þeydi.

Onu Fatoþ diye çaðýrýyordum. Küçük bir çan da takýþtým boynuna. Fatoþun ipek tasmasýndan tutarak saatlerce onu bahçede dolaþtýrýyordum. Fakat Fa- toþ zamanla, þaþýlacak derecede tembel ve keskin kokulu bir koyun oldu.

Bundan ve bugün aklýmda kalmayan baþka ciddi sebeplerden dolayý, aile meclisinde Fatoþun kesilmesine karar verildi. ‹tirazlarým çok cýlýz kalmýþtý.

(18)

lendiren bir þey yaptýk. Masum bir ih- tiyaç duyunca, hava þartlarý da eðer uygunsa yarýþ ediyorduk. Acaba kim hafif bir duþla adamý ýslatabilir diye.

Zavallý bunu görünce deliye döndü.

Biz ise tepede, kýzýl derili çýðlýklarýy- la, zaferimizi kutladýk. Bir gün o yere oldukça yakýn bir bakkaldan döndü- ðümüz sýrada –yeniden lâzým olan gücü elde etmek için gazoz içmeye gitmiþtik- bir arkadaþ: “geliyor”diye baðýrdý. Geldi hakikaten hem de bi- sikletle. Arkadaþlarýmýn þimþek hýzý ile etraftaki buðday tarlalarýna dalýp yeþillikler arasýnda kayboldular. Be- nim buðday tarlalarýna aþýrý bir hür- metim vardýr. (Ekmek mukaddes bir þeydir, filân... büyük babam çiftçi idi.) Onun için bu olaðanüstü durum- da bile, aldýðým terbiyeyi bozmak is- temedim. Düz bir tarla yolundan koþ- maya baþladým. Olimpiyat oyunlarýna yakýþýr bir koþuydu benimki. Fakat bisikletle gelen, hiddetten kudurmuþ, bir adama karþý, 6 yaþýnda bir çift ba- cak! Netice malûm. Adam beni kali- teli bir kýzýlcýk sopasý ile dövdü de dövdü. ½imdiye kadar hiç görmedi- ðim yýldýzlar ve güneþler görünceye kadar. Annem, ezik vücuduma mer- hem sürerken, “Bütün bunlarý yapar- ken hiç düþünmedin mi, utanmadýn mý?” diye sordu. Acýmadan zoraki bir þekilde gülmeye çalýþarak:”Hayýr”

dedim “Peki” dedi annem, “Kim ol- duðunu, senin ismini bilseydi, yine yapar mýydýn?” Sustum. Ama içim- den “Hayýr” dedim.

YAYALARA PLAKA TAKALIM MI?

Araba plakalarýna yalnýz numara deðil, sahibinin isim ve adresinin hat- tâ mesleðinin yazýlmasý bir süre önce Avrupa’da ciddi olarak düþünülmüþ- tü. Çünkü isimsizliðin altýnda sakla- namayan bir þahýs, hele az çok tanýn- mýþ birisi ise, direksiyon baþýnda bir gangster veya serseri gibi davrana- maz. Herhangi bir kiþi olarak insan, 60, 100, 200 beygirlik kafesin içinde, bile bile yýrtýcý bir hayvan gibi olabi- lir. Kýrmýzý gösterdiði halde umursa- madan yoluna devam edebilir, þaþkýn ve korkulu yayalarýn arkalarýný araba- sý ile okþayabilir, sollarken ölüm teh- likesi yaratacak bir þekilde baþkasýnýn yolunu kesebilir, herkesin gözü önün- de kurallarýn tümünü hiçe sayabilir.

Fakat müdür Ahmet Bey, memur Mehmet Bey olarak çekinmek zorun- dadýr. Eðer yayalara da böyle bir hü- viyet takýlýrsa hiç fena olmaz. Çünkü onlar da mantýksýz davranýþlarýný, ka- idelere olan riayetsizliklerini göster- mek istemeyeceklerdir. Ayrýca bu ted- bir onlara büyük emniyet saðlar. Bo- yacý Rüstem’i, -karýmý, babamý, çocu- ðumu, teyzemi, kardeþimi ve 80 ya- þýndaki ninemi geçindiriyorum- diye bir levha ile görünce, bir þoför mu- hakkak daha dikkatli olur.

½akayý býrakalým. Bir gerçek var ki tanýmazlýk ve tanýnmazlýk insanlarý birbirinden çok uzak tutuyor. Ve o boþlukta her nevi kötülük rahat nefes alýyor ve büyüyor. Aslýnda isimsizli- ðin normal dýþý bir þey olarak nitelen-

(19)

dirilmesi gerekirken, toplumlarda yaygýn ve uygun bir sistem olarak ka- bul ediliyor. Bunun sayesinde insan- lar utandýklarý fakat vazgeçemedikleri kötülükleri rahatlýkla yapabiliyorlar.

Çek yazarý Karel Çapek, bir yerde di- yor ki: “Askerler düþman tarafýndaki askerlerin isimlerini ve kim olduklarý- ný bilseler, katiyen birbirlerini öldür- mezlerdi.” Belki biraz fazla iyimser bir görüþ, fakat büyük bir gerçek payý var bu sözde. Bir bölüðü imha etmek, bir þehri haritadan silmek, personelin yüzde otuzunun iþine son vermek, bir makam gücü ile insanlara eziyet et- mek, bir müþteri kazýklamak, basit bir

Tanýmazlýk ve tanýnmazlýk insanlarý birbirinden uzaklaþtýrýyor. Ve o boþ- lukta her nevi kötülük rahat nefes alýyor ve büyüyor. Aslýnda isimsizli- ðin normal dýþý bir þey olarak nite- lendirilmesi gerekirken, toplumlar- da yaygýn bir sistem olarak kabul ediliyor. Bu sayede insanlar utan- dýklarý fakat vazgeçemedikleri kötü- lükleri yapabiliyorlar. Çek yazar Karel Çapek, þöyle diyor: “Askerler düþman tarafýndaki askerlerin isim- lerini ve kim olduklarýný bilseler, katiyen birbirlerini öldürmezlerdi.”

(20)

yardýmý reddetmek küçük bir kolaylýk dahi göstermemek. Bütün bunlar ma- alesef günümüzde yapýla gelen þey- lerdir. Fakat kimliði belli bir kiþiye pek kolay yapýlmaz. Tanýmanýn ve ta- nýnmanýn insanlar arasýndaki uçurum- larý nasýl kapattýðýný, aradaki duvarla- rý yýktýðýný aslýnda hepimiz biliyoruz.

Büyük iþlerden en küçük iþlere varýn- caya kadar, arabulucu ararýz. Bizim tanýmadýðýmýz, bizi tanýmayan birine, bizi tanýtmasý için: “Bu benim arka- daþým Mehmet, onunla kardeþ gibi- yizdir” Sözü, insana birçok defa ne kadar kolaylýk, yardým ve anlayýþ saðlar. “Ama herkesi tanýmamýza ve herkesin bizi tanýmasýna imkân yok”

diyeceksiniz. Doðru tabii, fakat her- kesin, herkes tarafýndan bilinen bir is- mi var: ÝNSAN...

MERHAMETSÝZLÝK ÇAÐI

Hiçbir þey gökten zembille inmez.

Bugün merhametsizlik bataklarýnda bunalan, bin bir eziyet çeken insan kardeþlerimize hayýrlý eller hizmet götürmeden ne acýlar gider; ne de gözyaþlarý diner. Aslýnda bu görev bi- rinci sýrada dinlere düþer ama, yapýlý-

yor diyebilir miyiz? Bunun net ceva- býný gerçek bir aydýn, gerçek bir Müs- lüman olan Doç. Dr. Nurettin Top- çu’nun konferansýnda almýþtým. Gele- cek sayýda merhamet konusunda ken- disinden daha çok alýntýlar yapmak üzere sizleri geçmiþ yýllardaki bu konferansa götürmek istiyorum:

1968 yýlý Kasým Ayýnda Ýslâmi ko- nularla uðraþan “Ýlim Yayma Derne- ði”nde bir konferansta bulunmuþtum.

Gerçek bir Müslüman olduðunu duy- duðum Felsefe Doçenti Nurettin Top- çu, “Ýslâm Ahlâký” üzerinde konuþa- caktý. Doðrusu, çoðunluðunu Ýmam Hatip Okulu ve Yüksek Ýslâm Ensti- tüsü öðrencilerinin ve tek tük yaþlý hoca efendilerin teþkil ettiði bu toplu- lukta geçmiþin övgüsünün ötesinde günümüz gerçeklerine deðinen fazla bir söz ummuyordum. “Siz aslansý- nýz, siz fetih neslisiniz. O Allahsýz la- ðým farelerinin pis leþlerini layýk ol- duklarý çukurlara dolduracak, düþey- leri yatay yapacak, Ýslâm’ýn ezici yumruðuyla kâfir bedenlerini gölgele- rine iz düþürecek sizlersiniz” diye di- ye çýkmaz bir kin yoluna sokulmuþ;

kuþkusuz aslýnda pek çoðu tertemiz Hiçbir þey gökten zembille inmez. Bugün merhametsizlik bataklarýnda bunalan, bin bir eziyet çeken insan kardeþlerimize hayýrlý eller hizmet götürmeden ne acýlar gider; ne de gözyaþlarý diner.

Aslýnda bu görev birinci sýrada dinlere düþer ama, yapýlýyor diyebilir miyiz?

Bunun net cevabýný gerçek bir aydýn, gerçek bir Müslüman olan Doç. Dr.

Nurettin Topçu’nun konferansýnda almýþtým...

(21)

gönüllere sahip bu gençliðe gerçek Ýslâm, gerçek Allah yolunu anlatacak birileri bulunmalýydý. Yoktu iþte, ben öyle sanýyordum.

Nurettin Beyin kürsüye gelmesiyle konuþmaya baþlamasý ayný anda oldu sanki. Alkýþa izin vermemiþti. Kendi- sini ilk defa görüyordum. Sýhhatli bir yüz, geniþ bir alýn... Görünen sadece buydu. Dinleyicilere bakmadan kýsýk bir sesle süratle elindeki metni oku- yordu. Konferans tekniðine taban ta- bana zýt bir tutum. Belliydi ki, çok sý- kýlacaktým. Fakat o ne?.. Bu kýsýk ses, üstelik böyle bir yerde neler söylü- yordu:

“... Ýslâm ahlâkýnýn merhamet pren- sibi, Ýslâm dünyasýnda bugün bir ucu- be gibidir. Yirminci asýr hayatýnýn bunca sefaletleri karþýsýnda namazýný kýlýp, hac vazifesini yapmakla Müslü- man olduklarýný vehmederek akýbetle- rinin selâmetine güvenenler, buz gibi duygusuz ve elemsiz yaþayabiliyor- lar...”

