• Sonuç bulunamadı

İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE HZ PEYGAMBER’İN NÜBÜVVETİ

B. Kurân Hakkındaki İtirazlara Rahmetullah’ın Verdiği Cevaplar

V. İZHÂRU’L-HAK’A GÖRE HZ PEYGAMBER’İN NÜBÜVVETİ

Rahmetullah, İzhâru’l-hak’ta, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatına geniş yer ayırmış, bu konuda Pfander’in ortaya attığı şüphelere de cevap vermeye çalışmıştır. O gösterdiği mûcizeler, sahip olduğu yüksek ahlâk, getirdiği şeriatın; itikad, ibadet, muâmelât, siyaset, edep gibi ferdi ve toplumu ilgilendiren bütün konulara şamil olması, ümmî bir topluluk içerisinde tek başına bütün dinlere meydan okuması ve galip gelmesi, insanlığın gerçek bir rehber aradığı bir dönemde zuhûr etmesi gibi özellikleriyle Hz. Peygamber’in

782

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 82-88. 783

Gâşiye, 88/21, 22. 784

Nûr, 24/54. 785

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 89. 786

Bakara, 2/256. 787

Tahrim, 66/12. 788

179

nübüvvetini ispatlamaktadır.789 Rahmetullah’ın Hz. Peygamber’in nübüvveti ile ilgili görüşlerini Pfander’de olduğu gibi, tebşirât, mûcizeler ve sünnet ana başlıkları altında inceleyeceğiz.

A. Hz. Peygamber’in Kitâb-ı Mukaddes’te Müjdelenmesi

Rahmetullah’a göre, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in nübüvvetini ispat eden en önemli delillerden birisi de; Onun, önceki peygamberler tarafından kutsal kitaplarda müjdelenmiş olmasıdır.790 Ancak ona göre, Pfander gibi papazlar bu konuda da çarpık fikirleriyle avamı yanıltmaya çalıştıkları için öncelikle şu noktaların bilinmesi gerekmektedir:

Eşiya, Ermiya, Danyal, Hazkıyal ve İsâ (a.s.) gibi İsrâil peygamberleri, gelecekte olacak hadiseleri önceden haber vermişlerdir. Bu peygamberler, Buhtunnasr ve İskender gibi şahıslarla; Edom, Mısır, Ninova ve Bâbil gibi önemli yerlerden haber vermişlerken, onlardan birinin bile Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, getirdiği din doğudan batıya kadar etkili olmuş, bütün dinlere üstün gelmiş, tâbileri içinde milyonlarca âlim, hükema, kerâmet sahibi evliyâ ve büyük sultanlar yetişmiş bir peygamberden haber vermemiş olmaları mümkün değildir. Selim bir akıl, küçük hâdiselerden haber veren İsrâil peygamberlerinin, Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi büyük bir hâdiseden haber vermemelerini caiz görmemektedir.791

Önce gelen bir peygamberin sonra gelecek bir peygamberden haber verirken, hangi kabileden, hangi sene ve nerede çıkacağını tafsilatla haber vermesi şart değildir. Bu gibi haberler çoğunlukla, avam için mücmeldir. Havas ise, karineler vasıtasıyla bunları açıkça bilebilirse de, onlara da bazı noktalar kapalı kalabilir. Bu kapalı noktalar ise ancak, gelecek peygamberin, kendisinin önceki peygamber tarafından haber verildiğini bildirmesi ve iddiasını doğrulamak için mûcizeler göstermesi ile anlaşılabilir. Rahmetullah “Biz, önceki

peygamberlerin, inkarcıların tevile mecâl bulamayacakları bir tarzda, Hz. Muhammed (s.a.v.)’den tafsilatla haber verdiklerini iddia etmiyoruz” demektedir. Ona göre, Kitâb-ı

Mukaddes’teki müjdeler, bilinmesi için istidlâlin gerekli olduğu gizli naslardır. Bu naslar, ilâhî bir hikmet gereği, ancak ilimde derinleşmiş olanların (râsihûne fi’l-ilm) anlayabilecekleri gizli işaret ve kapalı lafızlarla gelmiştir. İslâm âlimleri, “semâdan, içinde Hz. Peygamberin

zikredilmediği hiçbir kitap indirilmemiştir” demişlerdir. Ancak bu haberler işâret yoluyla

bildirilmiştir. Bu duruma, Hz. Peygamber’den haber veren Tevrât ve İncil âyetlerinin, bir

