• Sonuç bulunamadı

HELAL GIDA. Sorular:

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "HELAL GIDA. Sorular:"

Copied!
21
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1 HELAL GIDA

https://www.youtube.com/watch?v=ldc4jEyxPy8

Sorular:

1. Allah yiyecekleri nicin helal ve haram diye ayirmistir?

2. Haram yeme ne gibi sonuclar dogurur?

3. Domuz nicin haram kilinmistir?

4. Helal ile haram arasindaki supheli yiyecekler konusunda ne yapmaliyiz?

Helal Gıdanın Önemi

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyet-i kerîmede yerde ve gökte bulunan bütün varlıkları insan için yarattığını ifade etmiş, farklı âyet-i kerîmelerde insanlara ihsan ettiği nimetlerden numuneler sunmuş ve nihayet bazı âyet-i kerîmelerde de mubah ve helâl dairesine bir sınır getirerek bizim için haram kılınan yiyecekleri açıklamış ve bunlardan uzak durmamızı emretmiştir.

Konuyla ilgili âyet-i kerîmelere baktığımızda genel olarak Yüce Allah’ın temiz, hoş ve faydalı gıdaları insanlara helâl; pis, nâhoş ve zararlı gıdaları da haram kıldığını görüyoruz. Meselâ konuyla alâkalı Allah Teâlâ Bakara Sûresi’nde bütün insanlığa hitaben:

اَّمِم اوُلُك ُساَّنلا اَهُّيَأ اَي بِِّيَط الً َلََح ِض أرَ ألْا يِف

“Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yiyiniz.”1 buyurmak suretiyle, insanlara helâl ve hoş rızıklardan yemeyi emretmiştir. Birkaç âyet-i kerîme sonra ise mü’minlere hitaben şöyle buyurmuştur:

أمُكاَنأق َز َر اَم ِتاَبِِّيَط أنِم اوُلُك اوُنَمَآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي

“Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yiyiniz!”.2 Başka bir âyet-i kerîmede de Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hüküm koyma hak ve salâhiyetini ifade etme sadedinde,

َثِئاَبَخألا ُمِهأيَلَع ُم ِِّرَحُي َو ِتاَبِِّيَّطلا ُمُهَل ُّل ِحُي َو

“Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.”3 buyrulmuştur.

Bu âyet-i kerîmelerde icmalen temiz-pis veya helâl-haram olarak vasıflanan gıdaların neler olduğu, başka âyetlerde tafsilâtlı bir şekilde ifade edilmiştir. Ancak, “Eşyada asıl olan

(2)

2

ibahadır/mubahlıktır.” kaidesinde de ifade edildiği gibi, hakkında yasaklayıcı bir hüküm bulunmayan gıdalar helâl olduğu için, bunlar tek tek sayılmamıştır. Çünkü önemli olan, haramların bilinmesidir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’de; domuz, meyte, kan, Allah’tan başkası adına kesilen hayvan ve şarap haram kılınan yiyecek ve içeceklerdir.4 Sünnet-i Sahiha’da ise bunlara ilâveten, azı dişleri ve pençeleriyle avlanan yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar ve eşek de haram kılınmıştır.5 Bütün bunlar haram olduğu gibi, bunların katıldığı yiyecek ve içecekler de haramdır.

Kur’an ve Sünnet’in yasaklayıcı beyanlarının yanında, yiyecek ve içecekleri haram duruma getiren diğer bir faktör de, onların elde edilme şeklidir. Buna göre, rüşvet, faiz, gasp, hırsızlık, hile, yağmacılık gibi yollarla kazanılan gıdalar da helâl olmazlar. Bu açıdan yiyip içtiklerinin helâl olmasını isteyen bir Müslüman, bir yandan dinin helâl kıldığı gıdaları arayacak, diğer yandan da bu gıdaları helâl ve meşru yollardan temin edecektir.

MEŞRU DAİRENİN GENİŞLİĞİ

Meşru dairede yer alan ve insanlığın istifadesine sunulan nimetler insanı harama düşürmeyecek ölçüde geniştir. Nebiyy-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dualarında: “Allahım helâl nimetlerinle benim gözümü, gönlümü öyle doyur ki harama dönüp bakmayayım.”6 buyurmak suretiyle helâl daireyle iktifa etmenin önemine işaret etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri de bu hakikati şöyle ifade etmiştir: “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”7

Hakikaten haram kılınan yiyecek ve içecekler düşünüldüğünde, helâl olanların yanında bunların çok daha az olduğu görülür. Meselâ, Allah, domuzu yasaklamış; ancak koyun, keçi, inek, deve gibi evcil hayvanların yanında birçok yabanî hayvan etini de helâl kılmıştır. Aynı şekilde sarhoş edici içkilerin haram kılınmasına karşılık, insanın istifade edebileceği çok sayıda meşrubatın mubah olduğu görülür.

Kaldı ki, aslında bazı gıdalardan uzak durulması da yine insanın menfaatinedir. Zîrâ günümüzde yapılan araştırmalarda, İslâm’ın yasakladığı yiyecek ve içeceklerin insanlar için ne denli zararlı olduğu çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de “rics” yani pis bir madde olduğu ifade edilen8 domuz etinin insan bünyesine verdiği zararlar üzerinde bugüne kadar onlarca makale ve kitap çalışması yapılmıştır.9Keza Kur’ân-ı Kerîm’de bazı faydalarının bulunmasının yanında zararlarının çok daha fazla olduğu ifade edilen10ve kesin olarak haram kılınan11 alkollü içkilerin, yüzlerce hastalık ve probleme sebep olduğu neredeyse bütün dünya tarafından kabul edilmiştir.

Günümüzde ortaya çıkan birçok hastalık ve rahatsızlığın alınan gıdalarla yakından ilişkisi olduğu bir gerçektir. Bu sebeple hastalıkların tedavisinde yenilip içilen gıdalar kontrol altına alınmaktadır.

Her işinde sayısız hikmetler bulunan Cenâb-ı Hakk’ın bazı yiyecek ve içecekleri haram kılmasında da insanlar için birçok fayda ve maslahatlar vardır.

Ancak burada bir hususu ifade etmeliyiz ki, samimi bir Müslüman faydasına ve zararına bakmadan İslâm’ın haram kıldığı her türlü yiyecekten uzak durmalıdır. Çünkü İslâm’ın birçok emrinde olduğu

(3)

3

gibi helâl ve haramların da taabbudîlik (sırf Allah’ın emretmesi) sırrı ağır basmaktadır. Buna göre dinen haramlığı kesin olan bir gıdayı terk etmemizdeki asıl sebep ondaki zararlar değil, Allah’ın onu haram kılması olmalıdır.

HELÂL GIDA TALEBİNİN ÖNEMİ

Konuyla alâkalı âyet-i kerîmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın insanlar için yaratmış olduğu ve onlara rızık olarak ihsan ettiği yiyecek ve içeceklerde, helâl ve temiz olanlar bırakılarak, haram ve pis olan gıdalardan istifade edilmeye kalkışıldığında, Şeytan’ın yoluna girilmiş, takva dairesinden uzaklaşılmış, kendisine karşı şükredilmesi gereken nimetlere nankörlük edilmiş, ubudiyetin dışına çıkılarak haram irtikâp edilmiş ve Allah’a imanın gereği de yerine getirilmemiş olacaktır ki, böyle bir akıbetin gerek fert gerekse toplum plânında daha başka komplikasyonlara da sebebiyet vereceği, günah ve fesada açık bir toplum vücuda getireceği muhakkaktır. Zîrâ Yüce Allah pek çok âyet-i kerîmede, ihsan ettiği rızıklardan, helâl ve hoş gıdalardan yemeyi emrettikten hemen sonra, şeytanın peşinden gitmememizi,12 kendisine iman ettiğimiz Allah’tan sakınarak takva dairesi içinde hareket etmemizi,13 şayet sadece Allah’a (celle celâluhu) ibadet ediyorsak O’na şükretmemiz gerektiğini14 ve yeryüzünde fesat çıkarmak suretiyle taşkınlık yapılmamasını15 emretmesi ve aynı zamanda kendisine iman etmeyi ve ubudiyette bulunmayı hatırlatması16gibi hususlar, helâl gıdalarla beslenmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermesinin yanında, bu sınırın ihlâl edilmesinin de, insanları fesat, tuğyan, nankörlük ve taşkınlığa sürükleyebileceğine işaret etmektedir.

Ayrıca Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde:

ِم َذَخَأ اَم ُء أرَمألا يِلاَبُي َلً ٌناَم َز ِساَّنلا ىَلَع يِتأأَي ِما َرَحألا َنِم أمَأ ِل َلََحألا َنِم َأ ُهأن

“Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak.”17buyurmak suretiyle, insanların helâl ve harama dikkat etmeden bir hayat yaşamalarını âhirzaman fitnelerinden birisi olarak göstermiştir. Aynı zamanda biz bu hadîs-i şerîften hassas bir Müslüman’ın yediği içtiği şeylerin helâl olmasına dikkat etmesinin çok önemli olduğunu da çıkarıyoruz.