Sýkýlmak ne kelime, pür dikkat ke- silmiþtim:

“... Kuran’ý Kerim basýlýyor, din adamlarý el uzatýyor; hac seferleri ter- tipleniyor, din adamlarý iþe sarýlýyor, dini neþriyat adýyla kitapçýlýk ve ga- zetecilik bol para getiriyor, din adam- larý davacý maskesiyle sahaya atýlý- yorlar. Bunlar hizmet ehli din adamý deðildir, bunlar menfaatçi, bezirgân dünya muhterisleridir. Yüzlerindeki maskeye bakýp da Müslüman sanma-

yýn onlarý. Bizzat Ýslâm’ýn içinde ah- lâk ayaklar altýna alýnmýþ, onun yeri- ne otomatik bazý hareketlerle sefil ne- fisler için cennet yolu aranmaktadýr.

Hattâ Ýslâm’ý yükselttiði, Ýslâm dava- sýný deðerlendirdiði için, ahlâk düþ- maný olanlarýn ruh sefaletleri bile hoþ görülüyor. Müslümanlarý övmesi ve yabancýlara sövmesi yetiyor onlarýn.

Hele parlak kelimelerle yermesini bi- liyorlarsa!.. Zavallý kütle ve zavallý Müslüman gençleri düþünmüyorlar ki, Ýslâm güneþinin doðduðu devirde hangi ahlâksýzýn eliyle bu din yüksel- tildi? Veya Peygamber hangi ahlâksý- zý övmüþtü. Bu sual karþýsýnda tered- dütsüz isyan tabiidir. Ama Ýslâm ce- maatinin bugün beynini ve vicdanýný birlikte kaybetmiþ olduðu da muhak- kaktýr...”

Nurettin Bey, bu tarzda, gerçekleri kimseden çekinmeden söyleye söyle- ye sürdürürdü konuþmasýný. Sözünü bitirince süratle ayrýldý kürsüden. Al- kýþlar yine geç kalmýþtý...

Bu mertliðe, bu açýksözlülüðe hay- ran olmuþtum. Sayýn Topçu, yýllarca baþyazarlýðýný yaptýðý Hareket mec- muasýnda sözlerini iki cümlede özet- leyivermiþti:

“Ýslâm dünyasýnda ahlâk adýna sa- dece cinsi hayata baðlý bir disiplinle, ahlâkýn kelimelerini kullanan bir rek- lâmcýlýða baþvurulmaktadýr. Ahlâki bir anlayýþ ve ideal görülmüyor.”

Gelecek sayýmýzda, merhamet konusuna devam edeceðiz.

(22)

SON BÝR KEZ

Geçen ay, medyumumuz John Edwards, Yeni Çað akýmýnýn yaygýnlaþmasýyla birlikte herkesin birer medyum kesildiðini, bu nedenle iþini doðru bir þekilde yapan medyumlarýn yaný sýra sahtekârlarýnýn da çýktýðýndan bahis ederek, doðruyu yanlýþtan ayýrmanýn en güzel yolunun olaylara saðlýklý bir þüphecilikle yaklaþmak olduðunu, bunu baþarmak için de sorular soran, kanýtlara ulaþmaya çalýþan bir yapýda olmak gerektiðini söylemiþti. Geçen ayýn bir diðer konusu da Edwards’ýn annesiyle (vefatýndan önce) konuþarak, ölümden sonra birbirleriyle irtibat kurabilmek için aralarýnda bir sembol belirlemelerini istemesiydi. Bu ay, bu sembollerin neler olduðunu öðreneceðiz.

John Edwards / Çeviri: Arýn Ýnan

(23)

nnemle üç belir- gin sembol üze- rinde anlaþmýþtýk. Bun- larýn, kendi bilinçaltým- dan gelmediðine iyice inanabilmem için, bir baþka medyum tarafýn- dan bana bildirilmesi gerektiðini söylemiþtim ona. Annem saðken ol- dukça çalýþkan ve gay- retli bir insandý. Bu ne- denle onun bu özelliði- ne, gelen mesajlar için- de de rastlamak istiyor- dum.

Annem öldükten sonra bu sembolleri yakala- mak amacýyla bir çok medyuma gittim ama eli boþ döndüm. Bekleme- ye devam etmekten baþ- ka çarem kalmamýþtý.

Bu arada, annem öldük- ten bir yýl sonra bana direkt olarak gelmesini engellemiþtim. Bunun nedeni duygularýmla fazlaca haþýr neþir ol- mamdan kaynaklanýyor- du. Bir medyumun ken-

disi üzerinde trans oku- masý yapmasý, bir cerra- hýn kendi üzerinde ame- liyat yapmasýna benzer.

Annem öldükten bir yýl sonra...

