• Sonuç bulunamadı

Hindistan'da misyonerlik faaliyetleri ve Agra tartışmaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hindistan'da misyonerlik faaliyetleri ve Agra tartışmaları"

Copied!
227
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

DİNLER TARİHİ BİLİM DALI

TEZİN ADI

HİNDİSTAN'DA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ

VE AGRA TARTIŞMALARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Ahmet ARAS

HAZIRLAYAN

NOOR MOHAMMAD

(2)

i

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(3)

ii

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(4)

iii

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Köklü bir medeniyete sahip olan Hindistan, coğrafi bakımdan Güney Asya’da yer alması, o bölgede yapılacak misyonerlik faaliyetlerine merkez olma açısından büyük önem taşımaktadır. XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda İngilizlerin işgali ile birlikte hem Katolik hem de Protestan misyonerlerinin faaliyetleri bölgede zirveye ulaşmıştır. Birçok inanca ev sahipliği yapan bu ülkede zaman zaman inançlar arası çatışmalar çıkmıştır. XIX. yüzyılda Müslüman- Hıristiyan polemiği olan Agra münazarası da Rahmetullah el-Hindi ile Pfander’in aralarında kararlaştırdıkları üçü Hıristiyanlık nesh, tahrif ve teslis, ikisi de İslamiyet ile ilgili, Hz. Muhammed (s.a.v.) nübüvveti ve Kuran-ı Kerimin hakkaniyeti konuları olmak üzere halkın huzurunda soru cevap şeklinde tartışılmıştır. Nesh ve tahrif konuları Rahmetullah el-Hindi’nin galibiyeti ile sonuçlanmıştır.

Geri kalan üç konuyu her iki taraf da eserlerinde ele almıştır. Bu eserler 1854’deki münazaranın kitaplar düzeyinde devamı niteliğini taşımaktadır. Pfander’in yazdığı

Mizânu’l-hak, Rahmetullah el-Hindi’nin yazdığı İzhâru’l-hak’tan önce kaleme alınmış olmasına

rağmen Pfander, Mizânu’l-hak’ta yer yer Rahmetullah’ın görüşlerine atıfta bulunarak bunlara cevap vermektedir. Bunun sebebi, Pfander’in, eserine karşı yazılan reddiyelerden dolayı

Mizânu’l-hak’ı tekrar gözden geçirip üzerinde değişiklikler yapmış olmasıdır. Bu yüzden

aralarında önce ve sonra ilişkisi olmasına rağmen her iki eserde de birbirinden alıntılara rastlamaktayız. Her iki taraf da kendi düşüncelerini savunmak ve karşı tarafın iddialarını çürütmek niyetiyle aklî ve naklî delillerden (Kurân-ı Kerim, hadis külliyatı ve kutsal kitaplardan) yararlanmışlardır. Rahmetullah el-Hindi, tartışılan konuların ispatı için kutsal kitaptan deliller getirmiştir. Aynı şekilde Pfander de Kur’anı Kerim ve hadis külliyatlarından istifade etmiştir. Biz bu çalışmamızda yukarıda bahsettiğimiz her iki münazaracının hayatından, görüş ve delillerinden bahseder ve her iki tarafın görüşlerini objektif bir şekilde analiz etmeye çalışacağız.

Anahtar Kelimeler: Rahmetullah el-Hindi, Pfander,Hindistan,Agra, İzhâru’l-hak

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/

Adı Soyadı NOOR MOHAMMAD Numarası 084245031003

Ana Bilim / Bilim Dalı FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ- Dinler Tarihi Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. AHMET ARAS

Ö ğ re n c in in

Tezin Adı HİNDİSTAN'DA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ ve AGRA TARTIŞMALARI

(5)

iv

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

India, a cradle for a deep-rooted civilization, due to being located in the South-Asia, has a magnificent importance to be the center for the missionary activities in the region. During the XVIII. and XIX.th centuries along with the occupation of the territory by the Great Britain, both Catholic and Protestant missionary activities reached their peak.

India, which is the home for several religions and beliefs, occasionally experienced conflicts between distinct religious beliefs. In the 19th century a public debate known as Agra debate took place between Rahmetullah el-Hindi and Pfander that contained three topics from Christianity such as abrogation, distortion of Bible and Trinity, and two topics from Islam as the authenticity of the prophethood of Muhammed (s.a.v.) and the Holy Quran. Those topics were discussed as questions and answers in front of open public . The debate on abrogation and alteration of original Bible concluded with the victory of Rahmetullah el-Hindi. Both of the debaters mentioned the rest of the three topics in their books. These books are attributed as the continuation of the debate that was done in 1854, in written material level.

Although Pfander wrote his book called Mizanu’l-Haqq earlier than the book of Rahmatullah el-Hindi called Izharu’l-Haqq, Pfander sometimes refers to el-Hindi’s ideas and thoughts in his book and responds to them in his book. The reason for Pfander ‘s referrals to el-hindi’s ideas is that he decided to review Mizanu’l-Haqq and in order to respond to some rejections and challenged that was made to earlier version of this book.

We see some citations and referals between those two books, because the relationship existed before and afterward those two books are published. Both sides, in order to defend their ideas and disprove the counterpart’s thoughts, used philosophical and religious evidences from the Holy Quran, the authentic hadiths and holy Scriptures. Rahmatullah el-Hindi in order to prove the debated topics has provided evidences from the Bible Holy book . Likewise, Pfander has put forward some evidences from the Holy Quran and Hadiths.

In this study, we will try to provide information about the biographies of above-mentioned debaters, discuss their ideas and arguments and most importantly we will objectively analize the ideas of both sides.

Key words: Rahmetullah el-Hindi , Pfander , Indıa ,Agra, Izharu’l-Haqq

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/

Adı Soyadı NOOR MOHAMMAD Numarası 084245031003

Ana Bilim / Bilim Dalı FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ- Dinler Tarihi Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. AHMET ARAS

Ö ğ re n c in in

Tezin İngilizce Adı

(6)

1

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ...3

ÖNSÖZ ...4

GİRİŞ...6

I. KONUNUN AMACI, METODU VE KAYNAKLARI ...6

A. KONUNUN AMACI ...6

B. KONUNUN METODU...6

C. KONUNUN KAYNAKLARI ...6

II. HİNDİSTAN’IN GENEL DURUMU ...7

A. RAHMETULLAH EL-HİNDİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ...8

1. Hayatı ...8

2. Eserleri...10

III. MİSYONERLİK FAALİYETLERİ...13

A. MİSYONERLİK ...14

1. Misyon Ve Misyoner Kavramları ...14

2. Misyonerliğin Tarihçesi...16

3. Misyonerlerin Amacı Ve Gayesi...17

IV. HİNDİSTAN’DA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ ...18

A. HİNDİSTAN’DA ÖNEMLİ MİSYONERLER ...19

1. Jerome Xavier ...19

2. Henry Martyn...19

3. Carl Gottlieb Pfander...20

BİRİNCİ BÖLÜM PFANDER’İN MİZÂNÜL-HAK ESERİNDE ELE ALDIĞI TEMEL KONULAR MİZÂNÜL-HAK...26

I. MİZÂNÜL-HAK’A GÖRE TAHRİF ...31

A. Kurân-ı Kerim’in Tevrât, İncil Ve Ehl-İ Kitâb’a Atıflarında Tahrif ...31

B. Hz. Peygamber Dönemindeki Tevrat ve İncil ile Bugünkünün Durumu...35

C. Tevrât ve İncil’in Tahrife Uğraması ...39

II. MİZÂNU’L-HAK’A GÖRE NESİH ...42

III. MİZÂNU’L-HAK’A GÖRE TESLİS ...50

IV. MİZÂNU’L-HAK’A GÖRE KURÂN-I KERİM ...55

A. Kurân-ı kerim’in Cem’ Edilmesi ve Kaybolan Âyetler Meselesi ...56

B. Kurân-ı kerim’in Dil ve Üslûbu...59

(7)

2

V. MİZÂNU’L-HAK’A GÖRE HZ. PEYGAMBER’İN NÜBÜVVETİ...77

A. Hz. Peygamber’in Kitâb-ı Mukaddes’te Müjdelenmesi...77

B. Hz. Peygamber’in Mûcizeleri...87

C. Hz. Peygamber’in Sünneti...94

İKİNCİ BÖLÜM AGRA MÜNAZARASİ I. SÖZLÜ MÜNAZARA...98

A. Rahmetullah El-Hindi ile Papaz Kay’in Münazarası...99

II. BÜYÜK MÜNAZARA RAHMETULLAH EL-HİNDİ’NİN PAPAZ PFANDER İLE MÜNAZARASI ...105 A. BİRİNCİ OTURUM ...107 1. Nesh Konusu...107 2. Tahrif Konusu ...115 A. İKİNCİ OTURUM...120 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM RAHMETULLAH EL-HİNDİ’NİN İZHÂRU’L-HAK ESERİNE GÖRE ELE ALINAN TEMEL KONULAR I. İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE TAHRİF...132

A. Yazılış Tarihi Açısından Kitâb-ı Mukaddes’te Tahrif ...132

1. Eski Ahid Kitapları...133

2. Yeni Ahid Kitapları ...134

3. Kitâb-ı Mukaddes’te Tahrifin Şekli ve Tahrif Örnekleri ...136

B. Hz. Peygamber’den Önceki Kitâb-ı Mukaddes Nüshaları ile Bugünkü Aynıdır” İddiasına Cevap ...143

II. İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE NESH ...146

III. İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE TESLİS ...151

A. Kitâb-ı Mukaddes’te Teslis ve Hz. İsâ’nın Ulûhiyeti ...151

B. Hz. İsâ’nın Sözleriyle Teslis’in Reddi ...157

C. Teslis’in Akıl ve Mantığa Aykırılığı...161

IV. İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE KURÂN ...163

A. Kurân Allah Kelâmıdır ve Mûcizedir ...163

B. Kurân Hakkındaki İtirazlara Rahmetullah’ın Verdiği Cevaplar...171

V. İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE HZ. PEYGAMBER’İN NÜBÜVVETİ...178

A. Hz. Peygamber’in Kitâb-ı Mukaddes’te Müjdelenmesi...179

B. Hz. Peygamber’in Mûcizeleri...194

C. Hz. Peygamber’in Sünneti...204

SONUÇ...217

(8)

3

KISALTMALAR

1. a.s. : Aleyhisselam 2. b. : Bin 3. bkz. : Bakınız 4. c. : Cilt

5. CMS. : Kilise Misyonerlik Teşkilatı (Church Missionary Society) 6. Çev. : Çevren

7. D.İ.B. : Diyanet işleri Başkanlığı

8. Hz. : Hazreti 9. M.Ö. : Milattan Önce 10. M.S. : Milattan Sonra 11. Nr. :Numara 12. r.a. :Radiyallahu’an 13. s. : Sayfa

14. s.a.v. : Sallahu aleyhi ve sellem

15. T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı

16. T.Ö.V. : Türkiye Öğretmenler Vakfı

17. thk. : Tahkik Eden

18. vd. : Ve devamı

19. D.İ.A : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

(9)

4

ÖNSÖZ

Yüksek Lisans Tezi olarak ele alınan bu çalışmada, XVIII. yüzyılda Hindistan’da İslamiyet ve Hıristiyanlık tartışması olan Agra münazarası ana konu olarak ele alınmıştır. 1757 yılında İngilizlerin Hindistan’ı işgalinden sonra, Hıristiyan misyonerlerinin yaklaşık 50 yıl gibi bir süre gizli çalışmaları, bu süreçten sonra açık bir şekilde faaliyete başlamaları, Hindistan’da yaşayan diğer dinleri de göz önünde bulundurarak ele alınmıştır. Bu süreç içerisinde misyonerlerin etkisinde kalarak onlar için çalışanlar olduğu gibi, bunların faaliyetlerine karşı kendi din ve inançlarını koruma niyetiyle mücadele edenler de olmuştur. Hindistan’ın işgalinden yaklaşık 50 yıl sonra İngilizler bu bölgede Hıristiyanlık propagandasını açık bir şekilde yapmaya başladılar. İngilizlerin bu hareketine karşı Hindistan halkı ve özellikle oradaki Müslümanlar sert tavırlar almaya başladı. Bu hareketin sonucunda Rahmetullah El-Hindi ile Papaz Pfander’in Agra münazarası gerçekleşti. Münazara sonucu belirtilen beş konudan ikisi, nesh ve tahrif konuları halka açık bir şekilde tartışıldı. Bu tartışma Rahmetullah El-Hindi’nin galibiyeti ile sonuçlandı.

İslam’a karşı Hıristiyanlığı savunan Papaz Pfander, “Mizanül-Hak” eserini 1829 yılında yazmıştır. Mizânül-Hak, Hıristiyan misyonerleri tarafından günümüzde de Hıristiyanlığı propaganda aracı olarak kullanılmaktadır. Bu kitabın ortaya çıkması, Müslümanların Hıristiyan misyonerlerine karşı tepkilerini arttırmıştır. Müslümanları sinirlendiren asıl nokta ise, papazın Kurân-ı Kerim’in ilâhi bir kitap olmadığını iddia etmesi ve bu iddiasını, Kurân-ı Kerim ayetleri, hadis külliyatı, siyer ve tefsir kitapları gibi İslâmî kaynaklara dayandırarak ispat etmeye çalışması olmuştur.

Rahmetullah el-Hindi’nin kaleme aldığı İzhârül-Hak, Hıristiyan ilâhiyatının kuvvetli delillerini içinde toplayan Pfander’in Mizânül-Hak adlı misyon ve cedel kitabına karşı yazılmış olup okuyucu kitlesinin üzerinde çok kuvvetli etkisi olmuştur. Ehl-i Kitâb’a karşı Müslümanların dinî polemiğinin en yeni ifadesini teşkil etmiştir. Rahmetullah el-Hindi bu eserini ilk önce Mekke’de müftülük yapan Zeyni Dehlan’ın tavsiyesi ve Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdulhamid’in istekleri üzerine İstanbul’da

(10)

5

tamamlamıştır. İstanbul, Mısır ve Lübnan gibi birçok İslam ülkelerinde Arapça olarak basılmıştır.

Arapça olan İzhârül-Hak, 1880’de Sultan Abdülhamid’in isteği üzerine Türkçe’ye çevrilmeye başlanmış ve 1886’da İstanbul’da basılmıştır. Bu süreç içerisinde üç defa İstanbul’u ziyaret eden Rahmetullah el-Hindi’ye gösterilen ilgi İngilizleri rahatsız etmiştir. 1857 yılında İngilizlere karşı Hindistan ayaklanmasına katılan bir “isyancıya” bu şekilde davranmak dostluğa yakışmaz diyerek, İngilizler diplomatik girişimlerde bulunmuşlardır.

Lisans ve Yüksek lisans eğitimim boyunca danışmanlığımı yapan, zengin bakış açısıyla beni aydınlatan ve her türlü desteğini benden esirgemeyen danışmanım, Yrd. Doç. Dr. Ahmet ARAS hocama, bu konu hakkında bilgi veren ve eserlerinden yararlandığım Prof. Dr. Mehmet AYDIN hocama, zor şartlar altında bana verdikleri manevi ve maddi destekten dolayı aileme, tez yazım süresinde destek veren ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunmayı bir borç biliyorum.

KONYA 2011 NOOR MOHAMMAD

(11)

6

GİRİŞ

I. KONUNUN AMACI, METODU VE KAYNAKLARI A. KONUNUN AMACI

Rahmetullah el-Hindi’nin Agra münazarasındaki galibiyeti Hıristiyan dünyasında büyük bir yankı getirmiştir. Bunun sonucunda Rahmetullah el-Hindi, Hindistan’dan sürgün edilmiş, Mekke’ye sığınmıştır. Münazaradan sonra kaleme aldığı İzharu’l-Hak, Hıristiyanlığı tenkit etmesiyle birlikte Hıristiyan misyoneri Papaz Pfander’i muhatap alarak yazılması yönüyle kendi sahasında tek sayılabilir. Bu münazara hakkında Hıristiyan dünyasında oldukça çok araştırma ve çalışmalar yapılmış, İslam aleminde ise böyle önemli münazara hakkında bir kaçı çalışma hariç, araştırma ve çalışma yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Değerli hocamızın tavsiyesi ile bu çalışmayı Yüksek lisans tezi olarak dinler tarihi alanına kazandırmaya amaçlanmıştır.

B. KONUNUN METODU

Çalışmamız, bir giriş ve üç bölüm olarak ele alınmıştır. Giriş kısmında Hindistan’ın genel durumu, sosyal ve coğrafi yapısı, Rahmetullah El-Hindi’nin hayatı ve eserleri, misyonerlerin genel durumu, amacı ve faaliyetlerinden ve oradaki inançlardan kısaca bahsedildi. Ayrıca orada önemli rolü olan üç büyük misyoner tanıtıldı. Birinci bölümde; Pfander’in “Mizânül-Hak” eserine göre ele aldığı temel konular, ikinci bölümde; Agra’daki Rahmetullah el-Hindi ile Pfander’in arasında geçen münazara ele alındı, üçüncü bölümde; Rahmetullah el-Hindi’nin “İzharul-Hak” kitabına dayanarak nesh, tahrif, teslis, Kur’an-ı Kerim’in hakkaniyeti ve Resulullah (s.a.v) efendimizin risaleti konuları zikredildi. Son olarak da sonuç kısmı değerlendirildi. Çalışmamızı ele alırken; dinler tarihi’nin metodunu kullanarak yararlandığımız her iki dinin (İslam ve Hıristiyanlık) kaynaklarından istifade ederken, azami derecede objektif davranmaya çalışılmıştır.

C. KONUNUN KAYNAKLARI

Bu çalışma yapılırken başta Kuran-ı Kerim ve Kutsal Kitap olmak üzere Rahmetullah el-Hindi’nin “İzhârul-Hak” kitabını, Seyid Abdullah el-Hindi’nin “Vukayetü’l-Münazara” adlı eserini ve Papaz Pfander’in “Mizanül-Hak” kitabını temel kaynak olarak yararlanmıştır. Bunların yanında Muslim Perceptions of Christianity, Nefehâtü’l-üns min

(12)

7

hazarâti’l-kuds, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Din Fenomeni, Dinler Tarihi gibi birçok eser ve makalelerden yan kaynak olarak istifade edilmiştir.

II. HİNDİSTAN’IN GENEL DURUMU

Hindistan Cumhuriyeti, Güney Asya'da olup, coğrafi alanda dünyada yedinci, nüfus açısından ise ikinci sırada yer almaktadır. Batısında Pakistan, kuzey doğusunda Çin, Nepal ve Bhutan, doğusunda Bangladeş ve Myanmar ülkeleri ile sınır paylaşmaktadır. Güneyinde Hint Okyanusu, batısında Umman Denizi ve doğusunda Bengal Körfezi'yle çevrilmiş olup deniz kıyısı 7.517 km uzunluktadır. Asya kıtasının Hint okyanusuna doğru uzanan ucu Hindistan, Yakın Doğu ile Uzak Doğu’yu birbirinden ayırmaktadır. Yüz ölçümü yaklaşık 3,287,590 km²’dir. Hindistan’ın Nüfusu, Temmuz 2007 verileri 1,225,000,000 göstermektedir.

Kasım 2007’de Hint nüfusunun dinî dağılımı; %80,5 Hinduizm, %13,4 Müslüman, %2,3 Hıristiyan, %1,9 Sihizm, anavatanı Hindistan olmasına rağmen Hint nüfusunun ancak %0,8’i Budistlerden oluşmaktadır. Hindistan’da Jainizm %0,8 ve Yahudilik, Bahailik, Zerdüştlük ve başka mezheplerin toplamı %0,4 olduğu zikredilmektedir.1 Müslümanlar ağırlıklı olarak Delhi ve Batı Bengal’de yaşamaktadır. İndus Vadisi medeniyeti, tarihî ticaret yollarının ve büyük imparatorlukların yer aldığı bölgedir. İndus Vadisi, tarih boyunca ticarî ve kültürel bakımdan gayet zengin idi. O bölgenin en mühim dört dini olan Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Sihizm’in çıkış yeri olmasıyla birlikte Zerdüştlük, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinleri, M.S. birinci bin yılda ülkeye gelerek bölgenin kültürünü çeşitli yönlerde etkilemiştir.

Budizm, Brahmanların ve diğer dinlerin baskılarından dolayı önce Tibet ve Himalaya dağlarının içine sığınmıştır. VII. asırdan sonra tamamen Hindistan’dan kaybolmuşlar, ancak son 50 yıldan beri Hindistan’da Budizm yeniden doğuş sürecinde görünmektedir.2 Hindistan’da din, bütün Hint geleneklerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Hintliler için “din” günlük işlerden eğitime, ekonomiden siyasete kadar, hayatın her safhasında hissedilmektedir. Tarih boyunca Hint Yarımadası’nda doğmuş ve gelişmiş dinlere Hint Dinleri denir. Bunların genel karakterleri birbirlerine benzemekle birlikte, tarihî gelişmelerin veya kurucularının da etkisiyle kendilerine has özellikleri, özel gelişmeleri vardır. Başta Hint yarımadasının geleneksel dini Hinduizm gelir.

1

Brigitte DUMORTİER; Dinler Atlası, İnançlar, İbadetler ve Ülkeler, Ntv Yay, İstanbul, 2007, s.29.

2

(13)

8

İnançların çeşitliliği zaman zaman tartışmalara ve münazaralara şahit olmuştur. Örneğin; Budizm Hindistan’da ortaya çıkmasına rağmen, Hinduizm ve diğer dinlerin baskısı nedeniyle VIII. Asırdan itibaren tamamen o bölgeyi terk ederek Tibet’e ve Himalaya dağlarının içerisine sığınmış olup varlıklarını devam ettirmiştir. Buna karşı ilk başlarda batılı tacirler tarafından bölgeye getirilen Hıristiyanlık yavaş yavaş bölgede yerleşti. XVIII. Asırda İngilizlerin Hindistan’ı işgalinden sonra bölgede Hıristiyan misyonerlerinin faaliyetleri artarak Hıristiyanlık propagandasını açık bir şekilde yapmaya başlayan İngilizlerin bu hareketine karşı Hindistan halkı ve özellikle oradaki Müslümanlar sert tavırlar almaya başladı. Bu hareketin sonucunda Rahmetullah El-Hindi ile Papaz Pfander’in Agra’daki münazarası gerçekleşti.

A. RAHMETULLAH EL-HİNDİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ 1. Hayatı

Asıl ismi Rahmetullah b. Halîl el-Hindî el-Kayranâvî el-Osmânî’dir. 1818’de Şaranpur yakınlarında Müzaffarnigar bölgesinin Kayrana kasabasında doğdu.3 Rahmetullah Kayranavî, XI. yüzyılda Sultan Gazneli Mahmud’un Hindistan seferleri sırasında Panipat’a yerleşen Şeyh Abdurrahman Gazrûnî’nin neslindendir. Dedesi Hakîm Muhammed Ahsan’a, tedavisini yaptığı Ekber Şah tarafından Kayrana jâgîr’liği verilmiştir. Bu tarihten sonra sülâlesi Panipat’tan göç ederek Kayrana’ya yerleşmiştir. Cihangir ve Cihan Şah’lar döneminde pek çok itibar görmüşlerdir4.

Rahmetullah, ilk eğitimini Kayrana’da on iki yaşına kadar babasından almış, daha sonra Mevlana Muhammed Hayat’ın medresesinde eğitim görmek üzere önce Delhi’ye, sonra Leknev’e gitmiştir. Orada müftü Sadullah el-Muradabadi’den ders almıştır. Şeyh İmam Bahış es-Sahbai ed-Dehlevi’nin yanında fars dili ve edebiyatı uzmanlığını yapmıştır. Tabip el-Bari Muhammed Feyiz’den de Tıp ile ilgili eğitim almıştır. Eğitimini tamamlayan Rahmetullah, Kayrana’ya dönerek burada bir medrese kurmuş ve kendisini talebe yetiştirmeye vermiştir.5 1840’lı yıllarda Agra’ya yaptığı bir ziyaret esnasında, sonradan çok yakın arkadaşı olan Dr. Vezirhan ile tanışır. Vezirhan, Agra’da Thomason Hastanesi Tıp Kolleji’nde öğretim görevlisi olarak çalışan bir doktordur. İngiltere’de tıp tahsili yaptığı yıllarda, Alman ilahiyatçıların Kitâb-ı Mukaddes’in tenkidi ile alakalı eserlere ilgi duymuş ve daha sonra bunları Hindistan’a

3

Jean-Marie GAUDEUL; Encounters & Clashes-Islam and Christianity in History-I-A Survey, Rome, 1990, s. 259.

4 Abdülhamit BİRIŞIK, “Rahmetullah el-Hindi”, D.İ.A, c. 34, T.D.V yayınları, Ankara, 2002, sayfa aralığı, 419-421 5

Ann Avril POWELL; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, Journal of the Royal Asiatic Society, Nr. 1, 1976, s. 46.

(14)

9

getirmiştir.6 Vezirhan, bu tanışma sırasında Rahmetullah’a Pfander’in Agra’daki misyonerlik faaliyetlerinden bahsetmiştir. Bundan sonra Rahmetullah, Hindistan’da artan misyonerlik çalışmalarına karşı Müslümanları ikaz etmek ve misyonerlerin görüşlerini çürütmek için çalışmıştır.7 Rahmetullah, İzhâru’l-hak adlı eserinde misyonerlerle mücadeleye nasıl başladığını şöyle anlatmaktadır:

“İngilizler, büyük kuvvetler göndererek Hindistan’ı işgâl ettikten sonra orada bulunan Müslümanları, Yahudileri ve Hintlileri kendilerine bağlamak için kırk üç sene gibi uzun bir süre Hintlilerin din, mezhep ve âdetlerine dokunmadılar. İngiliz papazları da hiçbir suretle İslâm’a dil uzatmamışlar ve Müslümanların Protestanlığa girmeleri için en ufak bir teşebbüste bulunmamışlardı. 43 yıl sonra gizli ve ustalıkla hazırlanmış bir planla Hindistan’da Protestanlık mezhebini yavaş yavaş yaymaya başladılar. Bu planlarında başarı göstermek için çok çalıştılar. İslâmiyet, Kurân-ı Kerim ve Hz. Peygamber aleyhine birçok gazete, mecmua ve risâleler basıp dağıtmaya başladılar. Çarşı, pazar gibi halkın biriktiği yerlerde de İslâm’ı küçük düşürücü konferanslar ve nutuklar vermeye başladılar. Ayrıca, düzmece kitaplarla yüksek ve kıymetli dinimizi küçültmek için ellerinden geleni yaptılar. Gerek sözle ve gerekse yazıyla yapılan bütün uyarmalara; Hint bilginleri tarafından yazılan makale ve kitaplara hiç cevap vermiyorlar, duymazlıktan görmezlikten gelerek planlarını bütün gayretlerini sarf ederek yürütüyorlardı. Bu durumun böylece sürüp gitmesi din hakkındaki düşünceleri inkişaf etmemiş bulunan, iyi ve kötüyü tamamıyla ayırabilecek yetenekte olmayan câhil halk üzerinde inançlarını değiştirecekleri korkusu uyandırıyordu. Hintli İslâm bilginleri, Hıristiyanların bu aslı olmayan tehlikeli hücumlarını yok etmek için onların ileri sürdükleri bütün delillerin yanlış olduğunu kitap ve mecmualar yayınlayarak, konferanslar düzenleyerek ispatlamaya çalıştılar. Ben ise büyük âlimlerden olmadığım için kendi köşeme çekilmiştim. Böyle büyük bir görevi başarmak için kendimde yetenek de görmüyordum. İslâm âlimlerinin yazdıkları kitapları okudum. Hıristiyanların gizli bir maksatla dinlerini yaymak ve bunun için İslâm dinini uydurma yazılarla yok etmek hevesine düştüklerini öğrendim. Bunun üzerine ben de dinimize yöneltilen hücumları defetmek üzere diğer arkadaşlarım gibi elimden gelen gayreti bir din görevi sayarak ortaya atıldım.”8

6

Hugh GODDARD; Muslim Perceptions of Christianity, Grey Seal Books, London, 1986, s. 48.

7

Christine SCHIRRMACHER; “Muslim Apologetics and the Agra Debates of 1854: A Nineteenth Century Turning Point”, The Bulletin of The Henry Martin Institute of Islamic Studies, Vol. 13, Nr. 1-2, January-June 1994, s. 77.

8

(15)

10

Rahmetullah, başta Pfander ve diğer misyonerlerin iddialarını çürütmek maksadıyla

İbtâlu’t-teslis ve İ’câz-ı İsevî adlı kitapları yazmıştır.9 Ancak misyonerler diğer İslâm âlimlerinin eserlerine karşı yaptıkları gibi Rahmetullah’ın bu kitaplarını da dikkate almadılar. Bunun üzerine Rahmetullah kitap hazırlayarak misyonerleri faaliyetten menetmeye çalışmanın yetersiz olduğunu düşünerek, misyonerlerin en ileri gideni olan Pfander’i halkın huzurunda yapılacak bir münazaraya davet etti. Pfander bu münazara teklifini kabul etti.10

2. Eserleri

Rahmetullah el-Hindi’nin en önemli eseri İzhâru’l-hak (Manifestation of Truth)’tır. Rahmetullah İzhâru’l-hak adlı eserini önce ana dili Urduca ile yazmış daha sonra Farsça’ya çevirmiştir. Hac görevini ifa için gittiği Mekke’de, Müftü Ahmed Zihnî Dahlân (1816-1886)’ın tavsiyeleri ile eseri Arapça’ya çevirmiştir. Böylece İzhâru’l-hak bir mukaddime ve 6 bölüm halinde meydana gelmiştir.11 Bu Arapça nüsha, 1304/1886’da İstanbul’da tab’ edilmiştir. Daha sonra İzhâru’l-hak Ömer Fehmi Efendi (Ö. 1316/1898) ve Nüzhet Efendi (Ö. 1304/1886) tarafından Osmanlıcaya tercüme edilmiştir. İzhâru’l-hakk’ın son yıllarda birkaç Arapça baskısı yapılmıştır. Ayrıca, İzhâru’l-hakk’ın, Manifestation de la Verite adıyla 1880’de Paris’te basılan iki ciltlik bir Fransızca tercümesi vardır.12 Muhammed Veli Razi, İzhâru’l-hak’ı Urduca tercümesinden İngilizce’ye çevirmiş; meşhur hâkim ve bilim adamı Muhammed Taqi Osmanî de bu tercümeye bazı dipnotlar eklemiştir.13 Bunların dışında İzhâru’l-hak 1972 yılında Osmanlıca, Arapça, Fransızca baskılardan istifade edilerek Türkçe olarak Sönmez Neşriyât arasında yeniden basılmıştır.14 Biz, İzhâru’l-hak üzerindeki incelememizi Arapça ve Türkçe baskıları üzerinden yürüttük.

İslâm-Hıristiyan polemik tarihinin XIX. asır devresinde en dikkat çekici polemiğini, şüphesiz Hintli âlim Rahmetullah Kayranavî kaleme almıştır. Rahmetullah tarafından; Hıristiyan ilâhiyatının kuvvetli delillerini içinde toplayan C.G. Pfander tarafından kaleme alınan Mizânu’l-hak adlı kitabına karşı, Arapça yazılmış eser olan İzhâru’l-hak okuyucu kitlesi üzerinde çok kuvvetli bir tesir icra etmiştir.15

9

Hindistan’daki İngiliz hâkimiyeti döneminde yaygınlaşan misyonerlik faaliyetlerine karşı müslümanların önlem almaya yönelik gayretleri ve misyonerlerle yapılan münazaralar neticesinde oluşan geniş literatür hakkında bkz. Abdülhamit Birışık, “Hindistan’da İslâm Araştırmaları”, DİA, c. 18, T.D.V yayınları, Ankara, 1998, s. 99.

10

A. R. MOMİN; “Izharul Haq”, The Muslim World; Book Review, Vol. 12, Nr. 1, Autumn 1991, s. 57. 11 Rahmetullah EL-HİNDÎ, b. Halilu’r-Rahman; İzhâru’l-hak, 1. Baskı, Dâru‘l-cîl, Beyrut, 1988, c. I, s. 12 vd.

12

Mehmet AYDIN; Müslümanların Hıristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Nr. 272, Ankara, 1998, s. 73.

13

Muhammed Yusuf SHAW; “Izhâru’l-haq (Truth Revealed)”, Muslim World; Book Review, Vol. 10, Nr. 3, 1990, s. 21.

14

Rahmetullah EL-HİNDÎ, İzhâru’l-hak, Çev. Ömer Fehmi Efendi-Nüzhet Efendi, Sönmez Neşriyât yayınları, Nr.35, İstanbul, 1972, s. 82

15

(16)

11

Rahmetullah, Agra münazarasında Pfander’e karşı verdiği cevapları İzhâru’l-hak’ta bir araya getirerek Hıristiyanlığı tenkit eden özel bir reddiye ortaya koymuştur. Bu bakımdan İzhâru’l-hak, Hıristiyanlığı reddetme sadedinde bir Hıristiyan misyoner muhatap alınarak yazılan özel bir reddiye olması yönüyle sahasında tek sayılabilir.16Rahmetullah’ın farklı bir diğer yönü ise, Agra münâzaralarında olduğu gibi Hıristiyanları kendi silahları ile vurma taktiğini kullanmasıdır. Bu amaçla eserinde özellikle XIX. yüzyılda ortaya çıkan ve özellikle Alman ilahiyatçılar tarafından kaleme alınan Kitâb-ı Mukaddes’in tenkidi ile ilgili eserlerden alıntılarda bulunmuştur. Rahmetullah’ın alıntı yaptığı kitaplardan bazılarının isimleri ve yazarları şunlardır:

1. Thomas Hartwell Horne, İntroduction to The Critical Study of The Holy

Scriptures, Londra, 1822.

2. Nathanial Lardner, The Credibility of The Gospel History, Londra 1827.

3. George D’oley ve Richard Mant, Notes, Practical and Explanatory to The Holy

Bible, Londra 1840.

4. M. Henry ve T. Scott, A Commentary upon The Holy Bible, Londra, 1835.

5. Adam Clark, Le Commantaire de l’Ancien et Du Nouveau Testament, Londra. 1851.

6. David Friedrich Strauss, The Life of Jesus, Birmingham 1844.17

Rahmetullah, İzhâru’l-hak’ta Tahrif, nesh, Teslis, Kurân-ı Kerim, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in risâleti olmak üzere belli başlı 5 ana problemin tartışmasını yapmaktadır.18 Rahmetullah, kitabın yazılış sebebini açıkladığı bir girişten sonra, altı bölümde hakkın izhârına çalışır.

I. Bölüm: Yeni ve Eski Ahid kitapları

1. İsimleri,

2. Sahih bir isnattan yoksun olmaları,

3. İhtiva ettikleri çelişkiler (124 çelişki) ve yanlışlar (110 yanlış gösterilmiş), 4. Vahiy kitapları olmadıklarının 17 sebebi,

II. Bölüm: Yeni ve Eski Ahid’in tahrif edildiklerine dair deliller

1. Tahrif-i manevî;

a. Eski Ahid’in Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından farklı kabul edilmesi, b. Yeni Ahid’in Protestan ve Katoliklerce farklı kabul edilmesi,

16

Mustafa SİNANOĞLU; “İslâm Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık”, DİA, c. 17, T.D.V yayınları, Ankara, 1998, s. 370.

17

El-HİNDİ; İzhâru’l-hak, c. I, s. 16.

18

(17)

12

2. Tahrif-i lafzî; bu kısımlarda Kitab-ı Mukaddes metinlerinin tahrif edildikleri bir çok örnek gösterilerek ispat edilmiştir.

III. Bölüm: Kitâb-ı Mukaddes’in neshedildiğine dair deliller IV. Bölüm: Teslis’in reddi

1. Aklî deliller,

2. Hz. İsâ’nın kendi sözlerinden deliller, 3. Hz. İsâ’nın ulûhiyetinin reddi.

V. Bölüm: Kurân-ı Kerim’in Allah’ın kelâmı ve mûcize oluşunun ispatı

1. Kurân-ı Kerim’in vahiy olduğunun delili,

2. Misyonerlerin Kurân hakkındaki iftiralarına cevaplar, 3. Hz. Peygamber’in hadislerinin değeri,

4. Misyonerlerin hadisler hakkındaki iddialarına cevaplar.

VI. Bölüm: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in nübüvveti

1. Hz. Peygamber’in Kitâb-ı Mukaddes’de müjdelenmesi, 2. Bu konuda misyonerlerin iddialarına cevaplar.

Netice olarak diyebiliriz ki, polemik tarihi içinde İzhâru’l-hak, Hıristiyan Kitâb-ı Mukaddes’inden verdiği nakillerin bolluğu ile dikkati çeker. Ayrıca, tartışma konuları içinde Hıristiyan düşünürlerin görüşlerini nakille, polemiğine canlılık kazandıran Rahmetullah, kendisinden sonraki polemik yazarlarına en emin bir kaynak teşkil eder. Tefsir-i Menâr’ın yazarı Reşid Rıza, tefsirinin Hıristiyanlıkla ilgili kısmında İzhâru’l-hak’tan 60 sayfa iktibasta bulunmuştur. Bir diğer polemikçi Muhammed Ebu Zehrâ da Muhâdarât fi’n-Nasrâniye adlı eserinde Hıristiyan kredosuyla ilgili bölümde Rahmetullah’ın görüşlerini aktarmıştır.19 İzhâru’l-hak’tan etkilenen bir diğer polemikçi de Hıristiyanlara karşı çetin mücadeleleri ile tanınan Güney Afrikalı Ahmet Dedat’tır.20Rahmetullah, İzhâru’-hak’da, daha önce yazmış olduğu İbtâlu’t-teslis ve İ’câz-ı isevî adlı eserlerindeki delilleri de bir araya getirmiştir. Bu yönüyle İzhâru’l-hak en kapsamlı eseridir. Rahmetullah’ın diğer eserleri ise şunlardır:

1. et-Tenbihât fî isbâti’l-ihtiyâc ile’l-bi’seti ve’l-haşri ve’l-mîkât. 2. en-Nasreyn fî te’yid-i salâti’l-asri ale’l-misleyn

3. İbtâlü’t-teslîs 4. İ’câz-ı isevî21 19

Muhammed EBU ZEHRÂ; Muhâdarât fi’n-Nasrâniyye (Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar), Çev. Akif Nuri, Fikir Yayınları, İstanbul, 1978, s. 138-182.

20 Kate ZEBİRİ; Muslims and Christians Face to Face, Oxford 1957, s. 46; Ahmed Deedat, Kitâb-ı Mukaddes Allah Sözü

müdür, Çev. Abdullah Yünsel, 2. Baskı, İnkılâb Yayınları, Nr. 4, İstanbul, 1998, s. 97

21

(18)

13

III. MİSYONERLİK FAALİYETLERİ

Genel olarak misyonerlik bütün evrensel dinlerin inançlarını, ideolojilerini ve düşüncelerini kendi inandığı inanç ve düşünceler doğrultusunda anlatmaya çalışmaktadır22. Farklı metotlar kullanmak suretiyle ideolojilerinin yayılmasını hedefleyen birçok inanç sistemi mevcuttur. Bir inanca bağlı olmanın kapsamını belirli bir etnik gruba bağlı olmayla veya seçilmişlikleri sınırlayan milli ve kabile dinleri haricinde, bütün inanç sistemleri inançlarının insanlar arasında yayılmasına özen göstermektedir23.

Tarihi varlık alanı içerisinde herhangi bir inanca sahip olmayan kişi ve toplum mevcut değildir. Ancak her inanç din değildir. Buna rağmen inançlardan bazılarının dini inanç haline dönüşmesi kaçınılmaz olmaktadır. Zira inanma duygusu insanda doğuştan olduğu gibi sonsuzluk duygusu da insanda doğuştandır. Kişinin sonlu karşısında sonsuzu algılaması onda aşkın varlık veya kutsal varlık inancını da meydana getirmektedir. Ölüm karşısında aciz kalan insan öldüreni aradığında aşkın varlığa da ulaştığına inanmaktadır.

Dinler tarihinde misyonerlik, genel anlamda da kullanılmaktadır. Bu kullanımda dinler, misyonerliğe yer verip vermemelerine göre tasnif edilmektedir. Bu durumda dinler; misyonerli ve misyonersiz dinler diye iki gruba ayrılmaktadır.

Misyonerli dinler: Belli sınırlar tanımayan, öğretilerini herkese ve her tarafa yayma gayesi güden dinlerdir. Bu dinlerin başında günümüz Yahudiliği hariç, ilahi dinler gelmektedir. Bunun yanında Budizm de tanınmak, yayılmak ve benimsenmek amacı gütmektedir. Bu sebep ile misyonerliğe yer vermektedir. Budizm Hindistan’da ortaya çıkmasına rağmen yayılmasını Hindistan dışında yapmıştır. Bu gün dünyanın her tarafında Budizm’e rastlanmak mümkündür. Misyonerliğe yer veren dinlerin, kaynağını kutsal metinlerdeki pasajlar oluşturmaktadır. Dinlerini başka kabileye ya da gruplara yayılmasını istemeyen, belli bir kabileye, belli bir bölgeye has olup bir gruba bağlı olanların dinleri misyonersiz dinler olarak nitelendirilmektedir. Bu dinler, taraftarlarını veya mensuplarını bilgilendirme bakımından içe yönelik faaliyette bulunmaktadırlar. Misyonersiz olarak tasnif edilen dinler, milli dinler, sır dinleri ve ilkel kabile dinleri gibi dinlerdir. Bu özeliklere sahip dinlerin tanınmak, yayılmak ve benimsenmek iddiaları yoktur24.

22

Abdurrahman KÜÇÜK; Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, Aziz andaç yayınları, Ankara, 2008, s. 2

23

Şinasi GÜNDÜZ; Misyonerlik, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, Ankara, 2008, s. 16.

24

(19)

14

A. MİSYONERLİK

1. Misyon Ve Misyoner Kavramları

Latince “Missio” kelimesinden türetilen Mission (Misyon), sözlükte görev, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel görev anlamına gelmektedir. Bu görev ve yetki dinî olabileceği gibi siyasi ve diplomatik de olabilir25. İngilizce ve Fransızcada misyon, missio ve misyoner “missioaire, missionari” şeklinde kullanılmıştır.

Misyon, genelde bir görevi yerine getirme işini üstlenen kuruluş anlamındadır. Özelde ise, Hıristiyanlığı, Hıristiyan olmayan ülkelerde yaymak gayesi ile oluşturulan kuruluşlar, misyon olarak isimlendirilmektedir. Bu misyonlarda görev yapanlara misyoner denilmektedir. Misyonerlerin yaptığı faaliyetler de Türkçede misyonerlik kelimesi ile karşılanmaktadır.

Misyon, misyoner ve misyonerlik; genel olarak evrensel bütün dinlerle, özel olarak Hıristiyanlıkla ilgili kelimelerdir. Kendi dini inancını ve kanaatlerini bir yerde, bir ülkede yaymaya çalışan herkese misyoner denilmektedir. Onlar, başka dinden, başka inançtan ve başka düşünceden olan insanları, mensubu oldukları dine veya düşünceye kazanma gayesi gütmektedir. Dini misyon, Allah tarafından peygamberler vasıtasıyla bütün insanlığa gönderilen dini veya inancı insanlığa yaymaya ve ilan etmeye denir. Bütün dinler veya mezhepler kurucularını Allah tarafından gönderilmiş olarak takdim etmektedir. Kurucular da kendilerini tanrısal bir misyon ile görevli olarak görmekte ve takdim etmektedir26. Buna örnek olarak Hz. İsa (a.s)’ın şu sözünü verebiliriz. “Ben bunun için dünyaya geldim ki, hakikate

şahadet edeyim.”27

Vatikan’ın, Asya’nın Hıristiyanlaştırılmasında Türkiye’nin merkez kabul edilmesi görüşlerine yer vermesi, ülkemizin Asya’nın Hıristiyanlık için geçiş yolu üzerinde olması, günümüz misyonerlik faaliyetleri açısından ülkemizin ne derece büyük tehlikeler ile karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır.28Vatikan Katolik Kilisesi’nin misyonerlikte ortaya koyduğu yeni metodu; dinler arası diyalog çerçevesinde, Hıristiyanlık mezhepleri arasında diyalog ve işbirliği olmuştur. Düşman Kardeşler olarak bilinen Katolik ve Ortodokslar arasındaki yakınlaşma dikkati çekmektedir. Katolik Papa ve Fener Ortodoks Patriği İstanbul da ilk defa bir araya gelmişlerdir. Fener Patriği bir atakla kendisini Ekümen ilan etmiş, daha

25

Güney TÜMER ve Abdurrahman KÜÇÜK, Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, Ankara 2002, s. 411.

26

AYDIN; Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, s. 507.

27

Yuhanna; 18/ 37.

28

(20)

15

da ileri giderek, Vatikan benzeri devletçik statüsü istemiştir.29

Dünyada 1992 yılı verilerine göre; misyonerlere ait 120.880 kurum, misyonerleri eğiten, yetiştiren 99.200 enstitü, misyonerlik faaliyetlerinde çalışan mesleki misyoner 4.208.250 kişidir. Bu misyoner kurumlarında 82.000.000 bilgisayar bulunmaktadır. Misyoner kurumlarında bir yıl içerisinde çıkarılan kitap sayısı 88.160 tır. Misyonerlik hizmetlerinde faaliyet gösteren 2.340 radyo ve televizyon istasyonu vardır. Misyonerler, her yıl bedava 53.000.000 İncil dağıtmaktadır. Kilise okullarında okuyan 9.000.000 öğrenci, bu kiliselere ait 10.600 hastane, yine kiliselere ait 680 huzurevi ve 10.050 tane eczaneleri vardır. Hıristiyanlaştırma hizmet projelerinin bütçesi 163 milyar dolardan fazladır30. Misyonerliğin faaliyet alanlarını, Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Remzi Kılıç aşağıdaki maddeler halinde tespit etmiştir:

1. Misyonerlik, Dünya çapında yürütülen bir Hıristiyanlık propagandasıdır.

2. Misyonerlere destek veren, devletler, kiliseler, siyasiler, holdingler ve bilim çevreleri vardır.

3. Misyoner örgütler, yerel unsurları kullanmakla beraber, genel bir strateji ve program çerçevesinde hareket etmektedirler.

4. Misyonerlikte, din, siyaset ve ekonomide tam bir içiçe girmişlik söz konusudur. 5. Misyonerlerin, Dünya hakimiyetini Hıristiyanlık dininin egemenliği altında sağlama anlayışları değişmeyen felsefeleridir.

6. Misyonerlik; Katolik, Ortodoks ve Protestan adlı Hıristiyanlığın ana mezhepleri çerçevesinde yürütülmektedir. Geçmişte misyonerler faaliyetlerini, daha gizli olarak yürütüyorlardı. Talas’ta, Tarsus’ta, Merzifon’da, Harput’ta, İstanbul’da okulları vardı. Ama günümüzde, birçok televizyon programı yahut gazete ve dergi yayınıyla, hatta özel broşürler ile kendi düşüncelerini propaganda edebilmektedirler.

Bunlara karşı en etkin mücadele, kendi kültür kaynaklarımızı ve değer yargılarımızı gençlerimize en akılcı ve bilimsel bir yöntemle öğretmektir. Milli ve ahlaki değerlerimizi kazandırmaktır. Geçmişte milli birlik ve beraberliğimizi Kürt Teali Cemiyeti, yada İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile yıkmaya çalışıyorlardı. Artık misyonerler, bizi sömürge haline getirebilmek için sevgi, dostluk, barış, özgürlük ve hoşgörü gibi güzel kavramları kullanarak, bu faaliyetlerini ülkemizde daha etkin bir şekilde devam ettirmektedirler. O halde gençlerimizin, Türk Milletinin kültürü, tarihi ve milli ülküleri etrafında daha da

29

KOCABAŞ; Ermeni Meselesi Nedir? Ne değildir? s. 189-190.

30

(21)

16 bilinçlendirilmesi gerekmektedir31.

2. Misyonerliğin Tarihçesi

Tarihte ilk defa misyonerlik faaliyetinde bulunanlar, Havarilerdi. Ancak bunlar aslı bozulmamış olan Hıristiyanlık dinini yaydılar. Pavlos (Bolüs) ise Küçük Asya’da, Makedonya’da ve Yunanistan’da değiştirilmiş, bozulmuş Hıristiyanlığı yaymak için birçok kilise kurdu ve bunları teşkilâtlandırdı. Pavlos’un yetiştirdiği papazlar bütün Roma dünyasına yayıldılar. Bundan kuvvet alan misyonerler, kısa zamanda İran ve Arabistan içlerine kadar yayıldılar. Altıncı yüzyılda Aziz Augustinus, Anglosaksonlara nasihatler verdi. Aziz Bonifacius, 8. yüzyılda Ren kıyıları boyunca Hıristiyanlığı yaydı. Ayrıca Charlemagnein zaferleri de Saksonları Hıristiyanlığı kabul etmeğe zorladı. 9. yüzyılda Germen kavimleri Hıristiyan oldu. Aynı yüzyılda Hıristiyanlık İsveç ve Bohemya’ya girdi. Daha sonra Rusya, Prusya ve Macaristan Hıristiyan oldular.

İncil yazarlarından Luka “Resullerin işlerinde” Hz. İsa’dan hemen sonra çeşitli bölgelere Hıristiyanlığın yayılmasında yoğun bir faaliyetin başladığını belirtmiştir.32 Hz. İsa’nın vefatından sonra Fenike’ye, Kıbrıs ve Antakya’da, Petrus ve Barnaba’nın yaptıkları faaliyetten söz edilmiştir.33 Hıristiyanlık tarihinin başlangıcından itibaren dini yorumları ve savunduğu öğretilerini yayma konusunda, Pavlus büyük bir öneme sahiptir. Pavlus’tan, günümüze kadar misyonerler onun uyguladığı yöntem, kullandığı metot, tavır ve davranışlarını örnek almaktadırlar.34 Pavlus, misyonerlik yaptığı bölgelerde kendinin savunduğu teoloji anlayışı dışındaki anlayışlara karşı çıkmış, hitap ettiği insanlara “Gökten

bir melek bile, size bildirdiğim öğretiden başka bir öğreti bildirirse ona lanet olsun”35

demiştir.

Pavlus, Putperestler ve Avrupalıları çalışma alanı olarak seçmiş, onlara Hıristiyanlığı kabul ettirmek için yukarıda da zikrettiğimiz gibi Hıristiyanlığın asıl hükümlerine bazı değişiklikler getirerek yeni bir Hıristiyanlığı tanıtmaya ve benimsetmeye çalışmıştır. Pavlus ile birlikte ve ondan sonra çeşitli Hıristiyan Azizleri misyoner olarak görev yapmıştır. Havarilere gelince; onlar ilk başlarda Hıristiyanlığı yaymak için bugünkü Azerbaycan ve Ermenistan’ı içine alan bölgede misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuştur.

31

Remzi KILIÇ; Misyonerlik ve Türkiye'ye Yönelik Misyoner Faaliyetler,

http://host.nigde.edu.tr/remzikilic/makale/index.php?entry=entry091016-221548, 04. 01. 2010.

32

Size selamet, babam beni gönderdiği gibi bende si gönderiyorum; gökte ve yer yüzünde bütün hakimiyet bana verildi. Şimdi, siz gidip bütün milletleri şakirt edin. Onları baba, oğul ve kutsal ruh adiyle vaftiz edin; size emrettiğim her şeyi onlara öğretin. İşte ben dünyanın sonuna kadar sizin ile birlikteyim. bkz, Yuhanna 20/19-23; Matta 28/16-20 ve TÜMER, Dinler

tarihi, s. 276.

33

Resullerin işleri,10-11/19-22.

34

Şinasi GÜNDÜZ; Pavlus Hıristiyanlığın Mimar, Ankara okulları yayınları, Ankara,2000, s. 31-84.

35

(22)

17

Gregor’un Ermeni kralı Tridat’a Hıristiyanlığı kabul ettirmesi sonucu Ermenistan toptan Hıristiyan olmuştur. İlk başlarda Hıristiyanlık bir takım baskı ve zülüm altında olduğu için misyonerler faaliyetlerinde bir takım zorluklar ile karşı karşıya kalmışlardır36. M.S. 313 yılında İmparator Kostantin’in Hıristiyanlığa hürriyet tanıması sonucu Hıristiyanlık Roma hâkimiyetindeki Şam, Mısır, Habeşistan, Yemen, Avrupa ve Anadolu’ya kadar ulaşmış, misyonerler serbestçe faaliyetlerini yapabilmişlerdir. M.S. 380 yılında İmparator Büyük TEODOSYUS Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinin Hıristiyanlığın yayılmasında büyük rolü olmuştur. Ayrıca kendi aralarında ihtilaflara da düşmesine yol açmıştır37.

Müslümanların güçlenmesi, İslamiyet’in hızlı bir şekilde yayılması, Hıristiyanları Müslümanlara karşı ortak cephe oluşturmaya sebep oldu. Bu cepheler de haçlı seferlerdir. Haçlı seferleri38 ile sonuç almayan Hıristiyanlar, Müslümanları durdurabilmek için başka yollar aramaya başladılar. Hıristiyanların dünya üzerindeki ülkelerde bulunan görevlilerinin raporları istendi ve değerlendirildi. Sonuç olarak Müslümanları içten yıkmanın çıkar yol olabileceğine karar verildi. Böylelikle İslam ülkelerine dillerini ve İslam dinini iyi bilen papazlar “misyonerler” gönderildi. Günümüzde aynı şekilde İslam ülkelerinde faaliyetlerini yardım amaçlı kurumlarda, İslam ülkelerinde açtıkları okullarda ve hastanelerde yürütmektedirler. İslam coğrafyasında yürütülen misyonerlik faaliyetleri özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren ivme kazanmıştır. XIX. Yüzyıl ile XX. Yüzyılın ilk çeyreği misyonerlerin altın çağıdır. Bu dönem, aynı zamanda kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü bir dönemdir. 6 batı devletinin sömürge hareketlerine paralel olarak, gerek Katolik ve gerekse Protestan misyonerlik teşkilatları, Ortadoğu Müslüman halklarıyla, Ön Asya ve Uzakdoğu’nun Hindistan, Endonezya ve Malezya gibi Müslümanların yoğun yaşadığı çeşitli bölgelerinde Hıristiyanlığın yayılması için çaba göstermişlerdir. Özellikle XIX. Yüzyılda Hıristiyan olmayan toplumlar arasında Hıristiyanlığı yaymak için Amerika ve Avrupa ülkelerinde binlerce merkez kurulmuştur.

3. Misyonerlerin Amacı Ve Gayesi

Yukarıda zikrettiğimiz gibi misyonerlik dini olabileceği gibi siyasi de olabilir. Aynı

36

Pavlus ve Petrus’un Romalılar tarafından öldürülmüştür. Ayrıca Roma tanrılarına Hıristiyanların tanrılarına saygı göstermedikleri için hapis edilmiş, şikence’ye tabi tutulmuş ve öldürülmüşlerdi. bkz. TÜMER ve KÜÇÜK, Dinler Tarihi, s. 268.

37

ARAS Ahmet, Protestanlık tarihinde kavlinizim, Konya 2004, s. 20-22

38

Haçlı Seferleri, Haçlı Savaşları ya da Haçlı Akınları, 1095-1270 arasında, Avrupalı Katolik Hıristiyanların, Papanın çeşitli vaatleri ve talebi üzeri, Müslümanların elindeki Ortadoğu toprakları (Kutsal Topraklar) üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenledikleri askeri akınlardır. Yaklaşık 2. yüzyıllık bu dönem içinde, değişik amaçlarla bazı akınlar da düzenlenmiştir. (Örneğin; Bizans'ın elindeki Konstantinopolis (İstanbul) üzerine yapılan Dördüncü Haçlı Seferi, kuzey ve güney Avrupa'daki Hıristiyan olmayan halklara karşı düzenlenen seferler vesaire) Haçlı Seferleri ve savaşlarına bu adın verilmesi, doğuya yürüyen Hıristiyanların elbiselerine haç diktirmelerinden kaynaklanır.

(23)

18

şekilde yeryüzünde yaşayan birtakım fikir, düşünce ve inançlar sahip oldukları inançların yayılmasını istemezler, bunlara örnek olarak sır dinleri, ilkel kabile dinleri ve günümüzde Yahudilik verilebilir. Bunların yanında bazı inançlar, Misyonerlik faaliyetlerinin başlangıçtaki yegâne amacı, Hıristiyan olmayanları, Hz. İsa’nın Havarileri’ne; “Gidiniz! Gerçeği (Kutsal Kitabı) onlara anlatınız” buyruğuna istinaden, Hıristiyanlığa davet ederek bu dini geniş kitlelere yaymak ve İncil’i öğretmekten ibaretti.39 Fakat daha sonraki dönemlerde, özellikle XIX. yüzyılın başlarından itibaren misyonerler, politik güç merkezi olan bazı ülkelerin emperyalist amaçları doğrultusunda az gelişmiş ülkelerde kendi çıkarlarını koruyacak taraftarlar oluşturmak, kültürel olarak etki yapmak ve ekonomik çıkarlar elde etmek amacıyla kullanmışlardır. Bir başka ifadeyle, misyonerliğin esas amacı dini propaganda iken, XIX. yüzyıldan itibaren kültürel, siyasi ve ekonomik çıkar elde etmeye yönelmiştir.

Dünyanın her tarafında faaliyetleri bulanan Misyoner teşkilatının amacı Hıristiyan mensuplarını çoğaltmak ve Batı kültürü nüfuzunun sahasını genişletmektir. Roma Katolik Kilisesi Avrupa’ya tamamen hâkim olduktan sonra, dünyanın her tarafında yaşayan milletleri Hıristiyan yapmak üzere harekete geçti. Bu emeline kavuşmayı önce kılıç vasıtasıyla denedi. Bu sebeple Haçlı Seferleri tertip edildi. Asırlarca süren kanlı savaşlar oldu. Bu savaşlarda Hıristiyanlar, gayelerine erişemedikleri için kiliseler yeni fikirler üretmeye çalıştı. Misyonerliğin bugün propaganda metoduyla hıristiyanlığı yaymayı amaçladığı görülmektedir40.

IV. HİNDİSTAN’DA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ

Hıristiyanlığın Hindistan’a Güney Hindistan’da bir müddet kalan ve büyük ihtimalle de orada ölen havarilerden Thomas ile geldiğine inanılır. Fakat ülkeye gelen ilk Misyonerin Bartholomew olduğunu düşünenler de vardır. XV. yüzyılda Hindistan’da dini ilâhî adında yeni bir din kurmaya çalışan Akbar’ın davetiyle bölgeye gelen Cizvit misyonerleri bölgede faaliyetlerini yönetmişlerdi.

Tarihî bilgilere göre Hindistan’daki misyoner faaliyetleri 1544 yılında Francis Xavier’in gelişiyle başladı. Onu başta Portekiz’den, daha sonra da Danimarka, Hollanda, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerden gelen misyonerler izledi. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda hem Katolik hem de Protestan misyonerler Hıristiyan öğretilerini yaydılar. Bugünkü Hindistan cemiyetinin modernleşmesinde Hıristiyanlığın da tesiri olmuştur. Hıristiyanlık ve öğretileri, Mahatma Gandi de dâhil olmak üzere birçok aydını ve düşünürü etkilemiştir.

39

Ayhan DOĞAN; Maraş’ta misyonerlik Faaliyetleri, www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/.../Maraş, 04.08.2010

40

(24)

19

Bugün Hindistan’da otuz milyon kadar değişik mezheplerden Hıristiyan vardır.

Hristiyanlık, 1800’lü yıllarda Hindistan’da misyonerler aracılığıyla kökleşmiştir. Bu kökleşme Hindistan’da bazı sıkıntılara yol açmıştır. Okullar, hastaneler, aşevleri gibi yerler açarak kendi kültürleriyle yetiştirdiklerini yüksek mevkilere getirdiler. İngiliz sömürgesi bu sayede yerleşme fırsatı bulmuştur. Burada misyonerlerin faaliyeti ile yayılan Hristiyanlık, diğer dinlerin bu yayılmanın önüne geçmek istemesi ile bölge karışmıştır. Bu devirde yaşamış olan Müslüman âlim Rahmetullah el-Hindi, Pfander ile münakaşaya girerek onun

Mizanü’l-Hak adındaki eserine İzhar’ü’l-Mizanü’l-Hak adında bir reddiye yazmıştır41.

A. HİNDİSTAN’DA ÖNEMLİ MİSYONERLER 1. Jerome Xavier

Jerome Xavier (Ö. 1617): Lahore’da Hıristiyanlığı yaymak için görevlendirilmişti. O tevhit, Teslis, Hz. İsa’nın ulûhiyeti ve Kitab-ı Mukaddes’in sıhhati (Tevrat ve İnciller) hakkında tartışmalar yapmıştır. Hıristiyanlığın akaidine dair “el-Miratül-Merietü Li’l-Hakki” adlı eserini yazdı. Buna karşı Ahmet b. Zeynül Abidin “el-Envarü’l-İlahiyyetü fi dahzi

Hatai’l-Mesihiyyeti” adlı eserini reddiye olarak kaleme almıştır.

2. Henry Martyn

Henry Martyn, 18. 02. 1781 yılında İngiltere’nin Truro Cornwall şehrinde dünyaya geldi. Eğitimini Truro Grammer Okulu ve Cambridge’deki St John’s kolejinde tamamladı. 1797’de kıdemli tartışmacı oldu. 1802’de St John’s kolejine eğitim görevlisi olarak atandı. Chaerles Simeon, William Carey ve Anglikan misyoneri David Brainerd’in hayatından etkilenen Martyn, 22. 10. 1803 yılında misyoner olmaya karar verdi. Anglikan cemaati tarafından diyakon rütbesi takdim edildi ve rahip olarak kutsal Trinity Kilisesinde çalıştı. 05. 07. 1805 yılında Hindistan’a doğru yola çıkan Martyn, 1806 yılının nisan ayında Hindistan’a ulaştı. Bir müddet Hindistan’ın Serampur şehrine yakın olan Aladeende kaldı. Ekim 1806 da Dinapur’a gitti. Kısa bir süre içinde oranın halkıyla ilişki kurdu. Onlara Hıristiyan İbadet kurallarını anlattı ve okullar kurdu. Nisan 1809 da Cawnpor’e gönderildi. Oranın yerli halkının bir takım engelleme ve tehditlerine rağmen İngiliz ve Hintlilere vaazlar verdi. Dinapur’da olduğu sürede dil çalışmasıylada meşgul oldu. Ayrıca Yeni Ahid’in Hindistan versiyonunun sayfalarını gözden geçirip, Yeni Ahit, Common Prayer (dualar kitabı) ve Zeburu Urduca ve Farsçaya çevirdi.

41

(25)

20

Urduca, Arapça ve Farsça dillerine hakim olan Martyn, Hindistan’dan Basra, oradan da İran’a geçti. İran’da Şiraz, İsfahan ve Tebriz’e gitti. Yahudi, Ermeni ve Müslüman sofilerden oluşan birçok kişi ile görüşüp, onları tanımaya çalıştı. Buradan Yeni Ahdi’n tercümesini hükümdara sunmak için Tebriz’e gitti. İngiliz sefiri Sir Gore Ouseley, hükümdardan Martyn’in huzura kabulünü rica etti. Fakat kabul edilmedi, hükümdar, Martyn’e mektup yazarak yaptıklarından haberdar olduğunu bildirdi. Mektup şöyledir: “Öğrendim ki Hanry Martyn anlaşılamayan pek çok kitap tercüme etmiştir. Bu tercüme kendisine yakışır tarzdadır. Çok basit bir diksiyon ile Yeni Ahid’in tamamını mükemmel ve anlaşılır bir şekilde tercüme etmiş ve bizim zihnimizi aydınlatmıştır.”

Hastalığından dolayı geçici olarak İngiltere’ye gitmeye karar veren Martyn, önce İstanbul’a oradan da İngiltere’ye gitmek için niyetlendiyse de geçmişteki eksikliğini telafi etmek için Hindistan’daki görevine döndü. 10 Eylül 1812 de iki ermeni memuru ile birlikte Aras nehrini geçerek Tatar rahibiyle zorunlu olarak çok yer gezdi. Onlar Tebriz’den Ermenistan’a, Erivan’dan Kars’a ve Kars’tan Erzurum’a geldiler. Erzurum’dan ayrılarak Tokat’a geldiler. Salgın hastalığa yakalanan Martyn, yolculuğa devam edemedi, 16 ekim 1812 tarihinde Tokat’ta öldü. Ermeni din adamları tarafından Hıristiyan mezarlığına gömüldü. Ölümünden sonra…

1. Anglikan cemaati 19 Ekimde her sene Martyn hatırasına anma günü yapmaktadır. 2. Yaptığı hizmetten dolayı İngiltere de edebi yayınlarda kahraman ilan edilmiştir. 3. Hindistan’ın Haydarabat şehrinde Martyn Dinlerarası Uzlaşma Ve Araştırma

Merkezi Enstitüsü açılmıştır.

4. 1898 yılında Cambidge Üniversitesi, kendi bünyesinde Martyn ismine, misyonerlerin biyografisinin koleksiyonunu oluşturan bir kütüphane açmıştır.

5. 1999’da bu kütüphane İngiltere’de dini bilgiler eğitiminin en büyük merkezi oldu.

3. Carl Gottlieb Pfander

Carl Gottlieb Pfander 1803’de Almanya’nın Württemberg eyaletine bağlı Stutgart yakınlarında bir köyde, fırıncı bir babanın oğlu olarak doğmuştur.42 Protestan bir çevrede ilk ve orta eğitimini bitirdikten sonra Basel’deki misyoner yetiştirme merkezine kabul edilmiştir.43 Basel’de İslâmiyet ve Arapça’ya dair dersler de gören Pfander 1825’de buradaki eğitimini tamamladıktan sonra 1835’e kadar Kafkasya bölgesindeki Müslümanlar ve

42

Ann Avril POWELL; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, Journal of the Royal Asiatic Society, I, London, 1976, s. 44.

43

(26)

21

Ermeniler arasında çalışmalar yapmış,44 bu sırada da 1829’da Hıristiyanlığa dair Müslümanların iddialarını çürütmek gayesiyle Almanca kaleme aldığı Mizânu’l-hak adlı eserini yazmıştır. Daha sonraki birkaç yıl boyunca Mizânu’l-hakk’ın Ermenice ve Farsça baskılarını hazırlamış, bunun yanı sıra Miftâhu’l-esrâr ve Tarîku’l-hayat adlı iki kitap daha telif etmiştir.45

Pfander’in Müslümanlar arasındaki çalışma hevesi, dillere olan kabiliyeti ve Hıristiyanların Müslümanlara karşı yazmış olduğu reddiyelere vukufiyeti iyi bilindiği için Basel Misyonerlik Teşkilatı (Basel Mission Society) tarafından Hindistan’a gönderilmiştir.46 Hindistan’ın Kalkuta şehrinde bulunduğu sıralarda İslâm hakkında değişik dillerde yazdığı eserlerini Urduca’ya çevirmiştir. Daha sonra, himayesinde Alman misyonerlerinin çalıştığı, Kilise Misyonerlik Teşkilatı’na (Church Missionary Society) transfer olmuş ve bunun neticesinde 1841’de Agra’ya gitmiştir.47

1830’lu yıllarda misyonerlik faaliyetlerinin coğrafî yayılışı, özellikle Amerikan Presbiteryenleri gibi Hıristiyan cemaatlerin Agra’ya ulaşmasıyla gelişen olaylara karşı Müslümanların duydukları endişeler, Pfander’in bu şehre gelmesiyle artmıştır. Hıristiyan misyonerler okul, hastane, yetimhane gibi yardım müesseseleri açarak halkı kendi dinlerine çekmeye (proselytism) çalışıyorlardı. 1837’de yaşanan kıtlıktan hemen sonra CMS Agra’da bir yetimhane açmış ve burada barınan çocuklar daha sonra vaftiz edilmişlerdi. Hindistan uleması bu gelişmeleri, Hıristiyanlığı yaymak maksadıyla İngiliz yönetimi ile misyonerler arasında gerçekleştirilen bir karşılıklı anlaşma olarak değerlendiriyordu.48

Pfander Agra’da bulunduğu sıralarda, çarşı, pazar gibi Müslümanların kalabalık bulunduğu yerlerde halka açık vaazlar yapıyor, kitap ve risâleler dağıtarak, Hıristiyanlığın gerçek bir din olduğunu, İslâm’ın ise hakikatten uzak bulunduğunu çeşitli misaller vererek anlatmaya çalışıyordu. Önceleri Pfander’in faaliyetlerine Müslüman halk ilgi göstermediği için, Hintli Müslüman âlimler de bu meselenin üzerine fazla eğilmiyorlardı. Ancak gitgide Pfander’in çalışmaları câhil Müslümanlar üzerinde etkisini göstermeye başladı. Hıristiyanlığa ilgi duyan Müslümanların sayısında bir artış görüldü. Pfander’in telkinleri ile Müslümanlardan Hıristiyanlığı seçip vaftiz olanlar bile olmuştu. Bu durum karşısında Hintli âlimler Pfander ve diğer misyonerlere karşı tedbir alma ihtiyacı hissettiler, Muhammed Kâsım

44

Jean-Marie GAUDEUL; Encounters & Clashes-Islam and Christianity in History-I-A Survey, Rome, 1990, s. 256.

45

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 46;

James Hastings, “Missions (Christian, Protestant)”, Encyclopedia of Religion and Ethics, c. VIII, s. 743.

46

Christine SCHİRRMACHER; “Muslim Apologetics and the Agra Debates of 1854: A Nineteenth Century Turning Point”,

The Bulletin of The Henry Martin Institute of Islamic Studies, XIII, January-June 1994, s. 76.

47

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 46.

48

Christian W. TROLL; “Christian-Muslim Relations in India”, Islamochristiana, V, 1979, s.125; A. R. MOMİN; “Izharul Haq”, The Muslim World; Book Review, XII, Leicester, Autumn 1991, s. 57.

(27)

22

Ali, Muhammed Hâdi ve Âl-i Hasan gibi alimler Pfander’e mektup yazarak, risaleler yayınlayarak cevap vermeye çalıştılar. Ayrıca bu âlimlerden Âl-i Hasan, Kitâbu’l-istifsâr; Mevlâna Muhammed Hâdi ise Keşfu’l-estâr adında Pfander’in kitaplarına cevap mahiyetinde iki kıymetli eser telif etmişlerdir.49

Müslüman âlimlerin bu tepkilerine rağmen Pfander’in İslâm aleyhine yaptığı propaganda faaliyetlerinde bir azalma görülmedi. Bunun üzerine Mevlâna Rahmetullah el-Hindi (1818-1891) isimli bir İslâm âlimi Pfander’i halkın huzurunda yapılacak bir münazaraya davet etti. Önce bu daveti kabul etmek istemeyen Pfander, insanlarda münazaradan kaçıyor intibaını uyandırmamak için kabul etmek zorunda kaldı. CMS’ye yazdığı bir mektubunda bu endişesini “Halka açık bir tartışmayla genellikle çok iyi bir şey yapılamayacağını biliyordum” diyerek ifade etmiştir.50 10-11 Nisan 1854 tarihinde yapılan ve aralarında İngiliz müstemleke yetkililerinin, Protestanların, Katoliklerin, Hinduların ve Müslümanların bulunduğu çok sayıda kimsenin izlediği münazarada, Hıristiyan kutsal metinlerinin sıhhati konusunda Rahmetullah tarafından yöneltilen iddialara cevap veremediği için Pfander mağlup sayılmıştır.51 Bu münazara hakkında 1854 Agra Münazarası başlığı altında daha ayrıntılı bilgi vereceğiz. Pfander, uzun vadede Müslümanların Hıristiyanlığa girmesinde etkili olduğunu düşünerek, katıldığı münazaranın neticesini başarılı nitelendiriyordu. Ancak Pfander’in bu iyimser düşüncesini diğer Hıristiyanlar paylaşmadığı için, CMS kendisini Peşaver’e transfer etmeye karar verdi. Pfander bu karara itiraz etmesine rağmen 1854’de Peşaver’e gitti. Pfander bu münazaranın sonucunu anlattığı İhtitam Dînî

Mübâhase Kâ (Dînî Tartışmanın Neticesi) adlı bir eser kaleme almıştır. Pfander münazarayı

izleyen aylarda Rahmetullah el-Hindi ile mektuplaşmak suretiyle, münazarada ele aldıkları konuları tartışmaya devam etmiş, ancak her iki taraf da bir uzlaşmaya varamamıştır.52

Pfander Peşaver’de birkaç yıl daha çalıştıktan sonra ailesinin sağlık problemleri nedeniyle CMS’den, başka bir yere atanmasını istemiş, bunun sonucunda İstanbul’daki CMS merkezine gönderilmiştir.53 Pfander 1858’de İstanbul’a gelince Osmanlı Devleti’nin merkezinde gördüğü hürriyet havası içinde artık Türklerin Hıristiyanlık gerçeğine ulaşabileceklerini düşünmüş ve yeni bir şevkle çalışmalara başlamıştı.

Pfander İstanbul’daki ilk yıllarında oldukça ümitlenmişti. Bulunduğu merkeze Müslüman ziyaretçiler gidip geliyor ve vaazlarını ilgiyle dinliyorlardı. Kendi ifadesine göre

49

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 49.

50

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 54.

51

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 57.

52

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 61.

53

(28)

23

birkaç sene içerisinde toplumda itibar sahibi olan 15-20 Müslüman Hıristiyanlığı seçmişti. Pfander bu arada Mizânu’l-hakk’ın Türkçe tercümesini hazırlatmış ve dağıtmaya başlamıştı. Fakat çok geçmeden bu tür açık ve yoğun faaliyetler ve vaazlarında İslâm dini, Kurân-ı Kerim ve Hz. Peygamber hakkında fütursuz ifadeler kullanması, bulunduğu çevrede rahatsızlık uyandırdı. Arkasından da Pfander’in misyoner merkezi, inzibat kuvvetlerince kapatıldı, içerideki propaganda malzemelerine el konuldu ve irtidat ettiği söylenen on üç kişi tutuklandı.

Bâbıâli’nin misyonerlere yönelik bu tedbirleri üzerine Pfander İngiliz sefiri Sir Henry Bulver’e müracaat ederek yardım istedi. Misyonerlerin fütursuz davranışlarından kendisi de hoşnut olmayan sefir, buna rağmen Pfander’in serbest bırakılması ve el konulan kitapların iade edilmesini sağladı. Ancak Pfander’in evrakları verilmedi. Bâbıâli İngilizlere yaptığı açıklamada Islahat Fermanı’ın din ve mezhep hürriyeti verdiğini, fakat bunun diğer dinlere yönelik tahkir edici ifade ve hareket serbestliği manasına gelmediğini ve ayrıca bu konuda ısrar ve zorlama ile din değiştirmeye yönelik planlı çalışmalar yapma hürriyetinin söz konusu olmadığını söyleyecekti. Bâbıâli’ye göre halkın huzurunu bozan ve inançlarını rencide eden böyle durumlara müdahale etmek hükümetin hem hakkı hem de vazifesi idi. İncil, tıpkı Kurân gibi, serbestçe okunabilir ve dağıtılabilirdi. Ancak bu işi alenen caddelerde seyyar satıcılar gibi yapmak mümkün olmazdı. Misyonerler kendi düşüncelerini başkalarının inançlarını rencide etmeden açıklamak durumunda olmalıydılar.

Tabiatıyla İngiliz sefiri bunlara itiraz edememişti. Artık Pfander’in bu şartlar altında İstanbul’da istediği gibi bir çalışma içerisinde olabilmesi mümkün gözükmüyordu. Nitekim yanına aldığı birkaç müridi ile 1865’de Londra’ya gitti ve aynı senenin Aralık ayında Richmond’da öldü.54

Bazı kaynaklarda Pfander’in İstanbul’da Sultan Abdülaziz ile görüştüğünden bahsedilmektedir. Buna göre bu görüşmede Pfander İslâm dinini çok iyi bildiğini söyleyerek Hindistan’da Müslümanlarla yaptığı münazaralardan bahsetmiş ve o sırada Mekke’de bulunan Rahmetullah el-Hindi ile karşılaşmasını anlatmıştır. Sultan Abdülaziz, bunun üzerine Mekke Emiri Abdullah Paşa’ya haber göndererek Mekke’de bu isimde bir Hintli alimin bulunup bulunmadığını sormuş, gelen cevap üzerine de Rahmetullah’ı İstanbul’a davet etmiştir. Bu şekilde İstanbul’a gelen Rahmetullah, Padişah’a Pfander ile olan alakasını anlatmış ve onun çalışmaları hakkında bilgi vermiştir. Başka vesikalarla desteklenemeyen bu bilgi, eğer doğruysa Bâbıâli’nin Pfander hakkındaki tavrında muhtemelen etkili olmuştur. Yine aynı kaynaklar Pfander ile Rahmetullah’ın İstanbul’da bir araya geldiklerini ve Padişahın

54

Azmi ÖZCAN ve Ş. Tufan BUZPINAR; “Church Missionary Society İstanbul’da: Tanzimat Islahat ve Misyonerlik”, İstanbul Araştırmaları, 1. Sayı, Bahar 1997, s. 67-69.

(29)

24

huzurunda münazara yaptıklarını söylemektedirler. Ancak Pfander’in evraklarında böyle bir karşılaşmanın gerçekleştiği hususunda bir bahis mevcut değildir. Bu meyanda öne sürülen bir başka görüş de Pfander’in İstanbul’dan ayrılışını, kendisinin geçmişini çok iyi bilen Rahmetullah el-Hindi’nin İstanbul’a gelmesine ve artık burada verimli bir çalışma yapamayacağını anlamış olmasına bağlamaktadır.55

1898’de yayınlanan CMS tarihinde kendisinden “İslâm aleyhindeki misyonerlerin en büyüğü”56 olarak söz edilen Pfander, Müslümanlar arasında yaptığı çalışmalar ve özellikle Hıristiyanlığı müdafaa ve İslâmiyet’i tenkid ettiği Mizânu’l-hak adlı eseri ile, gerek Hıristiyan dünyasında gerekse İslam âleminde geniş yankı uyandıran bir misyoner olarak hatırlanmaktadır.

Pfander’in belli başlı eserleri: 1. Mizanu’l-hak 2. Hallu’l-işkâl (1847 Agra) 3. Miftâhu’l-esrâr 4. Tarîku’l-hayat 5. İhtitam Dînî Mubâhase Kâ57 55

Powell; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th Century”, s. 61;

ÖZCAN, BUZPINAR; “Maulânâ Rahmat Allâh Kairânawî and Muslim-Christian Controversy in India in the Mid-19th

Century”, s. 69.

56

Christine SCHİRRMACHER; “Muslim Apologetics and the Agra Debates of 1854: A Nineteenth Century Turning Point”, The Bulletin of The Henry Martin Institute of Islamic Studies, Vol. 13, Nr. 1-2, January-June 1994, s. 76.

57

Referanslar

Benzer Belgeler

İkaz ve Alarm işaretleri sarı, kırmızı, beyaz ikaz ve radyoaktif serpinti tehlikesi ile kimyasal savaş maddeleri tehlikesi alarmı olmak üzere beşe ayrılır.. 1-

Türk..

Yüksek yoğunluklarda yapılarında nitrat · -Bu çalı~ma Atat0r1< Üni v ersitesi Araştırma Fonu tarafından 92/1 (O) nolu proje olarak destekıenmiştir. Dr., Ka f kas

İstihdam üzerindeki mali yükümlülükler açısından incelendiğinde istihdam üzerinde söz konusu olan gelir vergisi ve damga vergisinin mükellefi çalışanlar olmakla

Uygulanan tekyönlü varyans analizi sonucunda; iş kurmada kullanılacak farklı fonlara sahip kişiler arasında riske girme eğilimi boyutuna katılma düzeyi

Kazaya uğrayan gemici­ lerden biri padişaha "Burada bir fener yapılıp da kandiller ya­ narsa, bu kazalar olmaz hün­ karım " demiş. Osman, Kaptan-ı Derya

Kırşehirlioğlu, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, İstanbul 1963; Enver Baytan, Hıristiyan Misyonerleri Nasıl Çalışıyor, İstanbul 1965; Samiha Ayverdi,

Sovyet ve Sovyet sonrası Rusya’da gerek Hıristiyan Ortodoks dünyasına hizmetleri gerekse bilimsel faaliyetleri ile her zaman takdir edilen Verbitski’nin mirası