Öte yandan Ashab-ı Kehf’in anlatıldığı kıssada geçen şu hâdise de konumuz açısından dikkat çekicidir. Dinlerini yaşamak için bir mağaraya çekilen Ashab-ı Kehf, 309 yıl orada kaldıktan sonra uyanırlar. Daha sonra içlerinden birisini kendilerine yiyecek getirmesi için şehre gönderirler.

Kur’ân-ı Kerîm onların bu durumunu şu ifadelerle anlatır:

ٍق أز ِرِب أمُكِتأأَيألَف ااماَعَط ىَك أزَأ اَهُّيَأ أرُظأنَيألَف ِةَنيِدَمألا ىَلِإ ِهِذَه أمُكِق ِر َوِب أمُكَدَحَأ اوُثَعأباَف ُهأنِم

(4)

4

“Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de baksın en temiz yiyecek ne ise ondan size azık tedarik etsin.”18 Buna göre onlar, şehre gönderecekleri kimseden kendilerine getirecekleri rızkın

“ezkâ” olmasını istemektedirler. Müfessirler, bu kelimeyi tefsir sadedinde, “daha tayyib”, “daha kaliteli”, “daha tatlı”, “daha ucuz”, “daha lezzetli”, “daha çok” gibi mânâlar yanında bir de “daha helâl” mânâsını zikretmişlerdir. Hattâ bazı rivayetlerde, bu şehir halkının, hayvanları putlar için kurban ettiği ve domuz kestiği ifade edilerek, “ezka” dan kastın, helâl kesilmiş hayvan olduğu ifade edilmiştir.19 Bütün bu mânâlardan yola çıkarak, herhalde bu âyet-i kerîmenin, günümüzde çokça zikredilen helâl ve güvenli gıda talebinin önemine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de,

ٍمِلأسُم ِِّلُك ىَلَع ٌب ِجا َو ِل َلََحألا ُبَلَط

“Helâl talebi, her Müslüman üzerine vaciptir.”20 buyurmak sûretiyle meselenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

Özellikle gıda sektörünün çok karmaşık bir hâl aldığı, gıdalarda menşei belirsiz birçok katkı maddesinin kullanıldığı, genetiği değiştirilmiş ürünlerin yaygınlaştığı, sektörün temelinde genellikle gayrimüslimlerin veya dinî hassasiyeti bulunmayan Müslümanların yer aldığı, insan sağlığından ziyade para kazanma hırsının öne çıktığı bir dönemde böyle bir araştırma ve hassasiyet ayrı bir önem ve ehemmiyet kazanmaktadır. Çok sayıda domuz çiftliğinin bulunduğu, senede ortalama yedi yüz bin ile bir milyon arasında domuzun tüketildiği, gıda endüstrisinde çok sayıda gıda katkı maddesinin yer aldığı, gıdalardaki etiketlerin doğru ve tam yazılmadığı, hâlâ hayvan kesiminde İslâmî usule uygun kesimin tam oturmadığı ülkemizde de Müslümanların hassas davranmaları gerekmektedir.21

HARAMLA BESLENMENİN UHREVÎ ZARARLARI

Cenâb-ı Hak, Mü’minûn Sûresi’nde şöyle buyurmuştur:

َص اوُلَمأعا َو ِتاَبِِّيَّطلا َنِم اوُلُك ُلُس ُّرلا اَهُّيَأ اَي ٌميِلَع َنوُلَمأعَت اَمِب يِِّنِإ ااحِلا

“Siz ey peygamberler! Helâl ve hoş şeylerden yiyip için, makbul ve güzel işler işleyin! Zîrâ Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.”22 Bu âyet-i kerîmede peygamberlere ve onların şahsında bütün müminlere hitaben, helâl ve hoş rızıklardan yemeleri ve sonra da salih ameller işlemeleri emredilmiştir. Ancak helâl rızık yeme emrinin salih amelden önce gelmesi gösteriyor ki, salih amelde bulunabilmek, helâl rızıkla beslenmeye bağlıdır.23 Demek ki, haramlarla beslenen bir insanın amellerinin de salih olabilmesi zordur.

Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de birçok lâl ü güher beyanıyla haramdan uzak kalmanın önemine dikkat çekmiş ve haramla beslenen bir vücudun maruz kalacağı tehlikelere

(5)

5

işaret etmiştir. Bir yerde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) haram giren bir midenin maruz kalacağı akıbeti ifade etme sadedinde şöyle buyurmuştur:

ألَعأفَيألَف اابِِّيَط لًإ َلُكأأَي َلً أنَأ َعاَطَتأسا أنَمَف ُهُنأطَب ِناَسأنِ ألْا نم ُنِتأنُي ام َل َّوَأ َّنِإ

“İnsanın ilk (çürüyüp) kokacak olan yeri karnıdır. Öyleyse, bir insan gücü yettiğince karnına temiz olmayan şeyleri sokmamaya çalışsın!”24

Başka bir hadîs-i şerîflerinde ise Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) haramla beslenen bir insanın duasının bile kabul olmayacağını şu çarpıcı beyanlarıyla ifade etmiştir: “Seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: “Ey Rabbim, ey Rabbim” diye dua eden bir yolcuyu zikredip, buyurdu ki:

َبألَم َو ٌما َرَح ُهُب َرأشَم َو ٌما َرَح ُهُمَعأطَم َو ُهَل ُباَجَتأسُي ىَّنَأَف ِما َرَحألاِب َىِِّذُغ أدَق َو ٌما َرَح ُهُس

“Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?”25

Deylemî’nin İbn Mes’ud’dan rivayet ettiği: “Kim haram bir lokma yerse, Allah onun kırk gece namazını ve kırk sabah da duasını kabul etmez. Haramın besleyip büyüttüğü her et için en layık olan yer cehennemdir. Muhakkak haramdan bir lokma bile eti besleyip büyütür.”26 hadîs-i şerîfi de helâl lokmayla beslenmenin ne derece ehemmiyetli olduğunu çarpıcı bir şekilde beyan etmektedir.

BÜYÜKLERİN HARAM KARŞISINDAKİ HASSASİYETLERİ

Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabe efendilerimizin ve daha sonraki ehlullahın haram lokma karşısında nasıl bir hassasiyet ve titizlik örneği sergilediklerine bakınca meselenin önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gün yatağına yatmış; fakat sabaha kadar uyuyamamış ve yatağında dönüp durmuştu. Sabah olduğunda mübarek zevceleri O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sıkıntısının sebebini sorduğunda Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) cevabı şu olmuştu: “Yatağımı hazırlarken yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma koydum. Fakat sonra aklıma geldi ki, bizim evde sadaka ve zekât hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlardan ise!

İşte sabaha kadar bunu düşündüm, bunun ızdırabıyla sağa sola dönüp durdum. Bir türlü gözüme uyku girmedi.”27 Aslında bu hurmanın sadaka ve zekât hurması değil de kendisine gelen bir hediye olması daha kuvvetli bir ihtimaldi. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine gelen sadaka ve zekâtları hiç bekletmeden hemen ihtiyaç sahiplerine ulaştırırdı. Buna rağmen O (sallallahu aleyhi ve sellem), bu kadar küçük şüphe karşısında bile hassas davranıyor ve bu yönüyle ümmetine de hüsn-ü misal teşkil ediyordu.

(6)

6

Başka bir gün Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) torunu Hazreti Hasan’ın zekât hurmalarından birisini ağzına attığını görünce hemen onu ağzından çıkartmış ve şöyle demiştir:

“Bilmiyor musun, Âl-i Muhammed zekât malı yiyemez.”28

Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) tilmizleri olan sahabe efendilerimiz de midelerine haram bir lokmanın girmemesi hususunda aynı hassasiyeti taşımışlardır. Meselâ bir gün Hazreti Ebu Bekir (r.a.), hizmetçisinin getirdiği yiyeceği yemeye başladıktan sonra bunu nereden getirdiğini sorar. Onun bu yiyeceği Cahiliye döneminde kâhinlikten kazandığı parayla aldığını öğrenince de derhal parmağını gırtlağına kadar sokar ve yediklerini zorla dışarı çıkarır. Ardından da midesinde kalanlardan dolayı Allah Teâlâ’ya istiğfar eder.29

Yanlışlıkla bir zekât devesinin sütünü içen Hazreti Ömer’in tavrı da bundan farklı değildir. O da aynı şekilde kendisini istifraya zorlayarak haramın vücuduna karışmasına fırsat vermemiştir.30 Çünkü onlar Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) haramla beslenen bir vücudu ancak Cehennem ateşinin temizleyeceğini öğrenmişlerdi.