Annem öldükten bir yýl sonra, New York’ta- ki bir otelde düzenlenen bir seminere katýlmak üzere arabamla yol alýr- ken, annemin benimle irtibat kurmak istediðini hissettim. Yine bloke et- tim. Radyomun sesini iyice açtým ve yüksek sesle þarký söylemeye baþladým. Derken an- nem, hasta yataðýndaki görüntüleriyle ilgili imajlar yollamaya baþ- ladý. Bunlar, görmezden gelinemeyecek kadar güçlü sahnelerdi. So- nunda ona: “Anneciðim, benimle konuþma. Lüt- fen Shelly Peck ile ko- nuþ” dedim. Çünkü Shelly Peck de ayný se- minere davetliydi.

Otele vardýðýmda, adý Suzane Northrop olan bir baþka medyumla karþýlaþtým. Bu med- yum: “Öte Alemden Ge- len Þifa Mesajlarý”

isimli kitabýn yazarýydý.

Bir kaç kez kendisiyle karþýlaþmýþlýðýmýz var- dý. Beni görür-görmez:

“John, annen öte aleme mi geçti?” diye sordu.

Ben de ona: “Evet geç- ti” dedim. “Peki kanser- den mi öldü? Göðüs kanseri miydi?” diye yeniden sordu. Ona ye- niden: “Evet” cevabýný verdim.

“Bu kadýn deminden beri bana baðýrýp duru- yor ve diyor ki: “John’a söyle. Ona bir þey söy- leyeceðim zaman araya baþka aracýlarý koyma- sýn”

Kulaklarýma inanamamýþtým

Kulaklarýma inanama- dým. Orada donmuþ bir

A

Annemle üç belirgin sembol üzerinde anlaþmýþtýk. Bunlarýn, kendi bilinçaltýmdan gelmediðine iyice inanabilmem için, bir baþka medyum tarafýndan bana bildirilmesi gerektiðini söylemiþtim ona. Annem saðken oldukça çalýþkan ve gayretli bir insandý. Bu nedenle onun bu özelliðine, gelen mesajlar içinde de rastlamak istiyordum.

(24)

þekilde kalakaldým. Su- zane devam etti: “Yol boyunca bana “Johny, Johny” deyip durdu.

Ben de ona: “Johny kim? Ben Johny diye birini tanýmýyorum” de- dim. Sonra otele girince seni gördüm ve bahis edilen kiþinin de sen ol- duðunu anladým. Johny bana sakýn annenin se- ninle irtibat kurma iste- ðini geri çevirdiðini söyleme. Anneni bir baþkasýna gönderiyor olamazsýn”

O gün, bu olay beni öylesine etkilemiþti ki, inanýn hiç bir trans oku- masýna katýlamamýþtým.

O günden sonra da ka- pýyý annemin yüzüne hiç kapatmadým zaten.

Annem neden Shelly Peck’i tercih etmemiþti de, Suzane’a gitmiþti?

Belki de daha az tanýdý- ðým birisine giderek il- gimi daha fazla çekmek istemiþti. Ya da bana:

“Beni baþkalarýna gön- derme ve özellikle de gideceðim kiþinin adýný verme” demek istemiþ olabilir.

O günden beri annem beni defalarca ziyaret

etti. En fazla ziyaret et- tiði yer de rüyalarým ol- du. Ondan hep belli iþa- retler bekledim ama an- nem rüyalar kanalýyla benim daha büyük bir fotoðrafý görmemin be- nim için daha faydalý olacaðýna inandý. Öte alemdekilerin, bizim her sorduðumuz soruya ce- vap vermediklerini, bu- nu, onlarýn söyledikleri- ne takýlýp kalmamamýz için yaptýklarýný, dersleri dünyadayken öðrendiði- mizi ve ruhsal olarak geliþmemiz için böyle davranmalarý gerektiðini söyledi.

Çocuklara benziyoruz

Sanýrým, rehber varlýk- larýmýn bana gösterdik- leri örnek bunu en güzel þekilde açýklamaktadýr:

Çocuðunuzun çok sev- diði oyuncak bebeðinin kafasý koptuðunda nasýl bir tepki verebileceðini hayal edin. Muhtemelen çocuðunuz çýlgýna döne- rek, aðlayýp, sýzlayacak- týr. Onunla konuþarak onu yatýþtýrma görevi de size düþecektir. Çocuðu- nuzun böylesine tepki gösterdiði bir olay sizin Çocuðunuzun çok

sevdiði oyuncak bebeðinin kafasý kop- tuðunda nasýl bir tepki verebileceðini hayal edin. Muhtemelen çocuðunuz çýlgýna dönerek, aðlayýp, sýzlayacaktýr. Onunla konuþarak onu yatýþtýr- ma görevi de size düþe- cektir. Çocuðunuzun böylesine tepki göster- diði bir olay sizin için sýradan olacaktýr, öyle deðil mi? Rehber var- lýklara göre iþte biz bu

çocuklara benziyoruz.

Kendileri de bizi yatýþtýrmaya çalýþan yetiþkinlere. Onlar, bize iþaret vermekle uðraþmak yerine (belli iþaretlere takýlýp kalmamýzýn tekamülümüzü de engelleyeceðini bildikleri için), her an

bizim yanýmýzda bize destek olmak için

durmaktadýrlar.

