• Sonuç bulunamadı

Toplumsal sınıflar ve eğitim

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Toplumsal sınıflar ve eğitim"

Copied!
195
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

GENEL SOSYOLOJİ VE METODOLOJİ BİLİM DALI

TOPLUMSAL SINIFLAR VE EĞİTİM

POLAT SAİT ALPMAN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

DOÇ. DR. MUSTAFA AYDIN

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe

ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik

davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez

yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden

yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Polat Sait ALPMAN tarafından hazırlanan TOPLUMSAL SINIFLAR VE EĞİTİM

başlıklı bu çalışma 08/07/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği

ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Doç.Dr.Mustafa AYDIN Başkan İmza

Prof.Dr.Yasin AKTAY Üye İmza

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğr

enc

ini

n Adı Soyadı POLAT SAİT ALPMAN Numarası 064205001002

Ana Bilim / Bilim Dalı

SOSYOLOJİ

Danışmanı DOÇ.DR.MUSTAFA AYDIN

Tezin Adı TOPLUMSAL SINIFLAR VE EĞİTİM

ÖZET

Bir toplumsal kurum olarak eğitimin, toplumsal eşitsizliğin yeniden-üretilmesindeki rolü önemlidir. Bu çalışmada toplumsal eşitsizliğin yeniden-üretilmesinde önemli bir rol üstlenen eğitim kurumunun sınıfsal temelleri gösterilmeye çalışıldı. İnsanların eğitimle ilgili yaklaşımlarını belirleyen düşünce kalıplarının, anlam haritalarının oluşmasında, kişinin ait olduğu sınıfsal konumun etkisi kadar zeka, yetenek, beceri gibi kişisel özelliklerin toplumsal kökenlerini deşifre etmek de eğitim sosyolojisinin konularından biri olarak değerlendirilebilir. Eğitim eşitsizliğinin Türkiye’deki görüntüsü meslek liseleri, katsayı uygulaması, özel eğitim kurumları bağlamında gözlemlenebilir. Bir eleme mekanizması olarak çalışan eğitim sistemi, egemen kültürel sermayenin kapsamına giren öğrencileri yukarı doğru taşımaktayken, bu sermayeye sahip olmayan öğrencileri eğitim sisteminin dışına itmektedir. Ancak eğitimin metalaşmasına bağlı olarak özelleşmenin nimetlerinden istifade eden özel eğitim kurumları, farklı kültürel sermayesi nedeniyle dışarı itilen kitleyi yeniden eğitim sektörüne dahil ederek, ekonomik sermaye sayesinde, eğitim ile ilgili eşitsizliklerin üzerinden atlamalarını kolaylaştırmaktadır. Bu çalışmanın amacı eğitim alanındaki eşitsizlikleri sınıfsal temeller bağlamında çözümlemektir.

Anahtar kavramlar: Eğitim, Toplumsal Sınıflar, Eğitim Sosyolojisi, Türkiye’de Eğitim, Kültürel Sermaye, Habitus, Meslek Liseleri, Eşitsizlik.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğr

enc

ini

n Adı Soyadı POLAT SAİT ALPMAN Numarası 064205001002 Ana Bilim /

Bilim Dalı

SOSYOLOJİ

Danışmanı DOÇ.DR.MUSTAFA AYDIN

Tezin İngilizce Adı SOCIAL CLASSES AND EDUCATION

SUMMARY

As a social institution, education plays an important role in reproducing social inequality. In this study we aimed to reveal rudiments of social class of educational institutions that undertake an important role in reproduction of social inequality. In the formation of thought patterns and maps of meaning, which determine approaches of people to education, decoding social radicals of individual specifications, such as intelligence, ability, skills, as well as how effective the position of class an individual belongs to is, may also be considered as one of the subjects of educational sociology. The outlook of educational inequality in Turkey is observed in the context of both vocational high schools and private educational institutions. While the educational system functioning as a mechanism of elimination carries students who fall within dominant cultural capital upwards, it pushes those who do not have it out of educational system. However, private educational institutions, which take advantage of benefits of privatization, depending upon educational commodification, makes it easier to overcome educational inequalities thanks to economic capital by incorporating the externalized population due to different cultural capital into educational sector. The intent of this study is to analyse inequalities in educational sector in the sense of rudiments of social class.

Key words: Education, Social Classes, Educational Sociology, Education in Turkey, Cultural Capital, Habitus, Vocational High Schools, Inequality.

(6)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Kapitalist Toplumda Tutarsız Sınıfsal Konumlar İle Temel Sınıf Güçlerinin İlişkisi……….39

Tablo 2: Toplumsal Yer-Değiştirme İçin Kullanılan Sınıf Şeması Versiyonu……….43

Tablo 3: Birbirini Takip Eden Üretim Modellerinde Temel Sınıflar Ve Tutarsız Konumlar ………..69

Tablo 4: Türkiye’de Bölüşüm İlişkilerinin Sınıfsal Çerçevesi………..…….71

Tablo 5: Doğduğunuz Yerin Yerleşim Tipi………...…..137

Tablo 6: Babanızın Eğitim Durumu………..…….138

Tablo 7: Annenizin Eğitim Durumu………..…….138

Tablo 8: Eğitim Durumunuz………..……….139

Tablo 9: Mesleğiniz………..…………140

Tablo 10: Ortalama Aylık Gelir Durumunuz……….………..141

Tablo 11: Çocuğunuzun Eğitimi İçin Aylık Ne Kadar Harcıyorsunuz……….………….142

Tablo 12: Çocuğunuzu Dershaneye Gönderiyor Musunuz……….………143

Tablo 13: Çocuğunuz Özel Ders Alıyor Mu……….143

Tablo 14: Çocuğun Eğitimi İçin Okula Maddi Destek Vermenin Önemi……….144

Tablo 15: Çocuğunuzun Eğitimi Açısından “Dershaneye Göndermek” Önemli Midir………..145

Tablo 16: Düzenli Olarak Yayın Alır Mısınız……….…….145

Tablo 17: Eğitim İle İlgili Vakıf, Dernek Veya Kuruluşlara Üye Olmak İster Misiniz ……….…….146

Tablo 18: Eğitim Kampanyalarına Maddi Destek Verir Misiniz……….………..146

Tablo 19: Hükümetin Eğitim Politikalarını Takip Ediyor Musunuz……….…………147

Tablo 20: Ortalama Aylık Gelir Durumu X Eğitim Durumu……….………148

Tablo 21: Eğitim Durumunuz X İyi Bir Eğitim İçin Ekonomik Durumun İyi Olması Gerekir ……..…...150

Tablo 22: Ailenizin Ortalama Aylık Gelir Durumu X İyi Bir Eğitim İçin Ekonomik Durumun İyi Olması Gerekir……….………...151

Tablo 23: Mesleğiniz X İyi Bir Eğitim İçin Ekonomik Durumun İyi Olması Gerekir………..………153

Tablo 24: Ailenizin Ortalama Aylık Gelir Durumu X İyi Bir Meslek Sahibi Olabilmek İçin Eğitim Gereklidir……….……..154

Tablo 25: Mesleğiniz x İyi Bir Meslek Sahibi Olabilmek İçin Eğitim Gereklidir………..………156

Tablo 26: Eğitim Durumunuz x Benden Daha İyi Bir Yere Gelmesi İçin Çocuğumu Okutuyorum……….………157

Tablo 27: Ailenizin Ortalama Aylık Gelir Durumu X Çocuğumu Benden Daha İyi Bir Yere Gelmesi İçin Okutuyorum………...159

Tablo 28: Ailenizin Ortalama Aylık Gelir Durumu X Hayatta Başarılı Olmak İçin Okul Eğitimi Gereklidir………..….…….161

Tablo 29: Çocuğunuzu Dershaneye Gönderiyor Musunuz X Çocuğumu Dershaneye Göndermezsem Üniversiteyi Kazanamaz………..……..163

Tablo 30: Çocuğunuz Özel Ders Alıyor Mu X Özel Ders Aldırmak…………..…………..………164

Tablo 31: Eğitim Durumunuz X Toplumda Saygın Bir Yere Gelebilmek İçin Eğitim Gereklidir………...………..165

(7)

Bilimsel Etik Sayfası ... I Tez Kabul Formu ... II Özet ... III Summary ... IV Tablolar Listesi ... V

GİRİŞ ... 3

1. BÖLÜM:TOPLUMSAL SINIF KURAMLARI ... 9

1.1.SOSYAL BİLİMLERİN SINIF OLGUSU KAVRAYIŞI ... 9

1.2.SINIF KAVRAMINI YENİDEN KURMAK ... 12

1.3.KLASİK SOSYOLOJİDE SINIF KAVRAMI ... 16

1.4.MARX VE SINIF KAVRAMININ KONUMU ... 17

1.5.WEBER VE SINIF KURAMININ GELİŞMESİ ... 27

1.6.MODERN SOSYOLOJİNİN SINIF ANALİZLERİ ... 34

1.6.1. Yirminci Yüzyılda Yeni Sınıf Çalışmaları ... 36

1.7.TOPLUMSAL TABAKALAŞMA TÜRLERİ:KAST,STAND,SINIF ... 44

1.8.TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE OSMANLI TOPLUM YAPISI ... 47

1.9.YENİ TÜRKİYE’DE SİYASET VE SINIFLAR ... 52

1.9.1. Sınıfsız Toplumun Toplumsal Yapısı ... 53

1.9.2. Osmanlı’dan 1980’lere Siyaset ve Sınıflar ... 55

1.9.3. 1980’ler ve Sınıf Konumlarında Yeni Dengeler ... 62

2. BÖLÜM:EĞİTİM ... 74

2.1.TOPLUMSAL KURUMLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME ... 74

2.2.TOPLUMSAL KURUM OLARAK EĞİTİM ... 78

2.2.1.Eğitimin özellikleri ve işlevi ... 79

2.2.2. Eğitimin İki Özel İşlevi: Manifest ve Latent ... 82

2.2.3. İdeoloji ve Ekonomi Bağlamında Eğitim ... 83

2.3.EĞİTİM VE EŞİTSİZLİK ... 89

2.2.1. Eğitimin İmgesel Temelleri ... 89

(8)

3. BÖLÜM:TOPLUMSAL SINIFLAR VE EĞİTİM ... 104

3.1.EĞİTİM KADERLERİNİ TAYİN HAKKI:YENİ ETHOS ... 104

3.2.OKUL SİSTEMİ ... 109

3.2.EĞİTİMSEL PARALAKS VE İKİ KONUM:DEVLET EĞİTİMİ VE ÖZEL EĞİTİM ... 113

3.3.TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM SİSTEMİNİN KISA TARİHİ ... 117

3.4.TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN SINIFSAL TEMELLERİ ... 124

4.BÖLÜM:METODOLOJİ ... 135 4.1.ARAŞTIRMANIN AMACI ... 135 4.2.ARAŞTIRMA TEKNİĞİ ... 135 4.3.ÖRNEKLEM VE SINIRLILIKLAR ... 136 5.BÖLÜM:VERİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ... 137 5.1.FREKANS TABLOLARI ... 137 5.2.ÇAPRAZ TABLOLAR ... 148 SONUÇ ... 167 KAYNAKÇA ... 172 EK 1: ANKET FORMU ... 184

(9)

GİRİŞ

Marxist sınıf kavramının yoğun ve hararetli bir biçimde tartışıldığı yıllarda Laclau ve Mouffe (1992) Hegemonya ve Sosyalist Strateji isimli eserlerinde, sınıflı toplum yapısının çözüldüğünü ve ekonomik sermayenin sınıfları belirleme imkânının kalmadığını ifade ederek, toplumsal eşitsizliği gidermenin adresini, kimlik politikaları ve toplumsal farklılıklar üzerinden geliştirilecek siyasetler olarak gösterdi.

Sovyetlerin dağılması, sosyalist bloğun çözülmesi ve sol siyasetin geri çekilmesi gerek uluslararası gerekse ulusal siyasetlerin yeni konumlarıyla ilgili önemli soruların, merakların ve endişelerin gündeme gelmesine neden olmakla kalmadı, aynı zamanda “yeni dünya düzeni”nin ne olacağına ilişkin sosyolojik ilgiyi de tetikledi. Siyasal bakımdan, tek kutuplu dünyanın yeni gerekliliklerini anlamak ve ona uygun politikalar üretmek demokrasi ve liberalizmin, serbest pazar ekonomisinin kökleşmesi ve yeniden-üretilmesi anlamına gelmekteydi. Söz konusu dönemde sosyolojik ilgi, toplumsal değişimin yeni ajanlarını deşifre etmeyi, iletişim teknolojisinin toplumsal etkisini, küreselleşme olgusu bağlamında yeni toplumsal yapının bileşenlerini, liberalleşmenin toplumsal alandaki tezahürlerini anlamak ve açıklamak üzerine yoğunlaştı. Bu gelişmeler “tek kutuplu dünya” söylemi ve onun etrafında şekillenen küreselleşme, iletişim ve yeni enformasyon teknolojileri gibi tartışmaları hem siyasetin hem de sosyal bilimlerin merkez konusu haline getirdi. Sosyal bilimler açısından bu sürecin sonuçlarından biri sınıf tartışmalarının göz ardı edilerek geri plana itilmesiydi.

Toplumsal sınıflar konusu sadece toplumsal örgütlenme ile ilgili bir konu değil aynı zamanda siyasal içeriği de bulunan bir konu olduğu için bu göz ardı edişin siyasal imaları da bulunmaktaydı. Toplumsal sınıflar, kapitalist toplum/üretim modelinin eşitsizlikleri sürdürmesinin ve yeniden-üretmesinin bir sonucu olarak, daha belirgin hale gelmeye ve meşruiyetini kendinden menkul olarak üretmeye başlamıştı. Sosyal bilimler ise sınıf konusunu geçmiş ilgilerin bir uzantısı olarak görme eğilimindeydi. Yeni dünyayı anlamanın yolunu yeni kavramlardan, açıklamalardan hareketle kurmayı tercih ediyordu. Önemli ölçüde haklılık payı olan

(10)

bu yaklaşımın toplumsal yapıyı çözümlemedeki başarısı ya da başarısızlığı, sosyal gerçeklikten daha çok siyasal egemenlik ilişkileri çerçevesinde ele alan sosyal bilim perspektifini pekiştirdi. Böylece siyaset aracılığıyla, siyasal ve sosyal alanı kapsayan ve hemen her şeyi açıklamaya yarayan “komplo teorileri” çağına girmiş olduk.

Egemen siyasal kutbun dünyayı küresel bir pazara dönüştürmesinin özgürleştirici etkisi birçok olumsuz sonuçlara neden olmuştu. Özellikle uluslararası sermayenin dolaşım gücünün etkinliğinin artması, ulusal politikaları daha belirgin bir şekilde biçimlendirmeye başladı ve ulus-devlet açısından “dokunulmaz” addedilen birçok şeyin kutsiyetini ortadan kaldırdı. Böylelikle bizzat devlet eliyle sağlık, eğitim, güvenlik gibi alanlar ekonomik sermayenin kontrolüne devredildi. Sonuç olarak ekonomik sermayenin etkinlik alanı daha da genişledi.

Bu nedenle yirmi birinci yüzyılın önemli sorunlarının değerlendirilmesinde sosyal bilimcinin perspektifini belirleyecek ve onun toplum görüşünü şekillendirecek toplumsal olguların, sınıf gibi eksen kavramlarla mı yoksa kimlik vb. aktüel kavramlarla mı çözümlenmesi gerektiği önemli bir sorundu. Sosyal bilimler, siyasal alanda belirgin bir biçimde hissedilen komplo söyleminden ilhamla, toplumsal organizasyonun, örgütlenmenin, yapılanışın temel belirleyenlerinden biri olan sınıf kavramı yerine tıpkı sınıf gibi siyasal içerikli ancak öznesiz ve sınıf kavramına görece zararsız kavramlar aracılığıyla toplumsal yapıyı anlamaya, yorumlamaya çalıştı. Bu nedenle eşitsizliğin/yoksunluğun açıklanmasında sınıf eksenli açıklamalar terk edilerek küreselleşme, kimlik, yerellik, cinsiyet gibi farklı değişkenler ön plana alındı.

Ancak çok geçmeden Sınıftan Kaçışın (Wood 2006) bir temenni olmaktan öteye gitmediği ve tek kutuplu dünyanın liberal/neo-liberal anlatısının sınıfsal konumları derinleştirdiği anlaşıldı. Yaşanan olumsuzluklar kimlik politikaları ile aşılamayacak kadar karmaşık bir içeriğe sahipti. Yeni dünya düzeninin (tek kutuplu dünyanın) ürettiği “fırsat eşitliği” söylemi, toplumsal sınıfların karşılaştıkları alanlarda (örneğin eğitim, siyaset ya da ekonomi alanlarında), devreye giren eleme mekanizmaları aracılığıyla eşitsizliği yeniden-ürettiği için, sosyal bilimcinin üretilen

(11)

bu eşitsizlikleri çözümlemesinin yolu, sınıflı toplum yapısını yeniden keşfetmesiyle mümkün oldu. Bu sayede sınıflı toplum yapısının üretildiği ve yeniden-üretildiği toplumsal alanların deşifre edilmesi ve hangi toplumsal aktörlerin hangi işlevlere denk gelerek eşitsizliği ürettiği sorusu sosyolojik ilginin gündemine girdi.

Sınıf kavramı uzun süre siyasal kamplaşmaların ortasında yer aldığı için belli bir tehdit potansiyelini içinde barındırıyordu. Özellikle Marx ve Marxist düşünürler tarafından toplumsal eşitsizliğin göstergelerinden biri kabul edilen sınıf kavramı aynı zamanda sosyalist devrim düşüncesinin de toplumsal mekânını işaret ediyordu. Her ne kadar Marx’tan önce sınıf kavramından hareketle toplumsal açıklamalar yapılmışsa da sınıfı bir devrim öğesi haline getirilmesi Marx ile birlikte oldu. Bu durum sınıf kavramının tehlikeli hale gelmesinin ve sosyal bilimleri içerisinde bir gerilim unsuruna dönüşmesinin başlıca nedenlerinden biriydi çünkü toplumsal sınıflar toplumsal yaşam içerisinde gözlemlenebilen, somut içeriklere sahipti. Weber’in tabakalaşma kuramının Marx’ın karşıtıymış gibi sunulmasının altında yatan nedenlerden biri de bu gerilimin kendisidir. Oysa Weber, tıpkı Marx gibi ve hatta Marx’tan hareketle, sınıfların eşitsizliğin bir göstergesi olduğunu, ekonomik tabanlı katmanlaşmanın bir ürünü olduğu düşünmüştü. Ancak bununla yetinmeyerek asıl önemli olanın meslek, grup, parti gibi ilişkiler içerisinde şekillenen tabakalaşma örüntüleri olduğunu düşündü.

Sonuç olarak sınıf kavramı birileri için toplumu zengin-fakir gibi ayrımlara dayanarak bölmeye çalışan kirli bir siyasetin lanetli aracı haline gelirken birileri için de toplumsal eşitsizliğin ve adaletsizliğin tecessüm ettiği kutsal bir kavram haline geldi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecinde vermesi gereken kararlardan biri de Türkiye’de yaşayan toplumun nasıl bir tabakalaşma modeline sahip olduğu ile ilgiliydi. Kurucu iradenin kararı tahmin edileceği üzere, “sınıfsız toplum” söylemi çerçevesinde oluşturuldu. Gökalp sayesinde temellendirilen solidarizmin, hemen her türünü barındıran bir toplumsal model öngörülüyor ve herkesin herkese muhtaçlığı vurgulanıyordu. “Köylü milletin efendisi” olarak bu söylemde yerini aldı, ancak toprak ağalığına dayalı köy rejimi pekişerek devam etti. Ayrıca “sınıfsız, imtiyazsız kütlenin”, medeni milletler gibi gelişmesi için yerli burjuva sınıfına da ihtiyacı vardı.

(12)

Bu kafa karışıklığı içerisinde Türkiye'nin sınıf profili sürekli değişti ve gelişti ancak sınıf üzerine yapılan çalışmalar hem çok kısır kaldı hem de toplumun genelinde eşitsizliğin, adaletsizliğin var olduğu ama buna karşın sınıfların var olmadığı bir toplumsal yapı imajı egemen oldu.

Toplumsal sınıflar, eşitsizlikler üzerine inşa edilir ve sosyolojinin ödevlerinden biri bu inşa sürecinin gerçekleşmesini sağlayan kodları deşifre etmektir. Bu nedenle toplumsal eşitsizlikle ilgili çalışmalar sınıf çalışmaları ile doğrudan ilişkilidir. Toplumsal yapının kurulumu ve örgütlenmesi kadar bu yapının içinde üretilen eşitsizliklerin kaynağı ve temel motivasyonu sınıf çalışmalarının içerisinde yer almalıdır. Bir diğer husus ise eşitsizliğin görüntülendiği ve yeniden-üretildiği toplumsal alanlar ile ilgilidir. Örneğin ulus-devletin herkese eşit olarak sunmayı amaçladığı ve herkesi eşit bir biçimde eğitmeyi amaçladığı eğitim alanı bu eşitsizliğin görüntülendiği tipik alanlardan biridir.

Eğitim modern kapitalist dünyanın özel bir önem atfettiği ve toplumsal alanda kişinin kendine geçerli bir yer edinebilmesinin ön koşulu olarak dayatılan kariyer gereçlerinden biridir. Ulus-devlet eğitim faaliyetini kontrolü altına alır ve herkes için zorunlu tutar. Ancak bu durum herkesin eğitim imkânlarından eşit derecede istifade ettiği ya da eğitim aracılığıyla yeteneklerini keşfedip geliştirdiği anlamına gelmez. Birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da bireyler toplumsal sermayelerine (ekonomik, kültürel, sosyal sermayeler gibi) bağlı olarak faydalanabilmektedir. Eğitim herkese eşit şekilde sunulan bir haktır. Ancak herkes eşit şekilde eğitilmemektedir. Eğitimin eşit şekilde sunulduğu yerlerde ise sosyal sermaye devreye girmekte ve eğitimden elde edilmesi beklenen avantajlar eşit şekilde dağıtılmamaktadır. Eleme mekanizmalarının özellikle eğitimin her kademesinde işletilmesi, eğitim alanı içerisinde dikey hareketliliğin ancak belli koşullarda gerçekleşmesini zorunlu kılmakta ve kişinin sınıfsal konumunu aşılamaz bir kader haline getirmektedir.

Sınıf çalışmalarına bir katkı olarak, Toplumsal Sınıflar ve Eğitim üst başlığıyla hazırlanan bu çalışma içerisinde, toplumsal eşitsizliğin kaynaklarından en

(13)

önemlisi olduğu düşünülen eğitim kurumunun, sınıfsal temellerinin sergilemesi amaçlandı. Bununla beraber modern dünyanın yüksek değerlerinden biri olan eğitim kurumuna ve okul eğitimine ilişkin tutumların, bir yandan eğitim ideolojisiyle diğer yandan sınıfsal konumlar ve sınıf habituslarıyla yakın ilişkisinin gündelik yaşama nasıl sirayet ettiği sorusunun cevabı arandı.

Gündelik yaşamın içinde ve hemen her alanda üretilen ‘başarı kültü’nün ‘zeki olmak’, ‘çok çalışmak’ gibi kişisel yeteneklerden ziyade kültürel sermaye ve benzeri toplumsal sermayelerle olan ilişkisinin deşifre edilmesi, çalışmanın sosyolojik perspektifini oluşturur. Genellikle bu ilişki, başarı kültü etrafından üretilen mistik halelerle gizlenerek, tüm sorumluluğun bireye ait olduğu izlenimini oluşturmakta ve başarı/başarısızlık durumunu kişinin zekâ/yetenek bağlamındaki farklılığına veya gündelik yaşamdaki girişkenliğine indirgemektedir.

Türkiye eğitim alanında hem dinamik gelişmelere ve hem de gündemden düşmeyen tartışmalara sahiptir. Kurucu kadrolarının bir ideal olarak benimsedikleri “sınıfsız, kaynaşmış kütle” beklentisinin bugün için ne kadar geçerli olduğu ve bu durumun eğitim alanına nasıl yansıdığı önemli bir sorusudur. Kır-kent gibi kronikleşmiş eşitsizliklere, meslek liseleri için katsayı uygulaması, türban/başörtüsü yasağı gibi uygulamaların eklenmesi ve neo-liberal politikalar bağlamında eğitimin sektörleşmesi de dâhil oldu.

Toplumsal sınıfların eğitim ile ilişkisi, kişilerin eğitime ilişkin yaklaşımları ile gözlemlenebileceği gibi aynı zamanda kişilerin eğitime olan mesafeleri ve bu mesafelerin oluşmasının nedenlerinin tahliliyle de gözlemlenebilir. Toplumsal bir kurum olarak eğitimin sınıfsal temellerini tespit etmek, sınıfsal konumlarla ilişkisini göstermek ve kişilerin eğitime ilişkin tutumlarını sergilemek söz konusu çalışmanın öncelikli amacıdır. Bu amaca uygun olarak çalışmamız beş bölüme ayrılarak hazırlandı.

Çalışmanın birinci bölümünde sınıf kavramının sosyoloji içerisindeki yeri ve önemi değerlendirilerek, toplumsal yapı sınıf teorileri çerçevesinde incelendi. Sınıf

(14)

kavramını klasik ve modern kuramlar içerisinde ele alınarak, çağdaş sınıf teorilerinin, hangi temel sorunlar etrafında şekillendiğini açıklanmaya çalışıldı. İkinci bölümde toplumsal bir kurum olarak eğitimin ne anlama geldiği, toplumsal işlevleri, ideoloji ve bilgi ile ilişkisi değerlendirildi. Toplumsal sınıflar ile eğitim kurumunun ilişkileri üzerine odaklanılan üçüncü bölümde, eğitim kurumunun sınıfsal temelleri açıklanmaya çalışıldı. Söz konusu bölümde tartışılan konular içerisinde eğitim kurumundaki başarıların ve başarısızlıkların tesadüf olup olmadığı ve eleme mekanizmalarının eğitim sistemi içerisindeki konumu gibi konular bulunmaktadır. Çalışmanın dördüncü bölümünde araştırma metodolojisinin ayrıntıları hakkında bilgi verildi. Beşinci ve son bölümde ise toplam 210 ebeveyn/veli üzerinde yaptığımız anketlerin sonuçları değerlendirildi.

(15)

1. BÖLÜM

TOPLUMSAL SINIF KURAMLARI

1.1. Sosyal Bilimlerin Sınıf Olgusu Kavrayışı

Sosyal bilimler içersinde toplumsal yapının nasıl kurulup değiştiğini ve yeniden-kurulduğunu açıklamanın çeşitli yolları vardır. Bu açıklamalar ister toplumsal ya da bireyler arasındaki iletişime ister herhangi bir sosyal fonksiyonun belirleyiciliğine isterse de toplumsal yapıdaki kurumların karşılıklı etkileşimine dayansın, nihayetinde toplumsal yapı içerisinde birbirine indirgenemez, farklı yapıların var olduğu sayıltısından hareket eder.

Sınıf kavramı, sosyal bilimlerin toplumsal yapıyı ve toplumsal yapıdaki değişimleri ve dönüşümleri, toplumsal yapının içindeki unsurların etkileşimini, üretim-tüketim ilişkileri etrafında oluşan ilişkileri, toplumsal eşitsizlikleri, toplumsallığın üretilmesi ve yeniden-üretilmesini açıklamak için kullanılan başat kavramlardan biridir. Bu nedenle, sınıf kavramını atlayarak yapılan bir toplum analizi zayıf ve eksik kalır.

Sosyal bilimlerin sosyal olguları damıtarak, saf/pür “neden” ya da “olgu” arama çabasının bizatihi kendisi, sosyal analizi zayıflatabilir. Bu durum en temelde toplum ve sosyal kurumların niteliği ile ilişkili özel bir tartışmanın konusudur. Burada bir bilim dalı olarak sosyolojiye özel bir vurgu yapabiliriz. Sosyoloji özel birtakım tarihsel olguların kesişimi ile ortaya çıkmış ve sosyal olguları çözümlemeyi amaç edinmiş bir bilim olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen, toplumun niteliğine ilişkin varsayım(lar)ı halen bir tartışma konusudur (Mazlish, 1989: 129). Sosyolojinin teorik ve metodolojik açıdan kendine dönük bu sorunu çözme girişimleri, aynı zamanda sosyolojik analizin incelmesi ya da hassaslaşması anlamına gelir. Bu hassaslaşma, sosyal bilimlerin araştırma nesnesi ile ilgili titizliğini hem teorik hem metodolojik hem de hayatın görünür yüzeyinde, gündelik yaşamda kendini gösterir.

(16)

Sınıf analizinin teorik, metodolojik açıdan tutarsız ve gündelik hayatın işleyen gerçeğinden kopuk olarak ele alınması sosyal bilimlerin iç problemleri ile ilgili olduğu kadar mevcut politik performans ile de doğrudan ilişkilidir. Çünkü sınıf kavramı, sosyal bilimler alanındaki tarihsel kullanımına bağlı olarak çoğu zaman tehlikeli ya da tehdit içerikli bir imaya sahiptir. Bunun temel nedeni, toplumu bir bütün, tek, yekpare bir görüntü içerisinde değerlendirmek isteyen ve mevcut farklılıkları sadece toplumsal dayanışmanın bir gerekliliği olarak değerlendiren politik bakış açısının, sınıf kavramıyla çözülmeye uğratılmasıdır. Aslında toplumsal yapının nitelik ve nicelik bakımından farklı öğelerden müteşekkil olması politik perspektif açısından bir sorun oluşturmaz. Bu durumu sorun haline getiren şey, söz konusu toplumsal farklılıkların, birbirine indirgenemez ve aralarında uzlaşılmaz bir antagonizmanın bulunduğu varsayılan, birbirlerine karşıt olarak konumlanmış toplumsal sınıflar arasında var olduğunun öne sürülmesidir.

Genellikle Marksist literatürün sınıf yaklaşımı olarak kabul edilen bu perspektif sadece Marxizm’e ait değildir. Sınıflaşma ve hatta tabakalaşma ile ilgilenen yaklaşımların birçoğunda, gizli ya da açık, sınıfsal konumların belli bir çatışmayı içinde barındırdığı öne sürülmektedir. Boyutu ve düzeyi ne olursa olsun, çatışma fikrinin sosyal bilimlerin içinde bulunmasının nedenlerinden biri, toplumsal farklılıkların aynı zamanda modern toplumun asli bileşenlerinden biri olmasıdır. Bir anlamda her farklılığın olumlu/olumsuz bir çatışmayı beraberinde getireceğini sosyal bilimlerin mottolarından biri olarak kabul edebiliriz.

Sınıf kavramının açıklama gücü, sahip olduğu potansiyelin altındadır; toplumsal yapının içinde işgal ettiği konumdan bağımsız olarak ele alınması ve genellikle belli bir politik imanın içerisinde değerlendirilmesi sosyal bilimlerin sınıf kavramını kolaylıkla göz ardı etmelerine neden olmuştur. Ancak hızlı toplumsal ve politik değişimler, sosyal bilimlerin değişen ve gelişen dağarcığı içerisinde, sınıf kavramının ağırlığının yeniden artmasına neden olmaktadır. Politik perspektifi bulunmayan ya da politik bir ima taşımayan herhangi bir sınıf teorisinin kurulması her ne kadar şu an için pek mümkün değilse de sınıf kavramının açıklama gücünün her gün biraz daha arttığını ifade edebiliriz.

(17)

Günümüzdeki sınıfların toplumsal bir olgu olarak kapsadığı alanı ve sınıf kavramının içerdiği anlamı incelenecek olursa kapitalizm ve sanayi devrimi ile yaşanan tarihsel kırılmanın toplumsal sınıfları radikal şekilde yeniden biçimlendiren potansiyeli fark edilebilir. Dolayısıyla günümüzdeki toplumsal sınıfların, aynı zamanda kapitalist toplumun örgütlenme biçiminin bir sonucu olduğu öne sürülebilir.

Toplumsal sınıflar kapitalist topluma özgü bir olgu değildir; tarihin her devrinde bulunmaktadır. Örneğin Antik Roma’da, Aztek uygarlığında ya da Çin’de… Ancak modern kapitalist toplumun sınıflı yapısıyla karşılaştırıldıklarında, birçok açıdan farklılıklar mevcuttur. Söz konusu farklılıklar birçok farklı toplumsal faktöre yaslanmaktadır. Örneğin kapitalist toplum yapısından önce toplumsal sınıflar sayıca azdı ve bu sınıfların sınırlılıkları kesin çizgilerle belirginleştirilmişti.

Kapitalizm öncesi toplumda, toplumsal sınıflar gelenek/töre, kana dayalı üstünlük, ruhbanlık gibi faktörler etrafında örgütlenirken kapitalist toplumda farklı faktörler devreye girmiştir. Toplumsal sınıfların iki ayrı tarihsel dönem içerisinde farklılıklar göstermesinin nedenlerinden biri de farklı faktörlerin sınıfları hiyerarşik parçalara bölmesidir. Kapitalist toplumda sınıfsal dağılımın niceliksel artışı dikey hareketliliğin, kapitalist toplum öncesine görece, daha fazla gözlemlenmesine olanak tanıdı. Dikey hareketliliğin içeriği/niteliği ne olursa olsun en azından niceliksel bir başarı olduğu, kapitalizmin hanesine bir başarı olarak eklenmelidir. Kapitalizm öncesi sınıfsal yapılar ile kapitalizm sonrası sınıfsal yapılar arasında yapılacak bir karşılaştırma iki tarihsel dönem arasındaki sınıfsal farklılıkları nihayetinde birkaç ana başlık altına toplayacaktır. Ancak konumuzun sınırlarını aşan bu tartışmayı burada sonlandırarak sınıf kavramını tarihsizleştirmeye çalışalım.

Sınıf kavramını tarihsel bağlamdan koparmaya çalışmak ve tüm tarihsel aralıkları kapsayan genel bir tanım olanaklı mıdır, sorusu sınıf olgusunun insanlık tarihi ile paralel olan bağına ve içinde taşıdığı genel-geçer niteliğe göndermede bulunur. Sınıf olgusu, insanlar arasında gerçekleşen toplumsal iletişim ve sosyal ilişki örüntüleri içerisinde toplumun başlangıç tarihine kadar geri götürülebilir.

(18)

Ancak bu geri götürme işlemi sınıf olgusunun her zaman, her yerde aynı içeriğe sahip olduğu anlamına gelmez. Ayrıca toplumsal yapı içerisindeki her sosyal farklılık sınıf kavramına götürülerek açıklanamaz. Bu nedenle, sosyal bilimlerin sınıf kavrayışı toplumun örgütlenme biçimi ile bağlantılı olmalıdır. Toplumsal örgütlenme sınıfsal ayrışmalar paralelinde gerçekleştiği zaman sınıflı toplum yapısının, toplumsal var oluşun yegâne prensibi olarak kabul edebiliriz.

Toplumun ya da toplumsal yapıların oluşumunu, sınıflara ve sınıfsal dinamiklerin oluşumuna götürerek açıkladığımız takdirde, sadece toplumsal örgütlenmenin ve ilişkilerin çözümlemesini değil aynı zamanda sınıfsal göstergeleri de elde etmiş oluruz. Böylece gösterge konumundaki sosyal örüntünün, bizatihi olduğu gibi olmasına neden olan tüm anlamsal çerçeve, sınıf kavramı ekseninde değerlendirilebilir. Toplumsal yaşamın değişimine neden olan faktörler her ne olursa olsun, toplum olarak var oluşu zorlayan unsurların dayanmak zorunda oldukları maddi koşullar, sınıflı yapının var oluşuyla sınırlanmış olur. Bu durumun konumuz açısından en önemli yanı, sınıf kavramını tarihsel bir bağlam üzerine inşa etmeksizin, toplumsal var oluşun asli öğesi konumuna taşımamıza vesile olmasıdır.

Bu perspektif tüm toplumsallığı sınıfa indirgeyerek açıklamayı mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla sınıf olgusuna indirgenerek yapılacak bir toplumsal analizin ilk hamlesi sınıf kavramının tarihsizleştirilmesidir. Ancak modern toplum, tekil bir öğe etrafında açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu nedenle sınıf kavramını diğer tüm ilişkilerden soyutlayarak değerlendirmek, politik olarak anlamlı olmasına rağmen sosyal bilimler açısından yeterli bir açıklama olanağı sunmaz.

1.2. Sınıf Kavramını Yeniden Kurmak

Bir önceki bölümde sınıf kavramıyla tüm toplumsal olguları açıklamanın mümkün olduğu ancak bunun toplumsal gerçekliği her zaman göstermediğine ilişkin açıklamalar yapıldı. Sosyal bilimci, toplumsal gerçekliğin sınıfsal temellerini deşifre edebilmek için öncelikle sınıf olgusuyla neyi görmeye çalıştığını ve bu kavram aracılığıyla neyi ölçmeyi amaçladığı belirlemelidir. Bu ön belirlemenin amacı, sınıf

(19)

kavramının her an genişlemeye uğrayarak tüm toplumsallığı massedebilecek potansiyeli barındırmasıdır. Bu nedenle sınıf kavramının sosyal bilimler açısından işleyiş kazanabilmesi ve anlamlı/tutarlı açıklamalara vesile olabilmesi için, ölçülecek sosyal olgunun ve bu olgunun içinde tanımlanacağı sınıfsal konumun net olarak tanımlaması gerekir.

Sosyal bilimciler genellikle soyut kavramlarla çalışır ve soyut kavramları somut olaylarla ilişkilendirerek, somut işleyişleri soyut düzlemde açıklayarak ya da karşılıklı ilişkiler kurarak açıklamalar yapma eğilimdedirler. Bu eğilime bağlı olarak, Marx ve Weber tarafından sosyolojik ilginin konusu haline getirilen sınıf kavramı, oldukça genel bir kategori içerisinde ve soyut bir biçimde değerlendiriliyor ve daha sonra toplumsal gerçekliklerle örtüştürülüyordu.

Temel postulatları bakımından Marx ya da Weber’e dayanan yeni-Marxist ve yeni-Weberyan araştırmalar ise sınıf araştırmalarını genelleştirilmiş kategorilerin alanından çıkarmak ve daha spesifik alanlarda tanımlanmış, net, kesin açıklamalar yapabilmek için farklı yaklaşımlara ve çalışmalara ihtiyaç duydular. Ancak sınıf kavramına bağlı olarak yaşanan muğlaklık, sınıf araştırmalarına ilişkin birçok sorunun ortaya çıkmasına neden oldu. Ortaya çıkan sorunlara ilişkin yaklaşımların farklılığı ise sınıf kavramını daha da çetrefilli ve karmaşık bir hale getirdi.

Bugün, halen sosyolojideki en ihtilaflı kavramlardan biri olan sınıf, aynı zamanda en önemli ve en çok kullanılan kavramlardan biridir. Ancak sınıf kavramının niteliği üzerindeki tartışmalar ve sınıf olgusunun ne olduğu ve nasıl inceleneceği konusundaki yaklaşım farklılıkları, sınıf kavramının keyfi ve art niyetli kullanılmasını kolaylaştırmaktadır. Buna ek olarak sınıf kavramının ne olduğu ve daha önemlisi nasıl ölçüleceği sorunu genellikle arka plana itilmektedir. Bu durum sınıf çalışmalarını spekülatif hale getirmekte ve hem teorik hem de metodolojik kısırlığa neden olmaktadır.

Sınıf kavramının işleyiş kazanabilmesi için seksenli yılların ortalarında -özellikle Avrupa’da- başlayan bir dizi tartışma ve çalışma bugün için yol gösterici

(20)

olabilir. Seksenli yıllarda başlayan tartışmaların bugün için en önemli yanı, sınıf çalışmaları konusunda doğru soruların sorulmuş olmasıdır. Böylelikle sınıf konusundaki kriz bir biçimde aşılmaya çalışılmıştır. Bu tartışma bağlamında, İngiliz sosyolojisi içindeki sınıf kavramına işlerlik kazandırmanın metodunu tartışan Duke ve Edgell (1987: 445–463), araştırmacıların sınıf konusunda herhangi bir araştırma yaparken birbiriyle ilişkili üç tercih yapmaları gerektiğini ifade ederler.

Onlara göre öncelikle yapılması gereken ilk şey hangi kavramsal şemanın kullanılacağıdır. Kavramsal şema ile kastedilen ise sınıf kategorisinin hangi ölçüt ya da kriter bağlamında ele alındığıdır. Mülkiyet ya da toplumsal sınıf şeması tercih edilebileceği gibi meslek ya da statü şeması da tercih edilebilir. Bunları içeren ya da dışarıda bırakan farklı bir şema da üretilebilir.

Sınıf çalışmalarına sosyolojik açıdan işlerlik kazandırmayı amaçlayan bir araştırmacının yapması gereken ikinci şey, seçilen sınıf kategorisinin uygulanacağı kesiti net ve kesin bir biçimde belirlemektir. Yani söz konusu sınıfı kimlerin temsil ettiği ya da sınıfın içeriğini dolduran, onu somutlaştıran grupların, kurumların ya da kişilerin kimler olduğunun belirlenmesidir.

Üçüncü olarak yapılması gereken ise, seçilen sınıf üyelerinin hangi niteliklere göre değerlendirileceğidir. Örneğin, sosyal birim olarak ailenin seçildiği bir sınıf çalışmasında, aileyi temsilen hane reisinin mi yoksa tüm hane üyelerinin mi araştırmaya dahil edileceği araştırmanın niteliği bakımından önemlidir.

Edgell’in (1998: 52–60) üç temel seçenek olarak yeniden biçimlendirdiği ve kavramsal şema, analiz birimi, kapsam genişliği olarak ifade ettiği bu perspektif, sosyolojik araştırmalar için yeni bir metodoloji teklifi değildir. Hatta birçok araştırma, genel anlamda bu prensiplere bağlı kalmaktadır. Edgell’in bu konudaki girişimi sınıf çalışmalarının biçimsel yapısından ziyade içeriğini toparlamaya yönelik bir girişimdir. Bu sayede sınıf kavramının potansiyel olarak taşıdığı analiz/çözümleme imkânı ve sosyal olguları tanımlamak için sahip olduğu açıklayıcılık özelliği sosyal bilimler içerisindeki yerini almış olacaktır.

(21)

Edgell’in iyi niyetli yaklaşımı, toplumsal sınıfları ve onların toplumsal yaşamdaki etkilerini anlamak ve açıklamak için işlevsel gibi görünse de toplumsal ilişkilerin arka planında bulunan farklı unsurların ve temel motivasyonların fark edilmesini zorlaştırır. Örneğin insanların sosyal konumlarının bilincinde olarak yaşayıp yaşamadıklarına ilişkin bir soruşturma yapmak için gerekli verileri elde etmeye pek uygun değildir, çünkü ölçmek istediği özelliklerin sınırlarını çok keskin belirler. Aynı zamanda katı ölçeklendirmeyle sınıfın ya da sınıfsal bir konumun kişi üzerinde doğrudan tesirini görmemizi sağlayan, yani sınıfa ait ancak ‘kişiselleştirilmiş yanılsama’sını sağlayan ya da aidiyetlikler üreten dil/jargon, sembol/simge ve değer alanlarını fark etmemizi engeller ya da güçleştirir. Buna karşın söz konusu yaklaşım, sosyoloji içerisinde sınıflardan söz etmemizi daha anlamlı hale getirir ve yine sosyal bilimler içinde ortak bir dil alanının yaratılmasını olanaklı kılar.

Sınıf kavramının içeriği nasıl doldurulursa doldurulsun mutlaka sosyal yaşamın içinde kurulmuş olan eşitsizlikler, ayrımlar, farklar, yoksunluklar, genelleşmemiş nitelikler gibi biri diğerine indirgenemez karşıtlıklar üzerinden kurulur. Birbirini kapsayan durumların, farklı sınıflarda ortak olarak bulunması toplumsal yapının kendine içkin karmaşıklığı ile doğrudan ilintilidir. Bu nedenle toplumsal sınıfların birbirlerinden izolasyonu üzerine düşünürken ya da çıkarsamalarda bulunurken kesin ve keskin sınırlar belirlemek, mutlak açıklamalar yapmak yanıltıcı olur.

Toplumsal sınıflar üzerine düşünürken ve sınıf konusunda çalışma yaparken her ne kadar sosyal yapıdaki eşitsizliklere, ayrımlara, farklara, yoksunluklara, genelleşmemiş niteliklere göndermeler yapılması gerekmekle birlikte arka plandaki sınıfsal ortaklıkların, tüm sınıfların kesiştiği aralıkların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Böylelikle hem sosyal yapıyı bütünmüş gibi gösteren ideolojik formun çözümlemesi yapılabilir hem de sınıfsal farklılıkları illüzyona uğratan zihnin, dilin, kurumların deşifre edilmesi sağlanabilir.

(22)

1.3. Klasik Sosyolojide Sınıf Kavramı

Toplumsal sınıflar konusu sosyolojinin klasik dönemi olarak kabul edebileceğimiz on dokuzuncu yüzyıl için önemli bir konulardan biriydi. Tüm toplumsal yapının çözüldüğü ve yeniden-kurulduğu göz önüne alındığında sınıf konusunun neden önemli olduğu anlaşılmaktadır. Sınıf olgusunun toplumsal yapıdaki değişimleri, farklılıkları, eşitsizlikleri, yapısal ve işlevsel dönüşümleri açıklayacak bir tür sihirli kelime olarak öne sürülmesi bu önemi pekiştirmekle birlikte aynı zamanda bu yaklaşıma yöneltilen eleştiriler de sınıf kavramının önemini arttırmaktaydı.

Günümüzde toplumsal sınıf konusu ile ilgili olarak üzerinde tartışılan birçok konunun temelleri on dokuzuncu yüzyıl içinde atıldı. Kısa bir panorama verilecek olursa on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda gerçekleşen teknik gelişmeler ve bunların üretime uyarlanmasının sanayi/endüstri devrimi gibi radikal bir toplumsal değişime neden olduğu görülebilir. Bu toplumsal değişimin sosyal yaşam içerisindeki yansımaları ve sonuçlarını anlamak için yapılan açıklamalar, öne sürülen düşünceler bir yanda toplumsal düzenin nasıl kurulduğunu anlamaya çalışıyor diğer yandan toplumsal değişimin nasıl gerçekleştiği üzerine tartışmalar yürütüyordu. Sınıf kavramının ortaya çıkarak belli bir açıklayıcılık gücü kazanabilmesinin tarihsel arka planında söz konusu toplumsal değişimin rolü önemlidir.

Bu dönem aynı zamanda sosyolojinin bilimsel temellerinin kurulduğu dönemdir. Sosyolojinin klasik döneminde, birçok konuda olduğu gibi sınıf konusunda da hem öne sürdükleri fikirler hem de konunun temel hatlarını belirlemeleri bakımından, iki Alman düşünürün ismi ön plana çıkmıştı: Karl Marx ve Max Weber.

Marx ve Weber kapitalist toplum formunu, bir yandan insani özellikler bağlamında diğer yandan ise sosyal olgular ve ilişkiler çerçevesinde anlamaya ve açıklamaya çalıştılar. Bu nedenle Marx ve Weber üzerine yapılacak bir değerlendirmenin, nihayetinde bir toplum eleştirisine varacak olması kaçınılmazdır.

(23)

Bu eleştirinin felsefi bağlamı kapitalist var oluşun insani özellikleri ile ilgilidir, bir diğer ifadeyle insanın kapitalist toplum şartları içerisinde, kişi olarak, kendi var oluşuna ilişkin değişimleri içerir. Bu eleştirinin kuramsal bağlamı kapitalist var oluşun sosyal olgular ve ilişkiler çerçevesinde kendini üretmesi ile ilgilidir; bir başka ifadeyle toplumun, kapitalist toplum şartları içerisinde nasıl örgütlendiği, toplumsal yapıların ve kurumların niteliklerinin neler olduğu, toplumun tüm bileşenleri ile nasıl kurulduğu, değiştiği veya düzenlendiği gibi geniş çaplı bir dizi konuyu ele alır. Löwith (1999: 177) bu iki düşünürün “ekonomik açıdan kapitalist, politik açıdan da burjuva olan modern dünya”yı bütünlüklü olarak incelediklerini ve bu bütünlüklü incelemelerinin modernliğin bir sonucu olduğunu ima eder ve bu yaklaşımında haklıdır. Hegel’den ilhamla1 bu durumu tarihsel koşulların düşünürün düşünsel sınırlarını belirlediği savıyla da örtüştürebiliriz.

Marx ve Weber’in aynı olgu üzerine yaptıkları açıklamaların, birbirlerinden farklılaştığı her yerde, ayrışmanın temelde felsefi boyutla ilgili olduğu fark edilebilir. Felsefi bağlamdaki farklılaşmaların, toplumsal yaklaşımlarını ve oluşturdukları kuramları birbirinden farklı kılması kaçınılmazdır. Açıklamanın bu noktasında, felsefi farklılıklar sosyal olguların nesnel niteliğini yok eder mi, sorusu gündeme gelir. Bu sorunun kısa ve mutlak bir cevabı yok ancak bu soruya, her iki düşünürün de kendi kuramları içersinde tutarlı kanaatleri olduğunu söyleyerek cevap verilebilir.

1.4. Marx ve Sınıf Kavramının Konumu

Marx, genelde sosyal bilimlerin özelde ise sosyolojinin önemli isimlerinden biridir. Aynı zamanda sınıf olgusunu sistematik bir açıklamanın içine yerleştirerek onun bir toplumsal açıklama modeli haline gelmesini sağlamıştır. Bu nedenle sınıf konusunu Marx’a müracaat etmeden değerlendirmek mümkün değildir. Marx ve Marxist düşünürlerin önemli bir kısmının toplumsal sınıfların, toplumsal olanı

1

Hegel’e göre düşünür içinde yaşadığı çağdan bağımsız değildir: çünkü düşünürün bilinç durumu sadece geçmişten bugüne değin birikmiş olan tecrübe ve bilgilerle değil aynı zamanda bizatihi içinde yaşamakta olduğu çağın koşullarıyla da sınırlıdır.

(24)

açıklamadaki rolü üzerine çalışmış olmaları ise sınıf konusunun Marxizm ile bağlarının anlaşılması için önemlidir.

Marx’ın, konumuz açısından, sosyal bilimlere en önemli katkılarından biri sınıf, sınıf çatışması, sınıf bilinci, altyapı-üstyapı, üretim güçleri, üretim ilişkileri ve bunların perspektifinde geliştirdiği kavramlarıdır. Marx (ve Engels) bu kavramlar aracılığıyla toplumsal olanı çözümlemiş ve kuramlarını, yine bu kavramlar aracılığıyla, oluşturmuştu. Buna karşın sınıf kavramını yeteri kadar iyi bir biçimde tanımlamamak ve keyfi kullanmakla eleştirilmişlerdir.

Marxizm’in sınıf yaklaşımının dayandığı prensipleri görmeksizin, sınıf üzerinden bir eleştiri kurmak, kuramın dayandığı temel prensipleri göz ardı etmek anlamına gelir. Marx (ve Engels) kapitalist toplumun gündelik yaşam içerisindeki pratiklerini toplumsal üretim ve ilişkiler ağı içerisinde açıklamaya çalıştı ve toplumu, tarihsel bir sürecin mevcut andaki görüntüsü olarak değerlendirdi. Dolayısıyla tarih ve tarihsel olanın mevcut otantisitesi bağlamında toplumsal sınıfların tarihsel mütekabiliyetleri Marxist analiz açısından zorunludur2.

Marx, sınıfların ilkel toplumlardan itibaren var olduğunu ve sınıfsal çatışmanın tarihsel sınıflar aracılığıyla taşındığını öne sürmüştür. Ona göre sınıf çatışması, tarihin, tarihsel akışın ve sürekliliğin en önemli özelliğidir. Ancak sınıf kavramının Marx ile ilgisi, burada yapılan açıklamadan çok daha kapsamlıdır. Öncelikle belirtilmelidir ki, Marx sınıf kavramını kullanan ilk düşünür değildi, hatta sınıf teorisi, politik görüşleri Marx’tan oldukça farklı olan düşünürler tarafından daha önce çeşitli biçimlerde tartışılmıştı. Sınıf tartışmasına Marx’ın getirdiği özgünlük, sınıf ve sınıf çatışması kavramlarını kuramının merkezi haline getirmiş olmasıdır.

2

Toplumsal yapının sınıf ve sınıf çatışmasıyla olan bağı Komünist Manifesto’daki ünlü pasajda, Marx ve Engels (1998: 117) tarafından şöyle ifade edilir: “Günümüze kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı-karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman örtük, kimi zaman açık bir savaş, her kezinde ya toplumun tümüyle devrimci bir dönüşmesiyle ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir”.

(25)

Böylelikle Marx ile birlikte, sınıfların niteliği yeniden tanımlanmış oldu. Marx’a göre toplumsal sınıflar bilincimizi, eylemlerimizi, bakış açımızı doğrudan etkileyen yapılardı ve üretim araçlarının ürettiği ilişkiler periferisinde şekilleniyordu. Aynı zamanda sınıf çatışması “sadece kaçınılmaz değil aynı zamanda tarihsel süreç için gerekli”ydi (Walker ve Gray, 2007: 53–54).

Sınıf konusunun özel bir ilgi alanı haline gelmesinin nedenlerinden biri, Marx’ın (ve Engels’in) sınıf konusundaki tartışmalı tutumudur. Bu nedenle Marxist sınıf tartışması, hem Marxist düşünürlerin kendi aralarındaki tartışmaların hem de Marxizm’e yönelik eleştirilerin başlıca konularından biri haline gelmiştir. Marxizm içerisinde sınıf tartışması, Lenin’den Gramsci’ye kadar uzanan çok geniş bir yelpazede ve birçok farklı boyutla ele alınmaktadır.

Marxizm açısından bu konuda yapılan tüm tartışmalar, tarihin ne olduğu sorusuna verilen cevapla ilişkilidir. Komünist Manifesto’da açıkça ifade edilen “tarih = sınıf savaşımları” denklemi sınıfları tarihsel özneler haline getirmekte ve böylelikle tüm toplumsal oluşumları sınıflar üzerinden değerlendirmeyi teklif etmektedir. İşte bu nedenle sınıf kavramı, toplumsallığı anlamak için sunduğu açıklayıcılık gücüne rağmen, deterministlik/indirgemecilik itirazı ile karşı karşıya kalmıştır. Bir başka ifadeyle Marx (ve Engels) toplumsal analizlerini sınıf kavramına dayandırarak açıklaması, indirgemeciliğinin bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.

Elbette Marxist teoriye yönelik eleştiri indirgemecilik ile sınırlı değildir. Çoğu zaman Marxist teorisyenlerin kendileri Marx’ın sınıf teorisini eleştirmiş ve sınıfsız bir Marxist kuram üretmeyi hedeflemişlerdir3. Bu eğilimlerin dışında Marx’ın sınıf analizini kısmen kabul eden, kısmen eleştiren ve temelde sosyolojik anlamda sınıf analizinin imkanını arayan yaklaşımlar da mevcuttur. Dahrendorf (1976) toplumsal sınıfları anlamada bir yanıyla Marx’ın kuramına yaslanan ancak

3

Marxist sınıf kavramının geçerliliğini yitirmesi ve toplumsal çeşitliliğin, farklılığın yeni toplumsal örgütlenme biçimi olarak değerlendirilmesi ile ilgili olarak bkz. Laclau ve Mouffe (1992).

(26)

diğer yandan modern dünyadaki somut değişimlerini göstererek Marx’ın yaklaşımını eleştiren isimlerden biridir.

Dahrendorf’un klasik eleştirisinin4 bir boyutu, Marx’ın sınıf kavramına atfettiği öneme ve sınıf kavramının kapitalist toplumdaki rolüne ilişkindi. Ona göre Marx, kapitalizmi oldukça başarılı bir biçimde analiz etmesine karşın kapitalist üretim biçiminin toplumsal etki gücünü ve bu üretim biçiminin geliştireceği toplumsal yapıları, toplumsal kurumlar üzerindeki dönüştürücü gücünü ve toplumsal ilişkileri yeniden düzenleme biçimini hesap edememişti.

Dahrendorf (1976: 105) Class and Class Conflict in Industrial Society isimli eserinde Marshall ve Schelsky’nin çıkarsamalarını takip ederek sınıf teorisinin geçerliliğini yitirdiğini öne sürer ve yeni bir çatışma teorisinin kurulmasını önerir:

“(1) post-kapitalist toplumun dinamiklerinin, artık, Marxist sınıf çatışması kavramıyla ancak orta dereceli olarak tanımlanabilir, (2) temel haklardaki eşitlik, yaşam durumu ve davranış örüntüleri sınıf farklılıkları temelinden ayrıldı,

4

Dahrendorf (Poloma 1993: 116 – 118) Marx’ın kuramını yeniden değerlendirerek yeni bir yoruma ulaşır. Marx’ın kuramına ilişkin eleştirilerinden en önemliler ilki Marx’ın “sermayenin ayrışması”nı fark etmemesi ya da önemsememesidir. Bilindiği üzere Marx sermayeyi tek, yekpare bir yapı olarak kavrar ve onun idaresini üretim araçlarının sahiplerine devrederdi. Böylelikle mülkiyet ile kontrol aynı erk altında toplanmaktaydı. Dahrendorf şirketleşmelerin oluşması gibi örneklerin mülkiyet sahipliği ile mülkiyet kontrolünün birbirinden ayrıldığını söyleyerek Marx’ı eleştirir.

Bir diğer eleştirisi “emeğin parçalanması” ve belli bir sınıfın tekeli olmaktan çıkmasıdır. Marx proletaryayı emek sınıfı olarak değerlendirmekte ve ‘dünyayı imar eden’ bu insanların tek bir sınıfa mensup olduklarını, her birinin bir diğeri üzerine ikamesinin mümkün olduğunu söylemişti. Dahrendorf ise proletaryanın kendi içinde katmanlaşmaya uğradığını, bu nedenle homojen bir proletaryadan söz edilemeyeceğini öne sürer.

Dahrendorf’a göre, toplumsal yapıyı iki kutuplu sınıfsal yapıyla değerlendiren Marx “yeni orta sınıfın” gelişimini ve kendine özgülüğünü göremedi. Orta sınıfı, devrim zamanı geldiğinde proletaryaya destek olacak bir ara birim olarak değerlendirmeyi tercih etti. Marx’ın öngöremediği en önemli husus kapitalist toplumda çatışmanın kurumlar aracılığı ile düzenlenmesiydi.

(27)

(3) ayrıca, sosyal hareketliliğin olağanüstü bir biçimde şiddetlenmesi sürmekte olan dayanışma gruplarının biçimsel halini korumasını olanaksız hale getirdi, (4) bu yüzden (Marxist) sınıf teorisi açıklayıcı bir nosyon olarak değerini kaybetti ve esasında, eşit pozisyonları ve koşulları temel alan farklı bir sosyal çatışma teorisi ile yer değiştirmelidir.”

Marxizm’in sınıf kavrayışına yönelik bu ve benzeri eleştiriler bir yandan Marxist sınıf kuramını geliştirirken diğer yandan yeni sınıf kuramlarının üretilmesini sağladı. Bir başka ifadeyle, Marxist sınıf teorisinin eleştirisinin eleştirisi, sınıf teorisinin kendisini geliştirdi. Ancak çift kutuplu dünyanın çözülmesiyle sınıf teorilerinde ve sınıf konusuna dair yaklaşımlarda daha farklı yaklaşımlar gündeme geldi. Özellikle Marxist düşünürler, soğuk savaş dönemini oluşturan siyasal koşulların çözülmesiyle birlikte hem sınıf teorisini hem de sınıf kavramının içeriğini ve işlevini yeniden düşünmeye başladılar.

Marxist düşünürlerin, Marxist epistemolojiden kopmadan sınıf teorisi üretmesi başlı başına bir sorundur. Ancak bazı metodolojik revizyonlar sayesinde, sınıf teorisine yönelik oldukça tartışmalı iddialar öne sürülmüştür. Marxizm içerisinden geliştirilen iddialardan bir kısmı, günümüzdeki kapitalist modelin monolitik bir yapısının olmadığı temasını vurgulamaktadır. Toplumdan topluma ya da kültürden kültüre değişen kapitalist üretim modeli, artık içine girdiği toplumu kendine göre biçimlendirmeyip ilgili toplumun özgün formuna bürünmektedir. Bir başka iddia ise kapitalizmin artık sona erdiği ve post-kapitalist sosyoekonomik düzenin var olduğudur. Bu yaklaşıma göre post-kapitalist sosyoekonomik düzenin sınıf sorunu yerine farklılık, kimlik gibi sorunları vardır.

Marxizm’in sınıf teorisinin yerine ikame edilmeye çalışan bu yaklaşımların temaları birbirinden farklıdır. Örneğin sınıf teorisini, ideoloji sorunu gibi tek boyutlu perspektifler etrafında açıklayanlar olduğu gibi (Daniel Bell) tarihsel özne deneyiminin açımlanışı olan işçi sınıfının, ideolojik ve politik ilişkilerinin, sınıf

(28)

ekseninden koptuğunu/bağımsızlaştığını öne süren (Laclau, Mouffe, Aron, Giddens) yaklaşımlar da bulunmaktadır.

Gorz (1986) Elveda Proleterya isimli eserinde Marxizm’i epistemolojik bir temel üzerinden eleştirmiş ve Marxizm’in “proletarya illüzyonu” ürettiğini, mevcut durumun antagonist bir karşıtlığı aştığını ve üretici sermaye mantığının proletaryanın mantığı ile örtüştüğünü öne sürmüştür. Michael Hardt ve Antonio Negri (2001) ise, kısa süre önce, küreselleşmeye bağlı gelişmeleri emperyalizmin ortadan kalkması ve işçi sınıfının öldüğü şeklinde yorumlamayı tercih etmiş ve yerel ya da küresel iktidarlara karşı evrensel yurttaşlık hakkını kazanarak mücadele etmeyi teklif etmişlerdir. Böylelikle hem Marxizm’in enternasyonal vurgusunun pratik olanağını yaratmayı hem de kapitalist sistemi içinden çökertmenin stratejisini kurmaya çalıştılar. Bunun için yapılması gereken şey posse5‘in politik olarak gelişmesi ve olgunlaşması beklemek gerekir.

Marx’ın yaklaşımını temellendirdiği somut/toplumsal koşulların bağlamından kopartılarak farklı yorumlanması, yeni koşulların Marxist kuramın sınıf bağlamından bağımsız değerlendirilmesi, mevcut siyasal/toplumsal koşulların kurama montajlanması, ya da Marx’ın yaklaşımının doğrudan olumsuzlanması gibi durumlar Marxist sınıf kuramının açıklama gücünü yeni toplumsal kuramlara uyarlama çabasının temelini üretmiştir.

Marx’ın sınıf analizi, modern sınıf tartışmalarından çok daha sade ve anlaşılırdır. Bilindiği üzere Marx’ın sınıf analizi iki temel üzerine oturur. Birinci dayanak noktası nedensel tarih anlayışıdır. Bu tarih anlayışı, saçmalığa gitmeyen, tesadüf ile açıklanamayacak olan ve somut olguların karşılıklı ilişkileri içerisinde şekillenen bir tarih anlayışını içerir. İkinci dayanak noktası ise üretim araçları ve üretim ilişkileri ile ilgili klasik denklemdir. Marx’ın analizinde üretim denklemi,

5

Hardt ve Negri (2001: 407–410) posse kavramını “politik otonomculuğu ve üretici eylemliliği içinde çokluğu” ve “eylemlilik olarak” güce sahip olmanın yerine ikame ederler. Bir başka ifadeyle, Hardt ve Negri’ye göre posse, yeni politik öznenin kendisidir.

(29)

sınıfsal ilişkileri belirler. Dolayısıyla Marx’ın sınıf konusundaki yaklaşımı, bir yanda tarihin niteliği ile ilgili bir soruşturma diğer yanda ise üretim ilişkilerinin bilinci belirlemedeki rolünün kesişmesinin sonucu olarak ortaya çıkar. Giddens’ın (1999a: 29) ifadesiyle Marx’ın sınıflı toplum tasavvuru üretim ilişkileri çerçevesinde “birbirini belirleyen tarihsel değişimler zincirinin bir ürünü”dür.

Marx’a göre, feodalizmden kapitalizme geçiş örneğinde olduğu gibi, toplumsal tipler arasındaki geçiş süreci sınıf çatışmaları sayesinde gerçekleşir. Sınıf çatışmaları aynı zamanda toplumsal değişmenin başlıca sebebidir. Bilindiği üzere Marx, materyalizmin temel referanslarını kabul ediyor ancak bu referansları Hegelci diyalektik ile birleştiriyordu. Varlığın kendi çelişkisini kendi içinde gören diyalektik materyalist perspektifin toplumsal alana uyarlanması, her toplumsal durumun kendi iç çelişkisini kendi içinde ürettiği sayıltısına dayanır. Bu nedenle, Marx’a göre, kapitalizm kendi iç çelişkisini yine kendi içinde üretir ve sınıflar arasındaki çelişki ve çatışma, rekabet toplumunun yaratılması gibi toplumsal olguların mevcudiyeti toplumsal/sınıfsal çatışmanın kapitalist toplumdaki göstergeleridir.

Marx’a somut olarak gözlemlediğimiz bu çatışmanın, saf anlamda, sınıf çatışması olarak değerlendirilmesini sağlayacak bir sınıf tanımına sahip miyiz, sorusunu sorduğumuzda net ve açık bir cevaba ulaşamıyoruz. Bir başka ifadeyle Marx’ın sınıf tanımı nedir, sorusuna Marx tarafından verilmiş kesin bir tanım bulunmamaktadır. Bu nedenle Marx (ve Engels) sınıf kavramını sıklıkla kullanmasına rağmen sınırları belirlenmiş bir sınıf modeli kurmaması konusunda sıklıkla eleştirilmiştir. Giddens Marx’ın sınıf yaklaşımı konusundaki genel eleştirileri “üç etken kümesi” olarak ifade eder ve her birini genel özellikleri bağlamında tanımlar:

“Bunlardan birincisi; basit bir şekilde, terminoloji sorununa –Marks’ın ‘sınıf’ terimini kullanımında mevcut olan çeşitliliğe- ilişkindir. İkincisi; sınıf terimine itibar eden Marks yazılarında görülebilecek iki kavramsal yapılanımın

(30)

var olduğu gerçeğiyle alakalıdır: Bunlar, tüm sınıf sistemi tarzlarına ait olan sınıf hakimiyetinin soyut ya da ‘saf’

modeli, ve belirli toplumlarda sınıfların spesifik niteliklerinin daha somut tanımlanmalarıdır. Üçüncüsü; Marks’ın kapitalizmdeki sınıflar analizini kapsar; bu problem çok güçlü bir şekilde onun ilgilerinden kaynaklanır: Tıpkı Marks’ın ‘saf’ sınıf modellerinde olduğu gibi, kapitalizmin ve kapitalist gelişim sürecinin ‘saf’ ve ‘somut’ modelleri vardır” (1999a: 31).

Görüldüğü gibi Giddens (1999a: 29–38) Marx’ın sınıf kavramının yeterli tanımlanmadığını ve bu nedenle kullanımında belirsizlikler bulunduğunu öne sürmektedir. Yine ona göre hakim sınıf düşüncesinin aşırı soyut bir biçimde modellenmesi, sınıf olgusunun sadece belirli özelliklerinin ön plana çıkartılarak değerlendirilmesine neden olmakta ve diğer içerimlerinin göz ardı edilmesini sağlamaktadır. Marx, sınıf modellemesine benzer bir biçimde, kapitalizm ile ilgili kurduğu modelde de aşırı soyut genellemeler yapmıştır. Giddens açısından bu genellemelerin tümünün kurama egemen olması, sınıf tartışmasını karmaşık hale getirmektedir.

Marx’ın sınıf kavramını geniş bir içerikle kullanarak toplumsal olguların sadece somut bileşenlerini değil aynı zamanda onların bilince nüfuz eden tesirlerini de gösterdi. Bu nedenle, Giddens’ın öne sürdüğü gibi, sınıf kavramının geniş kullanılması bir sorun oluşturmaktan ziyade sınıf olgusunun sirayet ettiği tüm alanları ve toplumsal bağlamları göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Marx’ın sınıf kuramına göre sınıfsal aidiyetliklerin bulunmadığı bir toplumsal yapı düşünülemez, daha açık bir ifadeyle toplumsal temeller, sınıflar sayesinde var olur. Bu nedenle toplumsallığın oluşumda sınıflar birincil derecede önemlidir ve tüm toplumsal açıklamaların sınıfsal temeller bağlamında üretilmesi kaçınılmazdır. Bu durum Marx’ın sınıf kavramını tanımlayarak daraltmak yerine, kavramın

(31)

gidebileceği yeri görmek istediğini6 ve kavramın işlevini ön plana alan bir tutum/yaklaşım benimsediğini gösteriyor.

Marx’ın sınıf kavramını soyut/saf bir model olarak kurduğunun öne sürülmesi, sınıf kuramının toplumsal gerçekliği yansıtma konusunda başarısız olduğunu ima etmektedir. Aslında sosyal bilimlerin soyut modellemelerle çalışmaları Marx’a ait bir icat değildir. Ayrıca soyut modellemeler yapmak, günümüzde metodolojik prensiplerle işletilen bir süreçtir. Weber'in ideal tipleştirmeleri ile karşılaştırıldığında Marx’ın sınıf kuramı soyut/saf bir model olmanın ötesine geçer. Marx’ın sınıf modelinin soyut/saf kurulumunun somut temellerinin ihmal edilmesi kuramın kendini ifade etmesini engelleyecektir.

Giddens’ın Marx’ın sınıf kuramıyla ilgili yaklaşımı, Marx’ı anlamaya çalışmaktan ziyade, onu kategorize etmeyi amaçlar. Öncelikle vurgulanması gereken husus Marx’ın sınıf teorisindeki soyutlamaların somut temellere sahip olduğu ve kuramın tümünü içermediğidir. Marx’ın Kapital I, Fransa’da Sınıf Savaşımları ya da

Louis Bonaparte’nin 18 Brumaire’i gibi eserlerine bakıldığında sınıf konusundaki

somut analizlerin yapıldığı görülebilir. Bu nedenle Giddens’ın ‘soyut/saf model’ ve ‘antagonist sınıflar’ eleştirisi abartılıdır. Bilindiği üzere Marx, toplumsal gözlemlerinde birden çok sınıf ve sınıfsal konum belirlemekle kalmamış, bunlar arasındaki ilişkilere de dikkat çekmiştir. Her ne kadar eserlerinde bu sınıfların siyasi niteliklerine atıflarda bulunmuşsa da satır aralarında yapılan tahliller göz ardı edilmemelidir. Kuşkusuz Marx analitik bir düşünürdü ve bu nedenle

6

Belki de Marx’ın Kapital’in III. cildinde tartışmaya başladığı ancak sonlandıramadığı sınıf tartışmasının “Bir sınıfı oluşturan şey nedir?” sorusuyla başlaması sınıf olgusunun etkisini anlamak ve sınıf kavramını tüm boyutlarıyla açıklamak için önemli bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilir (Marx 2006: 776). Sınıfın ne olduğunu tanımlamak, sınıf gibi etken bir toplumsal olgunun anlaşılmasını güçleştiren bir etkiyi de beraberinde getirebilir. Bu nedenle göz önüne alınması gerekeninin kavramın tanımından ziyade hangi toplumsal koşullarda oluştuğunu ve süreklilik sağladığını tespit etmek olabilir. Böylelikle sınıf olgusunun toplumsal örgütlenişin ve işbölümünün içerisindeki konumu (aynı zamanda tanımı) tamamen o andaki tarihsel koşulların bağlamında şekillenecektir.

(32)

çözümlemelerini maddi gerçekliklerden hareketle kurmaya çalışıyordu. Dolayısıyla sadece toplumsal sınıfları tespit edip, belirtmekle kalmamış, aynı zamanda bu sınıflar arasındaki karşılık ilişkilerinden, bağımlılık ve farklılıklarından da söz etmiştir.

Giddens’ın ima ettiğinin aksine Marx’ın sınıf analizi, tek başına ve boşlukta duran bir sınıf olgusu üzerine kurulmaz. Marx’ın yapıtlarında yabancılaşma, sermaye, üretim, iş bölümü, emek, sanayi toplumu, ücret ve benzeri birçok sosyal olgunun görüntülendiği toplumsal alanın genel çerçevesini betimleyen olgu, sınıfın bizatihi kendisidir. Bu nedenle Marx’ın ve Marxizm’in burjuva ya da proletarya kavramlarının oluşturulmasını basit zihinsel mütalaalara indirgeyerek açıklamaya, yorumlamaya çalışmak, sosyal gerçekliğin kurulumunda farklı bir perspektifin bakış açısıyla mümkündür7. Bir başka ifadeyle Marxist sınıf kuramını reddetmek aynı zamanda kuramın sunduğu toplumsal perspektifi reddetmek anlamına gelir. Marx’ın buna eleştirisi “burjuva bilimi” yani burjuva sınıfının değerleri etrafında oluşturulmuş ve burjuva sınıfının çıkarlarını ön plana alan bilim, şeklindedir.

Özetleyecek olursak Marx ve Marxizm’in sınıf konusundaki yaklaşımları bir yandan tarihsel diğer yandan siyasal süreçlerle ilişkilidir. Marxizm’in eleştirel bir metodolojiye sahip olması, kendisinin de sürekli eleştirilmesini gerektirdiği için sınıf teorisinde dogmatik bir yasaya henüz ulaşılamamıştır. Bu nedenle sınıf olgusunu sabit/donuk bir sınıf tanımı çerçevesinde belirlemeye çalışmak anlamlı değildir.

Bunun başlıca göstergelerinden biri ne Marx’ın ne de Engels’in sistematik sınıf tanımı ihtiyacında olmamalarıdır. Bunun yerine, sınıf kavramını toplumsal oluşumun içinde tamamen işlevsel bir biçimde kullanmışlardır. Özellikle Marx’ın (1996) Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848 – 1850 isimli eserinde açıklıkla görülebileceği gibi, birçok farklı sınıfsal pozisyon, sosyal-siyasal ayrışmalara bağlı

7

Singer’ın (2000: 31) belirttiği üzere, nihayetinde Marx “proletarya düşüncesini felsefesine uyacak şekilde, felsefesini [ise] yeni keşfettiği heyecanlarla uyumlu olarak işçi sınıfı ve onun devrimci fikirlerine uyarlar”, öyleyse tek başına, bağımsız bir sınıf düşüncesini doğru değildir. Bu nedenle sınıf kavramını bağımsız bir sosyal analiz biçimi olarak değerlendirmek Marxist yaklaşımı, Marx tarafından baştan reddedilen bir yaklaşımla değerlendirmek olduğunu söyleyebiliriz.

Şekil

TABLO 5: Doğduğunuz Yerin Yerleşim Tipi
TABLO 7: Annenizin Eğitim Durumu
TABLO 8: Eğitim Durumunuz
TABLO 9: Mesleğiniz
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu olgu sunumunda, maksiller üst ikinci molar diş- ten orijin alan, sağ maksiller sinüsü dolduran ve oroantral fistüle neden olan radiküler kist vakası sunuldu.. Anah tar S z c

• Devlet, kendine sadık yurttaşlar yetiştirmek için, toplumsal kuruma ait olan eğitsel örgütleri, kendi yönetimi altına almaya, bunları çoğaltarak ülke düzeyinde

 Böylece toplumsal cinsiyetin nasıl toplumsal, kültürel olarak inşa edildiği; farklı bağlamlarda nasıl farklılıklar taşıdığı, bu farklılığın nasıl eşitsizliğe

Çalışmanın diğer bir amacı ise, siyaset bilimi, siyaset psikolojisi ve sosyoloji gibi farklı disiplinlerde gerçekleştirilmiş olan çalışmalardan yararlanılarak,

“Fırsat eşitliği”: Batının demokrasi geleneğinin en yaygın eşitlik tipi olan fırsat eşitliği, toplumsal kurumlara girme hakkının başarı ve yeteneğe bağlı olarak

This paper presents the results of Dubai Groundwater well survey and soil salinity field data collection using ModeflowMap, a powerful and an enterprise solution

Jasa Asuransi Indonesia (Jasindo), and PT. Jiwasraya in the city of Bandung), (3) How the influence of work conflict and leadership behavior on employee performance (study at

Araştırmanın bağımlı değişkenleri çatışma giderim biçimleri (zorlama, kaçınma, uyma, uzlaşma, işbirliği) ve bağımsız değişkenleri bağımlı-bağımsız