Şimdi de haramın insan üzerindeki menfi tesirini Ebu’l-Vefâ Hazretleri’nin başından geçen bir hâdiseyle misallendirelim: Hazret, oğlunun elindeki çuvaldızla insanların bin bir zahmetle uzaktan taşıdıkları su tulumlarını deldiğini öğrenir. Bu durumun sebebini öğrenme adına kendisini muhasebeye çeker ancak çocuğun bu davranışına sebebiyet verebilecek bir hatasını bulamaz. Eve gelince meseleyi bir de hanımına anlatır ve onu da muhasebeye sevk eder. Anne, düşünür taşınır ve sonunda yaptığı bir hatayı kocasına anlatır. Buna göre o, çocuğun doğmasından birkaç ay önce komşunun evine gider ve orada portakal ve nar gibi meyveler görür. Canı çok çekmesine rağmen hayâsı ev sahibinden istemeye mâni olur. O da komşusu görmeden elindeki tığı meyvelerden birine batırır ve çıkan suyu içer. Bunları dinleyen Ebu’l-Vefâ Hazretleri çocuğun bu kabahatinin sebebini anlar ve karısından, önce komşusuna giderek helâllik istemesini sonra da Allah’a tevbe ve istiğfar etmesini ister. O, bunları yapınca birden çocuğun içini bir pişmanlık hissi sarar ve artık bu yanlışından vazgeçer.31

ALLAH DOSTLARININ TAVSİYELERİ

Bediüzzaman Hazretleri haramların insanda meydana getireceği tahribata şu veciz ifadeleriyle dikkat çeker: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma.”32 Demek ki, bazen mideye giren haram bir lokma bile insanı batırabilir. Haram lokmanın insanın kalbî ve ruhî hayatına nasıl zarar verdiğini anlatma adına hak dostlarının çok önemli tespitleri vardır. Kalbin katılaşması, ibadet aşk u şevkinin sönmesi, gece kıyamının bitmesi, duaların kabul olmaması, insan lâtifelerinin ölmesi, iffetin yok olması vb. hususlar haramın zararlarından bazılarıdır.

Kalb ve ruh ufkunun kahramanı birçok Allah dostu haram gıdayla beslenmenin insanın mânevî hayatında nasıl bir tahribe yol açtığı üzerinde durmuşlardır. Sehl ibn-i Abdullah et-Tüsteri konuyla ilgili şunları söylemiştir: “Sıddıkların alâmetlerinin kendisine zâhir olmasını isteyen kimse, helâlden başka bir şey yemesin ve sadece sünnete uygun ameller işlesin.”; “Her kim haram yerse, onun organları da isyan eder. Kendisi bu durumu ister istesin ister istemesin, ister bilsin ister

(7)

7

bilmesin fark etmez.”; “Bir kul şu dört haslete sahip olmadığı sürece imanın hakikatine ulaşamaz:

Sünnetleriyle birlikte farzları yerine getirmek; şüpheli yiyeceklerden de korunarak helâl yemek;

yasakların açığından gizlisinden uzak durmak; vefat edene kadar bu sayılan mevzularda sabır göstermek.”33

Şah Şucâ’ el-Kirmânî de harama bakmaktan gözünü muhafaza edenin, kendini nefsanî arzulara kapılmaktan koruyanın, daimî murakabe ile bâtınını, sünnete tâbi olmakla da zâhirini ihya edenin ve helâl lokma yemeyi alışkanlık hâline getiren kimsenin firasetinin şaşmayacağını ifade etmiştir.34 İmam Gazzali Hazretleri de selef-i salihinden konuyla alâkalı şu sözleri nakletmiştir: “Bazen olur ki, kulun kalbi yediği bir yiyecekten dolayı ters çevrilir ve tıpkı tabaklanmış derinin büzülüp çekildiği gibi büzülüp çekilir de bir daha da eski durumuna dönemez.”; “Biz başka değil sadece helâl yiyecekleri yeriz. Bu sebepledir ki, kalblerimiz müstakim olur, hâlimiz aynı kalır, melekût âlemine muttali olur ve ahiret âlemini müşahade ederiz.”35

Hazreti Mevlâna ise helâl lokmanın insan üzerindeki tesirini şu sözleriyle dile getirmiştir: “İlim de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmayla meydana gelir. Bir lokma, haset ve hileyi netice verirse, cehalete ve gaflete sebep olursa, bil ki, o lokma haramdır. Hiç buğday ekilip de arpa hasat edildiğini gördün mü?”36

Bunların yanında Abdullah b. Abbas, Cenâb-ı Hakk’ın midesinde haram bulunan bir kimsenin namazını kabul etmeyeceğini, İbrahim b. Ethem, yüce makamlara ermenin, mideye gireni kontrol etmekle mümkün olacağını, Fudayl b. İyaz, midesine girenleri bilen kimseyi Allah’ın sıddıklardan yazacağını, Yahya b. Muaz, Allah’ın hazinelerinden bir hazine olan itaatin anahtarının dua, anahtarın dişlerinin ise helâl lokma olduğunu, ifade etmişlerdir.37

DİPNOTLAR

1. Bakara Sûresi, 2/168. 2. Bakara Sûresi, 2/172. 3. Â’raf Sûresi, 7/157. 4. Bkz.: Bakara Sûresi, 2/173; Mâide Sûresi, 5/3; 5/90; Nahl Sûresi, 17/115. 5. Konuyla ilgili rivayetler için bkz.: Şevkânî, Neylü’l-evtâr, 8/125-146. 6. Tirmizî, Dua 110. 7. Bediüzzaman, Sözler, Altıncı Söz, s. 33. 8. En’âm Sûresi, 6/145. 9. Bkz., Süleyman Kuş, Tahrimu lahmi’l-hınzîr hikmetü ve esbâbu fi’l-ilmi ve’d-dîn, Kahire: Dâru’l-beşîr; Ahmed Cevad, el-Hınzîr beyne mizâni’ş-şer’ ve minzâri’l-ilm, Kâhire: Dâru’s- selâm, 1987; Asaf Ataseven, Din ve Tıp Açısından Domuz Eti, Türkiye Dinayet Vakfı, Ankara, 1987;

Muvaffak Muharrir, “Domuzla Gelen Tehlike: Trişinoz”, Sızıntı, sayı: 33. 10. Bakara Sûresi, 2/219.

11. Mâide Sûresi, 5/90. 12. Bakara Sûresi, 2/168; En’âm Sûresi, 6/142. 13. Mâide Sûresi, 5/88;

Enfâl Sûresi, 8/69. 14. Bakara Sûresi, 2/172; Nahl Sûresi, 16/114. 15. Bakara Sûresi, 2/60; Tâhâ Sûresi, 20/81. 16. Mâide Sûresi, 5/88; En’âm Sûresi, 6/118; Nahl Sûresi, 16/114. 17. Buhârî, Büyû 7. 18. Kehf Sûresi, 18/19. 19. Bkz. Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l- ilmiyye, 2000, 21/88; Âlûsî, Rûhu’l-meânî, Beyrut: Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Ârabî, 15/230-231; Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1979, 4/206. 20. Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 10/74 (9993);

Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 4/5 (9204). 21. Gıda sektöründe yaşanan problemler için bkz.;

Hüseyin Kami Büyüközer, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2011; Kemal Özer, Şeytan Ne Diyor!

İnsan Ne Yemeli Ne Yememeli, Hayykitap, İstanbul, 2011; Reşit Haylamaz, Türkiye’de Domuz

(8)

8

Gerçeği, İstanbul: Nil Yayınları, 1996; İsmail Tokalak, Dünyada Gıda ve İlaç Terörü, Gülerboy Yayıncılık, İstanbul, 2010. 22. Mü’minun Sûresi, 23 /51. 23. Bkz.: Fahrettin er-Râzi, Mefâtîhu’l- gayb, Beyrut: Dâru’l-kütübü’l-ilmiyye, 2000, 23/91. 24. Buhâri, Ahkâm 9. 25. Müslim, Zekât 65;

Timizî, Tefsir, Bakara. 26. Suyutî, Câmiu’l-ehâdîs, 20/55 (21483). 27. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/193; Hâkim, el-Müstedrek, 2/17. 28. Buhâri, Zekât 60. 29. Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr 26; el- Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 6/97 30. Muvatta, Zekât 31; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 7/14. 31.

Fethullah Gülen, Ölümsüzlük İksiri, Nil Yayınları, İzmir, 2011, s. 134-135. 32. Bediüzzaman, Lem’alar, s. 179-180. 33. Gazzâli, İhyâu ulûmi’d-din, II, 89. 34. Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, trc. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, 1999, 3. baskı, s. 323-324. 35. Gazzâli, İhyâu ulûmi’d-din, II, 89. 36. Mevlânâ, Mesnevî, 1/120. 37. Gazzâli, İhyâu ulûmi’d-din, II, 89. 38. Ehl-i kitabın yaşadığı birçok ülkede hayvanların kesiminde, elektrik şoku verme ve tabancayla öldürme gibi farklı usullerin kullanıldığını biliyoruz. Bu usulleri tatbik eden kimse kim olursa olsun söz konusu hayvan yenmez. 39. Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108.

Yenip İçilmesi Helâl Olan ve Olmayan Şeyler

Eşyada yenip içilme bakımından asıl olan mubah olmaktır. Bütün eşya, aslında insanların yararlanmaları için yaratılmıştır. Onun için aslında temiz olan, akla ve sağlığa zararlı olmayan bir kısım hayvan elleri ve buğday, arpa, pirinç gibi ürünler, sebzeler, meyveler ve sıvılar helaldir.

Bunlar yenip içilebilir.

Fakat bazı şeyleri yeyip içmek, insanlara zararlı, hikmet ve ihtiyaca aykırı olduğu için İslam dininde haramdır.

Hayvanlardan yaratılış gereği iğrenç olanların, dişleri veya tırnakları ile kendilerini savunup başkalarına saldıranların etleri haramdır. (Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar bölümüne bakılsın.) Bitkilerden insanı öldüren veya aklını gideren, vücudu zehirleyen veya herhangi bir şekilde sağlığa zararlı olan şeyleri yemek haramdır.

Misal: Afyon, haşhaş, penç gibi sarhoşluk veren ve aklı bozan şeyleri yemek caiz değildir.

Bunlardan sarhoş olanlar için, İslam ahkamına göre, tazir cezası gerekir. Tazir ise, yetkili hakim tarafından uygulanacak hapis, döğme, azarlama ve uyarı gibi cezalardır.

Sıvılardan bedene zararlı olan, insana sarhoşluk veren şeyleri içmek haramdır. Çünkü sarhoşluk veren bir sıvının azı da, çoğu da müctehidlerin çoğunluğuna göre haramdır. Bir hadis-i şerifte buyurulmuşlur. “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.”

Bu gibi sıvıların içilmesindeki zararlar, herkes tarafından bilinmektedir. Bu içkilerin cemiyet bünyesinde açtığı yaralar çok acıdır. Bunların ahiretteki sorumlulukları ise çok daha büyüktür.

Hele hamr (şarap) denilen içkinin bir damlasını bile içmek ittifakla haram olup dinde had denilen cezayı gerektirir.

(9)

9

Sonuç; Bu pek zararlı olan şeylerden kaçınmalıdır. Bunlardan kaçınmak, gerek fertler, gerekse cemiyet için selamettir.

Temiz olan içilecek bir sıvı, bedene zarar verecek bir hale gelmedikçe bozulması ile haram olmaz.

Fakat etler kokunca yenmesi haram olur. Süt, tereyağı, zeytinyağı kokmakla haram olmaz.

Yiyeceklere gelince, bunlar bozulurda keskinleşirse temizliklerini yitirir. Onun için yenmeleri haram olur.

Hamamların ve benzeri yerlerin pis sularını sebze bahçelerine akıtmak mekruhtur. Fakat bu gibi pis sularla sulanan bostanların sebzelerini yemek haram değildir. Birçok alimlere göre, mekruh da değildir.

İnsan pisliğini satmak mekruhtur; fakat başka maddelerle karıştırılmış olan pislikleri ve herhangi bir hayvan gübresini satmak mekruh değildir.

Pâk olmayan, kokmuş et gibi şeyleri yiyebilecek olan hayvanlara yedirmek caiz değildir.

İçine temiz olmayan bir şey düşen veya akıtılan belli bir ölçüdeki sıvı temizliğini kaybederek içilmesi haram olur. Belli bir ölçünün üstünde bulunan geniş havuzlarda da, içine düşen pisliğin tat, koku ve renginden biri kendini gösterirse yine temiz olmaktan çıkar. Artık içilmesi haram olur.

(İkinci Kitaba bakılsın.)

Yukarda haram oldukları yazılan şeyler zatları bakımından haram (haram liaynihi)dir. Bir de başka bir sebeple haram olan (haram ligayrihi) şeyler vardır ki, onlar da başkalarına ait olan mallardır.

Şöyle ki: Başkasının malını rızası olmaksızın haksız yere almak haramdır. Aksi halde mal hürriyeti kalmaz, insanların mülkiyet ve tasarruf haklarına sahip olarak cemiyetle yaşanmaz.

Bir baba, muhtaç olmadıkça, yaratılışta kötü davranışlı olan evladının malını kendi kendine yiyemez. Fakat bir ihtiyaç bulunmasa bile, iyi olan evladının malını alıp yiyebilir.

Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur: “Sen de, senin malın da babanındır.”

Tedavi için temiz olan ilaçları yiyip içmek ve kullanmak caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz buyurmuştur: “Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz; çünkü Yüce Allah yarattığı her hastalık için bir deva (ilaç) yaratmıştır. Yalnız bir tane müstesnadır ki, o da ihtiyarlıktır.”

Onun için birçok hastalıklar tedavi sebebiyle giderilir. Allah’ın düzeni böyle devam edegelmiştir.

Bununla beraber şifayı ilaçtan değil, yüce Allah’tan bilmelidir.

Helal ve temiz olmayan şeylerle tedavide bulunmak esas olarak caiz değildir. Ancak bazı fıkıh alimlerine göre, başka bir ilaç bulunmayınca Müslüman ve ehliyet sahibi bir doktorun göstereceği lüzum üzerine caiz olabilir. Şöyle ki:

(10)

10

Bir hastalığın veya bir hastalığa sürükleyecek bir halsizliğin tedavisi için mubah (helal) bir ilaç bulunmazsa böyle bir doktorun “şifa ümidi vardır”diye tavsiyesi üzerine, aslında haram olan bir şeyle zaruret miktarı tedavi caiz olur.

Fakat yalnız görünüşle yararı olan semizleme gibi bir şey için böyle bir ilacı kullanmak caiz değildir.

Bunda tedavi mahiyeti yoktur. Onun için bunun haram olduğunda ittifak vardır.

Görülen lüzum üzerine, bir organında ameliyat yapılacak olan bir kimseye, aklını giderecek temiz bir ilaç içirilmesinde bir sakınca görülmemekledir.

Ömer Nasuhi Bilmen

Haram yiyip içmek manevî hayatı ne ölçüde etkiler; iffetli nesillerin yetişmesinde helal rızkın tesirleri nelerdir?

Allah Teâlâ yeryüzünü, semaları ve onlardaki sayısız nimetleri yaratmış ve insanlığın hizmetine sunmuştur. Bütün bu nimetlerden istifade etme hususundaki esas hüküm onların mübah oluşudur; yani, hakkında yasaklayıcı bir hüküm gelmemiş olan şeyler helaldir. “O’dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı.” (Bakara, 2/29); “Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini Zât-ı âlîsinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize veren de O’dur.” (Câsiye, 45/13) mealindeki ayet-i kerimeler, yerde ve göklerdeki bütün nimetlerin insanların istifade etmeleri için âmâde kılındığını açıkça anlatmaktadır. Evet, yenilmesi, içilmesi veya kullanılması ayet ya da hadislerle yasaklanmamış olan her şey helaldir.

Şu kadar var ki, Cenâb-ı Hak bir kısım şeyleri yasaklamış ve bu umumî istifade iznini bazı hükümlerle sınırlandırmıştır. Ayet ve hadislerin ortaya koyduğu hükümlerle yapılması kesin olarak yasaklanan şeylere “haram” denilmektedir. Haramları tayin eden doğrudan doğruya Hazreti Şâri’dir; bu açıdan, sırf Allah’ın emri olduğu için onlara yaklaşmamak gerekmektedir. Bununla beraber, netice itibarıyla her haramın pek çok zararı olduğu ve onun yasaklanmasının sayısız hikmetlerinin bulunduğu da bir hakikattir. Herhangi bir haramı irtikap etmenin bazen maddî, bazen de manevî zararları olur. Mesela, bir lokma haramın, insanı inhirafa götürmesi ve hatta onun çoluk-çocuğunun genel durumuna da tesir etmesi her zaman söz konusudur.

Zikredildiği üzere, helaller ve haramlar Cenâb-ı Hakk’ın emirleriyle belirlenmiştir; hiç kimsenin kendi düşüncesine göre, helalleri haram ya da haramları helal saymaya hakkı yoktur. Şahsî yorumları neticesinde böyle büyük bir yanlışlığa düşebilecek kimseleri Mevlâ-yı Müteâl şöyle ikaz etmektedir: “Kendi dillerinizin yalan yanlış nitelendirmesiyle uydurduğunuz asılsız sözleri Allah’a mal ederek “bu helaldir, şu haramdır” demeyin. Çünkü, Allah adına yalan söyleyenler asla iflah olmazlar.” (Nahl,16/116)

Hazreti Rezzâk-ı Kerîm, “Allah’ın size rızık olarak yarattığı şeylerden helal ve temiz olmak suretiyle yiyin!” (Maide, 5/88); “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin!”

(Bakara, 2/168) mealindeki ayet-i kerimelerle, nimetlerden istifadenin çerçevesini beyan buyurmuş; helal ve temiz rızkın peşine düşülmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu itibarla, insan Cenâb-

(11)

11

ı Allah’ın nimetlerinden afiyetle yiyip içebilir; fakat, hangi yolla olursa olsun her eline geçeni kullanamaz. Yiyip içtiği şeylerin dinî bakımdan yasaklanmış veya şüpheli şeyler olmamasına ve onlarda şunun bunun hakkının bulunmamasına dikkat etmelidir. Helalinden kazanmalı ve maddî- manevî tertemiz olan şeylerden -meşru dairede kalmak suretiyle- faydalanmalıdır.