(25)

için sýradan olacaktýr, öyle deðil mi? Rehber varlýklara göre iþte biz bu çocuklara benziyo- ruz. Kendileri de bizi yatýþtýrmaya çalýþan ye- tiþkinlere. Onlar, bize iþaret vermekle uðraþ- mak yerine (belli iþaret- lere takýlýp kalmamýzýn tekamülümüzü de en- gelleyeceðini bildikleri için), her an bizim yaný- mýzda bize destek ol- mak için durmaktadýr- lar.

Annem o üç sembolü bir türlü iletmemiþti

Annemi kaybedeli yaklaþýk on yýl oldu. Bu arada ben de baþka medyumlara gittim.

Bunlar arasýnda gayet baþarýlý ve iyi olanlar da vardý. Tüm bunlara rað- men, annem aramýzda kararlaþtýrdýðýmýz o üç sembolü bir türlü ilet- medi. Bu durumla epey- ce mücadele ettim. Bel- ki de denemiþti ama medyumlar bana tam olarak ulaþtýramamýþlar- dý. Bir diðer olasýlýk da annemin bana vermek istediði daha büyük bir mesajýn olduðu idi. Bel-

ki de iþitmek istemeye- ceðim ama bilmemi is- tediði bir þeydi bu. Hala beklediðimi söyleyebili- rim.

Sansürsüz

Bazý bilgileri iletmek garip gelir. Ama bir trans okumasý yaptýðým zaman, aldýðým tüm me- sajlarý sansürsüz bir þe- kilde müþterime aynen iletirim. Mesajlar kiþisel ya da karþýmdaki kiþiyi utandýrýcý olsa bile söy- lerim.

Ayný þey kötü haberler için de geçerlidir. Bazý durumlarda olumsuz mesajlarý yumuþak bir hale getirerek veririm.

Örneðin bana bir araba kazasýyla ilgili imajlar veriliyorsa ve bunun ge- lecek bir olayla ilgili ol- duðu söyleniyorsa, bu- nun belli bir nedenle ba- na verildiðini anlar, me- sajý bir uyarý tarzýnda karþýmdakine iletirim.

Bu tarz mesajlarda ol- dukça dikkatli dav- ranýrým. Karþýmdakinin huzurunun kaçmasýný ya da sinirlenmesini is- temem. Bunun için de onlara: “Lütfen dikkatli araba kullanýn” derim.

Olumsuz kehanetlerde bulunmaktan aslýnda hiç hoþlanmam. Bazen de müþterilerim: “Bana olumsuz olan bir þey söylemeyin lütfen” der- ler. Buna raðmen on- lara: “Bana böyle bir mesaj gelirse, size ilet- mekle mükellefim. Çün- kü böyle bir mesaj boþuna gelmez. Sizi hazýrlamak, sizi uyar- mak ya da alabile- ceðiniz bir önlem varsa almanýz için gönderilir.

Sizin bilmemeniz gereken bir olumsuz mesaj varsa, onu zaten bana bile bildirmezler”

derim. Düzenli olarak trans okumasý yaptýðým bir müþterimin kocasý bir trafik kazasýnda öl- müþtü. Bana sitemkar bir þekilde: “Ama beni önceden uyarabilir- diniz” dedi. Bana ger- çekten de bu konuda her hangi bir mesaj gel- memiþti. Ona: “Lütfen, benim duygusuz birisi olduðumu düþünmeyin ama bilmeniz gereksey- di, zaten bilirdiniz”

dedim.

Gelecek ay, konumuza kal- dýðýmýz yerden devam edeceðiz.

(26)

Geçen ay, Norman Inge ile beraber bir regresyon denemesi yaptýðýna tanýk olduðumuz Carol Bowman, baþarýlý bir piyanist olarak tanýndýðý geçmiþ hayatýna dönmüþtü. Müzik eðitimi alabilmesi için ailesinden ve evinden uzakta bir okula gönderilen, onca baþarýsýna raðmen sevdiði insanlardan uzak yaþamanýn sýkýntýsý çeken genç piyanist, insanlarýn kendisini sadece yetenekleriyle görebildiklerini ama gerisinde duran kiþinin kim olduðunu bilemediklerini söylemiþti. Çektiði sýkýn- týlar ve sevgiye duyduðu özlem neticesinde zatürree olan piyanistin yaþadýðý bedensel acýlarý vizyon þeklinde kendisi de görmüþ olan Bowman, þimdiki hayatýnda sevgi dolu bir ailesi, çocuklarý ve arkadaþlarý olduðu için rahatlamýþtý. Norman

‹nge’nin Bowman’ý götürdüðü bir baþka geçmiþ yaþamý ise, Nazilerin eline düþen ve gaz odasýnda can veren genç bir müzisyen hanýmýn hayatý idi. Bu regresyon çalýþmasý sýrasýn- da o aný duygularýyla da beraber yaþayan Bowman hayli sarsýlmýþtý. Bu ay, bu deneyim neticesinde Bowman’da hangi içgörülerin geliþtiðini ve kendi çocukluk yýllarýyla ilgili hangi hatýralarýn öne geldiklerini göreceðiz.

Carol Bowman’ýn, “Children’s Past Lives” kitabýndan çeviren: Nelda Bayraktar

ÇOCUKLARIN

GEÇMÝÞ YAÞAMLARI

(27)

orman, rahatladý- ðýmdan iyice emin olduktan sonra seansý sona erdirdi. Kýsa bir sohbetin ardýndan ise izin isteyerek ayrýldý.

‹çimdeki yoðun duygu- lardan ve aðlamaktan bitap düþmüþ bir halde divana uzandým. Geç- miþ hayatýmdaki dene- yimlerim beni tarif edi- lemez bir þekilde etkile- miþlerdi. Hele gaz oda- sýnda can veren müzis- yen kadýnýn hali içimi parçalamýþtý. Bu kadýnýn çektiði acýlarýn þimdiki hayatýmý nasýl etkilemiþ olduðunu artýk anlayabi- liyordum. Onun gitme- sine izin vermek ne bü- yük bir rahatlýk olmuþ- tu! O anda kuþ kadar hafiflediðimi hissettim.

Þimdiki hayatýmdan hoþnuttum

Sonra verandaya çýk- tým. Norman gelip gitti- ðinden beri üç saat geç- miþti. Güneþ tam tepede bütün ihtiþamýyla parlý- yordu. Gökyüzü parlak mavi, hava ise ýlýktý. Az önceki regresyon dene- memi ve geçmiþ hayat- larýmý ve yaþayacaðým

hayatlarý düþündüm.

Þimdiki hayatýmdan, þimdiki bedenimden ve þu an dünyada bulun- maktan hoþnuttum.

Takip eden günlerde regresyon deneyiminin bana öðrettiklerini adeta yutarcasýna özümsedim.

Geçmiþ yaþam dene- yimlerinin insanýn haya- týnda yeni boyutlar aça- bileceðini artýk iyice görmüþtüm. Beni bu ha- yatýma kadar takip et- miþ olan geçmiþ hayatý- mýn hüzünleri ve acýlarý artýk birer somut anýya dönüþmüþlerdi. Bu ha- yatýmdaki deneyimlerin geçmiþ yaþamlarla da alakalý olduðuna dair hissettiklerim doðru çýk- mýþtý. Defalarca ölmüþ ve yeniden dirilmiþtim.

Ruhun devamlýlýðý ile reenkarnasyon hakkýn- daki inancým artýk reali- tem olmuþtu. Bu dene- yim sayesinde sorularý- ma cevap bulmuþ olma- nýn rahatlýðýný ve mutlu- luðunu yaþýyordum.

Norman ile beraber yaptýðýmýz bu regresyon çalýþmasýndan iki hafta sonra, babam geçirdiði bir ameliyat sýrasýnda

hiç beklenmedik bir þe- kilde hayatýný kaybetti.

Onun ölümü inancýmýn da sýnanmasý oldu. Ba- bamýn ani ölümü hepi- mizi þoka sokmuþ ve çok üzmüþtü. Hemen New York’a uçtum. Ste- ve ve çocuklar ise, erte- si gün arabayla gelecek- lerdi.

Babam þimdi neredey- di? Neler hissediyordu?

Mezarlýkta okunan kutsal ayetleri dinlerken ruhumun bir nebze ol- sun rahatladýðýný hisset- tim. Bilgelik dolu söz- ler þöyle diyordu: “Gök kubbenin altýnda her þe- yin bir mevsimi, her emelin ise bir zamaný vardýr” Sonra kendi ce- nazemi ve regresyon sý- rasýnda ortaya çýkan ha- yatlarýmýn sonunda ya- þadýðým ölümleri, ruhu- mun bedenimden çýka- rak nasýl süzüldüðünü düþündüm. Babam bizi görebiliyor muydu?

Þimdi neredeydi? Neler hissediyordu? Sonra da tüylerimin diken diken olduðunu ve tüm bede- nime bir enerjinin yayýl- dýðýný hissettim. Babam

N

(28)

bizimle birlikte cenaze törenindeydi. “Tibet’in Ölüler Kitabý’”ndan ölümün hemen ardýndan yaþanan deneyimlerle il- gili bir bölüm geldi ak- lýma: “Sen soyu asil olan....þimdi Saf gerçe- ðin parlak ve temiz ýþý- ðýnda yýkanýyorsun.

Onu taný” diyen bu söz- cükleri babamýn iþitebil- diðini ve onlarýn ne an- lama geldiðini anlaya- bildiðini hayal ettim.

Ben sadece bedenden ibaret deðilim

Birdenbire garip bir þey oldu. Babamýn tabu- tu topraða doðru indiri- lirken, kardeþimin ba- þýndaki takke uçarak, ta- butla mezar duvarý ara- sýndaki boþluða girdi.

Havada hiç bir esinti ya da rüzgar yokken böyle bir þeyin olmasýna çok þaþýrmýþtýk. Hepimiz birbirimizin yüzüne ba- kakaldýk ve: “Bu neydi?

“diye sorduk. Bu baba- mýn bize gönderdiði bir mesaj olabilir miydi?

Bazýlarýmýz böyle oldu- ðuna inandýk.

Günler günleri, aylar ise aylarý kovalarken,

geçmiþ yaþamlarýmla þimdiki yaþamým arasýn- da bulunan sýký baðla il- gili anlayýþýmý güçlendi- ren yeni içgörüler belir- meye baþladý içimde.

Henüz küçük bir çocuk iken müziði ve piyano- yu ne kadar çok sevdi- ðimi ama Nazilerin yap- mýþ olduðu büyük soy- kýrýmdan da ne kadar çok korktuðumu hatýrla- dým. O zamanlar arka- daþýmla bodruma inen merdivenlerin altýna saklanýrdýk. Nazilerden kaçtýðýmýzý söyleyerek yanýmýza aç kalmamak için yeterince erzak alýr- dýk. Böyle bir oyun bir çocuk için biraz garip olsa gerek diye düþün- düm.

Sonra çocukluðumla ilgili bir baþka ilginç olay geldi aklýma. Rü- yalarýmda saçlarý orta boyda kesilmiþ, baþýnda siyah bir þapka olan, ko- yu kestane renginde bir palto giymiþ bir kadýnýn sýrtýnda çanta olduðu halde bulvardan aþaðýya doðru yürüdüðünü görür dururdum. ‹maj öylesine parlak ve netti ki hiç Birdenbire garip bir

þey oldu. Babamýn tabutu topraða doðru indirilirken, kardeþimin baþýndaki takke uçarak, tabutla mezar duvarý arasýnda- ki boþluða girdi.

Havada hiç bir esinti ya da rüzgar yokken böyle bir þeyin olmasý- na çok þaþýrmýþtýk.

Hepimiz birbirimizin yüzüne bakakaldýk ve:

“Bu neydi? “diye sor- duk. Bu babamýn bize

gönderdiði bir mesaj olabilir miydi?

Bazýlarýmýz böyle olduðuna inandýk.

Günler günleri, aylar ise aylarý kovalarken geçmiþ yaþamlarýmla þimdiki yaþamým arasýnda bulunan sýký baðla ilgili anlayýþýmý güçlendiren yeni içgörüler belirmeye baþladý içimde.

(29)

unutamýyorum. Genç bir kýz iken, büyüdüðümde aynen bu kadýn gibi ola- caðýmý düþünürdüm.

Ayný rüyayý yýllarca defalarca gördüm

Bu rüyayý yýllar içinde defalarca gördüm. Rüya her seferinde aynýydý.

Ancak ayný rüyayý reg- resyon çalýþmasýndan haftalar önce son kez gördüðümde geliþmiþ ve deðiþmiþti. ‹þte o zaman rüyadaki kadýnýn ben ol- duðumu anlamýþtým.

Çünkü bu rüyada da bulvardan aþaðýya doðru yine ayný giysiler içer- sinde yürüyordum ama bu kez kare þeklinde bü- yük bir avlusu olan muhteþem bir binaya doðru yaklaþýyordum.

Rüyam öylesine net ve açýktý ki, ertesi gün bi- nanýn resmini bile çize- bilirdim. Bu binanýn sað tarafýndaki bir kapýdan karanlýk bir odanýn içe- risine girdim. Odanýn yüksek tavanlarý, masif antika mobilyalarý ve kalýn perdeleri vardý.

Bir masanýn ardýnda duran üç adama doðru yaklaþtým. Adamlardan

birisi oturmuþ, diðerleri ise ayakta bekliyordu.

Masada oturan adama hitap ederek terbiyeli bir þekilde kocamýn ne- rede olduðunu sordum.

Sorumu sessizlikle kar- þýladýlar ve sanki ben orada yokmuþum gibi davrandýlar. Kýzgýnlýkla yumruðumu masanýn üzerine sertçe vurdum ve onlara Almanca ba- ðýrmaya baþladým (ki bu hayatýmda Almanca bil- miyorum). Beni gülerek aþaðýladýlar ve güç kul- lanarak odadan dýþarýya çýkarmaya uðraþtýlar.

Binadan onuru kýrýlmýþ ve korkmuþ bir þekilde çýkarken: “Çocuklarýma tek baþýma nasýl bakaca- ðým?” diye düþünmeye baþladým. Baþým önüm- de, omuzlarým ise aþaðý- ya doðru çökmüþ vazi- yette yürüdüðümü görü- yordum.

Kafamýn içinde Almanca sözcükler...

Almanca sözcükler kafamýn içinde dolanýp dururken yataðýmýn içinde dikilivermiþtim.

Steve’i hemen uyandýr- mýþ ve ona rüyamý an-

Çocukluðumla ilgili ilginç bir olay geldi aklýma. Rüyalarýmda saçlarý orta boyda kesilmiþ, baþýnda siyah bir þapka olan, koyu kestane renginde bir palto giymiþ bir kadýnýn sýrtýnda çanta olduðu halde

bulvardan aþaðýya doðru yürüdüðünü görür dururdum. ‹maj öylesine parlak ve netti ki hiç unutamýyorum.

Genç bir kýz iken, büyüdüðümde aynen bu kadýn gibi olacaðýmý düþünürdüm. Bu rüyayý yýllar içinde defalarca gördüm.

Rüya her seferinde aynýydý. Ancak ayný rüyayý regresyon çalýþ- masýndan haftalar önce son kez

gördüðümde geliþmiþ ve deðiþmiþti. ‹þte o zaman rüyadaki kadýnýn ben olduðumu anlamýþtým.

(30)

latmýþtým. Ona duydu- ðum Almanca sözcükle- ri tekrarlamýþtým. Ancak bir kaç saniye sonra bu sözcükler de silinip git- miþler ama duygularý saatler boyunca içimde kalmýþtý.

Gaz odasýnda can veren kadýn bendim

Rüyamda gördüðüm o kadýn, gaz odasýnda can veren müzisyen kadýn yani bendim. Henüz kü- çük bir kýz çocuðu iken, o hayatýma ait olan aný- lar bilinçaltýmdan rüya- larýma kadar girmiþti.

Regresyon çalýþmasý ya- pana kadar rüyamda gördüðüm sahnelerin ne anlama geldiklerini an- lamamýþtým. Zaten Nor- man ile yaptýðým bu ça- lýþmadan sonra ayný rü- yayý bir daha hiç gör- medim.

Sonra çocukluðumla ilgili bir baþka aným

geldi gözümün önüne.

Henüz üç ya da dört ya- þýndayken, evimizin oturma odasýnda yerde oyun oynarken, odaya annem girmiþ ve bir plak çalara klasik müzik koymuþtu. Birdenbire yerdeki oyuncaklarýmý unutarak, kendimi mü- ziðin ritmine kaptýrmýþ- tým. Müziði hücrelerime kadar tanýyordum sanki!

Müzikle beraber mýrýl- danabiliyor, bir saniye sonra gelecek notalarý önden bilebiliyordum.

Bu müzik parçasýný ken- dimden geçerek ve aðla- yarak dinlediðimi, bede- nimin ve içinde bulun- duðum odanýn gitgide daha da büyüdüðünü hatýrlýyorum. Bu öfori hali bir kaç dakika sürse bile, o anýn hiç bir za- mana sýðamayacak ka- dar güzel olan sihirli dokunuþu benimle bera- ber kalmýþtý.

Evet ben sadece bede- nim deðil, ondan da bü- yük ve farklý bir þeyim.

Geçmiþ yýllara baktý- ðýmda ve regresyon de- neyimi sonucunda içim- de beliren içgörülerin de yardýmýyla, o gün neler olduðunu anladým. An- nemin plak çalara koy- duðu plak büyük bir ih- timalle benim geçmiþ hayatlarýmda yüzlerce kez çalmýþ olduðum bir parçaydý. Kulaðýma ça- lýnan melodiler ruhum- daki anýlarý canlandýr- mýþ ve dört yaþýndaki bir kýzý yaþýndan da bü- yük bir bilince doðru it- miþti. Bilinçli olmak, zamanýn içinde olmak anlamýna gelmez. ‹þte bu deneyimi ben küçük bir çocuk iken yaþamýþ- tým.

Gelecek ay, konumuza kaldýðý- mýz yerden devam edeceðiz

Rüyamda gördüðüm o kadýn, gaz odasýnda can veren müzisyen kadýn yani bendim. Henüz küçük bir kýz çocuðu iken, o hayatýma ait olan anýlar bilinçaltýmdan rüyalarýma kadar girmiþti. Regresyon çalýþmasý

yapana kadar rüyamda gördüðüm sahnelerin ne anlama geldiklerini anlamamýþtým. Zaten Norman ile yaptýðým bu çalýþmadan sonra ayný rüyayý bir daha hiç görmedim.

(31)

ÇOCUKLAR ÝÇÝN

HARÝKALAR DÝYARI

Nihal Gürsoy

Bu sayýmýzda, 23 Nisan 2005’te 11 yýldýr dünyanýn dört bir yanýndan topladýðý oyuncaklarla hayali olan ‹stanbul Oyuncak Müzesi’ni ‹stanbul Göztepe’de, ailesinden kalma tarihi dört katlý bir konakta açan Sunay Akýn ile müzeciliðin önemi baþta olmak üzere ilgi çekici birçok konuda konuþtuk.

Referanslar

Benzer Belgeler

Oradaki lıastahanede bir müddet hekimlik ettikten sonra Avrupaya kaçıp Cenevrede bazı arkadaşlarıyla birlikte Osmanlı adıyla on beş günde bir çıkan bir

Dini esaslara dayalı devlet kurmak amacıyla gazeteci yazarlar Çetin Emeç, Turan Dursun ve İranlı Ali A kbar Gorbanı’nm öldürülmesi eyleminin de aralarında bulunduğu çok

nolu Askeri Mahkemesi’nde 6 Tem­ muz 1982 tarihinde Hollanda televizyo­ nuna demeç verdiği ve Der Spiegel dergisine yazı yazdığı gerekçesiyle 2 ay 27 gün

Sekonder baş ağrıları arasında beyin tümörleri, kafa travmaları, kafa içi basınç değişiklikleri, sistemik veya kafa içi enfeksiyonlar ve kafaiçi vasküler

Sinir ağı eğitimi yaparken kullanılan çoğu hiperparametre; optimizasyon algoritmaları ve öğrenme oranı ile yüksek oranda alakalıdır.. Optimizasyon algoritmalarından

Eski Anadolu Türkçesinin eklerdeki düz ünlülük dışında ünlü yuvarlaklaşması, ilerleyici benzeşme, h ve damak n’si özelliklerinin hepsini ise Orta Anadolu

Özetle görüşülen öğretmenlerin ve velilerin özel ya da devlet okulu fark et- meksizin okullarda verilen değer öğretimine ilişkin bakış açılarının olumlu ol- duğu

 Ankara Ticaret Odası Congresium International Corvention & Exhibiton Center’da Uluslararası Ankara Marka Buluşmaları etkinliği kapsamında 28-30 Kasım 2019