f - -, -sı ai.wirfeâig . . >-.:- ->>-, .' Jia ', ^ • . s v ’ -'c.r. - ■ =
} «Saygon Geceleri» nin tefrikası vesilesile |
..* _ ^ - ~ ^ - - — _ , r^nr-i
Romanda
müstehcenlik
Son aylarda acele bir kitabı bi tirmekle meşgul olduğum için ga-i zetemizde yazılarım seyrekleşmişti.! Çok şükür kitab geçen pazar günü; bitti. Kitaba «Son» kelimesini ya-; zıp keyifle gerildiğim sırada kapım;
çalmıyor. Baktım, en yakın ve sev- FarlhTe^ da TzkTde’
giÛi-digım bir arkadaş. İzmit tarafların- gin| sanmayımz <(Medenüer)) İIe daki bir kasabadan, ırı yan varlık- <(Afrod.tB fa h i ç b j r münasebeti lı, güleç yüzlü, Galatasaraydan çık- ktur Lûlz>in kitabl eski Yunan ma olduğu için fransızca bilen, ka- M ise onu canlandlrd, Q roman fası aydın, kütubhanesı zengin, arihî real;tenin
Yazan:
İsmail Habib Sevük
Millî Mücadeledenken arkadaşlığı- rarr£re-in kitab, ise y L ıin c i asrın mız olduğundan, stanbuda bu- Jk çeyreğindeki medenileri ahyor. lundukça pazar tatillerinde bana <im]erdir bu medeni!er? Medenilik
uğramak lûtfunaa bulunan ou
dost bu sefer daha odaya girer gir-mez asık bir yüzle: «Yahu, Cum huriyet gibi ağırbaşlılığından do layı övünüp durduğumuz bir ga zeteye bu kadar müstehcen bir
ro-•«**« ti/A/A.« c(iu«Ic yakışık alır
mı?» dediği zaman şaşkınlıktan donakalmış tim.
* * *
Gazetenin tefrikalannı kesip o-
kumak hizmetimde bulunan ev-
lâdlığım yerindeki kızın patentinde olduğu için eskileri gibi bu yeni tefrikayı da okumadım. Kız onları kesip kesip evine götürür. Arkada şıma: «Claude Farrère gibi ünlü bir edib böyle şey yapar,mı?» de mekten başka bir şey söyliyeme- yince o da: «Oku da bak» dedi. Bir defa Claude Farrère’in bu isim de bir romanım hiç işitmemiştim. «Anlaşılan ihtiyarlık zamanında çapkınca bir şey denemiş olacak» diye mırıldandım.
* * *
Perşembe günkü «Yahyanın
şi’rinde İstanbul» başlıklı yazımı «Cumhuriyet» e götürdüğüm za
man Yazı İşleri Müdürü Cevad
Fehmi dostumuza arkadaşınım söy lediklerini anlattığım vakit kendi lerinin de bazı okuyuculardan şi kâyet yollu mektublar ve telefon lar aldıklarını söyledi. Claude Farrère gibi dünyaca tanınmış bir edibin aym zamanda büyük mükâ fat kazanmış bir eserinden şüphe lenmeği akıllarına getirmedikleri için eseri tereddüdsüz kabul et mişler, «Aman şunu sen de oku» dedi. O zamana kadar çıkan tefri kaları getirdiler. Eve gelip oku mağa başladım: A, a...
* * *
Okuduklarımı anlatmadan on ye di yıl önceki bir hâtıramı naklede yim: 1934 haziranında Karadeniz Boğazından çıkıp, Tuna yolile A v - rupayı çemberledikten sonra Ça nakkale Boğazından girmek üzere üç aydan fazla sürecek Avrupa se yahatini yaparken Bükreşte büyük bir kitabcıya Uğrayarak fransızca bir roman istedim. «Hem edebî, - hem de eğlendirici olsun» demiş
tim. Tunadaki vapur yolculuğu
1 günlerce sürecek. Vapurdan çık mak da yok. Zeki kitabcı, lâf ara
sında benim Türk olduğumu da
anlayınca «Öyle ise size Claude Farrère’in Les Civilisés’sini vere yim, hem Türk dostudur, hem de çok kıymetli bir eserdir» dedi. Sa hiden kitab Tuna günlerine ayn bir revnak oldu. Farrère’i yalnız Türk dostu olup bize dair dört ki
tab yazışından değil, «L’homme
qui assassina» smda Istanbuldaki abidelerimizi de canlandırdığı için
severdim. Tuna vapurunda gün
lerce onun «Medeniler» ini içime
sindire sindire okuduğum vakit
sevgim büsbütün artmıştı.
ddiasında fikirleri birbirine uygun nuhtelif meslekten bir kaç. şahıs. 3unlar bir Fransız müstemlekesi ilan Saygonda buluşurlar. Şimdiye ¡adar çıkan on dört tefrika bile ıu şahısları esas çizgilerde tanıt-
nağa yeter. Otuz yaşlarındaki
loktor Mevil yaman bir zendost. îeş tane metresi varken gene her •astladığı güzele karşı bir aç kurd ’ ibidir. Mühendis Torral zevkini 'enişletmek için gayritabiî tema yüllere kadar sapmış. Arkadaşı Vievil’le aynı yaşta. En gençleri ilan yirmi altı yaşlarındaki bahriye sabiti Fierce, hem kont, hem zengin
/e harb gemisindeki amiralin ya veri. Roman, biz okuyucuları işte ou şahısların arkasına takıyor. On ları adım adım, perde perde, vaka /aka takib ediyoruz. Kahramanla rımızı kuru lâfların mücerred tas virlerde değil fiil ve hareket ha linde göreceğiz. Tâ ki onları «mü şahhas» olarak tanıyabilelim. On ların ne fikirde oldukları yaptık- tarile belli olacak.
Hi %
İşte Saygona gelen Helen ismin
de yeni bir şantözü görmek için tiyatroya gittiler. O gece tiyatro dan soma Doktor onu atlı payto nuna aldı. İki arkadaşı da beraber. Dört kişi sıkışık vaziyette giderler ken Doktorla şantöz ağız ağıza. İrtiaşlar. Diğer iki arkadaş lâkayd. Yalnız bunların arabası değil istiva ağaclarile dolu uçsuz bucaksız parkta diğer arabalar da öyle. Kendine gelen şantöz bir uğradığı hale, bir diğer arabalara bakıp «Ne rezalet!» der. Bahriye zabiti çıkışıyor: «Neye rezalet, bilâkis pek tabiî. Ben ve arkadaşlarım es
ki telâkkileri çoktan terkettik.» Evet terkettiler. Nitekim şantöz o gece Mevil’in evinde kaldıktan sonra ertesi gün vahşi hayvanlar parkmda gene zabite rastlayıp da onun teklifile karşılaşınca: «— Bu, arkadaşına hıyanet olmaz mı? Ya- hud onun buna canı sıkılmaz mı?» dediği vakit zabit kahkahalarla güldü: İlâhi saf kız, ne kendi, ne Mevil öyle ham ervah adamlardan değiller ki...
* * *
Peki sonra? Sonrasını söylersem romanın «tecessüs cazibesi» ne te cavüz etmiş olurum. Buna hakkım yok. Yalnız on yedi yıl öncenin buğulaşmış hatırasile aklımda ka lan umumî intibaı anlatayım: Ro manın kahramanları olan şahıslar, «anki göze görünmez bir büyük vantilâtörün kasırgasına tutulmuş
bir hız İçindedirler. Romanın en sürükleyici tarafı bu hızdan geli yor. Kahramanlarımız medenilik, namına her türlü zevkten kâm al mak isterlerken bu hız nisbetinde
sıhhatlerinden de kaybederler.
Sonra roman bizi yalnız onların
arkasından koşturmuyor. Onlar
zevk peşinde şuraya buraya koşar larken biz de Saygonun şurasını, burasını, usta kalem darbelerde birteviye tanıyıp duruyoruz. San ki, hattâ sanki değil, sahiden biz de müellifin kendi gibi bir Fransız harb gemisile o istiva şehrine git tik.
Sonlara doğru romandaki büyük hedef bütün heybetile meydana çı kar. O zaman anlarız ki meğer ki tab o sivri medeniler için yaman bir hicivmiş. Hem bu hiciv lâfla yapılan mücerred bir şey değil. Romanm bütün o ön saftaki şahıs ları kendilerini her türlü bağdan kurtulmuş sanırlarken meğer «tabi at» in o ezelî ve ebedî kudreti on ları şamarlayıp duruyormuş. Kalb- lerde hakikî sevgi başlayınca kah ramanların bütün medenî maske leri aşağı düşerek en içimizde ve iliğimizde olanın bütün bir salta natla en üste çıktığım görüyoruz. Demek bütün medeniyet taslak- lıklan kendilerini avutan birer sahtelikmiş. Herşeye hâkim olan hakikat tabiatin ezelî ve ebedî kudretidir.
Bizi öyle bir hedefe götüren böy le bir romanda müstehcenlik; bazı yerlerdeki bir iki sahife tutan açık saçık yerler o hedefi aydınlatan vesilelerdi, hedefin heybeti o vesi leleri bir silindir gibi çiğneyip geçti.
* * *
Demin a, a... diye yaptığım hay retin sebebini anladınız mı? Meğer şimdi gazetemizde «Saygon Gece leri» diye tefrika edilen roman be nim on yedi yıl önce Tuna vapu runda okuduğum «Medeniler» imiş. Bu, müellifin otuz, kırk yıl önce yazdığı bir eserdir. Büyük «Con court mükâfatı» m kazandı. Haris teyken de öğrendimdi ki ondan tpek çok pasajlarını resmî mekteb- lerin kıraat kltablanna da almış lar. Müellifin Akademiye girme sinde de büyük payı olan bir eser. Öyleyse isim neye değişti? Bu iş mütercimin ince bir kurnazlığın dan ileri gelse gerek. Gündelik bir gazetede asıl ismile «Medeniler» diye tefrika edilse, bu fazla ciddî : unvan yüzünden okuyucular ona i karşı alâkasız kalabilir. Halbuki | «Saygon Geceleri»... İstiva iklimi nin o ekzotik beldesinde geçen ih tiraslı geceler; bu, elbette okuyu cuyu daha çok çekecektir. İyi ama böyle edebî kıymetli ve geniş şöh retli bir eserin ismi sinema filmle ri gibi rastgele değiştirilmemeliydi. Hiç olmazsa değiştirilen ismin ya nma parantez içüıde kendi asil is mi de gösterilmeliydi.
* * *
Nedir bu eserin mahiyet ve he defi? Bunun mühim kısmını asıl isini söylüyor. «Medeniler», yani medeniyette o mertebeye yükse lenler ki artık onlar âmmenin köh ne telâkkilerini koparıp atmışlar dır. Hele cinsî münasebetlerde kıs kançlık, sadakat, gizlilik... Bunla rın hepsi geriliğin nişaneleri. Ah, eski Yunanlılar: hakikî medenî on- larmış. Onlardan olsun ibret alma lı. İlk büyük müverrih Herodot
«Bazı gayıimedenî ve iptidaî ka- vimlerde birine çıplak görünmek büyük bir ayıb sayılırdı» demiyor mu? Yunanlılarda bir ziyafet ma sası nasıl alenî ise bir yatak âlemi de öyleydi. Onlar karnının açlığını gidermekle nefsinin ihtirasını gi dermeyi aym şey olarak gördüler. Pierre Louys «Piyer - Lûiz) meş hur «Afrodit» i eski Yunandaki
bu zihniyeti meydana çıkarmak
için yazmadı mı? Claude Farrère ki Lûiz’in hem arkadaşı, hem hay ranıdır, onun için şöyle dedi: «İs kender kadar güzel, Arisi-t ka dar âlim, Eflâtun kadar ilhamlı idi.»
* * *
Bu sözlere bakıp da Claude
Taha Toros Arşivi