• Sonuç bulunamadı

Aşık Veysel

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Aşık Veysel"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A S I K

l i l i l í ! ■ ■ ■

Erdoğan* Alkan

'“’i™"" Tanju Bayramoğlu

(2)

SAYFA DÖRT

26 Ağustos 1970 CUMHURİYET

ü

S

ivas ’ m ilçesinin yüzü Şarkışla aş­ kın köyü vardır. B u köylerden biri de S iv - ralandır. Elli yıl önce­ sine kadar Şarkışlanm böyle bir köyü olduğu­ nu yalnız S ivr al arı Ular, Sivralana yakın köylü­ ler ve Şarkışlanm bir - kaç esnafı biliyordu...

“Uçyüzonda gelmiş

idim cihana

...

v*r, kaynata var, elti var kaşla- oğlan yetişsin, sabahın sapından nyı, kader böjrledlr, çiçek

bahtı-Bir köy merası vardır Sivra- landa. Adı Ayıpman. Tarih Uç yüz onda, bir güz gününde, Gü- lizar adlı bir köy kadım Ayıpl­

ılarındaki ağıllara koyun sağma­ ya gidiyordu. Göbeği bum tm - daydı kadının. Kaç ¡samandır sancılan başlamış, dinmek da bilmiyordu. Sancılan var diye, bunca İşi bir yana koyup yata­ ğında doğumu bekllyemezdl ya... H oş İstese de kim bırakır, gö­ rülmüş töre mİ köyde kadın kıs­ mının kumlayacağım diye puf yataklarda keyif çatması. Kayın

ran çatan, söa atan. Ele güne karşı olur mu?. Göbeği çatlıya- yazdı Gülizar kadının. B ir kuytu­ ya dar attı kendini. H em i de oğ ­ lan doğurmuştu. Göbeğini kendi eliyle kesti oğlanın, sonra önlü­ ğüne sardı sarmaladı, evin y o ­ lunu tuttu. Oğlanın adım Veysel koydular...

Aylar geçti, yıllar devrildi, Vey sel yedi yaşma geldi. O da tüm köy çocuklan gibi Beserek Dağı­ nın eteklerinde kaz güderek, tar­ ladaki babasına, anasına azık taşıyarak büyümüştü. «Hele şu

tutsun belki o zaman azıcık ıra- hatlanz» diyordu Şatıroğullann- dan Karaca Ahmet.

Veysel yedi yaşında, babası bü­ yümesini bekleye dursun... Bir kırandır girer Anadoluya, «çi­ çek» denen bir kıran, kasıp ka­ vurur Anadolu’yu. Tutulmayan kalmaz. Ve küçük Veysellerin evine de girer bu kıran, alır götürür çocuğun gözlerini. Artık

adı Veysel değü, kör Veyseldir. Kâğıt kalem kara yazmıştır ya­

na...

KÖR VEYSEL

S

ARKIŞLADA İnsanların adı vardır ama yalnızca adlarıyla anılmazlar, bir de takma ad yakıştırılır yanma, Hammmoğlu Yusuf, Dellguşçulardan Nazili Zırıl Osman gibi. Veysele de a r­ dından kör Veysel denir. Ba­ zen yüzüne karşı da Köroğlan deyip şakalaşırlar. Bozkır üs* tünde kurulmuş, toprağı verim­ siz, kıraç bir kasabadır. Şarkışla, Evleri topraktır. Toprak

damla-

---1

nn bacalarından gelen İsli bir tezek kokusu doldurur genzi. Ak­ şam lan sığır, otlaktan dönünce kadını, kızı hayvanlann peşinde koşup dışkı toplar. Bazen saç saça, baş başa blribirlerine gir­ dikleri olur dışkıyı sen alacaksın, ben alacağım «üye... Bire İkiyi zor veren bu kıraç topraklar halk ozanı yönünden alabüdlğlne zengindir. Âşık Sadık, Âşık Veli. Sedarl, Âşık Hüseyinler, Talibi Coşkun, Ali İzzet, Feryadı, Dev­ ran!, Sefil Selimi bu toprağın yetiştirdiği ozanlardır.

Bir Ömer vardır Şarkışlalı, Akkadınm oğlu Ömer, hareket memuru, bize de akraba düşer uzaktan. Sanırım lisenin ikinci sınıfındaydım. Veysel’i İlk gör­ düğüm glln bu Ömer de vardı yanımızda. Memurlar kulübün- deydik. Hem içiyor, hem söylü­ yordu âşık. Ömer İki de bir tür­ kü İstiyordu. Bir ara kızar gibi Veysel’e «Sen de kendini âşık mı sanıyorsun kör Veysel, nice­ leri var senden İyi söyleyen, sen­ den İyi çalıp çağıran» dedi. Bir tuhaf olmuştum. Türkülerini içer gibi dinlediğim, şiirlerini ez­ berlediğim ozana bu adam kör Veysel diyordu. Akkadınm oğlu­ na dikildim. Hep güldü oradaki­ ler, Veysel de güldü. Âşıkla «K ö­ roğlan» diye şakalaştıklarını, Veysel’in kör sözüne kızmadığı­ nı, hattâ esprilerinin çoğunu kör lüğü üstüne yaptığını sonraları öğrendim. Devri yıllarda sık sık bulundum âşıkla. Bir kezinde ilk karşılaştığımız anı ve Akka- dınm oğluna kızdığımı anlattım. Âşık da buna benzer bir başka olayı nakletti: İstanbul Spor ve Sergi Sarayında bir Âşık Veysel jübilesi yapılmış. Bir şiir oku­ muş bu jübilede Behçet Kemal. Şiirin bir mısraında «Dünyayı bu kör kadar gören var mıdır?» diyormuş. Türkçeyi yeni öğrenen bir Alman kızı sezememiş mıs- ranın gerçek anlamım, koşmuş yapışmış Behçet Kemal’in yaka­ sına, kör şensin, kör sensln, kör diyemezsin diye bağırmış.

Kentlerdeki dostlan, tanıdık- lan ise Âşık’ı bazen Veysel, ba- ! zen Âşık, bazen Şatıroğlu, bazen de Veysel efendi diye çağırırlar, nedense kimse Veysel bey de­ mez,.

Veysel’in Sivrialandakl adı İsa Veysel Emmi, ama genellikle Âşık Babadır. Torunlan Âşık i Dede derler ona.

SİVRALANDA

â

ŞIK'm büyük oğlu Ahmet karşıladı beni Şarkışlada. Bir cipe binip tuttuk Sivralanın yolunu. 11 yolunu izledik bir sü­ re, sonra köy yoluna girdi cip. I Ahmet yakmıyordu: «— Köyümü

zün yolu kötü, kışnı geçit venni-

I yor. Ne biz Şargışlaya inebilirik i gışm, ne Şargışlalüar köye çıka­ bilir, şu yolumuz da yapılsaydı bir sıkıntımız, galmazdı.» Orta- f köyü, H öyük’ü geçtik Ahmet, «Sivralan topraklanna girdik şimdi» dedi.

İ S a i b *

h om u tu la n m lşitml- • yordum artık. Usum Âşık’m şiir­ leri tideydi, mısralar gelişigüzel dilime geliyordu: «Arzusunu çek­ tiğim Beserek Dağı. Elvan elvan çiçeklerin açtı mı. Çevre yanın güzellerin otağı. Bizim eller yay lasına göçtü mü. Güney tarafın­ da Kurban pınan. Kalktı mı Me- zarlıboyu’nun kan. Garip öter Meşeliğin kuşlan. Yavru şahin yuvasından uçtu mu. Doğusu Bey yurdu, Şahlnkayası. Batısı aşılık taştır boyası. Üçolub’tan geçer Türkmen mayası. Sultan Sula­ ğından suyun içti mi. - Yeşil at­ las giymiş, dağlar süslenmiş. Mesçit Köyü eteğine yaslanmış. Seme Dağı duman olmuş, pus­ lanmış. Sivralan’a nura rahmet saçtı m ı. Zaman gelip göçler ge­ ri dönerken. Güzellerin yaylasın­ dan inerken Dilberler doldurup hâde sunarken. Veysel Şatır ha­ tırlara düştü mü.»

Cip güçlükle geçiyor evlerin arasından. Hattâ geçit olmadığm- : dan âşıkm kapısının önüne dek varamadık, yakın bir yerde in­ dik arabadan. Âşık evin sol ya­ nındaki küçük bostandan çıkıyor du, cipin sesini duymuştu. Âşık’ın evi tek katlı, büyücek bir yapı, ilkokula benziyor. Ortası boydan boya sofa, sofanın iki yanında karşılıklı ikişer oda, evin iç düzeni daha çok Ankara’daki gecekondu­ ları andırıyor. Sol yandaki büyük odaya geçtik. Odanın iki kıyısı boyunca (I*) biçiminde iki sedir var, duvarlarda Şarkışla kilimleri köşe yastıklarının üstünde ise kü­ çük halılar. Bağdaş kurup otur- j duk minderlere, Ankara’daki ta­

nıdıklarını sordu âşık. Sohbet baş | ladı.

— İyisin ya şükür.

— İyiyim Âşık, sağolasın, sen nasılsın.

— Hamdolsun, zararım yok, şu ağrılar da olmasa, daha İyi ola- cam ya.

- Ne ağrıları. | — Romatizma.

— Sıcak tutacaksın.

— Eyle, sıcak da tutuyom em­ me. canım bırak şimdi, ağrılar batsın, sen acıkmışındır, yoldan geldin, sofranı hazırlasınlar, ıra- kıyı da sevmezsin heml...

— Yok âşık, henüz acıkmadım, acıkınca söylerim.

Tek tek doldurmaya başladı oda m köylüler. Köylerde âdettir Kentten ya da kasabadan bir ko­ nuk gelince mutlak yanma varıp şöyle bir elini sıkın konuştukla­ rını dinleyeceklerdir. Nedense kentlilerin köy gerçeklerinden uzak söylevlerini dinlemekten hft lâ usanmamışlardır. Kamım tok dediğime pişman olmuştum, Slv- rnlanın temiz havasından mıdır, ülserden midir, midem kazınmaya başladı:

— Haklıymışsın Âşık, Slvrala- mn havası iştahımı açtı benim, mi­ dem kazınmaya, ağzım kurumaya başladı.

Sofra kuruldu. Rakılar açıldı Ahmet yemeğini yedirmek, bar­ dağını doldurmak için babasının vanında yerini aldı. Altı çocuğu var Âşık’m. ikisi erkek, dördü kız Çocukların hesi evli, küçük kır bekâr. En büyükleri Ahmet, tkin- ci oğlunun adı Rahmi, çevre bir köyde öğretmen vekilliği yanıyor Okullar tatil olduğundan Rahmi de Sivralandayöı. Çocukların

al-V eysel «E lm a B a h ç e s in d e » d in le n iy o r

A şık V ey sel ile b irlik te tısı da ikinci karısı Gülizar Ana­

dan. Ahmet Âşık’a yemeğini ye­ diriyor ama rakı kadehini doldur­ maya pek yanaşmıyordu. Âşık da takılıyordu Ahmed’e: «N’ öriiyon Ahmed, uyuyon mu, Kerbelâda mıyız, öldürccen beni susuzluk­ tan. Çarnaçar kadehi yeniden dol­ duruyordu Ahmet. Kadehler, şişe­ ler dolup boşalıyordu.» Âşık:

«— Yahu getirin şu »azı da bi­ raz gulaklannı bükek, döşünü ür- mahyak» dedi.

Saza, kendi sesine göre mırıl­ danarak düzen verdi. Sonra sor­ du:

— Ne çalak?

— Ne istersen onu çal.

— Adam sen bana bakma, ben hepisini de çalmak isterim.

Âdetidir Aşık'uı. Kendi İstedik­ lerini değil, hep başkalarının iste­ diklerini çalar.

Y a rın

DALLAR ÇİÇEK AÇAR, VEYSEL DERT AÇAR...

(3)

SAYFA DÖRT,

CUMHURİYET

27 Ağustos 1970

Dallar çiçek açar

Veysel dert açar

0

5

iirleri olsun, türkü­leri olsun, insan, anılarıyla daha çok se­ viyor galiba. Aşık’a, «A nlatm am derdimi dertsiz insana» mısra - ıyla başlayan şiirini din lemek istediğimi söyle­ dim. Titreyen elleriyle çalmaya başladı:

«Anlatmam derdimi dertsiz in­ sana. Derd çekmeyen derd kıymetin bileme*.

Derdim bana derman İmiş bil­ m edim . H iç bir «aman gül dikensiz olamaz.» •Gülü yetiştirir dikenli çalı. A n her çiçekten yapıyor balı. K işi sabır ile bulur kemali. Sab­

retmeyen maksudunu bu­ lamaz.»

«Veysel günler geçti yaş altmış oldu. Döküldü yaprağım güllerim soldu. Gem i yükün aldı gam ile doldu. Harekete kimse mani ola­

maz.» Türkü onüç yıl ötelere götür­ dü beni, onüç yıl gerilere. Sam­ sun öğ ren ci Demeği olarak bir

şiir gecesi düzenlemeye karar yermiştik Samsunda. O zaman­ lar toplumsal sorunları bilmez­ dik. Üniversite öğrenci dem ek­ leri balolar, şiir geceleri düzen­ lerdi b o l bol.

Aşık

Veysel, Ha­ lide Nusret, Bekir Sıtkı, Osman Atillâ ve daha birkaç ozanı Sam suna götürmek gerekiyordu. Mev sim kıştı. Halide Nusret, yaşlı ve rahatsız olduğunu, otobüsle gidemeyeceğini söyledi. Taksi tutmak gerekiyordu Halide Nus­ ret İçin.

Aşık

Veysel ve diğer o- zanlar sabah otobüsle hareket ettiler Samsuna, öğleden sonra İse Halide Nusret ve Jtilide Gü- lizar'la birlikte bir taksiyle biz

yola çıktık.. Samsunda arkadaş­ lar diğer ozanları Samsun’un en ltlks oteli Vidlnll’ye, Âşık Vey­ sel ve küçük Veysel’i de herhal­ de eski giysilerine bakıp üçün­ cü sim i bir otele yerleştirmiş­ ler. Samsun’a vardım kİ, soğuk bir odada Âşık Veysel ve kü­ çük Veysel tirtlr titriyorlar. Vi- dinli’de ağırlanması gereken bi­ ri varsa o da İlk önce Âşık Vey­ sel olmak gerekirdi dedim arka­ daşlara ve alıp Vidinli’ye götür­ düm Âşık'ı ve küçük Veysel’i. Bu arada bastonu kaybolmuştu Veysel’in. Bastonu yitirmenin üzüntüsüyle bir şiire başlamıştı. Hatırımda iyi kalmadı ama,

ga-Â Ş IK VE YSEL, O D A SINDA DİNLENİYOR... îtba, «Hem elim, hem ayağım.

Elimden gitti dayağım. Altmışal­ tı oldu çağım. N’eylerim ben şlmden geri?» gibi bir dörtlük yazılmıştı, ya da o anda bulmuş söylemişti Âşık. Sonra baston bulundu, şiir de yazılmadan kal­ dı... O geceyi düzenlemek bir hayli yormuştu beni. Her şey üs­ tüme yıkılmıştı. Bir yandan da soğuk algınlığı, öksürük, derken, Muzaffer Tayyib’in dediği gibi, «Bir ikindi vakti durup durur­ ken» kan ve yatak.. Bir akşam Veysel eve geldi hasta görmeye, yukardakl türküyü söyledi. Üs­ tümdeki umutsuzluğu alıp gö­ türmüş, bent yaşama bağlamış­ tı bu mısralar. Veysel bile bile mİ söylemişti bu türküyü, yoksa bir rastlantı mıydı bilmem? Şu var kİ ben o zamanlar Âşık’ın bu şiirini bilmezdim ve Veysel ben İstemeden, kendiliğinden söylemişti türküyü. Ahmet kalk­ tı, yerini ben aldım ve Âşık’ı üzmeden boşaldıkça doldurdum kadehini. Bir ara sazı bıraktı Veysel. Titreyen elleriyle cebin­ den mendilini çıkardı, terini sil­ di yüzünün.

— Şiirlerini genellikle kıvançlı olduğun anlarda mı, yoksa üz­ gün anlarında mı yazarsın Âşık? — Üzgün olduğum anlarda, tik karımın çocuğumu yetim go- vup gaçması, seferberlikte kö­ yün tüm delikanlıları, erkekleri askere alınırken benim yaşlılar ve kadıularnan köyde kalışım çok üzmüş idi beni o zaman. Şu şiiri yazdım:

«Ne yazık ki bana olmadı kıs­ met. Düşmanı denize dö­ kerken millet. Felek kırdı kolum vermedi nö­ bet. K ılıç vurmak için düş­ man başına.» Boşuna yazmamıştı Âşık, dal­ lar çiçek açar, Veysel dert açar diye...

Âşığın isteği üzerine Hıdır Emmi aidi sazı. Hıdır Emmi kö­ yün dedesi. Am a Sivralanda de­ deler dedelik yapamıyor, Vey­ sel’in kişiliği sürgün etmiş de­ deliği. Hıdır Em mi çalıp söyler­ ken Veli Dayı da yedeklik edi­ yor. Türküler iki kişiyle söylen­ diğinde esas sese katılana ye­ dekçi deniyor. Â şık’a ilk yedek­ çilik eden İbrahim’di.^ İlk plâk­ larının bazılarında Âşık İbra­ him’le birlikte söyler türküleri­ ni. Sonra İbrahim öldü, yerini bir başkası aldı aynı köyden. Ama onun da adı Veysel. İki Veysel karışmasın diye de ye­ dekçi Veysel’in adı küçilk Vey­ sel yapıldı. Orta boylu, esmer, tıknazcaydı küçük Veysel. Uzun yıllar çocuğu gibi baktı Veysel’e. Yemeğini yedirdi, kadehini dol­ durdu. terini sildi. Yıllarca bir­ likte dolandılar kent kent, kasa­ ba kasaba, köy köy. Bir gün küçük Veysel de, Âşık’ın deyi­ miyle «Bilinmeyen bir dertten godu gitti» ve Ahmet aldı yeri­ ni, Âşık’ın büyük oğlu. On yıl­ dır Ahm et’le dolaşır Âşık. Ah­ met’in köyde işi varsa ya Veli Dayı, ya Hıdır Emmi alır yeri­ ni.

Hıdır Emmi coştu, Veli Dayı da. Türkü söylemediği zamanlar da ağzı hep açık duruyor Veli Dayının ve yüzünde hep merak­ lı, her şeye şaşan bir insanın an kıtımı var. Bir yandan onları dinliyor,_ bir yandan sohbet edi­ yorum Âşıkla.

VEYSEL VE GECE

kâğıdının üstündeki kırmızı renk çekmiştir. Diğer renk karadır. Karayı kömürden hatırlar. Di­ ğer tüm renklerin üstünden geç­ miş, silmiş süpürmüş yıllar.

İkinci Dünya soyut dünyadır, karanlık dünya. Bu dünyada; «G öz ile görülmez duyulan ses­ ler... Şekilsiz, gölgesiz canlar, nefesler.» Ozanın sanatında ve kişiliğinde daha ağır basmakta­ dır bu karanlık dünya. Bir yan­ dan Bektaşî kültürünün etkisi, bir yandan gözlerini yitirmesiy­ le içe dönüşü onu mistikliğe, ta­ savvufa götürmüştür.

«Her nereye baksam onu görü- yom. Aynaya bakarsam be­ ni görtiyom. Yayılmış damarda kanı görü- yom. Yerleşmiş cesette giz­ li sır bende.» Bu iki dünya arasında gidip gidip gelmektedir Veysel. Gidi­

yorum gündüz gece şiirinde İki dünya bir araya gelmiştir: «Dünyaya geldiğim anda. Yürü­

düm aynı zamanda, ik i ka pılı bir handa. Gidiyorum gündüz gece.»

Karanlık dünyasından mem­ nundur Veysel. Bu dünyanın de­ ğiştirilmesini İstemez, Nitekim Göz Bankası, kurulduğunda Â- şık’m gözlerini açmak istemiş, ama kabul etmemiş bu teklifi Veysel. Hattâ bir de şiir yazmış bu olay üstüne:

«Bir küçük dünyam var içimde benim. Mihnetim, ziynetim bana kâfidir. Görenler dar görür geniştir ba- na. Sohbetim, ülfetim bana kâfidir.» Veysel’in kendi dünyası dar mıdır, geniş midir? Halk şiirimi­ zin taşlama ustalarından Talibi Coşkun, bir gün bana; «Veysel’

in gözlerinin görmemesi büyük eksiklik, tasavvufa gömülmüş bu yüzden, Dünyanın güzelliklerini tanısaydı daha başka yazardı şi­ irlerini» demişti. Veysel’e de so­ rarsan Talibi «şehvetperest». Veysel karanlık dünyasına çok şey borçlu olduğunu, gözleri gör­ seydi bir Âşık Veysel olamaya­ cağını sanır. Karanlık dünya mistikliğin yanı sıra bireyciliğe de itmiştir ozanı. Bireysel olay­ ların etkisiyle yazar şiirlerini: îlk karısının kaçması, askere alınmaması, sıla özlemi, bosta­ nım su basması, parasının çalın­ ması, ormancıların baltasını al­ ması gibi...

Yarın__________ ___

«T A N IŞT IĞ IM ŞA İR L E R İM İZ»

— Ne zaman yazarsın şiirleri­ ni, gündüz mü, gece mİ?

— Gece yazarım. Şundan ge­ ce yazarım: Gözlerimi yitirdiğim den benim bütün duygum kulak­ larımda toplanmıştır. Geceler sessiz oluyor, daha iyi kendimi dinleyebiliyorum, daha iyi duyu­ yorum tabiatın sesini, daha iyi şiire veriyom kendimi.

Ne garip, ömrü karanlık için­ de geçen Veysel, yine de kendi karanlığını seviyor, gece yazı­ yordu şiirlerini.

— Kendi kendine zamanı tah­ min edebilir misin?

— Ederim, tâbi 5 dakika, 10 dakika yanlışlıklar olabiliyor.

— Peki şimdi saat kaç olabi­ lir Âşık?

— Onbirbuçuk felan var. t — Saat oniki ama.

— Şimdi gürültü olduğundan, , çalıp çağırdığımızdan izlemedim vakti. Yoksa sessizlikde olsa hcç şaşmam.

İKİ DÜNYA

tkl dünyası vardır Veysel'in. Biri somut dünyadır, ağacıyla, toprağıyla, taşıyla, suyuyla, ek- , meğiyle. Türkiye’nin kırk kadar ilini gezmiş, dolaşmıştır Âşık. A m a Sivralandır Veysel’in so­ mut dünyası. Beserek Dağıyla, Güldedesiyle, Karataşıyla Sivra- lan, yayla zamanında koyunun kuzuya katıştığı, dağlarında m or ' menevşe, güllerin açtığı çayırın- . da madımak, bostanında soğan <

saransak biten Sivralan. Veysel : gurbettedir, beş-on kuruşu bir j araya getirmek, muhannete muh ; taç olmamak için. Sılada Güli- 1 zar kadını, sılada çoluk çocuğu ' bırakmıştır. Yaz gelmiş, yayla : zamanı da gelmiş üstelik, Sivra- j ian’dan mektup salmış Ahmedin ;

anası: <

«Yeni mektup aldım gül yüzlü , yârdan. Gözletme yollan i gel deyi yazmış. Sivralan köyünden bizim diyar­ dan. Dağlar m or menevşe gül devi yazmış.» «Beserekde lâle sümbül yürüdü. '

Giildedeyi çayır çimen bürüdü. Karataşda kar kalmadı eridi. Akar gözüm yaşı sel deyi yazmış.» «Eğlenme gurbette yayla zama­ nı, Meviâyı seversen ağlat- latma beni. Benek benek mektupdadır nişa­

nı. Gözyaşım mektupda pul deyi yazmış.» «Kokuyor burnuma Sivralan kö­ yü. Serindir dağlan soğuk-

tur suyu. Yâr mendil göndermiş yadigâr

deyi. Gözünün yaşını sil deyi yazmış.» «Veysel bu gurbetlik kâr etti ca­ na. Karıştır göçünü ulu kervana. Gün geçirip fırsat verme zama­ na. Sakın uzamasın yol de­ yi yazmış.» Çiçekler, allı, yeşilli, sanlı, morlu renkler halay çeken kız­ lar gibi kol kola vermiştir Vey­ sel’in şiirlerinde, kişi bir renk cümbüşü içinde yüzer. Oysa yedi yaşında gözlerini yitiren ozanın belleğinde sadece İki renk kal­ mıştır. Biri kırmızı. Babası nü­ fus kâğıdını yeıji çıkarmıştır. Küçük Veysel’in İlgisini nüfus

(4)

SAYFA DÖRT:

CUMHURİYET

2.9 Ağustos 1970

"Tanıştığım şairleri

mi soruyorsunuz?»

m

İYİCE kararmıştı ortalık. Küks yakıldı. Veli Dayı, Hı- dır Emmi, Ali ( Açıkın yiğe- ni) ve birkaç köylü girdi oda­ ya. Birazdan Veysel de gelip sedirin köşesindeki yerini al­ dı. Sofra kuruldu. Nedense Âşıkla oturduğumuzda ■mttih. nımızın çoğu hep böyle sof­ ralarda geçmişti. Piposunu yaktı Veysel. Tütünü de Al- manya'dan gelme. Veysel ge­ nellikle pipo içer. Arada siga­ ra da yaktığı olur. İçkili ma­ salarda' âdettir. Bir iki ka­ deh e tıp da kafalar duman­

lanınca kimse kimseyi dinle­ mez, herkes biri biriyle konu­ şur, yani konuşmalar İkilidir. Daha çok konuşmak için ko­ nuşulur, karşısındakinin ko­ nuştuğu da aslında pek din- lenmez, hu, hı diye kafa sal­ lanır ve sözü münasip bir yer den kapmak için fırsat kolla­ nır. İşte yine böyle bir hava­ ya girmişti masa. Ziraatçı E- min beyle, Hıdır Emmi Veü Dayıyla, ben de Âşıkla konu­ şuyordum.

— Tanıştığım sanatçılar mı? Orhan Veli, Sait Faik, Bedri Rahmi, Ahmet Kutsi, Behçet Kemal, Neyzen Tevfik..

bazıla-nynan tanıştım emme şimdi bu­ lamıyorum adlarını hepi sinin. Benim taranmamda özellikle Ah met Kutsi*nin büyük payı var... İlk plâğa okuduğum türküler «Mecnunum I-evlâmı Gördüm*, «Bülbül., «Çiçeklerin Dili*. İlk yazdığım şiir de Cumhuriyetin onuncu yıldönümtiyle ilgili bir şiirdi.

— Şu adları duydun mu Âşık; İlhan Berk, Cemal Süreyya, Tur gut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan?

— Y ok, klmki bunlar, tanış­ mış mıyık?

Âşık sazanı istedi. «Güzelliğin on par’etmez». «Sazıma» türküle­

rini söyledi. Yine terlemeye baş­ ladı. Yorm ak istemedik  şık ’ı. Bahri pikaba Âşıktan bir plâk koydu. Bir gülümseme yayıldı yüzüne Veysel'in. Âşık gülerken çenesi hafifçe uzuyordu. Kendi türkülerini plâktan, radyodan kendi sesiyle olsun, başkaları­ nın sesinden olsun dinlemeyi sever,

Â Ş IK IN

ESPRİLERİ

K

o n u ş u r k e n sık sık espri­ ler yapar Veysel. Bir kitap dolduracak kadar çoktur bu

T espriler. Şu an aklıma gelen ba­ zdan:

Ahkamdaydık, özlem iştir di­ ye Şar kışlanın ünlü bulgur köf­ tesini yaptırdım. Yemeğini ken­ disi yiyordu. Kaşığı daldırdı. Üç köfte gelmişti kaşığına. Kaşığı ağzına götürdü, «k ör gibi üç köf­ teyi birden almışım» dedi.

Ankarada, Cebecide Mantar Ahmet'in lokantasında içiyor­ duk. Â şık piposunu çıkardı. Mus cafa adlı bir arkadaş yaktı pipo­ yu, sonra da sordu Âşıka:

— Yandı m ı Âşık? Cevap verdi Veysel:

— Bana ne sorayon, burnu­ mun ucunn dağetle (denetle),

duman çıkıyorsa anla ki yandı. Âşık İstanbul'a gittiğinde, Sir­ kecide, çıkmaz sokaktaki bir

f

telde kalır hep. Âşığın İstanbul «ia olduğunu duyduk. Sanatse­ ver bir kız arkadaşla arayıp bul- < uk Âşık’ı. Yanımızda fotoğraf

t -akinası da vardı, bir hâtıra i "smı çektirmek istedik. Âşık l i r yandan poz veriyor, bir yan yan da;

— İyi çekin ha, net çıkmazsa kabnl etmem fotoğrafı diyordu.

Sivrialanda  şık ’ın kitabında­ ki yanlışlıkları düzelttim. Ben okuyorum, Âşık dinliyor ve ge­ rekli düzeltmeleri yaptırıyordu. Kitap bitti. İşin resmiyet kazan­ ır ası için üstüne yanlışlar Âşık U rafından düzelttirilmiştir kay­ dını koydum ve Âşıktan cümle­ nin altına mührünü basmasını isıedim. Mührü bana verdi, ar­ dından da ekledi:

— Mührü eline aldın, şimdi sultan sensin, aman bizi borçla­ nıp morçlandırma,

Âşık’m masalarda sık sık tek­ rarladığı bir espri de şu:

— Biz yedik içtik, saz acından ölüyor.

DİVANDAKİ

YANLIŞLAR

â

ŞIK Veysel’in şiirleri «Aşık Veysel, Hayatı ve Şiirleri» adlı bir kitapta toplanmıştır. İst tnbul Maarif Kütüphanesinin yay ını olan bu kitabın bittikçe yeni baskıları yapılır ve böylece de yanlışlar baskıdan baskıya geç rek sürer gider. Kitapta bir hayli yanlış vardır. Bu yanlışlık­ lar;.! bazıları harf fazlalıkları ya da eksiklikleri şeklindedir. Ama öylı yanlışlıklar da vardır ki mısraın n, bazan tüm şiirin anla­ mım değiştirir. Örneğin, «Ben bir çoban olsam, sen de bir ko­ yun. Bestesem elimde tuz ile se­ n i» mısralarmın doğrusu, «Ben b ir çoban olsam, sen de bir ko­ yun. Seslesem eiim e tuz ile seni» dir. Görüldüğü gibi arada büyük anlam ayırımı var. Yine bunun gibi; taşların kaşların, mecaz Hicaz, döğüşe dur işe, boşlar hoşlar, külü küllü, almak ah­ mak, derinden derdinden, dışarı taşraya, aldattı ağlattı, şeklinde basılmıştı. Maarif Kütüphanesi kendiliğinden bazı dörtlükleri de çıkarmıştı şiirlerden, örneğin «ABah Birdir» şiirindeki «Yezit nedir, ne kızılbaş. Değil miyiz hep bir kardaş. Bizi yakar bizim bizim ataş. Söndürmektir tek ça resi» ve «Bu âlemi yaradan bir. Odur külli şeye kadir. Alevî Sün­ nilik nedir. Menfaattir varvara- sı.», Atatürk’e Ağıt şiirindeki «İskenderin Zülkarncyin. Çalış­ madı buncaleyin. Her millet Ata türk deyin. Cemiyet Akvam ağ­ ladı. Bu ne kuvvet bu ne kudret. Varidi bunda bir hikmet. Bütün Türkler tnön - îsmet. Gözlerin­ den kan ağladı» dörtlükleri ya­ yım cı tarafından bilmem neden çıkarılmıştı. Ve yayımcı şu çok güzel şiiri ise bütünüyle koyma­ mış:

«Bu âlemi gören sensin. Yok gözünde perde senin. Haksıza yoi veren sensin. Y ok mu suçun burda senin. —Kâinatı sen yarat­ tın. Her şeyi yoktan var ettin. Beni çıplak dışar’attm. Cömert­ liğin nerde senin.— Evli misin, ergen misin. Eşin yoktur bir sen misin. Çarkı sema nur sen mi­ sin. Bu balkıyan nur da senin. — Kilisede despot keşiş. îsa Al­

lahın (* ) oğlu demiş. Meryem Ana neyin imiş. Bu İşin var bir de senin. — Kimden korktun da gizlendin. Çok arandın çok iz­ lendin. Göster yüzün çok nazlan­ dın. Yüzün mahrem ferde senin. — Binbir İsmin bir cismin var. Oğlun kızın ne hışmın var. Her bir ¡renkte resmin var. Nerde baksam orda senin. — Türlü tür Hi dillerin var. Ne acayip halle­ rin var. Ne karanlık yolların var. Sırat köprün nerde senin. — Âdemi sürdün bakmadın. Cen­ nette de bırakmadın. Şeytanı ni­ çin yakmadın. Cehennemin var da senin. — Veysel niden akim ermez. Uzun kısa dilin durmaz. Eller tutmaz gözler görmez. Bu acayip sır da senin.» (•) «İs Allahın» şeklinde.

Yarın

-VEYSEL, ÖLÜMDEN

K O R K M U Y O R

« B ir p ip o m c e v iz y a n a lık iı»

(5)

SAYFA DÖRTs

CUMHURİYET

29 Ağustos 1970

¥ ey sel ölümden

korkmuyor!,.

S

lvralan’da insan az da uyu- sş uykusunu alıyor. Soğuk su, temiz hava. Ankara’nın kirli havasıyla uyuşan ciğerleri­ mi bol bol Slvralanm temiz ha­ vasıyla dolduruyordum ... Kah­ valtıdan sonra Âşıkla, köydeki Âşık Veysel Çeşmesi’ni görm e­ ye gittik. Çeşmeyi YSE yaptır­ mış. Üstünde Âşık Veysel Çeş­ mesi yazıyor. Çeşmenin ön yüzü kabartma saz biçim inde. Çeşme­ nin ardında köyün okulu. Okul bir bahçe İçinde... Birden iki Amerikalı belirdi yanımızda, o- kulda yatıp kaikıyorlarmış,

i o 1 M O r araştırmasına gel­ mişler, bir de Alm an profesör varmış yanlarında, Sivas’a git­ miş birkaç günlüğüne. K endile­ rine Türkçe adlar koym uş A m e­ rikalılar, birinin adı Yusuf, öte­ kinin Haşan. Y usuf fiyaka olsun diye şipşak makinasıyla bir fo ­ toğrafım ızı çekip hemen bize verdi, dönüşte de Aşığın evine dek izledi bizi. Yusuf’a sordum :

— Âşığın fotoğrafları var mı »izde, çektiniz mi daha önce?

— Hayır.

— Sesini aldınız mı teype? — Hayır.

— Siz folk lor araştırması yap­ m ıyor musunuz burda?

— Evet yapıyoruz.

Bu nasıl fo lk lo r araştırmasıy­ dı... Sonradan köylülerle konu­ şunca folk lor araştırmasının ne türden olduğu çıktı ortaya. A - merikan (dostlarımız, köylülerin daha çok hayvan sayısıyla, oda sayısıyla, gelir durumuyla ilg i­ leniyor. Am erikalı Barış G önül­ lüleri devletin okuluna yerleş­ miş, b ir aydır folklor adı altın­ da çatır çatır sosyal araştırma yapıyor... 250 evli, 1965 nüfus sayımına göre 1009 nüfuslu b ü ­ yücek bir köy Sivralan. Tüm üy­ le A levi, okuma yazma bilen le­ rin sayısı ise 1965 istatistikleri­ ne göre 199. Benim bildiğim bu

kadar, daha fazlasını öğrenmek için Y usuf’un notlarına bakmak gerek...

VEYSEL’İN

ÖNCÜLERİ

R

ıza Tevfik «Hak vergisidir o kaabiliyyet bizde. Şairlik o im tiyaz-ı müstesnadır» di­ yor. Ozanlık bir ayrıcalıktır a- ma mısralar da gökten melekle­ rin kanadında inmez. Gözlerinin görmemesi nedeniyle uzun, y ıl­ lar Sivralan ve çevresindeki köylerden uzaklaşamayan Âşık Veysel’i hazırlayan ozanlar da

« B ir k arın ı var kızıl sa r ı-g u b a r tır gezer s a çla r ı» Aşık

Aşık Sadık, Âşık Veli, Âşık Hü­ seyin gibi Sivralanın çevresin­ deki köylerde yetişmiş ozanlar­ dır. Nitekim Veysel kendi tür­ külerinin dışında Âşık Veli, Âşık Hüseyin, (1), özellikle de Âşık Sadık’tan türküler okur. Âşığın Türkiye’yi dolaşması da­ ha sonraki yıllara, tanınmasın­ dan sonraki yıllara raslar. Bu­ gün Türkiye’nin kırk kadar ili­ ni bilir Veysel. Halk ozanları ya bir ustaya çıraklık eder us­ tasının eşliğinde, ya da kulaktan aldığıyla yetişir. Ç ukurova’da kalmadan Karacaoğlan’ı tanı­ mak ve sevmek ancak okuyan­ lara özgü bir olanaktır. V ey sel’e saz çalmayı öğretenler komşu­ larından M olla Hüseyin ve ba­ basının bostanım eken Kangal' ın Çamşıhı köyünden Ali Ağa­ dır. Sivas ve dolaylarında hep Çamşıhı türküleri Çamşıhı ağ­ zıyla söylenir. Ali A ğa’mn etki­ si sazdan çok türkülerin avazı, ağzı üstüne olmuştur. V eysel’in şiiri üstünde etken olan ozanla­ rın saptanmasına gelin ce; bu, başlıbaşına bir araştırma konu­ sudur, uzun zaman kalmak ge­ rek ir Sivralan v e çevre köyler­ de...

«VEYSEL GİDER,

ADI KALIR»

DÜŞTÜ MÜ?

6

tililzar Ana’nm gözleri yaş­ lıydı,. Gitmeseydin alışmış­ tık diyordu. Âşığın, Gülüzar Ananın, Veysel’in bacısı Elif

Bacı’nm,

K idir Emmi'nin, .Veli

Dayının ellerini öptüm . Y ılm az’ la, diğer köylülerle vedalaşıp Şarkışla'nın yolunu tuttum. Dört gece beş gün kalmıştım Sivralan’da. K öylerde ancak köylülerin yaşayabileceğini bir kez daha anladım.. Yüznumara- lar açıktı ve sinekler

kaynaşı-şimdıki karısı, çocuklarının anası Gülizar Ana He...

dal kırılm ıştı çıt diye... yordu insan pisliklerinin üstün­

de, sonra bu sinekler kalkıp sof­ rana; yediğin ekmeğin üstüne konuyordu.

Sivralan’ın son evi de k aybol­ du. Â şık’ın bahçesinin önünden geçtik. Hayal bilm ez ürüyasız dallar arkada kalmıştı. Ve bir

(1) Burada sözü edilen Âşık Hüseyin, «Ne haldayım alâ gözün süzetıler» şiirinin oza­ nı Hüseyin değildir,

— S O N —

S

on yazdığı şiiri «Veysel gi­ der adı kalır. Dostlar beni hatırlasın» rmsraiarıyla b iti­ riyordu Âşık. Kendisinden adı kalır diye sözettiğine göre, ölüm süzlüğüne inanıyordu. Kazanca- kis «G ünaha Son Çağrı» roma­ nında ölümsüz olanlar ölümden korkmaz diyor. Ben de Asık’a sordum :

— ölü m den korkar mısın? — Y oo. ne gorkacaam, ölüm benim arkadaşım, heç insan ar­ kadaşından gorkar mı !..

K aldığım ız evi yeni yaptırmış Aşık. Aşağıda, eski evin biraz üstünde ikinci bir inşaatı daha var V ey sel’in. Onun da plânı aynı. Ortada bir salon, salonun iki yanında karşılıklı iki oda. inşaatın başında Ahmet duru­ yor :

— H ayırlı olsun... Siz mi otu­ racaksınız burda?

— Y a amcamın oğullan , ya biz... Biz m allan ayırmadık, amcamlarla bizim mallarımız birdir, bahçada amcamın oğlu çalışır..

— K aça maloldu öteki ev? — 20.000..

— E pey sıkıntıya sokmuştur sizi?

— E yle oldu. Eksik olmasın Aydın Bolak’m büvük vardım ı- nı gördük. Türk P etrol’ babama Plâk yaptırdı, 10.000 lira plâğa ödedi, babamın bir yıllık maa­ şım da peşin verdi.

— Hangi maaş anlamadım. Aşık devletten alm ıyor mu maa­ şını?

— 500 lira devletten. 500 lira da Türk Petrol’den maaş alıyo- bu 1001) lirayla ireçîniyoruz hepimiz, gördüğün gibi kaç b o­ ğaz.,

— N e zamandan beri Türk Petrol maaş ödüyor Âşık’a?

Babam için M eclis’e kanun teklifi yapılmıştı ya, bn kanun daha çıkmadan Aydın Bolak, Tahsin Bangnoğlu’yla haber göndermiş, kanun çıkıncaya ka­ dar maaşını Türk P etrol’ ödese kabul eder mi demiş, babam d3

kabul etti, kanunun kabulünden sonra da kesmediler parayı, bâ­ lâ ödüyorlar..

Kanun 1965’te kabul edilmişti. Demek altı yıldır Türk Petrol, Aşığa aylık ödüyordu. Âşığın plâkları arasında Türk Petrol damgalı plâğı buldum. Mavi bir plâk. Bir yüzünde bir sevi tür­ küsü, öteki yüzünde ise «Nasi­ hat» şiiri. Nasihat’ı dinledim, «Eğer zengin isen paraca, malca. Yabancılar sana kardeş bacı o- lur» (fiyordu Aşık. Âşığın bunca Şiiri arasından Türk P etrol’ün, yabancı bir petrol şirketinin bu şiiri seçmesi raslantı olamazdı. Ij-ilik etmemişti Veysel’e Aydın Bolak. Yabancı petrolün parası­ nı Sivralan'a, bunca yıl dürüst yaşamış Âşık V eysel’in evine sokmaya hakkı yoktu Bolak’ın

VEYSEL ŞATIR

HATIRLARA

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Avustralyal› ve Yeni Zelandal› araflt›rmac›lara göre, burada bulunmay› bekleyen baflka memelilerin de oldu¤u kesin; Yeni Zelanda’n›n bir zamanlar yaln›zca kufllara ait

İkamet edilecek semtler, yani asıl şe­ hir ise, çok çirkin bir yapı olan eski kış­ lanın yeri, güzel ve geniş bir meydan haline konulduktan sonra, onun

學院學術的提昇

致力推廣教育 提供牙醫師更多元的進修管道 -北醫進推部主任

T R T televizyonjan Cumhur­ başkanı Turgut Özal için An­ kara ve İstanbul’da düzenlene­ cek olan cenaze törenlerini naklen yayımlayacak. kanal haricindeki kanallar

Son sözlerim: Ben, esir bir Türk Yurdundan hür bir Türk memleketine iltica etmiş ve bu memeleket için gözlerini ebe­ diyen kapadığı güne kadar durmadan

Biliyorum, her şey bu kadar olumsuz değil diyecek­ sin; Çetin Altan’ı yargılayan mahkemenin karannı kanıt göstereceksin.. Çetin Altan'ın beraat kararına imza atan

(Altunizade Capitol, Ataköy Atrium, Ataköy Galleria, Bağcılar Sinema Merkezi, Bağcılar Site, Bakırköy AFM, Bakırköy Cinema Chaplin, Bakırköy Sinema 74, Beylikdüzü