Hakk’ın Mahbubu Nasırlı Eller

Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “İbadet on parçadan müteşekkildir; bu on parçanın dokuzu helal rızkın aranmasındadır.” buyurarak, haramı, helali gözetmenin ehemmiyetini nazara vermiş; daha pek çok hadis-i şeriflerinde, rızık teminine matuf sa’y ü gayretleri övmüş ve ümmetini helal kazanca teşvik etmiştir. Lâl ü güher bir beyanında, “Öyle günahlar vardır ki, onlara ne namaz, ne oruç, ne de hac keffâret olabilir, onları ancak geçim temini için çalışmak affettirir, siler götürür” buyurmuş; bir başka zaman da, “Çalışmaktan elleri nasır bağlayan ve yorgun olarak uyuyan kimse mağfur olur, günahlarından kurtulur!” müjdesini vermiştir.

Evet, “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın nebisi Hazreti Davud da elinin emeğini yerdi.” buyuran Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ), alnının teriyle ailesinin iâşesini temin etmeye çalışan herkesi takdir etmiş ve bu hususta her fırsatı değerlendirerek ashabını helal kazanca yönlendirmiştir. Mesela, bir gün Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Sa’d b. Muaz (radiyallahu anh) ile karşılaşıp onunla musâfaha yapmış (tokalaşmış) ve Hazreti Sa’d’ın ellerinin nasırlı olduğunu görünce bunun sebebini sormuştur. Büyük sahabi,

“Ailemin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmaktan böyle oldu!” deyince, Habîb-i Ekrem Efendimiz,

“İşte Allah’ın sevdiği eller!..” buyurarak aziz dostunun nasırlı ellerini işaret etmiştir.

Yüce Rehberimiz, bütün sözleriyle ve örnek hayatıyla göstermiştir ki; şu kısacık ömür öyle de geçecektir böyle de. İnanan bir insan, yaptığı işin zorluk ya da kolaylığından, itibarlı bir meslek olup olmadığından ziyade kazancının helal mi yoksa haram mı olduğuna bakmalı ve ne yapıp edip helal rızkını temine çalışmalıdır. Gerekirse o, gidip bir yerde taş kırmalı ya da eline bir kürek alıp işsizlerin beklediği yerde beklemeli, sonra da fırsatını bulup birinin bahçesinin toprağını atmalı, diğerinin yolunu yapmalı.. ama mutlaka Cenâb-ı Hakk’ın meşru saydığı bir yolla iâşesini sağlamaya bakmalıdır. Evet, helal kazanma niyet ve gayretinde olduktan sonra icrâ edilen mesleğin türü ya da yapılan işin mahiyeti çok önemli değildir; bazı kimseler bir kısım işleri küçümseseler de, meşru her iş Hak katında makbuldür.

Kalbin Kâtili: Haram Lokma

Harama düşmeme hususunda azamî dikkat göstermek gerektiğini ifade eden Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Helal de bellidir haram da; ancak bu ikisinin arasında, ikisine de benzeyen bir kısım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilemez, ayırt edemez. Bu şüpheli şeylerden sakınan insan dinini, ırzını ve haysiyetini korumuş olur; şüpheli alanda dolaşan kimse ise, bir korunun kenarında hayvanlarını otlatan çoban gibidir. Koru kenarında koyun güden çobanın koyunlarının her an koruya dalması muhtemel olduğu gibi, o da her zaman harama girme ihtimaliyle karşı karşıyadır. Biliniz ki, her melikin bir

(12)

12

korusu vardır; Allah’ın korusu da haramlardır. Şu da bilinmelidir ki, cesette bir et parçası mevcuttur; o sıhhatli olunca beden de sıhhatli olur, o bozulunca beden de bozulur. İşte o, kalbdir!”

Pek çok hakikati ihtiva eden bu nebevî sözden işarî yolla şu husus da istinbat edilebilir: Şayet kalbe akıp gelen ve onun tarafından da bütün vücuda pompalanan kan, helal rızkın ürünü ise, onunla hem kalb sağlıklı olacak ve sıhhatli çalışacaktır hem de o selim kalbin pompaladığı temiz kanla bütün cesedin sıhhati teminat altına alınmış olacaktır. Aksine, necis kanın deveranıyla meşgul bir kalb bozulmaktan kurtulamayacak ve püskürttüğü kirli kandan dolayı da bütün vücudu fesada uğratacaktır.

Binaenaleyh, Hak dostlarından biri şöyle demiştir: “Bazen haram bir lokma ile kalb öyle bir değişir ve başkalaşır ki, bir daha da eski halini alamaz. Bütün günahlar kalbi katılaştırır ve özellikle gece kıyamına mani olur. Teheccüd namazıyla ve gece ibadetiyle karanlıkları aydınlatmanın önündeki en büyük engel haram lokmadır. Helal lokma da, başka hiçbir şeyin yapamayacağı şekilde kalbe müsbet tesir eder ve onu cilalandırır; kalbi iyiliğe ve ibadete sevkeder. Kalblerini murakabe halinde bulunduranlar, haram lokmanın ya da helal rızkın tesirlerini -İslam’ın şehadetinden başka- kendi tecrübeleriyle de bilirler.”

Nitekim Nur Müellifi, haram lokmayı da dahil ettiği tehlikeli alanı anlatırken şöyle söyler: “Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa doymuyor;

bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti kaldıramıyor; yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan sönüyor ve ölüyor. Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma.

Dünyayı yutan büyük letâifini onda batırma.”

Haramın insana neler kaybettirdiğini anlama açısından Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in şu gaybî ihbarı çok ibret vericidir. Bilindiği üzere, hacca koşanlar ovayı-obayı “Lebbeyk Allahümme lebbeyk”

sözüyle inletirler. Bu söz, mü’minlerin hac esnasında ve ihramda bulundukları müddetçe sürekli tekrar ettikleri mukaddes kelimelerdendir; “Emret yâ Rabbi, buyur yâ Rabbi!.. Çağırdın, biz de geliyoruz yâ Rabbi!.. Davetine sözümüz ve özümüzle geliyoruz, buyur Allahım. Ey ortak ve benzeri olmaktan münezzeh Rabbimiz! Hamd Senin, minnet Senin ve mülk de Senin. Sen teksin, eşsizsin, emsalsizsin, buyur yâ Rabbi!” demektir. İşte, samimi kulların can ü gönülden bu cümleyle mukaddes beldeyi inlettikleri bir anda, sırtında haram parayla alınmış bir elbise ve midesinde haram yoldan sağlanmış bir lokma bulunan bir insan da “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” diye seslenir. Rahmân ü Rahîm (celle celâluhu) kendi hâlis misafirlerini Zâtına has bir memnuniyetle ve ilahî ikramlarla karşılarken, haramla beslenen ve harama bürünen o adama “La lebbeyke ve la sa’deyk” der. Bu söz, kısaca “Lebbeyk’in de sa’deyk’in de senin olsun; sen hoş gelmedin, safalar getirmedin!” manasına gelmektedir.

Demek ki, mü’min, elbisesinin ipliğinin bile haram ve şüpheli olmamasına dikkat etmeli, bilmeyerek olanından da Allah’a (celle celâluhu) sığınmalı ve harama düşme endişesiyle gönlü her zaman tir tir titremelidir. Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) “Haramdan sakının!

(13)

13

Midesine haram lokma giren bir insanın duası kırk gün kabul olmaz.” buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de, “Allah tayyiptir, helal ve temiz olandan başkasını kabul etmez.” diyerek aynı hususa dikkat çekmiştir.

Bir gün Sa’d bin Ebi Vakkas hazretleri, “Ya Rasûlallah, dua buyur da, Allah Teâlâ, benim her duamı kabul etsin!” istirhamında bulununca, İnsanlığın İftihar Tablosu, “Dualarınızın kabul olmasını istiyorsanız, helal lokma ile besleniniz! Çok kimse vardır ki, haram yer, haram giyinir; sonra da ellerini kaldırıp dua eder. Böyle birinin duası nasıl kabul olunur ki?” demiştir. Bir başka vesileyle de bu beyanını şöyle teyid etmiştir: “Helal ve temiz gıdalarla beslen ki, duaların kabul olsun.”

İffetli Nesillerin Gıdası: Helal Lokma

İbrahim Edhem hazretleri, “Ashab-ı kemal, ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemale erebilmişlerdir.” der ve bilmeden de olsa haram yiyip içmekten çok korkardı.

Bir başka Hak dostu ise “helal lokma”nın iffetli nesiller üzerindeki tesirine şöyle dikkat çekmiştir:

“Bu zamanda marifet ehli ve hakikat eri olan kimselerin ortaya çıkmayışının sebebi, iç temizliğinin ve batın tasfiyesinin eksikliği, hatta yokluğudur. Batın tasfıyesi ise, her şeyden önce helal lokma ile olur, helal yiyecek azalınca marifet ve hakikat kaybolur.”