789

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 179-183. 790

Hz. Peygamber’in önceki kitaplarda müjdelenmesi hakkında ayrıca bkz. Hüseyin el-Cisr, Risâle-i Hamîdiyye, Çev. Manastırlı İsmail Hakkı, Türdav, İstanbul, 1980, s. 52-94; Abdullah Tercüman, Hıristiyanlığa Reddiye: Tuhfetü’l-erîb fi’r-reddi alâ ehli’s-salib, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 120-128; Abdulahad DÂVUD, Tevrât ve İncil’e Göre Hz. Muhammed (a.s.v.), Çev. Nusret Çam, Nil A.Ş. Yayınları Nr. 24, İzmir, 1990; Veli ULUTÜRK, Kur’ân’da Ehl-i Kitab, İnsan Yayınları Nr. 216, İstanbul, 1996, s. 75-120.

791

180

dilden diğerine, İbranca’dan Süryanice’ye, Süryanice’den Arapça’ya tercüme edilirken uğradığı tahrifatı da eklemek gerekir.792

Ehl-i Kitâb’ın, Mesih ve İlya’dan başka bir peygamber beklemedikleri iddiası da yanlıştır ve aslı yoktur. Hz. İsâ’nın muâsırı olan Yahudi âlimleri, önce Hz. Yahya’ya, “Sen

(beklenen) Mesih misin?” diye sormuşlar, Hz. Yahya reddedince, “İlya mısın?” diye

sormuşlar, yine inkar edince, bu kez “Sen Musâ (a.s.)’nın haber verdiği o peygamber misin?” diye sormuşlar, ancak Hz. Yahya buna da olumsuz cevap vermiştir.793 Demek ki, Mesih ve İlya beklendiği gibi, bir peygamber daha bekleniyordu. Nitekim, o zamanlar, Hz. İsâ’nın, Mesih mi yoksa beklenen peygamber mi olduğu hususunda halk arasında bir ihtilaf çıkmıştı.794 Sonuçta halk, Hz. İsâ’yı Mesih olarak kabul etmişti. Öyleyse beklenen peygamber Hz. İsâ’dan başkası olmalıydı.795

Hz. İsâ’nın, peygamberlerin sonuncusu (hâtemü’n-nebiyyîn) olduğu yani, kendisinden sonra başka bir peygamber gelmeyeceği iddiası bâtıldır. Hz. İsâ’dan sonra başka bir peygamber gelmeyeceğini iddia eden Hıristiyanlar, havarileri, Pavlos’u ve bunlardan başka kimseleri peygamber olarak görmektedirler.796 Resullerin İşleri bölümünde, Agabus isimli birisinin peygamber olduğundan bahsedilmekte, “O günlerde Yeruşalim’den

Antakya’ya bazı peygamberler indiler. Bunlardan Agabus adlı biri kalkıp bütün dünya üzerinde büyük bir kıtlık olacağını Ruh vasıtasıyla bildirdi”797 denilmektedir.

Hıristiyanlar, Hz. İsâ’dan sonra bir peygamber gelmeyecek iddiasını delillendirmek için, Hz. İsâ’nın Matta İncili’nde geçen şu ifadelerine sarılmaktadırlar: “Yalancı

Peygamberlerden sakının; onlar size koyun esvabında gelirler, fakat iç yüzden kapıcı kurtlardır.”798 Rahmetullah’a göre, Hıristiyanların bu âyete tutunmaları gariptir, çünkü Hz. İsâ onları yalancı peygamberlerden sakındırmaktadır, yoksa gerçek peygamberlerden değil. Eğer Hz. İsâ onlara, “Benden sonra gelen herhangi bir peygamberden sakının” demiş olsaydı, bu âyeti delil getirmeleri mantıklı olurdu. Ayrıca Hıristiyanların, mezkur şahısların (havariler, Pavlos ve Agabus’un) nasıl ve nereden peygamber olduklarını da ispat etmeleri gerekir. Aslında, âyette geçen “yalancı peygamberler”, Hz. İsâ’nın göğe yükselmesinden sonra, ilk kuşakta (havarilerin zamanında) ortaya çıkmışlar ve kendilerinin Mesih’in elçileri olduklarını

792

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 183-187. 793

Yuhanna, 1/21; El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 184. 794

Yuhanna, 7/40, 41. 795

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 187. 796

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 187, 188. 797

Resullerin İşleri, 11/27, 28; 21/10, 11. 798

181

iddia etmişlerdir.799 Bu açıdan bakıldığında da Hz. Peygamber’e “yalancı peygamber” demenin imkanı yoktur.800

Hıristiyanların Hz. İsâ hakkında Eski Ahid’den naklettikleri haberler, Yahudi tefsir kaynaklarında doğrulanmamaktadır. Yahudiler, Hz. İsâ’yı şiddetle inkar etmektedirler. Ancak Hıristiyanlar, Yahudilerin tefsir ve tevillerine hiç iltifat etmemekte, Eski Ahid’in sözlerini kendi iddiaları doğrultusunda yorumlamaya çalışmaktadırlar. Yahudilerin, Eski Ahid’de, Hz. İsâ’nın geleceğine dair haberlere ait yorumlarını doğru bulmayan Rahmetullah, aynı şekilde, Hıristiyanların da Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında Kitâb-ı Mukaddes’te geçen haberleri yorumlayış tarzlarını doğru bulmamaktadır. Ona göre, Kitâb-ı Mukaddes’te, Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında nakledilen haberler, İnciller’in Hz. İsâ hakkında naklettikleri haberlerden daha doğrudur. Çünkü İnciller’de, Hz. İsâ hakkında yanlış bilgiler verilmekte, meselâ; Yusuf adlı kişinin Hz. Meryem’in nişanlısı olduğu nakledilmektedir.801

Ehl-i Kitap eskiden beri, Kitâb-ı Mukaddes’i bir dilden diğerine tercüme ederken, âyetlerde geçen isimleri de tercüme etmeyi âdet edinmiştir. İsimlerin aynısı yerine tercümeleri yazılmıştır. Rahmetullah’a göre, bu büyük bir fitnedir ve kutsal kitaplardaki bozulmanın asıl kaynağıdır. Tefsir yoluyla böylece Allah kelâmına ziyadeler yapılmakta, ancak bu farklılıklara işaret edilmemektedir.802 Bu âdetlerinden dolayı Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. Peygamber’in isimlerinden birinin geçtiği yerlerin başka isimlerle değiştirilmiş veya tefsir yoluyla bir şeyler eklenmiş olması uzak bir ihtimal değildir. Nitekim Hıristiyan fırkaları da kendi görüşlerini desteklemek veya kendilerine yöneltilen itirazları defetmek amacıyla, Kitâb- ı Mukaddes ifadelerini kasten tahrif ettiklerini Batılı bilginler belirtmektedirler. Ayrıca, Kurtûbî gibi selef âlimlerinin Kitâb-ı Mukaddes’ten naklettikleri haberlerin bugünkü tercümelere muvafık düşmemesi, daha sonraki dönemlerde de tercümelerde değişiklikler yapılmaya devam edildiğini göstermektedir. Çünkü onlar kendi zamanlarında yaygın olan tercümelerden nakiller yapmışlardı, daha sonraki tercümelerde ise bunlar düzeltilmiştir.803

Rahmetullah’a göre, Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. Peygamber’e ait beşâretleri tahrif etmede Pavlos büyük rol oynamıştır. Pavlos, yazdığı risâlelerinde, bu beşâretlerin Hz. İsâ hakkında olduğunu belirtmiştir. Hıristiyanların, havarilerle aynı rütbede gördükleri Pavlos, Müslümanlar nazarında makbul birisi değildir. O, Hz. İsâ’nın göğe yükselmesinden sonra ortaya çıkan yalancı peygamberlerden birisidir. İsevî dinini harap eden ve haramları helâl

799

II. Korintoslulara, 11/13. I. Yuhanna, 4/1-3. 800

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 188, 189. 801

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 189-191. 802

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 194. 803

182

sayan bir sahtekârdır. İlk zamanlar Hıristiyanlara eziyet eden birisi olduğu halde, bu yolla bir menfaat elde edemeyeceğini anlayarak, daha sonra nifâk yoluyla Hıristiyanlığa girmiştir. Zâhirî bir zühd izhar ederek Hıristiyanlığı tahrif etmiş, Teslis akidesini bu dine sokmuştur. Kendisini “geleceği vâdedilen Paraklit” olarak göstererek insanları aldatmıştır. Tevrât’ta Hz. Peygamber’le ilgili gelen haberlerin, Hz. İsâ hakkında olduğunu söyleyerek bunları alt üst etmiştir. Dolayısıyla, Hz. Muhammed(s.a.v.)’e ait beşâretler konusunda Pavlos’un sözleri merduddur.804

Rahmetullah, yapılan tahriflere rağmen Kitâb-ı Mukaddes’te, Hz. Peygamber hakkında birçok haberlerin bulunduğunu belirtir. Bu haberlerden bazıları şunlardır:

1. “Ve Rab bana dedi: Söylediklerini iyi dediler. Onlar için kardeşleri arasından

senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyleyecek. Ve vaki olacak ki, benim ismimle söyleyeceği sözlerimi dinlemeyecek olan adamdan ben arayacağım. Ancak bir peygamber kendisine söylemeyi emretmediğim bir sözü küstahça benim ismimle söyler yahut başka ilahların ismiyle söylerse, o peygamber ölecektir. Ve Rabbin söylemediği sözü nasıl bilelim? Diye yüreğinden dersen; peygamber Rabbin ismiyle söylediği zaman, o şey olmaz ve çıkmazsa, Rabbin söylemediği şey odur; peygamber küstahlıkla söylemiştir, ondan yılmayacaksın.”805 Yahudi âlimleri bu beşâretin, Yuşâ hakkında; Protestan bilginleri ise, Hz. İsâ hakkında olduğunu söylemişlerdir. Rahmetullah’a göre, her iki görüş de doğru değildir. Gerçekte bu beşâret, Hz. Muhammed(s.a.v.) hakkındadır.806 Çünkü Hz. İsâ zamanındaki Yahudiler, bu bâbda Mesih’ten başka bir peygamber bekliyorlardı. Dolayısıyla burada sözü edilen peygamber Yûşâ veya Mesih olamaz. Âyette geçen “Senin gibi” ifadesi de bunu teyit etmektedir, ne Yûşâ ve ne de İsâ (a.s.), Hz. Musâ gibi değillerdir. Yûşâ (a.s.), Hz. Musâ gibi değildir, çünkü İsrâil oğullarından Hz. Musâ gibi birinin daha çıkması Tevrât’a göre mümkün değildir: “Musâ gibi

Rabbin yüz yüze bildiği bir peygamber daha İsrâil’de çıkmadı”807 Eğer İsrâil oğullarından Hz. Musâ gibi biri daha çıkmışsa, Tevrât’taki bu sözün tekzibi gerekir. Hz. Musâ ile Hz. İsâ da birbirlerine benzememektedirler. Hıristiyanların iddiasına göre, Hz. İsâ ilâhtır, Hz. Musâ ise sadece bir kul peygamberdir. Yine, Pavlos’un ifadesine göre Hz. İsâ, halk uğruna lanetlenmiştir808, Hz. Musâ için böyle bir durum söz konusu değildir. Hıristiyanların inancına göre, Hz. İsâ, ölümünden sonra cehenneme girmiştir; Hz. Musâ ise cehenneme girmemiştir.

804

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 202. 805

Tesniye, 18/17-22. 806

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 203. 807

Tesniye, 34/12. 808

183

Yine onların inancına göre, Hz. İsâ, ümmetinin günahlarına keffaret olmak üzere çarmıhta can vermiştir, Hz. Musâ ise haça gerilmemiştir. Hz. Musâ’nın şeriatı; hadler, tazir, gusül, temizlik, haramlar, yiyecek ve içecekler ile ilgili hükümleri içinde bulundururken, Hz. İsâ’nın şeriatında bunlar yoktur. Son olarak, Hz. Musâ kavmi üzerinde sözü dinlenilen, kendisine itâat edilen bir reis idi, Hz. İsâ ise hiçbir zaman reis olamamıştır.809

“Onlar için kardeşleri arasından” ifadesi, “İsrâil’in (Hz. Yakup) on iki soyu arasından” anlamına gelmemektedir. Âyette “onlar” ile kastedilen İsrâil oğullarıdır. “Onların

arasından” denilseydi, İsrâil’in on iki soyundan biri akla gelebilirdi. Halbuki “onlar için

kardeşleri arasından” denilmektedir. Burada “kardeşler”den maksat, Hz. Yakub’un kardeşi olan Ays (Esav)’ın çocuklarıdır.810 Hz. İsâ ve Yûşâ, İsrâil oğullarından oldukları için bu beşaret onlar hakkında olamaz.811

“Ve vaki olacak ki, benim ismimle söyleyeceği sözlerimi dinlemeyecek olan adamdan

ben arayacağım.” Bu ifadeden, gelecek peygamberin Allah tarafından, O’nu inkar edenlerden

intikam almakla görevlendirileceği anlaşılmaktadır. Burada, “uhrevî” değil “teşriî” intikam kastedilmektedir. Öyleyse bu âyet, Hz. İsâ hakkında olamaz, onun şeriatında; had, kısas, tazir ve cihada dair ahkâm yoktur.812

Rahmetullah’a göre, Hz. Muhammed (s.a.v.), birçok noktadan Hz. Musâ (a.s.)’ya benzemektedir. Her ikisi de Allah’ın kulu ve resûlüdür. Anne ve babaları vardır. Evlenmiş ve çocukları olmuştur. Medenî siyâsete temas eden bir şeriatları vardır. Cihada memur edilmişlerdir. Şeriatlarında, ibâdet vakti temizlik yapmak şart koşulmuştur. Putlara kurban kesmek haramdır. Şeriatları, bedenî ibâdetlere ve cismânî riyâzetlere şâmildir. Zina haddi ile emrolunmuştur. Şeriatlarında; had, tazir ve kısaslar belirlenmiş ve bunları tatbike güçleri yetirmiştir. Her iki peygamber de getirdikleri şeriatlarında, ribâyı haram kılmıştır. Hâlis tevhidi ve kendilerine Allah’ın kulu ve resûlü şeklinde hitap edilmesini ümmetlerine emretmiştir. Ümmetlerinden dolayı lanetlenmeyen bu her iki peygamber de, yataklarında vefat etmiş ve defnedilmiştir. Kurân’da da, bu iki peygamber arasındaki büyük benzerliğe işaret edilmiştir813: “Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de hakkınızda şâhitlik

edecek bir peygamber gönderdik.”814 Bu beşârette, Allah’ın emretmediği bir şeyi ona nispet

eden bir nebinin öldürüleceğinden bahsedilmektedir. Eğer, Hz. Muhammed (s.a.v.) gerçekten

809

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 204. 810

Tesniye, 2/4’de şöyle denilmektedir: “Ve kavme emredip de Seir’de oturan kardeşleriniz Esav oğullarının sınırını geçeceksiniz.” Rahmetullah’a göre, “İsrail oğullarının kardeşleri”nin, “Esav oğulları” oldukları bu pasajdan anlaşılmaktadır. Esav veya Ays, Hz. Yakubun kardeşidir.

811

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 204, 205. 812

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 205, 206. 813

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 206, 207. 814

184

bir nebi olmasaydı, bu âyet gereğince öldürülecekti. Kurân-ı Kerim’de de bu konuyla ilgili şu âyet göze çarpmaktadır: “Eğer Muhammed, Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu

kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.”815 Hz. Muhammed (s.a.v.) ise öldürülmediği gibi, korunacağına dair âyet nâzil olmuştur: “Allah seni insanlardan korur.”816 Allah vâdinde durmuş, refik-i âlâ’ya kavuşuncaya kadar kimsenin Hz. Peygamber’i öldürmeye gücü yetmemiştir. Fakat Hz. İsâ, Hıristiyanların iddiasına göre çarmıha gerilerek öldürülmüştür, öyleyse Allah korusun Yahudilerin zannettiği gibi onun yalancı bir peygamber olması gerekir. Bu âyete göre yalancı bir peygamberin alâmeti, istikbalden gaybî olarak verdiği haberlerin doğru çıkmamasıdır. Hz. Peygamber’in gaybdan verdiği haberler, verdiği şekilde çıkmış ve onu doğrulamıştır, öyleyse o yalancı değil doğru bir peygamberdir.817

2. “Allah olmayanla beni kıskandırdılar; batıl şeylerle beni öfkelendirdiler; ben de

kavm olmayanlarla onları kıskandıracağım; akılsız bir milletle onları öfkelendireceğim”818

Rahmetullah’a göre, bu pasajda akılsız bir milletle kastedilen Araplardır. Çünkü Araplar, cahil ve sapık bir kavimdi. Şer’î ve aklî ilimlerden habersiz olup putlara tapmaktan başka bir şey bilmiyorlardı. Câriye Hacer’in soyundan geldikleri için Yahudiler tarafından hakir görülüyorlardı. İşte Allah Teâlâ, Yahudilerin hakir gördükleri bu cahil kavim arasından Hz. Peygamber’i çıkarmakla Tevrât’ta yaptığı bu vadini gerçekleştirmiştir. “Ümmîler

arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitâb’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur.”819 âyeti de bu pasajın ifade ettiği mana ile örtüşmektedir.820

3. “Rab Sina’dan geldi, ve onlara Seir’den doğdu, Paran dağından parladı, ve

mukaddeslerin on binleri içinden geldi; onlar için sağında ateşli ferman vardı.”821

“Rab Sina’dan geldi” ifadesi, Hz. Musâ’ya Tevrât’ın verilmesine “Ve onlara

Seir’den doğdu” sözü, İncil’in Hz. İsâ’ya nüzûlüne; “Faran dağından parladı” cümlesi de,

Kurân’ın indirilişine işâret etmektedir. Çünkü Faran, Mekke dağlarından bir dağdır. Böyle olduğu, Hz. İsmail’in durumundan bahsedildiği Tekvin bölümden anlaşılmaktadır: “Ve Allah

çocukla beraberdi ve o büyüdü ve çölde oturdu, ve büyüyerek okçu oldu, ve Paran çölünde oturdu; ve anası ona Mısır diyarından bir kadın aldı.”822

815 Hâkka, 69/44-46. 816 Mâide, 5/67. 817

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 208. 818

Tesniye, 32/21. 819

Cuma, 62/2. 820

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 211, 212. 821

Tesniye, 33/2. 822

185

4. “Şilo gelinceye kadar, Saltanat asası Yahuda’dan, Hükümdarlık asası da

ayaklarının arasından gitmeyecektir Ve milletlerin itaati ona olacaktır.”823

Rahmetullah, âyette geçen “Şilo” kelimesinin, Kitâb-ı Mukaddes’in Arapça tercümelerinde, “Her şeyin O’na ait olduğu kimse” veya “Kendisine O’nun ait olduğu şey” anlamlarında kullanıldığını belirtmektedir.824Rahmetullah’a göre, “Saltanat asası” ve “Hükümdarlık asası” tabirlerinden peygamberlere gönderilen şeriatlar anlaşılmalıdır. Buna göre, “Saltanat asası” ile Hz. Musâ’nın şeriatı, “Hükümdarlık asası” ile ise Hz. İsâ’nın şeriatı kastedilmiştir. Arapça tercümede, Saltanat asası “Kadîb”; Hükümdarlık asası “Resm” şeklinde ifade edilmiştir. Kadîb, “keskin kılıç”; resm ise “sûret, şekil” anlamındadır. Nitekim Hz. Musâ’nın şeriatı cebrî intikamî idi, fakat Hz. İsâ’nın şeriatı böyle değildi. Dolayısıyla âyette geçen “Şilo” yani “her şeyin O’na ait olduğu kimse”, Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir ve âyetin manası şöyle olmaktadır: “Hz. Muhammed (s.a.v.) gelinceye kadar, saltanat ve hükümdarlık asası Yahuda’dan ayrılmayacaktır. Ve milletlerin itâati Ona olacaktır.” Hz. Musâ ve Hz. İsâ Yahuda’nın soyundan olduğu halde, Hz. Muhammed (s.a.v.) bu soydan gelmemektedir. Hz. Peygamber’in gelmesiyle Yahuda’nın soyundan gelen peygamberlerin şeriatları ortadan kalkacaktır.825

Rahmetullah, Protestan papazların, “Saltanat ve hükümdarlık asası” tabirlerinden, dünyevî saltanat ve hâkimiyeti anladıklarını ve âyeti buna göre yorumladıklarını belirtmektedir. Bu yoruma göre Şilo; Yahudilere göre, “Yahudi Mesihi”, Hıristiyanlara göre ise “Hz. İsâ”dır. Ancak Rahmetullah’a göre, dünyevî saltanat ve hükümdarlık açısından bakıldığında da, Şilo’nun, Yahudi Mesihi veya Hz. İsâ olması mümkün değildir. Şilo, Yahudilerin beklediği Mesih olamaz, çünkü Buhtunnasr olayı ile Yahudilerin hâkimiyeti sona ermiş, aradan iki bin yıldan fazla geçmesine rağmen Yahudi Mesihi ortaya çıkmamış ve Yahudi hâkimiyeti tesis edilememiştir. Şilo, Hz. İsâ da olamaz, çünkü Buhtunnasr olayı ile Yahuda’nın hâkimiyeti Hz. İsâ’dan yaklaşık altı yüz sene önce sona ermiştir.826

5. “Terennüm et, ey kısır, sen ki doğurmadın; terennüme koyul ve yüksek sesle çağır,

sen ki doğurma ağrısı çekmedin; çünkü bırakılmış kadının oğulları, kocalı kadının oğullarından çoktur, Rab diyor. Çadırının yerini genişlet ve meskenlerinin eteklerini gersinler; esirgeme; iplerini uzat, ve kazıklarını pekiştir. Çünkü sağa sola yayılacaksın ve senin zürriyetin milletleri mülk edinecek, ve ıssız şehirleri halk ile dolduracak.”827

823

Tekvin, 49/10. 824

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 194, 214. 825

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 215. 826

El-Hindi; İzhâru’l-hak, c. II, s. 214-217. 827

186

Rahmetullah’a göre, Hz. İsmail’den sonra başka bir peygamber zuhûr etmediği için, bu pasajlarda geçen “kısır” kelimesi Mekke şehrine işâret etmektedir. Mekke, Oraşalim (Kudüs) gibi vahyin çok indiği münbit bir yer değildir. “Bırakılmış kadın”, Hz. İsmail’in annesi Hz. Hacer, “kocalı kadın” ise Hz. Sare’dir. Hacer’in çocukları, Hz. Sare’nin çocuklarından daha faziletli olacağı için Allah, Mekke’ye tekbir ve tehlilde bulunmasını emretmektedir. Nitekim insanların en faziletlisi ve peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.), Hacer’in soyundan gelmiştir.828

6. “O günlerde vaftizci Yahya: Tevbe edin, çünkü göklerin melekûtu yakındır, diye

Yahudiye çölünde vâzederek meydana çıktı.”829

“İsâ vazedip: Tevbe edin, çünkü göklerin melekûtu yakındır, demeğe o vakitten

başladı.”830

Rahmetullah’a göre, hem Yahya (a.s.) hem de İsâ (a.s.), “göklerin melekûtunun yakın

olduğu” müjdesini vermişlerdir. Ayrıca Hz. İsâ, şakirtlerine, dualarında Allah’a yalvarırken

“melekûtun gelsin”831 demelerini emretmiştir. Öyleyse, “göklerin melekûtu” ile kastedilen Hz. İsâ değil, Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Çünkü Hz. İsâ kastedilmiş olsaydı, “göklerin melekûtu

yakındır” ifadesi yerine, “göklerin melekûtu gelmiştir” denilmesi gerekirdi. Rahmetullah’a

göre, “göklerin melekûtu” tabiri görünüşte bu melekûtun, bir “meskenet” şeklinde değil, “saltanat” şeklinde gerçekleşeceğine delalet etmektedir. Bu melekûtun gerçekleşmesi için muhaliflerle savaş etmeye ve kanunlarını temellendirmek için bir kitaba ihtiyaç vardır. Bunlar ise Hz. İsâ’nın değil, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şeriatında mevcuttur.832

7. “Göklerin melekûtu ev sahibi bir adama benzer ki, sabah erken bağına rençber

tutmağa çıktı. Ve rençberlerle günde bir dinara uyuşup onları bağına gönderdi. Ve saat üç