• Sonuç bulunamadı

Oda'dan:İzmir subesinde Sinan haftası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Oda'dan:İzmir subesinde Sinan haftası"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

[T

f T l/¡ i\p r r

P

7

U L .

U 1

Ü JÜ .3 l i i

(2)

B il R e k la m 1 8 48 1 6 A N K A R A

ylibetaş

hazır Konut ca asara

99

yükselconcreteproductsco. inc.

M ®

YÜKSEL BETON SA N A Yİ VE TİCARET A.Ş.

" \

YÜ BETAŞ, TEK VE ÇOK KATLI H A Z IR KONUT Ü R ETİM İN D E ÇAĞ DAŞ BİR TASARIMI G E R Ç EK LEŞTİR D İ

YÜ BETAŞ TEKNOLOJİSİ üç boyutlu modüler hücre sistemidir. Fabrikasyon Hücreler, treylerlerle ambalajlanmış ola­ rak inşaat alanına taşınır ve önceden hazır­ lanmış alt yapı üzerine monte edilir. Her üç yönde birleştirilebilen standart modül­ lerin sınırsız kombinasyonları, mimari ta­ sarımları ve iç mekân kullanımını sınırlan­ dırmaz.

H Ü C R ELER , 2.80x9.60 m ölçülerindedir. Taşıyıcı konstrüksiyonu ön gerilmeli yük­ sek mukavemetli betonarme betonudur. Duvarlar ve tavan sese ve ısıya karşı direnç­ li perlit betonundan imal edilmiştir. Hüc­ reler fabrika presizyonuyla tüm tesisatı da­ hil olmak üzere doğrama, cam, döşeme ve duvar kaplamaları tamamlanmış ve boyası bitirilmiş olarak montaj'a hazır hale geti­ rilmektedir.

YÜBETAŞ H IZ L ID IR , üretim ve montaj kapasitesi günde 4, yılda 1000 konuttur.

YÜ BETAŞ U CUZDUR, fabrikasyonla

malzeme ve işçilikten önemli ölçüde tasar­ ruf sağlanır. Projeler ücretsiz olarak Y Ü ­ BETAŞ tarafından yapılmaktadır. YÜBETAŞ K O LA YD IR , Hücreler,anında monte edilerek konutlar kurulmaktadır. YÜBETAŞ EM N İY E TL İ VE ÜSTÜN V A ­ S IF L ID IR , 1. derece deprem bölgelerinde dahi çok katlı inşa edilebilmektedir. YÜBETAŞ Teknolojisi ile yalnız konutlar değil BÜROLAR, O K U LLA R , B AN K A ­ LAR BUNGALOV ve MOTELLERDE ça­ buk, ucuz, kolay inşa ^dilmekte v# yatı­ rımlar anında kâra geçmektedir.

M E R K EZ/H EA D O FFIC E: A N K A R A , K A V A K L ID E R E , TU N A İ-I H İL M İ CAD. KUĞULU İ$ HANI B BLOK 155-156

TEL : 27 79 30 27 57 16 TELEX : TK. MK. TR . 42493

(3)

28---A T Ö L Y E

77

- * * £ , 5 « ,

Kaliteli insaatlann

Kalite göstergesi

Pis Su Boruları Sert plastikten, koku yapmaz, sızdırmaz,

boya istemez... Binaiçi tesisatlarında vazgeçilmez

eleman...

Yağmur Dereleri Görünüşü güzel, malzemesi

sağlam’ yüksek akışkanlı, her çatıya uygıin...

inşaattan tarıma

Kalitenin gerçek adı'

(4)

İ Z O C A M

tasarruftur...

İzocam ile yalıtılan yapılarda

• Daha küçük yüzeyli kalorifer kazanı. • Daha az sayıda kalorifer dilimi.

• Daha küçük boyutlarda pompa ve boru. •V e dolayısıyla daha az yakıt tüketilir.

Yapınızı ve paranızı İzocam ile koruyunuz.

Teknik Danışma Bürolarımız Ücretsiz Emrinizdedir.

İstanbul Ankara İzmir Bursa Trabzon Adana 43 5 0 5 0 2 6 8 0 8 9 1 3 4 8 59 12 470 23 98 2 29 80

(5)

“ hırsızın açamadığı kilit”

K A L E K İLİT

GÖMME KAPI KİLİDİ

Ahşap oda k ap ıların d a k u llanı­ lır . A nahtar nikel kaplam a, yay­ la r hakiki yay çeliğindendir. Ki­ lit göbekleri tam am en d em ird en ­ d ir.

D ar tip:50m m Kod No. 158 Geniş tip: 6 5 mm Kod No. 151

SÜPER KAVRAMALI İSPANYOLET GRUBU Bütün p e n c e re ve d ışa açılan k a p ıla rd a ra h a tlık la k u lla n ılır. P e n c e re d o ğ ra m a la rın ı ve k a ­ p ıla r ı defo rm e etm ez ve iç e r i su g e ç irm e z .

Kod No. 159 TS ] 79/ 2 -3

EKSTRA GÖMME ODA KİLİDİ Ahşap oda k a p ıla rı için h a z ır ­ la n m ış tır. Özel fırın boyalıdır. Nikel kaplı d e m ir a n a h ta rlıd ır. Y aylar hakiki yay çeliğindendir. Kod No 151 /A dİ

t?

m 1

'4

II 1 ji fi! r f i k ü İ ıı! T TS 179/3

Atatürk Caddesi, Başaklı Sokak N o :24 Güngören-İstanbul Tel-,75 1578/75 1579/757008 ha

s re kl am 4 4 5 5 6 6

(6)

ETERNIT

FARKLIDIR.

Malzeme üreticisinden

1. sınıf bir ürün ve

1. sınıf teknik hizmet bekliyorsanız,

Eternit kullanmalısınız.

Eternit farklıdır.

Hem ürünleriyle,

hem satıştan sonra da süren ücretsiz hizmetleriyle.

Yararlanın.

Uluslararası normlara ve TSE standartlarına uygun Eternit Ürünlerinden örnekler

• 6 oluklu çatı, cephe levhaları ve özel parçalan • Eternit Marmara (Renkli, oluklu çatı levhaları)

• Kanaleta (% 5’e kadar eğim verebilen, taşıyıcı konstrüksiyonda ekonomi sağlayan çatı ve cephe kaplama elemanları)

• Cephe kaplama düz levhaları (istenilen renklerde) • Çeşitli profillerde ve düz plak asma tavan elemanları • izoternit (yanmaz, ısı yalıtım değeri yüksek levhalar) • Çeşitli biçimlerde bahçe ve çiçeklik elemanları • Su depoları (250-2000 İt.)

• Basınçlı boru manşon ve özel birleştirme parçaları

(2,5 - 17,5 atü ve 80 - 2000 mm iç çaplı ve 5 m'ye kadar boyda) • Kalıplık borular (istenilen boyutlarda)

• Altyapı tesisat galerisi boruları (0 2000 mm’ye kadar) • Kuyu boruları

KARAMÜRSEL

a r v> ‘f a r k l ı d ı r f

ETERNİT SANAYİ A.Ş.

Büyükdere Cad. Beytem Han Kat: 9 ŞİŞLİ-İSTANBUL

Tel: 46 20 30 (3 Hat)

ANKARA BUROSU

Mithatpasa cad. 6 2 / 1 1 YENİŞEHİ R Tel : 1 7 64 34 Telex: 42830 etn tr

(7)

8 2 /5 - 6 Y I L : 2 0 - S A Y I - . 1 7 9 - 1 8 0

T M M O B M im a rla r O dası ta ra fın d a n ayda bir y a y ın la n ır.

Y A Y I N Y E R İ :

K o n u r S o k a k 4 , Y e n iş e h ir, A n k a r a . T e le fo n : 2 5 5 2 8 3

M im a rla r Odası İz m ir Ş b . T e l: 21 89 9 5

M im a rla r O d ası i stanbul Ş b . T e l: 4 5 16 6 6

4 5 0 8 4 5 S A H İB İ V E Y A Z I i Ş L E R İ M Ü D Ü R Ü H a ld u n E r te k in Y A Y I N K O M İT E S İ B e h iç A k A k ın A ta u z H a ld u n E rte k in N a z a n K a v u k ç u B U S A Y I Y I B A S K IY A H A Z I R L A Y A N L A R M e tin A yg ü n H a ld u n E r te k in N a za n K a v u k ç u D İZ G İ E R A T A ja n s 3 0 2 5 6 2 - A n k a ra F İ L M , M O N T A J , K A L IP , B A S K I T A K I O F S E T L T D . Ş T İ . 13 8 2 9 3 - A n k a ra K A Y N A K G Ö S T E R İL E R E K A L I N T I Y A P I L A B İ L İ R A B O N E K O Ş U L L A R I :

M im a rla r O d as ın ın T ü r k iy e 'd e k i üy e le rine parasız g ö n d e rilir. S ayısı 1 5 0 T L . , ö ğ re n c ile re 7 5 T L . Y ı l l ı k a b o n e 1 .5 0 0 T L . , ö ğ re n c ile re 7 5 0 T L . Y u r t d ış ı y ıll ık a b o n e 2 5 A B D D o la rı. İ L A N T A R İ F E S İ İ ç s ayfalar A r k a k a p a k iç i ö n k a p a k iç i A r k a k a p a k 2 5 . 0 0 0 T L . 3 5 .0 0 0 T L . 4 0 . 0 0 0 T L . 5 0 .0 0 0 T L . B u fiy a tla r , ek ren k k u lla n ılm a k s ız ın , siyah y a da herhangi bir ren kle baskı y a p ıld ı­ ğ ın d a g e ç e rlid ir. i ç s ay falarda e k re n k k u lla ­ n ılm a z . E k ren k k u lla n ıld ığ ın d a , h er bir ek re n k iç in 1 0 .0 0 0 T L . ek ö d em e y a p ılır. R e n k süzümü is te n iy o rs a , ayrıca 1 5 .0 0 0 T L . ö d e ­ n ir. R e k la m la r ın , 2 0 x 2 4 cm b o y u tu n d a ve p o z itif film o la ra k gö n d e rilm e si g e re k ir. F ilm g ö n d e rilm e m e s i d u ru m u n d a , film bedeli re k ­ lam veren k u ru lu ş ta ra fın d a n a y rıc a ö d e n ir.

KAPAK

Mimarların, III. Murad in önünden Süleymaniye'nin maketini geçirmelerini betimleyen 16. yy. Osmanlı Minyatürü, (Surname, Topkapı Sarayı Müzesi kitaplığı, H. 1344)

2 M İM A R LIK TA N

3 ŞEVKİ BALMUMCU VE YAŞAMI

M arufönal

5 ŞİRİNKÖY: Y A DA KÖYDE APARTMAN IV

Cengiz Bektaş

10 BERİTANLI AŞİRETİ - MEKANSAL ÖRGÜTLENME III

Meral Köroğlu

16 'KATILIM 'Ü ZER İN E

Sümer Gürel

17 TARİHTEN BİR YAPRAK: MÜHENDİSHANE-İ SULTANİNİN TESİS VE TEDRİSATA BAŞLAMASINA AİD ÜÇÜNCÜ SULTAN

SELİM’İN FERMANI -1794-1

Cemal Bora

20 SİNAN HAFTASI NEDENİYLE

Ziyaeddin Bilgin

22 MİMAR SİNAN'IN YAŞADIĞI DÖNEMDEKİ

OSMANLI - TÜRK KENTİ HAKKINDA KISA BİLGİLER

ö zer Er genç

25 MİMAR SİNAN'I ANARKEN

Arif Hikmet Koyunoğlu

27 OSMANLI İMPARATORLUĞUMUN ÜÇÜNCÜ YÜZYILINDA -M İM AR SİNAN D E V R

İ-llber Ortaylı

29 16. YÜ ZYIL OSMANLI YAPILARINDA GÖRÜLEN

MİMARİ SÜSLEME PROGRAMLARINDA MİMAR SİNAN'IN KATKISI VAR MIDIR?

Filiz Yenişehirlioğlu

36 SİNAN HAFTASINDA MUĞLA

Oktay Ekinci

37 ODA'DAN

Y A Y I N L A N A C A K Y A Z I L A R D A A R A N A C A K N İ T E L İ K L E R

M İ M A R L I K dergisi, her tü r tasarım (e n d ü s triy e l ta s a rım , y a p ı ta s a rım ı, k e n t ta s a rım ı ve ö te k i çev re ta sa rım ı k o n u la rı), y a p ı ü r e tim i, y a p ı f iz iğ i, res to ra s yo n , k e n t ve bölge p la n la m a çevre s o ru n la rı, m im a r lık ta rih i ve k u ra m ı m es lek a la n ın a giren y u r t s o ru n ları ile m im a rla r to p lu lu ğ u n u n s o ru n ların a iliş k in y a z ı, desen, k a r ik a tü r , fo to ğ r a f vb. y a y ın la n a b ilir m a lz e m e ­ ye a ç ık t ır . A n c a k , b u n la rın daha önce başka b ir y a y ın o rg a n ın d a y a y ın la n m a m ış olm ası ge­ re k ir.

Y a z ıla r ın 5 - 7 d a k tilo sayfası h a c m in d e ( 1 0 0 0 - 1 5 0 0 k e lim e ), ç if t a ra lık la d a k tilo e d il­ m iş olm ası ve ik i k o p y a o la ra k g ö n d e rilm e si g e re k lid ir. D ip n o tla r b ir te k n u m a ra sırası iç in d e n u m a ra la n m a n ve y a z jn ın en sonunda v e r ilm e lid ir. R esim ve ç iz im le r iç in de b ir n u m a ra la m a y a p ılm a lı ve y a zı İç in d e bu n u m a ra la rla a n ılm a lıd ır la r . R es im ler p a rla k k ağ ıd a basılm ış o lm a ­ lıd ır. N e g a tif film ve d ia p o z itif d e g ö n d e rile b ilir. Ç iz im le r ise a y d ın g e r ya da p a rla k b ir k a ğ ı­ da siyah m ü re k k e p İle ç iz ilm iş o lm a lıd ır .

Y a y ın la n a n m a lz e m e iç in İs ta n b u l T e k n ik ü n iv e rs ite s in d e u y g u la n a n y a y ın y ö n e tm e li­ ğ in e gö re ö d em e y a p ılır .

(8)

Mimarlık'ın bu sayısı ağırlıklı olarak Sinan'a ayrıldı. Si­ nan Haftası, bu yıl, Ankara ve İstanbul’da izin alınamaması nedeniyle, yalnızca İzmir'de kutlanabildi. Haftaya, Ankara' da, konuşma« olarak katılacak olan İlber Ortaylı, Filiz Ye- nişehirlioğlu ve özer Ergenç çalışmalannı Mimarlık için derlediler. Bize yazılarıyla sürekli katkıda bulunan A. Hik­ met Koyunoğlu'nun ve İzmir'den Ziyaeddin Bilgin’in Sinan üzerine yazılarını zamanında aldık. Muğla'nın yerel gazetesi Devrim'de yayınlanan Oktay Ekinci'nin yazısı, Sinan Hafta- sı'na, Sinan'ı anmaktan öte, nasıl bakmamız gerektiği konu­ sunda bizleri uyarıyor.

Dizi yazılar, "Şirinköy: Ya da Köyde Apartman" ile,

"Beritanlı Aşireti - Mekansal örgütlenme"devam ediyor. Bu sayıda yeni bir diziye başlıyoruz: Cemal Bora'nın yoğun bir çalışma sonucu elde edebildiği ilginç belge "Mühendis-i Sul tani’nin Kuruluşuna ait 3. Sultan Selim'irı 1794 Tarihli Fer­ manı"Tarihten Bir Yaprak köşesinde yerahyor. Bu çalışma Türkiye'de mühendisliğin ve mimarlığın tarihini araştıranla­ ra bir ışık tutacaktır sanıyoruz.

Son olarak, Sümer Gürel, 82/1 sayısında yeralan Mübec- cel Kıray’ın seminer konuşması "Toplum, Toplumsal D eğiş­ me ve Katılım " üzerine bir tartışma açıyor.

Mimarlık'ın bu sayısı, yazıların bütünlüğünün korunma­ sı ve sürekliliğin sağlanması amacıyla, çift sayı olarak düşü­ nüldü. Bu, aynı zamanda, sayfa sayısının artırılmasına yöne­ lik bir deneme niteliği de taşıyor, ö te yandan, Mimarlar Odası yeni dönem etkinlikleri içinde hedeflenen yerleşik çalışma birimleri (Sürekli Çalışma Grupları), programlarını oluşturmak üzere, çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu gruplar, kent, çevre, konut, mesleki uygulama ve üye sorunları ile mimarlık eğitimi, mimarlık kuramı/tarihi, sanat, haberleşme ve çeviri grupları olarak saptandı. Son iki grup diğer çalış­ ma gruplarına teknik sekreterlik görevi üstleniyorlar aynı za­ manda. Konularında bilgi birikimi/aktarımı ortamı ve tartış­ ma platformları oluşturmayı amaçlayan bu grupların katıl­ mak isteyen herkese açık olduğunu duyurmak isteriz.

(9)

şevki

balm um cu

ve yaşam ı

Maruf ÖNAL Z e k i S a y a r, Ş e v k i B a lm u m c u , M a c it K u ra l ( 1 9 3 3 ) A n k a ra S ergievi y a p ım sırasında

20 Nisan 1982 sah sabahı ülkemizin ünlü, ama çileli mimarlarından birini yitirdik, 21 Nisan'da da onu toprağa verdik.

Bu mimar uzun yıllar kişisel üzüntü­ leri, yalnızlığı ve "hüznü" ile içiçe ya­ şadı.

Notları arasında bir sayfada yer alan dizelerde şunlar yazılı:

"Bütün insanları ayırım gözetmeksi­ zin ne ölçüde mutlu etmek isterseniz, o ölçüde mutlu olursunuz."

"Esenlik dolu bir dünya oluşturma, çağımızın onurunu ilgilendirir."

"Günlerin bayağılıkları içine düş­ mekten tann bizleri korusun."

"Ne zeki, ne mağrur değilim, güna­ hım samimiliğ imdir."

ölümlerin en acı yanı, yararlı bilgi ve deneyimler taşıyan kişilerin, biri­ kimlerini yaşadıkları çevreye yansıla­ madan yok olmalarıdır.

Balmumcu da bunlardan biri idi. Erdemli aydın kişi olarak çevresiy­ le, daha doğrusu bay ağ ıh k ve ilkesiz­ liklerle uyum sağlayamadığı için, ku­ rumlarca dışlandı, kimsesizliğe itildi.

Uyumsuzluğunun bedelini işsiz ve yoksul kalarak ödedi. Ama, Cumhuri­ yet başlangıç döneminin yurtsever ve Kemalist ilkelere bağlı aydını olarak

yaşadı, öylece de öldü.

Son Osmanlı gelenekleri, Birinci Dünya Savaşı'nm eziklikleri, Kurtuluş Savaşı’nın coşkusu, Kemalist Türkiye' nin gelişme ve dönüşme aşamalarını birlikte yaşayan, kendine özgü biçim­ de yorumlayarak değerlendiren bir ki­ şiliği vardı.

Bu kişilik içinde mimarlığı ve mi­ marlık mesleğini içtenlikle benimsiyor, onu yüce tutanların başında geliyordu.

Olayların nedenlerine ve nesnelere olan ilgisini son günlerine kadar coşku içinde sürdürdü ama, uyum içine gire­ medi.

Sınıf arkadaşları, hocaları ve onlar dışında tamdığı bütün meslektaşlarının yapıtları, başarılan ve üzüntülerini ya­ kından izlerdi. Yanlışları ve ilkesizlik­ leri üzülerek, yapıcı yolda eleştirirdi.

înançlanndan sapmadı, mesleği için ödün vermedi, işveren çevrelerin peşin­ de koşmadı, iş koparmak için rekabet­ çi bir tutum içine girmedi.

Kemalist ilkelere bağlı mimari çalış­ malarında özellikle ulusal ve uluslarara­ sı proje yanşmalarmda üstün başarılara ulaştı.

En önemli yapıtı "Ankara Sergievi" binası idi.

Bu yapının projeleri

(10)

T ü r k T a y y a r e C e m iy e ti b in a sın d a n g ö rü nüm ler

arası yarışmaya çıkarıldı. Yarışmaya 10 yabancı, 16 Türk olmak üzere top­ lam 26 takım proje katıldı. Çağdaş ve ileri bir yorum getiren Balmumcunun projesi birinci ödülü kazandı.

O yıllarda Türk mimarlarının ulus­ lararası yarışmalarda başarılı olması ge­ niş yankı uyandırdı. 19 33'te "Hakimi­ yeti Milliye" gazetesinde yazar Falih Rıfkı, Türk mimarlarının, bu arada Mi­ mar Şevki’nin başarısını öven yazılar yayınladı.

"Ankara Sergievi" binası projesine uygun olarak gerçekleştirildi. Bu yapı daha sonra Nazi Almanyasınm ünlü mi­ marı Prof. Paul Bonatz tarafından "An­ kara Devlet Operası Binası"na dönüştü­ rüldü. Yapıyı çağının gerisine götüren bu dönüşüm onu derinden yaraladı ve etkiledi. Bu yaranın sızısını ölünceye kadar yüreğinde yaşadı.

1934'te 18 projenin katıldığı "Sü- merbank" binası uluslararası proje ya­ rışmasında 4 .'lüğü kazandı.

Diploma numarası 370 olan Şevki Balmumcu;

1905'te İstanbul'da Beykoz'da doğ­ du. Ünlü ve büyük malvarlıkîı Balmum­

A n k a r a S e rg ie v i'n in b itm iş d u ru m u ( 1 9 3 5 )

cu ailesinden olduğu halde, sadece Telgrafçı Eşref Balmumcu "nun oğlu­ yum derdi. Babasınm Mustafa Kemal'in telgrafçıları arasında yer almasından onur duyardı. Beykoz, Çanakkale, Konya, Kütahya'da Kurtuluş Savaşı’ mn ezgisi, yoksulluk ve yorucu koşul­ lar içinde babasıyla geçirdiği günleri çocukluğunun en önemli anılan olarak yansıtırdı.

1928'de "Güzel Sanatlar Akademi­ sin d en mimarlık diploması aldı.

1928, 1930’da Yalova kaplıcasının onanmı işinde "Akay İşletmesi’’nden önce, "Seyri Sefain Umum Müdürlü­ ğümde çalıştı.

1930, 1932'de "Türk Tayyare Ce­ miyeti", "Bursa Sinema ve Tiyatro Bi­ nasının kontrol mimarı vekili olarak görev aldı. Bu arada Elazığ sinema bü­ ro binası proje yarışmasında 1. ödülü kazandı.

1932,1933'te askerlik görevine alın­ dı.

1933, 1935 yıllan arasında, daha sonra Opera’ya dönüştürülen "Sergi­ evi" binasının proje yarışmasında 1. ödülü kazandı ve mesleki kontrollüğü­

nü yaptı. Bu arada "Tokat Atatürk Anı­ tı Kaidesi" ile, "Terzili Kaplıcası, Oteli Proje Yarışmasında l.'lik ödüllerini kazandı.

1935 sonunda "Akay İşletmesi", "Müşavir Mimarlığı"na atandı.

1935, 1936'da "Çocuk Esirgeme Kurumu"nun "Ankara Kapalı Havuz, Sinema ve Büro Binası" proje yarışması­ na katıldı ve 1. ödülü kazandı.

1936, 1937’de, "Samsun Halkevi" proje yarışmasında 2. ödülü ve "İstan­ bul Yolcu Salonu" binası proje yarış­ masında l.'lik ödülünü kazandı.

1937, 1938'de "İnhisarlar Umum Müdürlüğü" İnşaat Şubesi kontrol şefi oldu.

1 9 3 8 ,1939’da 'İnhisarlar Um.Md." Paşabahçe fabrikasının on işinin kont­ rollüğü görevini aldı.

1939, 1940'ta serbest mimarlığa başladı ve işsizliği nedeniyle bürosunu kapattı.

1940,1941 'de ikinci kez askere alın­ dı.

1941, 1944'te Tekel Genel Müdür­ lüğünde İnşaat Şubesinde büro şefliği görevine getirildi.

1944, 1945'te üçüncü kez askere alındı.

1945, 1947'de Tekel Genel Müdür­ lüğündeki işine devam etti. Bu arada Halk Partisi tarafından kendisine veri­ len Konya Halkevi binası projelerini düzenledi.

1947, 1958'de Tekelden ayrıldı, ye­ niden bağımsız olarak çalışmaya başla­ dı. önemli bir iş alamadı. Çalıştığı, da­ ha doğrusu bürosunu açık tuttuğu yıl­ larda Mâliyeye vermiş olduğu yıllık "beyanname"lerde çizelgenin gelirler bölümünde "yok"lar yazılıdır. Bu yılla­ rı yokluk, beklenti, umutsuzluk, açlık ve yersizlik içinde geçti. Uzun soğuk kış gecelerinde İstanbul sokaklarında sabaha kavuşmak için yalnız başına üşüyerek dolaştığı çok oldu.

1958'den 1982 Nisan ayının 20. gü­ nü sabahına kadar geçen 24 yıl içinde, inançları ve ilkeleri dışında herşeyini tüketerek yaşadı. Kurum ve örgüt des­ teğinden yoksun kalmış tipik bir aydın küçük burjuvanın, ama erdemli bir kü­ çük burjuvanın acıklı serüvenini yaşa­ dı. Belki çok sayıda yapı yapamadı, yaptıkları kitapları doldurmadı ama, il­ keli tutum ve davranışları, aydınlıklar içinde oluşu ile bence, ülkemizin bü­ yük bir mimar kişisi idi.

Bir hoca olarak ondan çok şey öğ­ rendim. Ona çok şey borçluyum. Tan­ rı rahmetini üzerinden eksik etmesin.

(11)

şirinköy: ya da köyde apartm an

Cengiz BEKTAŞ

YAPI OLUŞUMU,

İŞVEREN - USTA İLİŞKİLERİ

Sosyal yaşam bölümünü okurken sa­ nırım çekirdek ailenin evinin nasıl bü­ yüdüğünü ya da çoğaldığım aktarabil­ dim. Orada sözünü etmediğim yaşla­ nan evin yenilenmesi. Ev iyice yaşlanıp oturulamayacak duruma geldiğinde bahçenin bir başka yerine yeni ev ya­ pılıyor. Nasıl mı yapılıyor? Usta çağrı­ lıyor... Ya da usta dolaşırmış "ev yap­ tıracak olan var mı?" diyerekten... Al­ manya'da Hamburg kentinden çıkan marangozlar, sırtlarında bir torba için­ de aletleriyle dolaşırlar, nerde iş bulur­ larsa orada kalırlarmış; o iş bitinceye dek... Almanya'da, böyle çalışanlar için "Hamburglu marangozlar gibi" sözü bir deyim olmuştur bir bakıma...

Yarangümeli (Tavaslı) ustalar da böyle...

Denizli’de, 100 km. çevresinde, bir çok evin ustasının Yarangümeli oldu­ ğunu saptadım. Bunların gerek taş iş­ çilikleri,

gerek ahşap işçilikleri

nerdeyse hemen belli oluveriyor...

(12)

r?s*$E‘j*yj

m m k - t f r

T.?.

Adamın yüzüne gülüveriyor... Şirinköy'de de gördüğümüz evlerin tümünü Yarangümeli ustalar yapmıştı. Tavaslı Osman Usta, onun oğlu Emin Usta, Selim Usta. 1950'lerden, 1960' lardan adları hâlâ anılan ustalar... Köy­ de bugün de hiç usta yok. Ancak ufak tefek işler yaptırılabiliyor köyde. Köy­ lüler "Eski ustalar yok artık, şimdi ipi gerip malanın sapına yapışan usta olu­ yor" diyorlar. Bacayı yanlış ördü diye çırağı olan oğlunu damın tepesinde döven Tavaslı usta (1954'te) anlatılı­ yor bugün de...

işveren, ustalara ne istediğini anlatı­ yor. Usta ile işveren yapılacak düzeni, işi, birlikte kesinleştiriyorlar. Ustanın aletleri kendinden... Götürü çalışıyor. Ev halkı birlikte çalışıyorlar; ustanın yemeği de evden veriliyor. (Ustalar köyde çalışırken camide yatıp kalkı­ yorlar.) Bütün bunlar en ekonomik çö­ zümleri getiriyor doğal olarak (1950'

(13)

de iki katlı 8 odalı bir ev 650 TL’sına çıkmış). Gündelikle de çalışılıyor. (1966'da 25 TL imiş gündelik, bir ev 10-15 bine çıkıyormuş.)

Kısacası'kullanıcı hem tasarıma hem de yapıma katılıyor. Ortaya çıkan iş, isteğine, kendine, sonuna dek koşut oluyor. Ustaların buralı olmayışı nede­ niyle herhangi birini arayıp bulamadık, konuşamadık ama, bütün bu çevrenin iş koşullarını bildiğim için, işlerini gör­ düğüm ustaları tanıyor gibiyim artık... Halk yapı sanatı ürünlerinin mimar­ ían yok denir hep... (Doğru dürüst in­ celenmedikleri için.) Öyle değil bence. Anonim mimarlık olayını adsızlıkla ka­ rıştırmak doğru değil. Bu ustalar bir anlamda ya da benim anladığım anlam­ da (Sinan gibi, Mies van der Rohe gibi) anonim mimarlık yapıyorlar. Ama yap­ tıkları işin de bilincindeler.. Yaptıkları işlerin üzerine övüne övüne imzalarını atıyorlar, tarih düşüyorlar...

U s ta n ın im zası

(14)

Anlamını pek bulup çıkaramadığım, mühür basar gibi, duvar içinde bir çeşit süsleme yaptıklarını gördüm.

(15)

Şirinköy'de, eski kültür parçaları­ nın kullanıldıklarını, hemen hemen gör­ medim. Bir tek şu örneğin dışında...

Şimdilerde, örneğin Şirinköy’de, Denizli'den gelen, mimar(?) imzalı apartman çizimlerinin ve beton kalfa­ larının karşısında kenarda kaldılar diye unutabilir miyiz onları... İşte daha in­ sanca, daha gerçek mimarlık işi olan ürünleri ortada... Biz bilmesek de onlar kendi değerlerini biliyorlardı.

Evlerde aranan, bütün bu yörede ol­ duğu gibi, birbirinin içine bakmamak.. Son birkaç yıla dekbu böyle olagelmiş. İmar kuralı şu bu gerekmemiş, insan­ ca, komşuca çözümlerinin sağlanması için... Ama gelin görün ki şimdi işler öyle değil... İki katlı evin burnunun di­ bine 5 katlı apartman yapılınca işin içi dışı kalmamış...ı Apartmanlar evlerin tepelerine dikilmiş ki...

Kanalizasyon falan filan da olmadı­ ğı için komşuyu yalnızca ezmiyor, pis­ letiyor da... Eski evler kendi bahçele­ rindeki çukurlarla (bir anlamda fossep­ tik) çözümlüyorlarmış işi... Herkesin artığı da kendi yaşam alanında doğalca doğaya karışıy ormuş... Kenttekine kentleşme deniyor; köyde kine ne diye­ ceğiz? Her ikisinin de ana kaynağı "spe­

külasyon” değil mi bizim ülkemizde? (Devam edecek)

(16)

beritanlı aşireti ■ mekansal örgütlenme III

Meral KÖROĞLU

YAYLAKTA VE KIŞLAKTA MEKANSAL ÖRGÜTLENME

YAYLAKTA YATAK ÖRNEKLERİ KOŞAN KABİLESİ:

BİNGÖL DAĞLARI 1. HILHIL YAYLASI

Koşan kabilesi iki kardeş reis ailele­ rinin yatağı. Yatakta, aynca iki çoban ailesi çadırı, iki misafir çadırı ve bir banyo çadırı var. Misafirlerin ağırlan­ ması daha büyük olan kare çadırda ya­ pılıyor. Yemekler, M. Sorgucu çadırın­ da pişiriliyor. Yemek yapmak ve ek­ mek pişirmekten sorumlu iki erkek yardımcı var çadırda. Bunlar, küçüklük­ lerinden beri aile ile beraberler. Misa­ firlerle beraber sadece reis ve oğlu ye­ mek yiyor. Uygun kişiler yanında rei­ sin kızları da yemekten sonra gelip otu­ rabiliyorlar. Bu ailelerin kadınları Türk­ çe konuşuyorlar, kışın Elazığ'da yerle­ şikler.

2. ŞEFTİ YAYLASI

Koşan kabilesinin büyük obası. Bu obada 70 aile yaylamakta.

(17)

3. UZUNÇAYIR YAYLASI

5 Kosanlı ailesinin kaldığı bir yatak örneği.

4. YUKARI HILHIL YAYLASI Koşan kabilesinden 13 ailenin kaldı­ ğı bir yatak.

KARAKULAK KABİLESİ: ŞERAFETTİN DAĞLARI 1. AŞAĞI ZİYARET YAYLASI

5 tane siyah kıl çadır ve altı beyaz çadırın bulunduğu bu yatakta sekiz aile kalıyor.

(18)

2. AŞAĞI GAHURAN YAYLASI Dokuz ailenin kaldığı bir yatak. Mehmet Biçer (Mollapolat Köyii Koop. reisi Ali Yazıcının üvey babası) bu oba­ nın reisi. 7 sene İstanbul'da kapıcılık yapmış bir aile reisi var bu yatakta. Şehir değer yargılarım savunuyor.

5<dcit İ Z . M-cL/pvvdr ; r/ı ek s u sa ld o k u .

MOLLAÖMERAN KABİLESİ: ŞERAFETTİN VE SOLHAN DAĞLARI

1. MERGAMİR YAYLASI İki ailenin konduğu bir yatak.

% •• m • a ■ m A * • •

L

3

Ü C ) .

* 0u < s * î < L n • • • w 6a*yi'*ı

S e k i l I 3 . C p v jik p n vp4a£|i , ime t a n bsl d o k u

-2. ÇAVİYAN YAYLASI

7 ailenin kaldığı bir yatak. 1979 Eylül başında gidildiğinde, yatakta sa­ dece iki aile reisi kalmıştı, diğerleri kış­ lak aramak için gitmişlerdi. Aslında bütün yataklarda durum aynı idi.

(19)

3. HAVYA YAYLASI 3 ailenin kaldığı bir yatak.

4. KAZKULING YAYLASI 6 ailenin kaldığı bir yatak.

5. GOMABEG YAYLASI

11 tane ailenin kaldığı bir yatak bu­ rası. Bu yaylada, Beritanlı Karakulak ve Mollaömeran kabilelerinin koopera­ tifi başkanı Ali Yazıcı ailesi de konak­ lıyor. Bu ailenin çadırı en büyük ve fe­ rah olan çadır, diğerlerine nazaran da­ ha ayrı ve önünde daha geniş bir dış mekan bırakılarak yerleştirilmiş. Bu yatakta bir kadın aile reisi de var; ko­ casından boşanmış, tek başına bir ça­ dırda kalıyor. 5 koyunu var. Ali Yazıcı ailesi kadınlan Türkçe biliyorlar, kışın yerleşikler.

G-odır, <7,ruİDu. ooundeJa, ' '

, t p tla lc , •

t

D ■

D u

. . * 1 •* • ’ < > O r° k i ^ .• çadırı vicrı' . O a w

o

C J

5. AŞAĞI KEVS YAYLASI

2 ailenin kaldığı bir yatak. Yatakta iki tane de misafir çadırı var.

(20)

'(‘S. lolr ^;ytaWl'a »vıcLa^^L or^o4lc.ı^v^e, •

YAYLAKTA GÜNLÜK YAŞAM Kadınlar sabahleyin saat altı ve yedi arası kalkarlar. Her sabah yayık sallar­ lar. Yağ yoğurttan ayrılır. Süzgece vur­ dular mı ayran aşağı süzülür. Yağları yıkayıp tulum içine koyarlar. İhtiyaç­ ları kadarını kahvaltı için dışarıda bıra­ kırlar. Saçta ekmek yaparlar. Saat do­ kuzda kahvaltı hazırdır. Erkekler de bu sırada kalkmış durumdadır. Zaten ço­ ğu kendi koyunlarının çobanı oldu­ ğundan, gece koyunlar ile birlikte o t­ lakta yatmışlardır. Evdeki erkekler, her üç günde bir sabahleyin dağ başın­ daki çobanın yemeğini götürürler. Kah­ valtıdan sonra bir kısım kadınlar bula­ şık yıkar, yemek hazırlar. Her aileden bir iki kadın ise koyun sağmak için malzeme hazırlarlar. Heybeye, kova, tulum (sütü koymak için), huni koyar, koyun sağma (beri) yoluna giderler. Koyun sağım yeri bir iki saatlik bir uzaklıktadır. Tulum dolu sütle geri dö­ nerler. Peynir yapacaklarsa, maya atar­ lar, yoğurt yapacaklarsa ısıtırlar. Öğle­

den sonra bir kısmı çadır dokur, bir kısmı kilim, konuşurlar. Akşam üstüne doğru, kadınlar gene birleşip koyunlan ikinci kez sağmaya giderler. Akşam ye­ meğinden sonra biraz oturur, konuşur, akşam on bir civarında yatarlar. Ko­ yun başında olmayan erkekler ise, ya yakın kasabaya yiyecek ve diğer ihti­ yaç malzemelerini almaya giderler, ya koyunları kaybolmuşsa peşine düşerler ya oturup konuşurlar. Aynca, aşiretin tüm düğünleri yazın olur. Hem yaylak­ ta koşullar uygundur, hem de yazın Beritanlının elinde para mevcuttur. KIŞLAKTA* MEKANSAL ÖRGÜTLENME

Kışın, Diyarbakır ve Urfa’nın köyle­ rinde, yerleşik doku içinde serpiştiril­ miş yataklar. Yerleşik doku tarafından sarılmış olan parça parça küçük kışlık yataklar, Beritanlı’nın kış yaşantısının zorluklarım yansıtıyor. Yaylakta, her

* Bu kısımda, sadece, kışı çadırda geçiren ailelerin konduklarında mekanda oluştur­ dukları düzen anlatılmıştır.

ne kadar yatakları gene kiralamak zo­ rundaysa da, Beritanlının yaşantısı çok daha rahat ve serpilip gelişebiliyor. Yaylaların göçebe yaşantısına uygun, yerleşik dokudan uzak bir özgür yanı var. Kışın ise, çadırların konduğu ya­ taklar, ya hemen bir köy yanında, veya bir ana ulaşım yolu geçiyor yanından. Ana caddede arabayla giderken, hemen görülüveren siyah çadır kümeleri, kam­ yonlar arabalar arasından geçen koyun sürüleri. Dolayısı ile kışın BeritanlTnın yaşantısı içine kapalı ve ’gerektiği’ ka­ dar.

Kışın, yerleşik doku içinde kirala­ nabilen otlaklar küçük olduğundan, bir yatakta az sayıda çadır bulunabiliyor. Dolayısı ile yaza nazaran çok daha par­ çalı bir obalaşma söz konusu. Kışın bir obada en çok çadır sayısı 8-10 civarın­ da. Kışlakta, çadırlann giriş kapıları, güneşten yararlanmak amacı ile güneye dönük. Çadırların biraraya geliş tarzı ise, çadırlar arasında bir avlu veya or­ tak mekan meydana getirilmemesi açı­ sından, yaylaktaki ile aynı. Ama, ya- zınki dokudan farklı olan, kışın çadır­ ların birbirlerine daha yaklaşık bir şe­ kilde konmuş olmaları. Kışın, bir yata­ ğın içinde barındırdığı mekansal öğe­

ler şunlar: Belli sayıda aileden oluşmuş

çadır grubu (oba) bazen bir su öğesi ve geniş otlak alanı. Bu geniş otlak alanı -aslında yatağm hepsini oluşturuyor- yazmki gibi yeşil değil, fakat alçak o t­ ların bulunduğu, bazen yükseltili bir alan. Urfa’da ise genellikle taşlık bir alan, otlar aralarda ve bazı düzlüklerde bitmişler. Su ve otlağın kısıtlılığından anlaşılacağı üzere, kışlakta su ve otlak sorunu vardır.

Yaylak ve kışlak arasındaki en te­ mel farklılıklardan biri de insan ve ko­ yun birlikteliğinde gösteriyor kendini. Yazın, aileler çadır grubu içindelerken, koyunlar gece gündüz otlakta yayılmış dürümdalar. Kışın ise, koyunlar çadır­ larda geceliyor. Dolayısı ile kışlakta, çadır grubu içinde hem ailelere hem de koyunlara ait çadırlar var. Yaylada, koyunların mekanda dağılması çadır grubundan dışarıya otlaklara doğru iken, kışlakta otlaklardan çadır grubu­ na doğru. Çadır grubu içindeki bir di­ ğer değişiklik de, doğal ot kısıtlı oldu­ ğundan, koyunlann beslenmesi için ot ve dane yemin depolandığı çadırların da bulunması. Böylece, Beritanlı kışla­ ğında, çadır grubu içinde dört tip ça­ dır bulunmaktadır: Birincisi, Beritanlı ailelerin yaşadığı çadırlar (ki yaylakta­ ki yataklarda sadece bu tip çadır var);

(21)

S E £ 1 9 PİK. K o V S « k . i l /l<5l.S ü k '> r n 0 3 i o z . v|3+ >î^ » , w\e_ d o t o j . SHE-LE^İIC k£>Y Kuzi\/

1

>

7 7 b\-IAÇ-e>AKl<L o 6fP€M AKI A Moi-Ş c - k ıl 2 .0 . ı<7)3fox ıvii-k.-3<\i.sI d o k u .

İkincisi koyun ağılı olarak kullanılan çadırlar. Üçüncüsü, yem deposu olarak kullanılan çadırlar. Depolama çadır içinde olabildiği gibi, çevresi 1-1,5 met­ re yüksekliğinde taşla örülmüş, bir ala­ nın üstü naylon ile örtülerek de depo elde edilebiliyor. Dördüncü tip çadır ise, hem insan hem de koyunlann bir- arada aynı çatı altında kaldıkları çadır. Bu durumda, her iki mekan arasında 1-1,5 metrelik sazdan örülmüş bir çit bölme bulunuyor.

KIŞLAKTA YATAK ÖRNEKLERİ (1978)

KOŞAN KABİLESİ: URFA BİRİAĞA YATAĞI

5 ailenin kaldığı bu yatak, bir ağa köyü olan Biriağa'nın sınırları içinde. Biriağa, 400 hanelik bir köy. Koşan Kabilesinden bu beş aile 20 yıldır hep bu otlağı kiralıyorlar. Bu kış, beş aile, koyun çiftine 75 TL'dan olmak üzere, üç aylığı toplam 100.000 TL'ya bu o t­ lağı kiralamışlar. Yatakta yaklaşık 2700 koyun var. Bunların 1000 kadarı 5 aileye ait. Geri kalanı ise Elazığ'da kışı konutunda geçiren bazı Kosanlı akrabaların koyunlan. Bu beş aile, bu koyunlann da çobanlığını yapıyor. Ya­ takta toplam 14 çadır var. 5 tanesinde aileler oturuyor. Diğerleri ağıl ve depo olarak kullanılıyor.

KARAKULAK KABİLESİ: DİYARBAKIR

1. KIRBAŞI YATAĞI

3 ailenin kaldığı bu yatak, gene bir ağa köyü olan Kırbaşı'nın sınırları için­ de. Yatakta toplam sekiz çadır var. Üçü ailelere ait, beşi ağıl olarak kulla­ nılıyor. Üç aile, bu yatağı, koyun çif­ tine 50 TL. olmak üzere üç aylık top­ lam 30.000 TL'ya kiralamışlar. Yatak­ ta bulunan 1200 koyunun bir kısmı Kovancılar'da kışı geçiren akrabalarına ait.

2. YUKARIGAROZ YATAĞI

6 ailenin kaldığı bu yatak, ağa ailesi dışındaki köylülerin yancıbk yaptıkları Yukarıgaroz Köyü sınırları içinde. Aile­ ler, bu yatağı koyun çiftine 60 TL ve­ rerek kiralamışlar. Yatakta 2000'e ya­ kın koyun var. Bir kısmı akrabaların. Bu yatağın, mekanda oluşturduğu do­ ku şöyle:

3. AŞAGIGAROZ YATAĞI

Aşağıgaroz Köyü Diyarbakır Hilvan İlçesine bağlı bir ağa köyü. Köy ağası ve akrabaları 3 aileler. Köydeki diğer 6-7 aile yarıcılık ve kiracılıkla geçini­ yor. Karakulak kabilesinden 5 aile ise, köyün sınırları içinde kalan bu yatağı, koyun çiftine 60 TL'dan olmak üzere 40.000 TL'ya kiralamışlar. Yatakta 11 tane çadır var. Dört tanesi ailelere ait, yedisi koyunlann ağıllan. Yatakta 1300 tane koyun var, bu koyunlann 500 tanesi Elazığ'daki akrabaların. KIŞLAKTA GÜNLÜK YAŞAM

Beritanlı'mn sonbahar göçü bitip de kiraladığı yatağa konduktansonra,çev­ re yerleşik halkla sorunu kalmaz. Köy çok yakın oldıüu zaman bazı köylüler­ le ilişki kurulur. Bunun dışında kışlak­ ta Beritanh yaşamı kendi içine kapalı­ dır.

Kışlakta, sabah gene 6.00 - 7.00 ara­ sı kalkılır. Sabahın ilk işi koyunlan

yemlemektir. Kadın ve erkek yemle­ meyi birlikte yaparlar. Kahvaltıdan son­ ra, erkekler koyunlan alır otlağa çıka- rarlar. Bu sırada bir kısım kadınlar ev işleri ile uğraşırken, bir kısmı oduna gider, ateş için odun parçaları, çalı çır­ pı toplarlar. Öğlenleri, eğer yağmur yağmışsa, kadınlar kuyudan su çeker­ ler. öğle vakti, koyunlan sulama vakti­ dir. Bu iş gene kadın erkek birlikte ya­ pılır. öğleden sonra, kadınların yemek çamaşır, misafirlik işleri vardır. Bu sı­ rada bir kısım erkekler koyunlan otlat­ maktadırlar, bir kısmı yakın köye veya şehre inmiştir. Akşamleyin, koyunlar gene yemlenir. Kışın, akşam yemeğin­ den sonra, eğer misafir yoksa, sekizde yatılır.

Kışın, her nekadar yazınki gibi de­ ğilse de, çadırların önünde bir yaşam da sürer. Beritanh çift yapar, kilim do­ kur, keçe ıslatır. Beritanlının yaptığı herşeyin, kendilerince geliştirilmiş ba­ sit aletleri vardır.

(Devam edecek)

(22)

katılım ' üzerine*

Sümer GÜREL

Sayın Kıray yazısında -bir bakıma başlıktan bekleneni aşan ve ayrıntı olarak bambaşka bir yazıya konu olabilecek nitelikteki- bir hususu, hem de mimarlarımıza gerek eğitim, gerekse uygulama alanında oldukça sunturlu bir eleştiri yö­ nelterek vurgulamaktadır.

Mimari ürünlerin, özellikle konutun, bugüne dek stan- dartlaşamamış olmasını (bu arada "hâlâ bütün mimarlık fa­ kültelerinde ille de usta-çırak münasebeti sürüyor" diyerek..) sanayideki gelişmeye uyamamak, giderek "çağdışı" kalmak­ la suçluyor ve mimarların bir yabancılaşma içinde olduklan savını öne sürüyor.

Sayın Kıray'ın bu savlarının kimilerine katılabiliriz, ki­ milerine katılmayız; o ayrı bir konu. Ancak biz görüşlerimi­ zi kendisinin de özenle vurguladığı konut üzerinde sürdüre­ ceğiz.

Konuya birkaç değişik açıdan yaklaşmak gerekmekte­ dir.

Sözkonusu yazıda görüşler salt teknolojik/sınai gelişme, giderek bu gelişimin "çağdaşlaşma" ile özdeş olması, stan­ dardizasyon vb. kavramlarla dile getirilmiştir. Kuşkusuz yanlış değil, ama eksik bizce.

• Konuya önce hukuk kavramı içinde -dolayısıyla sos- yo-ekonomik çerçevede- yaklaşalım. Genelde yapı, özelde ise konut (ve üzerinde bulunduğu toprak parçası) iyelik açı­ sından taşınmaz mal olarak önemli bir kategori oluşturmak­ tadır. öylesine önemli bir -kategoridir ki, kullandığımız ya da tükettiğimiz tüm diğer mal ve eşya taşınır olarak karşıt kategori içinde yer almaktadır. Bu husus üretim açısından olsun tüketim açısından olsun yapıya (konuta)

küçümsen-Sn. Mübeccel Kıray'm Mimarlık Dergisi'nin 82/1 sayısında yayın­ lanan Toplum, Toplumsal Değişim ve "Katılım" başlıklı yazısı üzerine görüşler.

meyecek bir önem, giderek bir ayrıcalık kazandırmaktadır. • Kullanıcı açısından (buna işlevsel açıdan da diyebili­ riz) yaklaşınca Pierre Cardin ürünü ya da Mahmutpaşa'daki işportacıdan alman giysi örneğinden (Kıray’ın örneklemesi) yine çok farklı bir mal/meta karşısında olduğumuzu görü­ rüz. Genelde yapılar, özelde konut, diğer tüm tüketim mal ve eşyasmdan çok daha az değişikliğe uğramıştır. Diğer bir deyişle insanlık tarihinin gelişim süreci boyunca teknoloji'

nin tümü ile egemen olamadığı tek tüketim metaı konut (ya da yapı) olmuştur diyebiliriz. Bunu Sayın Kıray da (yadır­ gayarak ve eleştirerek de olsa) kabul etmektedir. Biz farklı olarak yadırgamıyor; doğal, giderek kaçınılmaz buluyoruz bu durumu. Niçin mi?

• Çünkü yapı (konut) başta ekonomik olmak üzere, sosyal, kültürel, tarihsel, teknik vb. nedenlerden ötürü he­ men tüm diğer tüketim mallarına oranla daha 'sürekli', daha 'uzun ömürlü' olmak durumundadır. Bir giysiden farklı ola­ rak bireyin satıcı ya da yapıcıdan alır almaz kendisinin dile­ diği gibi kullanabileceği bir 'meta' değildir. En azından çev­ resi ile ilişküerinde (ortak mekanı paylaştığı diğer yapılar, dolayısıyla diğer bireylerle) bağımlı ilişkiler içindedir.

Gerçi Sayın Kıray'ın özlediği türden bir gelişimi, ku­ ramsal olmaktan öteye geçememiş bir atılım olarak 15-20 yıl önceki bir İngiliz mimarlar grubunun (Peter Cook ve ar­ kadaşları) öncülük ettiği Archigram denemesinde gözlüyo­ ruz; ama yukarıda sıraladığımız, aşağıda da sürdüreceğimiz pek çok etmene bağımlı olarak gerçekleşme olanağı bula­ mamıştır.

• Konut aile yaşamının, giderek toplumsal yaşamın mekana yansıdığı önemli, çok önemli bir mimari öğedir. Dolayısıyla toplumdan topluma, giderek aileden aileye de­ ğişiklik gösteren bir özelliği vardır.

(23)

Bunu Sayın Kıray sadece cinsiyet ayırunı/seks segregas- yonu açısından ele almaktadır; bu da önemli bir eksiklik bizce. Çünkü cinsiyet ayrımından öte, yani ondan bağımsız olarak, genel yaşam biçimi ve felsefesi bakımından da fark­ lılıklar yansıtmaktadır konut.

Sözgelimi bir Japon evi (ki göreceli bir seks segregasyo- nundan söz edilebilir) bir Arap evine benzemiyorsa, ona karşılık bir İskandinav evi (hem de belirli bir evrim sonucu) bugünkü Japon evine, en azından iç mekan düzenlemesi ba­ kımından benzemeye başlamışsa konuyu açıklamak daha karmaşık bir ilişkiler dizgesini ele almakla olanak kazanabi­ lir. Buna bir bakıma -Kıray’ın giysi örneğine bağlayarak- gö­ receli ve evrensel etkileşim, giderek moda kavramı içinde basit bir açıklama getirebiliriz. Ancak kökende ’evrensel tek kültür yapısı’ gibi bir ütopyayı savunamadıkça, yapı üretimi­ ni diğer tüketim malları düzeyine indirgememiz kavramsal olarak bile güçtür. Kaldı ki "evrensel' tekdüzeliğe inmeden ulusal kültür ve sosyo-ekonomik yapımıza en uygun olanı bulup 'standart' üretime geçemez miyiz?" sorusu bile korka­ rız olumsuz yanıtlanacaktır.

Çünkü ilk aşamada karşımıza ekonomi engeli çıkacak­ tır, hem de birkaç açıdan:

a) Konutun fabrikasyonu demek, bugün hazır yapı ele­ manları üreterek yaptığımız prefabrik konutlar demektir. Bunların seri imalatı, bugün ülkemizin ulaştığı gelişme düze­ yi açısından henüz 'rantabl', giderek olanaklı görülmemekte­ dir.

b) Geleneksel yapı yöntemlerinde yaratılmış 'iş kapasi­ tesi' prefabrik yöntemde çok düşecek, giderek uzunca bir süre bu sektörde işsizlik sorunları çıkacaktır.

Ayrıca (Sayın Kıray’ın Le Corbousier'nin tasarımı olan Cezayir'deki konut bloklarında gözlediği gibi) ciddi bir kül­ türel engeli de küçümseyenleyiz. Çünkü standardizasyon bir

rasyonel/akılcı yöntemdir. Oysa bireyin yaşamı ve onların oluşturduğu toplumsal yaşam tarih boyunca (eytişimsel ama yine de) irrasyonel/akılcı olmayan özellikler gösterir. Bu insan'ın doğasında varolan bir niteliktir ve pekçok yön­ den olumludur.

Akılcı olmayan yaşam biçimi derken akıl dediğimiz öğenin kullanılmadığı anlaşılmamalıdır. Bu, tam aksine aklı­ nı kullanan insanın makineleşmeye (standardizasyona) tep­ kisi olarak değerlendirilmelidir.

• O halde yapı'mn giderek konut'un, diğer pekçok tü­ ketim malı gibi standart ve seri üretilmesi insan psikolojisi (dolayısıyla toplumsal psikoloji) açısından da uygun gözük­ memektedir.

Ancak tüm bu söylediklerimiz konut üretiminin hızlan- dırılmaması ve kullanıcının 'katılım'ınm sağlanmamasına özür bulmak için değildir. 1963-64 yıllarında Hollanda'da yakından gözleme olanağı bulduğumuz ve kısaca ’geleneksel yapı üretim yönteminin zamanlama yönünden rasyonalizas- yonu’ biçiminde yorumlanabilecek yaklaşımlarla çok başa­ rılı sonuçlar alınabileceği kanıtlanmıştır.

Yoksa Sayın Kıray’m değindiği ve az önce de sözünü ettiğimiz Peter Cook ve arkadaşlarının Archigram hareketi ile tasarım açısından önerdikleri türden bir yaklaşım yalnız ve sadece teknolojinin en yüksek düzeyine ulaşmış kimi ül­ kelerde (ki bu ülkeler dünya nüfusunun 1/4’ünü bile oluştur­ mamaktadır) o da pekçok sosyo-psikolojik ve kültürel kay­ naklı ciddi tepkilere göğüs gererek, belki denenebilir.

Kısacası konut'u bir otom obil ya da TV durumuna in­ dirgemek olasılığı henüz geçerli görünmemektedir.

tarihten bir yaprak

MÜHENDİSHANE-İ SULTANİNİN TESİS VE TEDRİSATA BAŞLAMASINA AİD ÜÇÜNCÜ

SULTAN SELİM’İN FERMANI

1794

Cemal BORA

Yıl 1794. Aradan 188 yıl geçmiştir. Ancak bunun daha evveliyatı vardır. 1731. Bununla da 251 yıl öncesidir. Bun­ lar bilinen tarihlerdir. Bugünkü mühendislik ve mimarlık okullarının kuruluş yılı olarak hangisinin benimsendiğini kesin olarak bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu okulların yur­ dumuzda kurulan bütün okulların en eskileri oluşudur.

Mühendislik ve mimarlık;bu iki meslek grubu birbirleri­ ni yaşatan, birbirlerini tamamlayan, biri olmazsa diğerinin yaşamasına imkan olmayan kalp ve damar niteliğinde ol­ dukları için mesleki eğitim ve mesleki bilim yönünden de birbirlerine bağlıdırlar. Okullarının isimleri ayrı olsa bile ay­ nı gruptan ve bir çatı altında bir aile topluluğu sayılırlar.

1794’de kurulan Mühendishane-i Sultani ve daha önce 1731’de kurulan Mühendislik okulu, hem mühendis ve hem de mimar yetiştirmek için kurulmuş ve Mektebi Sultam ders programı da mimarlığı bünyesinde yetiştirmek amacım gütmüştür.

Bir araştırmacı yazar olarak istedim ki, Mühendishane-i Sultaninin kuruluşuna ait benim de bir katkım bulunmuş olsun. Aşağıda sıralayacaklarım belki bilinen şeylerdir. An­ cak her bilinen şeyin ve bilhassa temel bilimlerin en azından her yüz yılda bir tekrarlanmasında ve bunların mumyalanıp saklandıkları kütüphane raflarından gün ışığma çıkarılmasın­

(24)

da ve yeni meslek mensuplarına sergilenmesinde elbetteki fayda vardır.

Bu noksanlığın giderilmesi için geçmişteki Sultanların çareler aradığı ve ordunun riyazi bir esasa bağlanması husu­ sunda çaba harcadıkları görülmüş ise de ikinci Sultan Mah­ mut zamanına kadar bir sonuca varılamamış, ancak fenni bilgiye sahip subayların yetiştirilmesi ve bununla ordunun muntazam bir şekle sokulabilineceği üçüncü Sultan Selim zamanında önemle ele alınmıştır.

Birinci Sultan Mahmut Yeniçerilere nazaran devlete zi­ yade sadık olan Hasekilerle (saray koruma askerleri) Bostan­ cı Ocağı efradından seçilen ve kaydolunan öğrencilerle oluşturulmak üzere Üsküdar'da Humbarahane (demirci, dö­ kümcü ocağı) efradından da kimseler alınıp (Mühendishane) namıyla bir okul kuruldu. (1147) 1731

Mühendishane-i Sultani'nin kuruluşuna ait üçüncü Sul­ tan Selim'in bir fermanının bulunduğunu duymuştum. Bu­ labilmek için bir çok eski eserler aktardım. Ancak aradığımı eski tarihlerde değil de, yakın tarihlerde buldum. Şöyleki:

Eski dönemin Tarih Encümeni sırf bu fermam konu edinen küçük bir eser yayınlamıştır. Yayın tarihi 1328 (1912)dir. İstanbul Matbaayı Bahriye’de basılan bu eserin kapak kısmında:

”Mühendishane-i Sultani'nin tesis ve küşadını amir Sul­ tan Selim Hanı Salis Fermam"

diye başlık konulmuş ve orta kısmına da:

"Aslı Mühendishane-i Berri hümayın kütüphanesinde mahfuz bulunan bu ferman daireyi bahriye tedrisat şubesi­ nin fermam samiyi iktiran eden müzekkeresi üzerine tabedil- miştir."

denilmektedir. Eserde, eski harfli ve el yazması aslı ile kitap harfli aynı da bulunmaktadır.

İşte bu ferman ve Encümen’in yazısı eski Osmanlıca ya­ zışma dili birçok Arapça ve Farsça deyimlerle yüklü bulun­ ması ve bunlardan çoğunun yeni kuşaklar ve yeni meslek mensuplan tarafından anlaşılmasında güçlük çekileceği göz- önünde tutularak Ferman’ın taşıdığı (Kanun) anlamındaki münderecatı konuların kapsamına göre aynen tarafımdan maddeleştirilmiştir.

Eserin baş kısmında Tarih Encümeni'nin bir de mukad- demesi (önsözü) bulunmaktadır.

Okulun kuruluş tarihlerini ve amaçlarını açıkladığı için bunu da Fermandan önce Türkçeleştirip sunmakta yarar gördüm.

"Osmanlı İmparatorluğunun civarındaki hükümetlerle zaman zaman vuku bulan savaşlarda hep yenilgiye uğranıl­ m a s ı n sebeplerinden birisi ve başhcası askerlerin ve bilhas­ sa zabıtamn fenni bilimden yoksun bulunduğu ve bunun ri­ yazi meselelerin noksanlığından ileri geldiği aşikar bulun­ maktadır.

Ancak bu okula karşı yeniçerilerin cephe aldıklan du­ yulmuş olmasından bir saldırıya uğramak korkusu ile öğ­ rencileri dağılmış idi. Sadrazam (Başbakan) Ragıp Paşa ve üçüncü Sultan Mustafa zamanında bu fikrin yenilenmesi ve zikrolunan okul öğrencilerinden hayatta olanları toplamak vefat edenlerin çocuklarını ve yakın akrabalarını tedricen toplattırıp Kağıthane civarında Karaağaç mevkiinde büyük bir binaya bunları yerleştirip yan gizli surette ulumu hende- siye ve sair derslerin tahsiline başlanılmıştı.

1757'de Birinci Sultan Abdulhamit zamanında dahi Tersane'de (Mektebi Bahriye) inşa olunarak öğretmenliğe devrin ünü bilim adamlanndan riyaziyeci Gelenbevi İsmail

Efendi tayin kılındı. Ancak bu okul da matlup olan derece­ de ilerleyemedi.

Devletin kara ve deniz askerlerinin muntazam bir şekil­ de tanzimi, savaş tekniğinin öğretilmesini amaç edinen üçüncü Sultan Selim tahta geçmesini müteakip Endurun ağalarının en müstaid gençlerinden ve yukarda zikredilen perakende surette kalmış mühendislerden kaydolunan öğ­ rencilerle bilim sahibi öğretmenlerle Eyüp'de Bahariye Say­ fiyeyi hümayunda (Mühendishane-i Sultam) namıyla bir okul küşat etti. Bu okulda öğrencilerin istidadı ulumu riya­ ziye ve hikmiye tahsiline kafi derecede yetişmiş hale getiril­ dikten sonra mezkûr okul yeni inşa edilmiş olan Humbaracı kışlasına nakliyle Humbaracılar Ocağına bağlı olarak yeni­ den ve müstakilen bir okulun inşası onaylandı ve şimdiki (Mühendishane-i Berri) inşa olundu (1794).

Bahriye okulunun dahi inşaatı genişletilerek aynı yılda (1794) yönetim şekli de değiştirilerek Mühendishane-i Berri ile tahsil usulü birleştirildi. Mühendishane-i Bahri öğrencile­ rinin kalfalarıyla birlikte haftada iki gün Mühendishane-i Berri'ye gelip ders okumaları usul ittihaz edildi.

Mühendishane-i Berri (Mühendishane-i Sultani)ye ait aşağıdaki Nizamname, Mühbndishane-i Bahri ve Humbaracı ocağının dahi bazı nizamnamelerinin bunda yer alışı ile okulun Humbaracı ocağına bağlı bulunması berri ve bahri mühendishanelerin birleşmesidir.

Bazı mahallerde bu nizamnamenin okulun kuruluş yüı ve nizamı dahi yazılıdır. Halbuki Levent çiftliği ve Üsküdar ocaklarından bahsedilmesine ve zikrolunan ocaklar 1214 (1798) senesinde tesis ve ihdas olunmasına nazaran zikrolu­ nan nizamnamenin bu seneden sonra olması icabeder.

Mühendishane-i Sultani'nin tesisinde tedris için ekserisi yabancı dil bilen, her yönden bilim sahibi olarak eserleriyle tanınan Kırımlı Büyük Hüseyin, meşhur İshak, Abdurrah­ man, Sakip, Yahya ve Ömer efendiler gibi kıymetli kimseler öğretmen tayin edilmişler ve bu suretle de devrin en yüksek bilim adamları Mühendishane-i Sultanı okulunda toplanmış­ lardır." denilmektedir.

Burada bir hususu aydınlatmak isterim. Aşağıda sıra­ lanmış bulunan Mühendishane-i Sultani'nin kuruluşuna ait kanunda da görüleceği gibi bu okul aynı zamanda (Mimarlık Okulu) kuruluşunu da kapsamaktadır.

Mühendishane-i Sultaniye’ye öğretmen ve öğrenciler (Mimar Ocağı)ndan alınmıştır. Ders programında devlete ait yapı işlerinde, askeriyeye ait istihkam işlerinde, ebniye ke­ şiflerinde bu okuldan yetişecek mimarlann istihdam edil­ mesi kanuna bağlanmıştır.

Aslında mimarlığın kuruluşu dünyanın yaradılışı ile başlar. Yabancı bilim adamları ve tarihçiler (Kabe)nin yapı­ lışının Hazreti Adem zamanına ait olduğunu ve insan eliyle yapüan ilk yapıt olduğu için de mukaddes sayıldığını yaz­ maktadırlar. Yer yüzünün bu ilk binası bir mimarlık eseridir. İlk mimarlık okulunun kuruluşuna gelince bunun teme­ li 1700 yıllarının başlangıcına rastlar ki, ismi (Mimarlar Oca- ğı)dır.

Selimiyeleri, Sultanahmetleri, Süleymaniyeleri, Fatihle­ ri, Çiftemineraleri, Ulucamileri daha nice mabedleri, köprü­ leri, hanlan, hamamları, medreseleri, yapan usta eller tahsil­ lerini Mimarlar Ocağında görmüşler ve sonra da Mühendis­ hane-i Sultaniye’ye öğretmen olmuşlardır.

Bu nedenledir ki, aşağıda zikredilen Mühendishane-i Sultam kuruluş kanunu aynı zamanda Mimarlar Okulu ka­

(25)

n

.

SİNAN

I I A İ TASI

(26)

sinan haftası nedeniyle

Ziyaeddin BİLGİN

Senede bir gün için bile Mimar Sinan veya halkımız ara­ sındaki adıyla Koca Sinan olayı ile karşılaşmak, senede bir kere olsun tüm toplumumuzla Mimarlık olayına eğilmek an­ lamına gelmelidir. Sinan'ın ölüm günü olan 9 Nisan'ın her yıl aynı zamanda mimarlık günü olarak kutlanması da bundan­ dır. özellikle bir çoklarımızın; uluslararası yayınlardan, mi­ marlık okullarımızda yapılan eğitim sırasında çağdaş uygu­ lamalarının -haklı olarak da- övülerek tanıtılmasından Le Corbusier, Paul Rudolph, Frank Lloyd Wright veya Kenzo Tange'yi epeyce tanıdığı ve yapıtlarını inceleyip araştırdığı bir zamanda; Sinan'ın mimarlığına ve mimari kişiliğine de çağdaş anlamda eğilmek gerekmektedir. Çağdaş tutarlı ve başarılı mimarlarımız da ne yazık ki kısmen yayın ve dokü­ man yetersizliğinden genç mimarlık kuşaklarınca yeterli bi­ çimde tanınmamaktadırlar. Bu konuda, mimarlık eğitim ku- rumlarımızda çalışanlarla çağdaş olmaları belki onlara is­ tenmeyerek de olsa üvey evlat muamelesi yapılmasının hissi bir nedenidir.

Gelişmiş ülkelerde, yaşanılan tarihi çevre üzerine bilinç­ lenmenin çok geliştiği, ilerlediği ve ülkemizde de aynı ko­ nuda bilinçlenmenin gelişmekte olduğu bir zamanda yaşar­ ken, Sinan'a ait yapıtlan incelemek bizler için büyük önem taşısa gerek. Tarihi bir süreklilik olarak kabul ettiğimize gö­ re; geçmişi ne derecede iyi bilir ve özümlersek, günümüz için o derecede iyi kararlar verebilir ve geleceğimizi de -en azından- mimarlık açısından olduğunca tutarlı planlayabili­ riz.

Evet, mimar ve ulus olarak Sinan’a hayran oluşumuz ve onun yapıtlarını övünç kaynağı olarak kabul edişimiz, bir yerde de onun yapıtlarını gerçekleştirdiği, yani geçmişimi­ zin en görkemli çağı ile övünmek istememizdendir. Bunu da unutmamak gerek. Ama aslında bizler Sinan'a ve çağına eği­ lirken -değerli bir meslektaşımın da dediği gibi- 20. yüzyılın insanı olarak tarihsel ve kültürel kişiliğimizi de aramaktayız.

Mimar Sinan 28 Mayıs 1490 veya 1489 tarihinde bu­ günkü Kayseri ilimizin, Gesi kasabasındaki Ağırnas köyünde dünyaya gelmiştir. Hakkında devrinde yazılan 7 kadar eser, devlet arşivi kayıtlan ve vakfiyeleri sayesinde kesine yakm kabul edilebilecek bilgilere sahibiz. Osmanlı İmparatorluğu­ nun 5 büyük ve başarılı sultanı devrinde yaşamış ve bunla­ rın ilki hariç dördüne hizmet etmiş olan Sinan 49 yaşlarına doğru Ser Mimaran-ı Hassa mevkiine layık görülmüştür. 1512 yılında devşiril işinden o güne kadar, gerek eğitimini geçirdiği ve gerekse hizmet ettiği Osmanlı Ordusu ile tüm

Osmanlı ülkesini dolaşma, kendisinden önce yapılmış her türlü esaslı mimarlık yapıtım görme, inceleme ve çeşitli yer­ lerde farklı ölçülerde eserler bırakma olanağım bulmuştur. Yeterli bilgi ve deneyim birikimine sahip olduktan sonra, ol­ gun bir yaşta; büyük yeteneği ve o günkü dünyanın en güçlü devletinin ve ülkesinin sosyo-ekonomik olanaklarının deste­ ği ile birçoklarını tanıdığımız mimarlık yapıtlarını ortaya koymuştur.

Batıda Avrupa'da onun kadar tanınan mimarlar işveren­ lerin arzusuna uyarak daha çok kilise ve saray yapılarına yo­ ğun olarak eğilirken, yurdumuzda yönetici güçler mimarla­ ra ve dolayısıyla Sinan'a da çok sayıda kamusal yapüar yap­ tırmışlardır. 84 cami, 52 mescid, 74 medrese, 7 darülfurra ve mektep, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 6 su kemeri ve yolu, 8 büyük köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 8 sarnıç ve mahzen, 41 hamam; toplam 350-360 kadar yapı mimar olarak Sinan’a atfedilir. Bu sayıya sıbyan mektepleri dahil değildir. Bunların çoğu, önemlileri ve özellikle İstan­ bul'da bulunanları ve İstanbul’a daha yakın olanları muhak­ kak ki kendisi tarafından tasarlanmış ve yapımları süresince de kendisi tarafından kontrol edilmişlerdir. Genelde yapılar konusunda bakım ve onarım olayının yetersiz olduğu ülke­ miz açısından ilginç olan bir olay da -kısmen görev veya iş­ levleri değişmiş olsa da- bu yapılardan % 60 kadarının günü­ müzde dahi kullanılır durumda olmasıdır.

Ser mimarân-ı hassa yani Sultanın, sarayın mimarları­ nın başı olan Mimar Sinan günümüzdeki bayındırlık bakanı durumunda geniş bir mimarlar, ustabaşılar ve ustalar grubu­ na; aslında tüm bir yapım ordusuna hükmederdi. Yapılarım onların da yardımıyla gerçekleştirirdi. Bilindiği gibi baş mi­ mar olduktan sonra yaptığı tanınmış yapıtları arasından özellikle üçüne kendisi de büyük değer vermiştir.

1543-1548 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile 54 yaşında başlayıp 5 yılda bitirdiği İstanbul'daki Şehzade Camiine kendisi 'çıraklık eserim' demektedir. Ge­ ne Kanuni’nin emri ile60yaşında 1550'lerde başlayıp 1577' de bitirdiği Süleymaniye Külliyesi dünya mimarlığında ger­ çekten bu ölçüde rastlanmayan bir olaydır. Bunu Sinan 'kalfalık eserim' diye vasıflandırır.

Sultan 2. Selim'in arzusu ile 80 yaşlarında Edirne'de yerini özellikle seçip, tasarlayıp 1569'da başladığı ve haklı olarak 'ustalık eserim' diye övünmekten çekinmediği Seli­ miye Külliyesi, 6 yıl gibi, bu ölçekte bir program için kısa sayılabilecek bir zamanda, 1575'te bitirilmiştir.

(27)

mi-marlarm da teslim ettikleri gibi; yetenekli, büyük deneyim sahibi, belki de deha düzeyinde bir mimarın 80-86 yaşları­ nın mimari olgunluğunda yapabileceği değerde bir sonucu ortaya koymaktadır.

Ama gene de Mimar Sinan'ın yapılarının başarısı, yal­ nızca onun üstün bir tasarıma oluşuyla tam açıklanamaz. Gerçek şudur ki Sinan bugünkü, çok sayıda mimarın bir- arada çalıştığı bir mimari büronun yöneticisi ve bilfiil çalı­ şan şefi gibi projeleri ortaya çıkaran bir baştı, mimar başı idi. Bazı projelere özellikle ve tamamiyle kendisi eğildiği gi­ bi, bazılarında olasıdır ki hassa mimarlar ocağındaki diğer mimarlar da büyük rol oynamışlardır. Ama reddedilemeye­ cek gerçek şudur ki, tasarımlarının çoğunda onun tasarlayı- cı, organizatör büyük dehası işe egemen olmuştur. Tasanma onun düşüncelerinin damgasım vurmuştur. Bunun yamnda

Hassa Mimarlar Ocağının yalnızca tasarımla uğraşılan bir yer değil, aynı zamanda yapıları oluşturma olayının organi­ ze edildiği yer olması da büyük rol oynamıştır. Tasarım oca­ ğın üst kademesini oluşturan (Sinan zamanında 43 adet) mi­ marlardan başka, "fen heyetini" oluşturan minareciler, mer­ merciler, taşçılar, sıvacılar, marangozlar, bezemeciler tara­ fından da ele alınırdı. Bu tecrübeli ekibin detayına inmemiş kaba ve şematik bir etüdle olgun bir yapı ortaya koyması da olanaklı idi. üstelik gerektikçe ocaktaki çalışmalara harrat denen çıkrıkçının (vinç uzmanı olarak), cassas denen kireç­ çinin (çimentosuz çağda kirecin önemi düşünülürse), lağım- ger denen lağımcının (hafriyat açısından kazma, dinamitle­ me vs. işleri uzmanı olarak), haddad denen demircinin (as­ lında genelde basınç prensibiyle yapılan yapıların çekmeye çalışan yerlerinde kullanılan uzman olarak), sünger denen kurşuncunun da katıldığının kayıtlarından bilinmesi, bu ya­ pım ve tasarım ekibinin daha İstanbul'da yapılan önçahşma- larda bile ne kadar bilgili, deneyimli ve her özel konunun ih­ tisas detaylarına inebilircesine çalışma ve hazırlanma ola­ naklarına sahip olduğunu gösterir. Bugün değil bizim büyük bürolarımızda, bakanlıklarımızın mimari tasarım bürolarında dahi böyle bir tasarım organizasyonu oluşamamaktadır.

Bu kapsamlı çalışma ve ön hazırlık nedeni ile tasarım­ lar, gerçekleştirildikleri yapı haline geldikleri yerlerde; ister kişisel olarak Sinan tarafından, ister ocaktan bir mimar tara­ fından kontrol edilerek yapılsınlar, veya isterse eyalet ve kent mimarları tarafından gerçekleştirilsinler, değerlerinden kaybetmezlerdi.

Sarayın mimarlarının başı olarak Mimar Sinan'ın emri­ ne verilen ekonomik olanaklar ve güç, birkaç anıtsal yapısı dışında -kayıtlardan da bilindiği ve anlaşıldığı şekilde- zan­ nedildiği gibi korkunç değildi. Şehreminliği tarafından kontrol altında bulunan tüm yapım ve malzeme masraftan ekonomik sınırlar içerisinde tutulurdu. Geniş bilgi ve dene­ yime dayanan tasarım yamnda çok iyi bir organizasyon, ön­ ceden her malzemenin nereden ve nasıl getirileceğine kadar inen ön çalışmalar sayesinde her yapı konan ekonomik ola­ naklar içerisinde en iyi şekilde gerçekleştirilirdi. Bu olay bugün için de aynen geçerlidir. Belki de iyi yapılar için hep böyle olmuştur. İstenilen veya ısmarlanan yapıt için ortaya konan para; tasarımı strüktür, malzeme, konstrüksiyon açı­ sından kısıtladığından; her farklı ekonomik olanak aynı iş­ lev için sonunda farklı mimarlık formlarının oluşmasına yol açmıştır.

Bunların yanında Sinan'ın yapıtlarıyla topluma ve onun bireylerine saygılı bir insan olduğunu da gözlemek olanaklı­ dır. Yapılarının çoğu kamu yararına olduğundan, halka, do­

layısıyla o zamanki OsmanlI toplumundaki eşdeğer insana göre idi. Yapı Sultanın gücünün simgesini verecekse de, gene onun kullan tarafından kullanılması için gerçekleştiriliyor­ du. Sinan bu iki olayı da bir arada çok iyi gerçekleştirebi- lenlerdendir.

Sinan, yapıtlarından anladığımız şekliyle, doğaya onun topoğrafik, çoğrafi, iklimsel durumlarına da saygılı ve onla­ ra uygun çalışan bir mimardı.

Sinan ve ekibinin bu derece tutarlı çalışması, Sinan'ın yapıtlarının kalıplaşmasını da önlemiştir. Sinan güçlü yapı geleneğine ve çok başarılı yapılarına rağmen hayatı boyun­ ca, araştırmadan, yeni atılımlar yapmaktan kaçınmamış, her zaman kendini yenileyebilmiş, olanaklarıyla uyumlu es­ nek ve işverenine onun düşünce ve arzularına duyarh kala­ bilmiştir.

1569-1575 yıllarında Edirne'de Selimiye külliyesini ya­ parken ülkenin çeşitli yerleri için çeşitli tasarımlar ¡birbirle­ rine çok yakın yıllarda, farklı yörelerde, farklı iklimsel ve çevre koşullan içerisinde farklı işverenler için bambaşka so­ nuçlarla; genel Ser mimaran-ı hassa Sinan Ağa tarafından gerçekleştirilmiştir.

Konya'daki Selimiye Camii, Kayseri'deki Kurşunlu Ca­ mii, Van'daki Hüsrevpaşa Camii, Erzurum'daki Lala Musta­ fa Paşa Camii, Payas'taki Sokullu Mehmet Paşa Mescidi, İs­ tanbul ve yakın çevresi dışında yapılmışlardır. Bu arada İs­ tanbul'da Kasımpaşa'da Piyale Paşa Camisi ile Büyükçekme- ce'de Sokullu Mescidi de gerçekleştirilen yapılardandır. Yal­ nızca cami konusunda 1563'lerle 1573'ler arasında 10 yıl gi­ bi kısa bir sürede farklı ekonomik olanaklarla uyumlu ola­ rak niceliksel açıdan birbirinden başka, farkh çevresel mal­ zeme ile ve farklı iklimsel koşulların gereklerine göre, örne­ ğin, az veya çok pencereli, yalın veya süslü cepheli, farklı malzeme ve farklı üst örtü düzenleri farklı strüktür ve kitle­ sel durumlarla yapılar oluşturma cesaretini ve gücünü de Si­ nan göstermiştir. Bütün bu nedenlerdendir ki bizler korkma­ dan Sinan'ın eserlerine evrensellik kazandırdığını söyleyebi­ liriz.

Yapılarının değerini ve başarılı olduğunu bildiği halde, gerçek büyük dehalar gibi tevazuu elden bırakmayan Koca Sinan'ınşu sözünü, onu 1982'de anarken tekrar etmekte ya­ rar var. "Dünya durdukça bunları görecek zevk sahiplerinin çabamın ciddiyetini gözönünde bulundurarak insaf ile baka­ caklarını ve hayırlı dualarla anacaklarını umarım inşallah.

El fakir-ül hakir Sinan"

KAYNAKÇA

EGLİ, Ernst, 'Sinan' der Baumeister osmanischer Glanzzeit, Zürich 1954.

VOGT-GÖKNİL, Ulya. 'Türkische Moscheen', Zürich, 1953. VOGT-GC5KNİL, Ulya. 'Osmanische Bauten', die Architektur der

Türkei, Fribourg, 1965.

HOAG,JohnD., WesternIslamic Architecture, London, 1968. SCRERRATO, Umberto. 'İslam' (Monumente grosser Kulturen), Mi­

lano, 1972. (Almanca baskı)

BEKTAŞ, Cengiz. 'Koca Sinan' Sinan komitesi adına derlenmiştir. Ankara, 1968.

REFİK, Ahmet. "Türk Mimarían" İstanbul, 1972. YETKİN, Suut KemaL Türk Mimarisi', Ankara 1970.

MERİÇ, Rıfkı Melül. "Mimar Sinan, Hayatı, Eseri", Ankara, 1965. SÖZEN, Metin. 'Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan' İstanbul

1975.

ERSEVEN, Celâl Esad. 'Türk Sanatı', İstanbul. 1970.

KUBAN, Doğan. 'Sanat Tarihimizin Sorunları', İstanbul, 1975.

Referanslar

Benzer Belgeler

YAVUZ Sultan Selim’den sonra tahta oturan Sultan Süley­ man devrinin başlarında, Mimar Ali Usta ölünce, Lütfi Paşa'nuı tavsiyesiyle koca Sinan Sermîmarlığa

Gündoğdu Akkor dergiler hazırlıyor, resim yapıyor durmadan, Bilkent tepeleri gibi yeşeriyor, renkleniyor duvarları, inci Akkor da seramik, resim çalışmalarından sonra

E ğitim-Sen Çaycuma Temsilcisi İsmet Akyol basın toplantısında şöyle dedi; “Eğitim Sen olarak, sürgün kararının hukuki dayanağı olmadığını, tamamen siyasi nitelikli

Hint ısaıı'atı üzerinde çok mühim ve bariz tesirleri görülmüştür. Şüphesiz ki Türk saıı'atkârları ken- di memleketlerinden daha zengin bir saha bul- dukları cihetle

大敦足大端外側。行間兩指縫中間。太衝本節後二寸。中

[r]

[r]

Irak ’ta &#34;Kasaidi Muhtar-ül Meşher ül - Türk-ül Muasır”, yani Çağdaş Türk Şiirinden Seçmeler kitabını bıraktım.. (Türkmen Türkçesinde ‘bıraktım