İşte, ayet-i kerimelere, hadis-i şeriflere ve selef-i salihînin ikazlarına kulak verdiğimizde açıkça görüyoruz ki, selim bir kalbe sahip sâlih birer kul olabilmemiz için mutlaka haramlardan kaçınmalı ve helallerle iktifa etmeliyiz. Temiz nesiller yetiştirebilmek için de, bakım ve görümüyle sorumlu bulunduğumuz çocuklarımızı ve ailemizin diğer fertlerini helal, hoş ve temiz gıdalarla besleme mecburiyetindeyiz. Şüphesiz, ektiğimiz her tohum ya zakkum olup başkalarını zehirleyecek ya da kökü yerin derinliklerine uzanan, dalları semaları tutan mübarek bir ağaca dönüşerek gölgesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla ve meyveleriyle insanlığa hizmet edecektir. Gayr-i meşrû yollarla elde edilen kazanç ancak bir cehennem zakkumu mesabesindedir ve o kazançla beslenen çocuklar da bir gün mutlaka hem anne-babasına hem de topluma kan kusturacaktır. Allah korusun, şayet yediğimiz haram, içtiğimiz haram, giydiğimiz haram ve hayatımız haramlarla iç içe ise, hem kendi manevî hayatımızı karartıyoruz hem de çocuklarımızın saadet ihtimalini yok ediyoruz demektir.

Bu itibarla, zaman değişse de, asır başkalaşsa da, herkes gayr-i meşrû yollara sapsa ve helal haram demeden dünyevî imkanlardan istifade etse de, biz haram yiyemeyiz, bakmakla mesul olduğumuz kimseleri de haramla besleyemeyiz.

Hekimler, çocuk bekleyen bir kadına diyazem gibi rahatlık verici ilaçların dahi verilmemesini, çünkü bu tür ilaçların rahm-i mâderdeki ceninin maddî yapısına tesir edebileceğini, bir kısım uzuvlarının bozulmasına yol açabileceğini söylemektedirler. Bu ilaçlar her bebeğe ve her dönemde tesir etmeyebilir; fakat, yüzde bir ihtimal bile olsa, annenin, hekimin tavsiyesine uyarak hassas hareket etmesi ve özellikle doğumdan önceki birkaç aylık dönemde bu tür ilaçlardan uzak durması gerekir. Aynen bunun gibi, Abdulkadir Geylanî, İmam Şazilî, Şah-ı Nakşibend ve İmam Gazâlî misillü mana aleminin sultanları da tasavvufi tecrübeleriyle haram lokmanın insanlar üzerinde menfi tesir icra ettiğini ve haramla beslenen anne-babadan dünyaya gelecek çocuğun da -istisnalar hariç- manevî yapısının bozuk olacağını belirtmektedirler. Onlar da bu sahanın

(14)

14

hekimleri olarak haram lokmaların bazı haramzâdelerin meydana gelmesine yol açtığını söylemektedirler.

İmam Gazâlî, haram yiyip içen bir kadının sütüyle beslenen çocuğun, ileride habîs şeylere ve çirkin işlere meyledeceğini söyler. Çocuğu, ancak haram yemeyen sâliha bir kadının emzirmesi gerektiğini, çünkü haramdan hâsıl olan sütün bereketinin olmayacağını ve ondan emzirdiği veya haram yedirdiği zaman çocuğun tabiatının o haramla münasebeti bulunan kötü şeylere yöneleceğini belirtir. “Çocuğun şirret olmasının kaynağı haram yemektir.” der. Ehlullah’tan biri de

“Ahmak ve gafil kadının sütü zarar verir; gafletle emzirdi isen kustur!” diyerek bu konudaki hassasiyet ölçüsüne işaret eder.

Öyleyse, çocuğunun fizikî ve biyolojik açıdan sağlıklı doğması için gereken her şarta riayet eden ve yüzde bir-iki nispetinde dahi olsa her ihtimali değerlendirip en doğru olanı yapmaya çalışan valideynin, onun manevî yönden sıhhatli olması için de aynı hassasiyeti göstermesi gerekmez mi?

“Mübarek” Bir Damat

Seleflerimiz bu hususta o derece dikkatli davranmışlardır ki, ailelerinin helal rızıkla beslenmesi, çocuklarının manevî açıdan da selim fıtrat üzere doğması ve sıhhatli büyümesi için adeta tir tir titremişlerdir. Menkıbelerde asla değil fasla bakılması gerektiğini bir kere daha hatırlatarak anlatacağım şu hadise de bu hassasiyetin güzel bir misalidir.

Bir devirde, Merv şehrinin Kadısı, kızının evlilik çağına geldiğini düşünür ve ona layık bir eş aramaya başlar. Dünürcüler birer birer kapıya dayansa da Kadı efendinin acelesi yoktur, adayları teker teker değerlendirir, biricik kızını vereceği en uygun insanı bulmaya çalışır. O günlerde Kadı bir rüya görür; rüyasında kendisine kızını “Mübârek” adlı kölesine vermesi söylenir. Aynı rüyayı birkaç defa görünce ve kölesini değişik şekillerde deneyip onun sâlih bir insan, hayırlı bir damat adayı olduğuna kanaat getirince, bu düşüncesini eşe-dosta açar. Bazıları daha münasip, asil ve zengin kimseler de bulunabileceğini söyleyerek kadı kızının bir köleye verilmesine razı olmasalar da, Merv Kadısı kararını vermiştir. Kızının da rızasını alır, kölesini çağırır ve onları evlendirir.

Nikahın üzerinden bir ayı aşkın bir süre geçmiştir ki, Kadı Efendi, kızının ve damadının hallerini sormak için onları ziyaret edince, kızcağız “Babacığım, damadın çok iyi bir insan ama daha peçemi indirmedi, evlendiğimizden beri benden uzak duruyor; yediriyor, içiriyor, fakat elini elime sürmüyor.” der. Kadı bu hale taaccüp eder, hemen damadını bulur ve ona bu davranışının sebebini sorar. Aldığı cevap karşısında Kadı gözyaşlarına boğulur ve kızını doğru insana verdiğini görmenin sevinciyle şükür hisleriyle dolar. Damat şöyle der: “Efendim, ne olur alınmayınız, su-i zanda bulunduğumu zannetmeyiniz; fakat, siz şehrin kadısısınız, size çok gelen giden olur, evinize hediyeler yollanır; Cenâb-ı Hakk’ın bana bir emaneti ve hediyesi olan kızınızın o şüpheli şeylerden yemiş olmasından korktum. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in bedendeki haram bir lokmanın tesirinin ancak kırk günde geçeceğini söylediğini öğrenmiştim. Muhtereme eşimi hiç değilse kırk gün alın terimle kazandığım helal lokmayla beslemek istedim; ta ki, Hâlık-ı Kerîm nasip ederse, evladımız sâlihlerden olsun.”

(15)

15

Evet, bu bir menkıbedir; aynıyla olmuş mudur bilinmez. Evlenen herkesin böyle bir erbaîn çıkarması da gerekmez. Mübarek adlı o Hak erinin kırk gün beklemesi sübjektif bir meseledir. Ne var ki, maneviyat aleminin sultanlarından, büyük veli Abdullah bin Mübarek işte o temiz izdivaçtan neş’et etmiştir.

İmam-ı Azam’ın Babası ve Helallik Alma Gayreti

Mevzu açısından benzer bir hadise de İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerinin muhterem pederi Sâbit hakkında anlatılmaktadır: Sâbit, bir gün dere kenarında abdest alırken, suya düşmüş bir elma görür. Abdestini tamamladıktan sonra, nasıl olsa çürüyüp gideceğini düşünerek “Bari zâyi olmasın!” der ve o elmayı alıp yer. Fakat, çok geçmeden tükürme ihtiyacı hisseder ve tükrüğünde kan görür. O zamana kadar benzer bir haline şahit olmadığı için o kanın yediği elmadan ileri geldiğini düşünür ve onu yediğine çok pişman olur. Elmanın sahibiyle helalleşmek için dere boyunca yürür; sorup araştırır ve sonunda adamı bulur. Hadiseyi ona anlatıp helallik dileyince adam hakkından vazgeçmek için onu uzun bir süre yanında çalıştırır, değişik şekillerde imtihan eder, sâlih bir Hak eri olduğuna inanınca da son bir şart koşar: “Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.” der. Sâbit Hazretleri âhirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul eder.

Nikahları kıyılınca Sâbit Hazretleri henüz yüzünü göremediği zevcesinin bulunduğu odaya girer;

fakat, odaya girmesiyle çıkması bir olur. Hemen kayınpederine koşup, “Bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok!” der. Kayınpederi tebessüm ederek, “Evladım o benim sana nikahladığım kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allah Teâlâ hanenizi mübarek ve mesut etsin.” cevabını verir.

İşte böyle bir ana ve babadan da İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri dünyaya gelir. Tabii, bu da bir menkıbedir. Fakat, önemli olan, İmam-ı Azam gibi bir sultanın yetişmesine dayelik eden o yuvanın hangi esaslar üzerine bina edilmiş olabileceğine dair ip uçları yakalayabilmek ve bunlardan kendi hesabımıza ibretler çıkarabilmektir.

Annenin Tığı Oğlun Çuvaldızı Oluverir!..

Evet, bir bebeğin, anne karnındaki teşekkülünün ilk döneminden başlanarak helal ve meşrû rızıkla beslenmesi fevkalâde önemlidir. Öyle ki, çocuğun gelişme sürecinde, Allah’a bağlama mecburiyetinde olduğumuz herhangi bir hadisedeki kopukluk, negatif bir vâkıa olarak - muvakkaten dahi olsa- çocuğa akseder. Anne-babanın damarlarındaki bir parça haram, çocuğun muvakkat veya müebbet kayma sebeplerinden biri olabilir.

Ebu Vefa Hazretleri bu mevzuyu anlatırken şahsî hayatından ve kendi çocuğunun bir huyundan misal verir: Hazret’in oğlu sürekli elinde bir çuvaldızla dolaşmakta ve devamlı surette tulumlarla su taşıyan insanların tulumlarını delmektedir. Ebu Vefa Hazretlerinin üzülmesine gönülleri razı olmayan ahâlî bu durumu uzun süre gizli tutar ve şikayetçi olmazlar. Fakat, zamanla iş çığırından

(16)

16

çıkar ve çekilmez hale gelir; halk mecburen meseleyi Hak dostuna açar ve oğlundan şikayetçi olurlar. Hazret, oğlunun yaptıklarını öğrenince gerçekten çok üzülür ve bir o kadar da şaşırır.

Durumu eşine anlatır; bunun sebebinin ikisinden biri olduğunu söyleyip hanımından çocuğa hamileyken yanlış bir harekette bulunup bulunmadığını sorar.

Anne düşünür taşınır ve eşine şunları söyler: “Çocuğun doğmasından birkaç ay evvel komşunun evine gitmiştim. Orada portakal ve nar gibi meyveler gördüm. Canım çok çekti ama istemeye de utandım. Komşum görmeden elimdeki örgü tığımı meyvelere saplayıp saplayıp ağzıma götürdüm ve böylece onları tadarak meyve arzumu giderdim.” Ebu Vefa hazretleri bunu duyunca “İşte tığını meyveye saplayıp birkaç damla da olsa izinsiz ve haram olan meyve suyunu tatman, evladımızda tulumları delme şeklinde tezahür etti. Şimdi huzur-u kibriyaya yönel, ağla ki Allah günahını affetsin.” der. Annenin, kabahatini anlayıp ağlayarak dua dua yalvardığı ve sonra da komşusundan helallik aldığı aynı anda, çocuğunun içini bir pişmanlık hissi doldurur ve “Bu yaptığım iş bana hiç yakışmıyor. Artık, böyle bir şey yapmayacağım” diyerek elindeki çuvaldızı atar.

Hâsılı, kendimiz ve çocuklarımız hakkında en çok korkmamız gereken hususlardan biri de haram yemek olmalıdır. Zira, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Haram lokma ile beslenip büyüyen bir insana ateş daha layıktır.” buyurmuştur. Her haram, ya yiyip içenden ya da onun çoluk çocuğundan burada olmazsa ötede mutlaka çıkacaktır. Evet, helal, kalbin cilası olduğu gibi, haram da onun karasıdır. İbadetlerinin mûteber, dualarının makbul ve çocuklarının sâlih birer kul olmasını arzu edenler, helal dairesinden ayrılmamaya azamî îtîna göstermelidirler.

M. Fethullah Gülen

Mutfağında domuz etinin pişirildiği bir lokantada helal olduğunu bildiğimiz bir eti yememiz doğru mudur?

Bizler bu gibi Müslüman olmayan ülkelerde yaşarken ancak helal olduğunu kesin olarak bildiğimiz gıdaları tüketebiliriz. Dolayısıyla eğer domuz etiyle diğer helal olan koyun, inek eti aynı mutfaktan çıkıyorsa, şu ihtimaller akla geliyor. Bunların kesiminde pişirilmesinde aynı bıçak aynı kap vs.

kullanılmış olabilir. Ve bir de burada çalışanlar bu hususta yeterince hassas davranmıyorlarsa, durum daha da ileri gidebilir. Bunun için böyle bir yerden et tüketmeniz çok doğru gözükmüyor.

Ancak bunların işlendiği ve pişirildiği bölümler tamamen farklıysa ve yediğimiz ete hiç bir şekilde haram bir şey bulaşıp karışmadığından eminseniz bu takdirde buradan et alınıp yenilebilir.

Haramlarla helaller bellidir. Arada kalanlar ise şüphelidir. Şüpheli şeylerden kaçınmak da dinimizde bir esas olup takvanın ileri derecesi sayılan veranın alametidir.

Turkiye disinda helal ürün bulmak zor, ne yapabiliriz?

Bu konuda şu ürün helaldir, şu değildir diyecek seviyeye henüz gelemedik. Zira böyle bir sistemimiz, araştırma merkezimiz henüz yok. Yapılan küçük çapta çalışmalar var. Bunlar geleceğin

(17)

17

büyük araştırma merkezlerinin çekirdekleri olsa da şu an itibariyle yetersiz. İnşallah Rabbimiz, tamamına erdirir ve bizler de inananların helal yemesi konusunda yeterli bilgiyi verebiliriz.

Malum hayvanın etinin, yağının çeşitli ürünlerde fermantasyona uğrayıp mahiyetini kaybettiğini biliyoruz. Mesela havuzlarda yetiştirilen balıklara verilen yemlerde hınzır katkıları var. Bunlara, fermantasyona uğradığı, balığın içinde mahiyetini kaybettiğinden dolayı fetva veriliyor. Sizin bahsettiğiniz ürünlerde de aynı şey olabilir ama işi ihtimale bırakmamak gerekiyor. Bu yüzden, kosher de olsa en güvenilir markaları almanızı tavsiye ederiz. Her kosher (U, K, CRC) sembollerinin oldugu urunler helal demek degildir. Kosher urunlerde domuz urunu yoktur ancak alkol olabilir cunku alkol yahudilerde caizdir.PARVE yazan urunlerde hayvansal bilesim yoktur.

Ayrıca, bulunduğunuz yerlerin şartlarını zorlayarak kendiniz kesip yeseniz daha iyi olur.

Mesela, bir kaç aile birleşip aylık, iki aylık periyotlarla bir inek kestirip paylaşabilirsiniz. Bir mahkum gibi eli bağlı oturmamak ve olabilecek imkânları zorlamak gerekiyor. Hatta bıkmadan usanmadan kanuni şartları zorlamak icab ediyor. Ta ki, iş oluruna bırakılmasın, bulunduğunuz devletler Müslümanların varlığını ve isteklerini bilsin ve zamanla da kabul etsinler. Netice itibariyle bir taraftan sizler kendi sosyal ve ekonomik imkânlarınızı zorlayacaksınız bir taraftan da devletin kanunlar çerçevesinde bir şeyler yapmasını sağlayacaksınız ve inşaallah ilerde bu iki yol bir yerde birleşecektir.

Merhum Muhammed Hamidullah hoca, Fransa’da yıllarca kalıp hocalık yaptığı halde et yememiş, Suat Yıldırım hoca misali talebelerinden onun gibi davrananlar da olmuş. Belki bu yol tercih edilerek azimete göre davranılacak.. Kim bilir!.. Allah yardımcınız olsun..

Ahmet Sahin

Domuz eti niçin haramdır?

CEVAP:1

Bir şeyin helal veya haram olması, Allah'ın emrine tabidir. Allah bir şeye "helal" derse helal, "haram" derse haram olur. Yani din bir imtihandır, insanlara yapılan bir tekliftir. Cenab-ı Hak, cennete layık bir duruma getirmek için, insanları imtihana tabi tutuyor. Bu sebeple, bazı emir ve yasaklar koymuştur. Esas olan da bu emir ve yasaklara uymaktır. Bu prensiplerin gerek insanın şahsi hayatına, gerekse cemiyet hayatına pek çok faydaları vardır. Dolayısıyla bunlar, emir ve yasağa daha şuurlu olarak riayet etmemizi sağlıyor. Dinimizin yasakladığı hususlardan

1 Bu yazı "Merak Ettiklerimiz 1 (Prof. Dr. Adem Tatlı)" adlı kitaptan alınmıştır ve Prof. Dr. Selahattin Salimoğlu'na aittir.

(18)

18

birisi de, domuz etidir. Bu yasaklamanın, pek çok hikmeti vardır. Biz, burada sadece birkaçına işaret etmeğe çalışacağız.

Zehirli Maddeler

Domuz eti çok yağlıdır. Yenildiği takdirde, bu yağ kana geçer. Böylece kan, yağ tanecikleriyle dolmuş olur. Kandaki bu fazla miktardaki yağ; atar damarların sertleşmesine, tansiyon yükselmesine ve kalb infarktüsüne sebep olur. Ayrıca, domuz yağ içerisinde "sutoksin"

denilen zehirli maddeler mevcuttur. Vücuda giren bu zehirli maddelerin dışarı atılması için, lenf bezlerinin fazla çalışmaları icap eder. Bu durum, bilhassa çocuklarda lenf düğümlerinin

iltihaplanması ve şişmesi seklinde kendini gösterir. Hasta çocuğun boğaz bölgesi anormal bir şekilde şişerek, adeta domuza benzer. Bu sebeple, bu hastalığa "domuz hastalığı" (skrofuloz) adı verilir. Hastalığın ilerlemesi halinde, bütün lenf bezleri cerahatlanarak şişer. Ateş yükselir, ağrı başlar ve tehlikeli bir durum ortaya çıkar.

Fazla Miktarda Kükürt

Domuz etinde bol miktarda bulunan sümüksü bağ dokusu, kükürt yönünden çok zengindir. Bu sayede, vücuda fazla miktarda kükürt alınmış olur. Bu fazlalıksa; kıkırdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanma, kireçlenme ve bel fıtığı gibi çeşitli hastalıklara yol açar. Domuz eti devamlı yenirse, vücuttaki sert kıkırdak maddesinin yerini, domuzdan geçen sümüksü bağ dokusu alır. Bunun sonucu olarak, kıkırdak yumuşar; vücut ağırlığına tahammül edemeyerek altında ezilir. Böylece, eklemlerde bozulmalar meydana gelir. Domuz eti yiyenlerin elleri pelteleşir, yağ tabakaları teşekkül eder. Mesela yiyen kimse sporcuysa; yorgun, tembel ve hareketsiz olur. Bazı futbolcular bu sebeple mesleklerinden olmuşlardır.

Aşırı Büyüme

Domuzda büyüme hormonu da çok fazladır. Doğduğu zaman birkaçyüz gram olan domuz yavrusu, altı ayda yüz kiloya (!) erişir. Bu kadar süratli gelişme, büyüme hormonunun fazlalığı sebebiyledir. Domuz etiyle fazla miktarda alınan büyüme hormonu, vücutta doku şişliklerine ve iltihaplanmalara yol açar. Burun, çene, el ve ayak kemiklerinin anormal bir şekilde büyümesine ve vücudun yağlanmasına sebep olur. Büyüme hormonunun en etkili yönü,

(19)

19

kanserin gelişmesine zemin hazırlamasıdır. Nitekim domuz kesim işiyle uğraşanlar, erkek domuzların belli bir yaştan sonra kansere yakalandıklarını ifade ederler.

Deri Hastalıkları

Domuz etinin ihtiva ettiği histamin ve imtidazol denilen maddeler, deride kaşıntı hissi uyandırır. Ekzama, dermatit, nörodermatit gibi iltihabî deri hastalıklarına zemin hazırlar. Bu maddeler ayrıca; kan çıbanı, apandisit, safra yolları hastalıkları, toplar ve damar iltihapları gibi hastalıklara yakalanma ihtimalini artırır. Bu sebeple doktorlar, kalb hastalarına domuz eti yememelerini tavsiye ederler.

Bir Hatıra

Alman hekimi Prof. Dr. Reckeweg "Domuz Eti ve İnsan Sağlığı" adlı eserinde bir

hatırasını şöyle anlatır: "Tedavi maksadıyla bir çiftçi ailesinin biraz sapa yörede bulunan çiftliğine gitmiştim. Babada müzmin antroz (dejeneratif eklem hastalığı) ve kalça eklemi iltihabı vardı.

Ayrıca karaciğerinden de rahatsızdı. Annenin bacaklarında varis ve eziyet verici kaşıntısı olan ekzama vardı. Ailenin kızları ise, kalp yetmezliği ve romatizmadan rahatsız idi. En sağlıklıları görünmesine rağmen oğulları da anjin sonrası kalp yetmezliğinden ve kan çıbanından müşteki idi. Evin öbür kızı ise müzmin bronşitten muzdarip idi. Oğullarından bir diğeri de, "domuz kıllanması" ve müzmin plörite yakalanmış olup, devamlı tekrar eden fistül ifrazatından rahatsız idi.

Yukarıda sakinlerinin hastalıklarından uzun uzadıya bahsettiğim çiftlik evinde muayene sırasında garip bir olaya şahit oldum. Ailenin arasında iri cüsseli bir domuz hiç istifini bozmadan aşağı doğru sarkan kalın bir ağaç dalına abanarak sırtını kaşıyordu. Hastalara "Oradaki domuzu görüyor musunuz?

Onun kaşınmasına ve iltihaplara yol açan maddeleri, etiyle beraber siz de yiyorsunuz.

İşte bu maddeler, sizdeki hastalıkların yegane sebebidir." dedim.

Yukarıda kendilerinden bahsettiğim, Kara Ormanlar havalisinde oturan benzeri çiftlik sahiplerinden verdiğim nasihati dinleyenler, domuz eti yemekten vazgeçerek hastalıklarının

(20)

20

çoğundan kurtuldular. Şimdi o çiftliklerin etrafındaki otlaklarda İslam ülkelerinde olduğu gibi küçük koyun sürüleri yayılıyor."

Domuz Eti Ve Trişin

Domuz eti ile insana bulaşan tehlikeli hastalıklardan birisi de Trişin [oku: Trischin]

hastalığıdır. Domuzlar bu hastalığı trişinli fare yemek veya trişinli domuz eti ile beslenmekle alırlar. Fakat Trişin domuzlarda ağır bir hastalık yapmaz. Halbuki insanlarda, çok tehlikeli ve öldürücü bir hastalık meydana getirir. Domuz etiyle alınan Trişin kurtçuklar, mide ve bağırsak yoluyla kana geçer. Böylece de, bütün vücuda yayılırlar. Trişin kurtçukları özellikle çene, dil, boyun, yutak ve göğüs bölgelerindeki kas dokularına yerleşirler. Çiğneme, konuşma ve yutma adalelerinde felçler meydana getirirler. Yine kan damarlarında tıkanıklığa, menenjit ve beyin iltihabına sebep olurlar. Bazı ağır vakalar, ölümle sonuçlanır. Bu hastalığın en kötü tarafıysa, kesin bir tedavi şeklinin olmamasıdır. Trişin hastalığı, bilhassa Avrupa ülkelerinde yaygındır. Sıkı veteriner kontrolleri yapılmasına rağmen,

İsveç, İngiltere ve Polonya'da Trişin salgınları görülmektedir. Yurdumuzdaysa, yerli Hıristiyanların dışında Trişin hastalığı görülmemiştir.

Gıdalar Ve İnsan Mizacı

İnsan ve hayvanlar, yedikleri gıdaların az-çok tesirinde kalırlar. Mesela kedi, köpek, arslan gibi et yiyen hayvanların yırtıcı; koyun, keçi, deve gibi ot ile beslenen hayvanlarsa daha uysal ve yumuşak huylu oldukları malumdur. Bu durumda, insanlar için de geçerlidir. Nebati gıdalarla beslenenlerin, genellikle halim-selim; et ve et ürünleriyle beslenen insanların ise daha sert mizaçlı oldukları tesbit edilmiştir. Domuz, dişisini kıskanmayan bir hayvandır. Domuz eti ile beslenen insanlarda, kıskançlık hissinin zayıfladığı veya dumura uğradığı gözlenmiştir. Fransız filozoflarından Savorin de beslenmenin mizaç üzerindeki bu tesirine çok önem vererek, "Bana ne yediğini söyle, senin ne olduğunu haber vereyim." demiştir.

Helaller İhtiyaca Yeter

Yüce Rabbimiz, istifademiz için pek çok gıda yaratmıştır. Bunun yanında, bazı zararlı şeylerin yenip içilmesini yasaklamıştır. Çünkü O, sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir. Kullarına,

(21)

21

taşıyamayacakları yükleri vermez. Emir ve yasakları, insanların rahatlıkla altından

kalkabilecekleri şeylerdir. Acaba insan içki içmeyince, domuz eti yemeyince ne kaybeder?

Referanslar

Benzer Belgeler

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Bu kan zehirli maddelerle de akar, yine vücutta ürik asit vard ır, zararlı ve faydalı maddeler vardır, vitaminler, mineraller, mineral benzeri maddeler, çözünmü ş gazlar,

İslamiyet’in tamamıyla ve resmen tanınmış ve diğer dinler ile eşit olduğu ve Müslümanlarının da bütün diğer resmen tanınmış dinler gibi, tam olarak medenî hürriyet

Vakit, ilim talebi için, ibadet, r ızık kazanmak, çocuk e ğitimi ve salih ameller için gerekli bir şeydir ve sahip oldu ğun en değerli şeydir.. Vakit tek sermayendir,

Dinimizin çok sıkı bir emrinin ve “Geleceğin parası- nın” helal gıda olması sebebiyle Müslüman- lar mutlaka helal gıda üretimine girmeli ve gıda konusunda İslam

Bu iki doktor, çörek otu ile ilgili laboratuvar çal ışmalarında şu sonuca ulaştılar: "dört hafta boyunca günde iki kere bir gram çörek otu kullan ımı, lenf

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar