Gerek telefon konuşmalarımızda, gerek
yazışmalarımızda kullandığımız şifreli dilde en
çok film, sanatçı, bitki, spor adlan ve
tanımlamalan kullanıyorduk.
ÜNEY Film’i yönettiğim dönemde, özellikle 1978’den, , “kaçınlışı”na dek geçen sürede, karşı lıklı yazışmalarımız, Yılm az’la haberleşme mizde önemli bir yer tu tuyor. Bütünü içinde bu yazışmaları şöyle sınıflandırabiliriz:
a) Güney Fiİm’e, film çalışmaları na, birlikte çıkardığımız dergi ve le gal çalışmalara ilişkin mektuplar ve notlar...
b) Politik çalışma ve görüşmelere ilişkin, yarı - legal ve illegal, çoğun lukla şifreli bir dille yazılmış mek tuplar ve notlar...
c) “Kaçırılma” olayına ilişkin, şif reli bir dille yazılmış mektuplar ve notlar
dı Yılm az’m isteklerini, sıralayan (ki bunların bir kısmında günlük ge reksinimlerine, bir kısmında, cezae vine silah götürülmesi gibi, çeşitli eylem önerileri gibi isteklerine, şif reli bir dille işaret ediyor) kısa cüm lelerle madde madde yazılmış not lar...
B ir de, karşılıklı ilettiğimiz ses bantları var. Bu bantların bazıları, farklı farklı yaptığımız görüşmele rin tutanakların niteliğinde. B ir kıs mı ise, Yılm az’m düşünce ve görüş lerini ilettiği, mektup niteliğindeki ses bantlarıdır...
Söz konusu mektuplar, notlar ve ses bantlarını, koşullara ve nitelikle rine göre, kimi zaman birbirimize güvenilir aracılarla iletmekteydik. Kimi zaman, cezaevindeki görüşme günlerinde, birbirimize bizzat elden vermekteydik.
Sadece kendi görüşmecilerinin değil, diğer mahkum görüşmecileri nin de, Yılm az’m çevresini sarması; görüş süresinin sınırlılığı vb. neden
lerle, aramızdaki haberleşmeyi bu yöntemle sağlamaktaydık.
Yılm az’m yarattığı ortamda, ço ğunlukla yüz yüze görüşme olanağı bulduğumuz kapalı cezaevinde oldu ğu günlerde, bir önlem olarak, ko nuşmalarımızı genellikle günlük so runlarla sınırlı tutmaktaydık... Esas haberleşmemizi ise, karşılıklı birbi rimize verdiğimiz mektuplar ve not larla sağlamaktaydık. Kimisi, bir önce yazılanlarla birbirini tamamla yan ve okunup notları alındıktan sonra yok etmemiz gereken mektup lardı.
MEKTUPLARIN DİLİ
Ağustos 1980’de, benim yurt dışı na çıkmamdan sonra, haberleşme mizi yine, çoğunlukla aracılarla ilet tiğimiz mektuplar, notlar, ses bant ları ve telefon konuşmalarıyla sağla maya başladık. Gerek telefon konuş malarında, gerek yazışmalarda, ö- zellikle “kaçırılma” hazırlıkları ve politik konularda, şifreli bir dil kul lanmaktaydık. Genellikle film, sa natçı, bitki, spor adları ve tanımları, bu şifrelerde önemli bir yer tutuyor du.
Söz gelimi, “Sürü filminin Lib ya’ya satışı ve Türkiye’ye kazındıra cağımız döviz konusunda, şimdilik bir gelişme yok!” dediğimde, bu, “Kaçışa, Libya’nm maddi - manevi yardımı konusunda bir ilişki kuru lamadığı” anlamına geliyordu. “Ar- navutlar, Güney Film ürünlerinden çok, Kemal Sunal ve Ayşecik film lerine meraklılar!” sözü, Arnavut luk yetkilileriyle yaptığım görüşme nin, “kaçış konusunda garanti ver meyen komikliğini” vurguluyordu. “Sürü’nün Fransa dağıtımı için,
Pa-ris’te yetkili bir dağıtımcıyla olumlu bir görüşmemiz oldu, haftaya yeni den görüşeceğiz!” cümlesi, “Kaçışa i- lişkin istediğimiz güvenceye, Fran sız yetkililerin haftaya yanıt verece ği” anlamını içeriyordu.
Y ılm az’ın mektubundaki, “Ah m et Abi, dağda bir haftalık küavuz- luk yapabilecek!” cümlesi, aramız daki “kod adı”nın “Ahm et Abi” ol ması nedeniyle, kendisinin dışarda olacağı günlere işaret ediyordu.
İkim izin arasında tasarlanan bu konuya ilişkin girişimler yine iki miz tarafından, 6on derece gizlilik i- çinde sürdürüldü. Değişik yıllarda ve değişik cezaevlerinde, değişik ha zırlık ve girişimlerimiz söz konusu oldu. Belli zamanlarda, belli kişiler, yardımlarına gereksinim duyuldu
ğu noktalarda ve yardım alanlarıyla sınırlı olarak, haberdar edildi. Yıl- m az’a yaşamı boyunca, her türden zorluğa karşı ve ağır koşullarda, en büyük fedakarlığı ve dayanağı sağ lamış olan kişi, kuşkusuz ki eşidir. Fakat, telaşa kapılabileceği, izlene bileceği gibi kaygılar (ve tehlikeli den sakınma duygusuyla karşı çıka bileceğini düşünerek) Yılm az bu ko nuyu, uzun süre, eşinden de saklı tuttu. Kaçırılma günü görevlendiri lenler bile, sürüp gelen hazırlıklar, ülkelerde götürülen görüşmeler ve i- lişkiler hakkında bilgi sahibi değil di. Yılm az’m yakın çalışma arka daşları ve politik çevresinden bazı kişilere de, “kendileri için önlem al maları” uyarısıyla, olaydan bir gün sonra haber verildi.
Yılmaz'ın Imralı'dan bana yazdığı mektuplar, onun ruh halini ortaya koyar. Kimi zaman tasarladığı birkaç filmi aynı zamanda kafasında geliştirir, kimse ona yetişemez; kimi zaman da çalışma arkadaşlanna son derece öfkeli bir dille nefretini
kusar.(Fotoğraf: Ahmet Boga)
Hızlı yükseliş ve
■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■■ ■ ■■ ■■
hızlı duşuşun oykusu
Zeynep ORAL 1LMAZ G ü n ey’i hapishaneden,
Türkiye’den kaçırmayı planladın, planı uyguladın. Hiç tereddüt et medin mi? Herhangi bir pişmanlık...” “Birlikte çalışm aya başlam am ızdan sonra, i-
lişkim izin doğal gelişim iydi onun kaçm asına yardım cı olm ak... Bunu yalnızca bir macera, adam kaçırm a olayı olarak görm emek gerek. Ş ili’de Pinochet döneminde kaçanları; Cunta Yunanistan’ından Teodorakis, Meiina Mer-
couri gibi kaçanları suçlayabilir m isiniz? O
baskı dönem inde öldürüleceğine dair tanıklar, kanıtlar var elde... Dört yıl boyunca cezaevin de film yapam ıyordu. Eli kolu bağlıydı. Köşe ye sıkışm ışlık duygusu... Patlamaya hazır a- teşten bir top gibiydi. Ya öldürülecekti, ya ö l dürecekti... Y alnız kendi adım a değil, Türki ye’deki aydınlar adına tamam yardım ederim dedim . Zindandaki b ir cevhere gün ışığına çıkm asına yardım etmek ancak onur vericidir.
Hayır, içimde hiçbir pişm anlık yok. T ek üzüntüm ,
erken ölmesi... Son yılını, sürgün acısını, o hızlı sö- nüşünü görmek... Hastalığın verdiği ızdırabı çok a- cıydı...”
Nihat Behram’ı dinliyorum , yüreğiyle konuşuyor... Nihat Behram, Yılmaz Güney’le değil, dünyayla
ama en çok kendisiyle hesaplaşıyor. Ve şim di bu kaçınılm az hesaplaşm aya hepim izi tanık etm ek i- çin, “Yılm az G üney’le Y asaklı Y ılla rım ız” diyerek herşeyi açıklıyor.
NİHAT BEHRAM KİM DİR
1946 Kars doğumlu Nihat Behram’ın onu şiir,
yayınlanmış 19
kitabı-Nihat Behram, eşi Tıix ve kızı Mavi'yle Basel'de
var. (İlk aklım a gelenler: “Hayatım ız Üzerine Şiirler”, “Fırtınayla Borayla denenmiş A rkadaşlıklar, “Dövü
şe Dövüşe Yürünecek”, “Hayatı Tutuşturan Acılar” , “Ayışığı Yana Yana”... Ve rom anları: “Darağacında Ûç Fidan”, “Ser Verip, S ır Verm eyen B ir Y iğ if)
Ataol Behramoğlu ve İsmet Ö zel’le “Halkın Dost
ları" dergisini çıkardı. Dergi yasaklanınca tutuklandı. 12 Mart dönemini iki yıl askeri cezaevinde geçirdi. 1974 affından sonra Ataol Behramoğlu’yla “M ili tan” dergisini çıkardı. 1978’de Güney Film ’in yöneti minde çalışm aya başladı. Yılmaz Güney’le “G ü ney” dergisini çıkardı. Dergi sıkıyönetim ce kapandı. Dergideki yazı ve şiirleri nedeniyle mahkum oldu. 1980’de yu rt dışına çıktı. Zürih’te “G üney Film ”in yurtdışı bürosunu açtı. Yılmaz Güney sinemasını tanıtm ak, ilişkiler kurm ak için kendi deyişiyle “dün yayı v ızır v ız ır dolaştı”. 1982’de Fransa’ya geçti. 83’te İsviçreli Trix’le Paris’te evlendi. Kızları Mavi 85'te doğdu. 86 - 87 Böll bursuyla Alm anya’da ya şadı. “G u rb e f romanını yazdı. İkinci romanı “Lanetli Öm rün Kırlangıçları” 91’de yayınlanacaktı. (Bu ikisi
ve “Ser V erip Sır
Verm eyen B ir Y iğ if Alm anya’da Alm anca ya yınlandı.)
1986’da yurt dışındaki birçok aydın gibi Türk hükümeti o n u d a “vatandaşlıktan attı”... Birkaç yıl sonra da “vatandaşlıktan atılanlar, başvu ruyla bu haklarını geri alabilirler” buyurulm uş- tu. Bu hakkı doğm akla elde ettiğine, geri alı nam ayacağına inanan Nihat Behram bunu “gasp” olarak değerlendirdi. “Başvuruda bu lunm ak vatan hainliğini kabul etm ektir. Oysa ben y ılla rd ır yurt dışında yazdığım kitaplar, verdiğim konferanslarla Türk kültürüne, vata n ım a h iz m e t e d iy o ru m ” d e d i. D ire n d i... (1992’de başvuruda bulunm adan bu hakkını geri alacaktı...)
Yıllardır politik m ülteciydi am a “yabancı düş
m anlığına karşı çıkanlar, haklarını ve onurunu sıkı sıkıya koruyanlar, Türk kültürünü savun ma ve yaym a çabasında olanlar için kapılar kolay kolay açılm ıyordu.”... Ailecek tüm eşya ları bir otom obilde sınırdan sınıra geçip dururken hiç umudunu yitirm edi.
Neden sonra “Bari ailenin yarısı sürgünden kurtul
sun” deyip 1990’da İsviçre'ye yerleştiler. 1994’te İs viçre vatandaşı oldu Nihat Behram. O zaman da en doğal hakkı olan pasaportunu alabilm ek için m ücadele verm esi gerekti: Çünkü m eslek hanesi ne ‘Yazar” yazdıracaktı. “Garson” dese hemen ala bileceği pasaportuna kavuşabilm esi için sekiz ay İsviçre makam larıyla boğuştu.
Son bir yıl Nihat Behram evine kapanıp ‘Y ılm az
G üney’le Y asaklı Y ılla rım ız" üzerine ça lıştı. Ba- sel’de yaşayan Türk arkadaşlarının dayanışm asını m innetle anıyor. Kağıt fabrikasında çalışanlar, to mar tom ar kağıt taşıdı, kimi çaktırm adan zarflar bı raktı. “Sen kitabını bitir, ev kirasını, bir de onu dü şünme diyerek”, “Sen hep bizim için çalıştın, katkı mız olsun” diyerek...
Kitabını tamamladı Nihat Behraıjı... Sonra beni a-
radı.
14 yıllık suskunluktan sonra anlatm ak istediği her şeyi anlattığı kitabından, fotoğraflardan, m ektuplar dan, ses bandlarından, film lerden ayrılırken içinde sonsuz bir hüzün... Am a aynı zamanda - belki de
bana öyle geldi - büyük bir rahatlam a...
; *
YARIN: KAÇIŞIN DÜĞÜM
NOKTASI
î î r - ı LM Kopmadan Az Önce
/
■■■Zindandan Sürgüne / Öncesi I ve Sonrasıyla Kaçırma Olayı / Firarla Başlayan Kısa Özgürlük Süreci / Geliyorum Diyen Ölümü Beklerken” başlı klan nı taşıyan 2. bölüm, esas olarak Yılm az’ın son üç yılına ilişkin gözlem ve izlenimlerimdir. Bu üç yıl, onun tüm yaşamının bir özeti gibidir.
Adını 1980’de “Sürü” ile duyurmaya
başladığı ve 1981'de “sansasyonel” bir biçimde geldiği Avrupa’da, son hızla yükseldiği “zirve”den dünyayı “zafer işaretfyle selamlamaktadır.
Son üç yılının ilk yansında hızla
yükselişi yaşayan Yılmaz, ikinci yarısında, tersini, son hızla düşüşü yaşamıştır.
1982 “Cannes zaferi” sonrasında, senaryosuna bir milyon İsviçre frangı değer biçen Yılmaz, 1983 güzünde, koltuğunun altında parasız vermeye razı olduğu senaryosuyla, kapı kapı
Şefkat ve acımasızlığın,
iyilik ve nankörlüğün,
mertlik ve yalanın,
ilkellik ve üstün
yeteneğin içiçe olduğu
bir kişilik...
prodüktör aramaktadır.
Toplanmaya çağırdığı “parti bayrağının a ltfn d a , 1983 güzünde topu topu sekiz - on kişiyle kalmıştır.
“Cannes zaferi” sonrasında,
zirveye çıkmasının dayanakları olan “Sürü” ve “Yol"daki gibi, “tüm yaşamı boyunca hiçbir zaman özgür çalışm a olanağına sahip olmadığını; ilk kez özgürlük koşullarında istediği film i istediği gibi yapabileceğini” ilan ediyordu. “Sürü” ve ‘Y o l” gibi film leri başarabilmiş bir insanın, özgürlük koşullarında yapacağı ilk filme olan merakı daha da kamçılıyordu. Dokuz milyon frank ön hesapla başlayıp, oniki milyon frank bütçeyle tamamladığı, “özgürlük koşullarının ilk film i" aynı zamanda son film i oluyordu. 982 baharında, zafer işaretiyle
görüntülediği basında, 983 baharında, 1yi film yapması için cezaevinde olması gerekir!” gibi sözlerle yorumlanıyordu...
Son üç yılının ikinci yarısında, sanat
Nihat Behram
ve politik kariyerindeki düşüş hızı, amansızca canını dişleyen hastalığı da kamçılıyordu...
Öncesi ve sonrasıyla “firar” ın arka
ilişkileri; çeşitli devletlerle bizzat götürdüğüm görüşm eler ve pazarlıklar; değişik süreçleriyle eylemin planlan ması; “kaçırma o la yfn a “efsanevi bir hava” vermek isteyen Yılmaz’ın bu amaçla hazırladığı düzmece senaryolar; zirveye tırmanış ve dibe düşüşün arka ilişkileri; cezaevi koğuşlarından saraylara, örgüt liderlerinden devlet bakanlarına uzanan görüşmeler bu bölümde yer yer değindiğim konular arasında...
13 Eylül 1974’teki, bedelini ağır ödediği “hakim vurma olayı" nedeniyle yattığı cezaevinden, 1979 Nisan’ında yazdığı mektubunda, benden önce Güney Film’i yöneten arkadaşı için, “Cezasını verirken artık elim titrem eyecek!” diyordu!
Öfkelendiğinde, kendini kontrol
edemeyen Yılmaz’ın, benzeri dengesizlikleri, Yeşilçam setlerinden Avrupa stüdyolanna, Yumurtalık lokantalarından Paris’in mağazalanna dek uzanıyor.
Üstün zeka ve kör göz üstüne
yanlış tekrarlamanın aynı hızda keskinleştiği bir karakter... Kendini zirveye taşıyabilecek ilişkileri bulabilen ve “çölü geçtiği develeri, düzde atlara göz kırpmadan kurban edebilen” bir karakter... Şefkat ve acımasızlığın, iyilik ve nankörlüğün, m ertlik ve yalanın, ilkellik ve üstün yeteneğin, bölüşm ecilik ve bencilliğin birbiriyle oynaştığı bir karakter...
Ve inanılmaz derecede
insancıllaştığı son yılı. Kırgınlıkları gidermek için çırpındığı günler. Dimdik beklediği ölüm...
Ve, “hakimi vurma olayfndan on yıl
sonra, yine bir 13 Eylül günü dostları onu bu kez cezaevine değil toprağa uğurluyordu...
2 Ocak 197Tde çalıştığım Vatan gazetesindeki makalemin başlığını “1977 Yılmaz’a Özgürlük Yılı Olmalıdır!” diye koymuşum. 9 EylüM 984'de yitirdiğim iz Yılmaz, insanlığın, gerçekten hiçbir zaman özgür olmamış seçkin yetenekli evlatlarındandı. Anlattığım olaylar, amansız düşmanlarının da, mürit dostlarının da hoşuna gitmeyecek şeylerdir. İçim rahat ki, her biri an an, gün gün yaşanarak süzülmüştür...
Yazarken yaşadıklarım ise ayrı bir keder...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi