• Sonuç bulunamadı

Yirmi altı yıldır halkı güldüren adam...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yirmi altı yıldır halkı güldüren adam..."

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yirmi altı yıldır halkı

güldüren adam •••

San’atkâr Naşid, kendi jübilesini kendi yapmak

için çalışıyor ve «Jübile denilen nesneyi hem de

taammüden katlediyorum!» diyor

Naşid, bürosunda arkadaşımızla konuşurken

« — N e çare, kaderde, bu yaşta katil olmak ta varm ış!..»

Yirm i beş senedir İstanbul u güldüren adam, hiç gülmesini bilmemiş bir bahtsız halile boynunu büküyor, taze bir cinaye­ tin ıslak izlerini gizlemek ister gibi avuç­ larını ve parmaklarım birbirine geçirerek

devam ediyor;

« — Evet... Jübile denilen nesneyi, hem de taammüden katlediyorum.

Yüreğim yana yana, içim sızlıya sız- lıya, hatta., utana utana işliyorum bu ci­ nayeti..

Y a ş kırk altı bayım. V e tam yirmi al­ tı senedir sahnedeyim. Bu müddet zarfın­ da tek kişi çıkıp ta yirmi altı dakikasını feda ederek benimle meşgul olmadı. A ç mıdır, çıplak mıdır, derdli midir, ne hal­ dedir, diyen bir kişi bulsaydım, ona canı­ mı verirdim.

Yirm i altı yıldır, gece gündüz özümü bir limon gibi sıktım ve bu ekşiden bal yapmağa çalıştım. Yapabildim m i?... H âlâ güldüklerine bakılırca yapabilmi - şim demek... Fakat o kadar verdim, o kadar cömerdce, seve seve verdim ki; bugün kendime bir katre neş’ e kalmadı.»

O nu güle güle dinlemek için karşısına geçen ben, şimdi bir suçlu gibiyim.

« — İşte, diyor, etrafımdaki yaşlarını başlarını almış bizden evvelkilerin peri - şan hallerine bakarak, kendi kendime düşünüyormu: Oğlum Naşid, yarın artık çalışamıyacak hale gelirsen ne olacak?.. Dilenecek misin? V e dilensen bütün bir ömür sade kahkaha dağıtmış olduğuna göre, alacağın sadaka, gene ve sade bir kahkaha olmıyacak m ı?»

Birden bu kapkara âlemden kendini sı­ yırmak ister gibi silkindi:

« — Kendi jübilesini kendi yapan a - dam... Demek ki son nefese kadar kendi yağımla kavrulmağa mahkûmum. K a v­ rulacağım kül oluncıya kadar.»

San’atkâr Naşide acıyamayız.

O n a acımağı düşünmeden evvel, bu şehrin; kendini yıllarla güldüren adamı, bir lâhza sevindirmek mecburiyetinde ol duğunu hatırlaması lâzımdır.

O na soruyorum:

— Vaktile içki ile başın hoş m uydu? « — Sorar mısın... Bekri Mustafa da kim oluyormuş derdim. Neyzen Tevfikle gider Sandıkburnunda binlikler devirir­ dik. Sonra oradan kalkar, yola revan o- lurduk. H em nasıl biliyor musun, N e y ­ zen nereden bulur buluşturur, bir koca

Naşid, Leblebici Horhor

Ağa rolünde

ekmek küfesi bulur, sırtıma yerleştirirdi. Ben küfeyle önde, o arkada geceyarısı (ekmekçi... ekmekçi g e ld i!) diye kapı­ ları çalarak sallana salîana giderdik... hey gidi günler hey...

— O yun yüzünden başına derd geldi mı, kazaya uğradın mı?

— Bir tanesini mi söyliyeyim, yoksa sayayım m ı?.. Garibdir amma, bizim en müşkül devrimiz Ittihad ve Terakki za­ manıdır. H er nedense (H ü rriyet) ilân edenler sahnenin anasını ağlatmaktan bir zevk duyuyorlardı. Size bir misalle işi anlatabilirim: O devirde (Binbirdirek) diye bir piyes oynuyorduk. Ben Derviş M ehm ed rolünde idim. Bu rol icabı kar­ şımdaki Fazlı Paşa kerimesi Gevheri Hanımı evvelâ kızdırmam, sonra avut - mam lâzım. Avuturken de onu şöyle bir öper gibi yaparım. V a y efendim, sen mi­ sin öpen... Bizi palaspandıras Beyazıd karakoluna götürdüler. Kurtuluncıya ka­ dar da emdiğimiz süt burnumuzdan gel­ di.

O zamanlar kantoya çıkan kızlara gerdanlarına, bileklerine kadar fanila giydirirdik. Y oksa göğüs bağır açık sah­ neye çıkmak kimin haddine düşmüştü.

— Sevdiğin roller hangileridir? — Taklidi severim. Taklidsiz rol sinirime dokunur. H er kılığa girdiğim gibi, her dilden de çakarım. Sade Espe­ ranto dedikleri bir dil varmış onu belli - yemedim, bir de yakışıklı adam olmalını

¡beceremiyorum.

Eski günleri hatırlıyor:

— Bilirsiniz ki, ben ilk hevesi mer­ hum A h diden aldım. Evimiz onun tiyat­ rosuna bitişikti. H ep o hava çinde büyü­ düm. Sonraları meşhur Haşanı gördüm. Hatta mahalledeki çocukları toplar, elle­ rine birer tahta parçası verir, Haşanın yolunu beklerdim. T a m o, şöyle ağır a- ğır, fıstıkımakam geçerken, biz de yolun difilirdik.. Ben hemen bir (se­ lâm d u r !..) emri verince, tahta parçaları havaya kalkardı. Merhum da bir serdar gururile ve aleykümselâm... diyerek ge­ çerken, topumuzu birden bedava tiyatro­ ya sokardı...

D algın... Bir müddet öylece kalıyor, ve gözleri karlı damlarda, kendi kendine konuşur gibi söylüyor:

— Hani, şimdi, bizi tahta parçasile bile selâmlıyan yok..

Başını çeviriyor, sözünü işitip işit - mediğimi anlamak ister gibi yüzüme ba­ kıyor ve devam ediyor:

« — A n cak , yanlış anlaşılmasın, ben halktan bir lâhza bile şikâyet edecek ka­ dar nankör değilim. O , benim velinime - timdir. Bugün yaşıyorsam onun sayesinde yaşıyorum. Onun alkışı dindiği gün... İş­ te o gün ben mahvolacağım.»

— Hazret, diyorum, şaka bertaraf... Senin için mal mülk sahibidir diyenler az değil. M eselâ yalnız çevirdiğin filimler - den aldıkların...

— M ilyonları bulur değil m i?.. Evet dört filinide oynadım ve bütün bunlar - dan aldığım para cemanyekûn bin, niha­ yet bin yüz liradır. Eh şunun şurasında milyona varmağa ne kaldı?.. Uzaktan davulun sesi hoş gelir.. Bir de içimize gir de gör... V e inan ki sahneden çekildiğim gün denizden çıkmış balık gibi evvelâ a- fallıyacak, sonra düşünmeğe bile vakit bulamadan...

A yakta, bana küçük ve son bir hesab veriyor:

— T ü rk sahnesinin en büyük üstadı A h m ed Fehimin -son demlerinde jübilesi yapılmasaydı- cenazesi ortada kalacaktı. Merhum Ahdinin cenazesini Eyübde Belediye kaldırdı. Gene sahnemizin kıy­ metlerinden biri olan Asım, şimdi yetmiş yaşında ve... Söyletme beni Allahaşkı- na... Sürünüyor işte.»

Yirm i beş senedir îstanbulu güldüren adam karşımda bir ıstırab ve elem timsali gibi dimdik... Elimi sıkarken belli ki zorluyor, zorluyor kendisini... Fakat ha­ yır, gülemiyor.

KAND EMİ R

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kemerin Şehzade Camii hizasından geçen kısmı mâbadin Haliç tarafından görülmesi için Kanuni Sultan Süley­ man tarafından yıktırılmıştır .Bazı kim seler

Aile işi olan petrol ve akaryakıt sektörü­ ne babasırun ani vefatı üzerine çok genç yaşta giren Kaya Baban, Baban ve Faban adlı petrol şirketlerinden

Safiye Ayla, benim gibi, doğum tarihi kurcalayan­ lara da sesleniyor: “Eh bir sene sonra seksen olaca­. ğım yani; ne

Kırtasiyeci dükkânı işletmek büyük bestekârımız Adnan Say- gun’un liseyi bitirdikten sonra, musikî mesleğine intisap edin­ ceye kadar değiştirdiği 25

Ressam Şevket Dağ, Mecit Efendi'nin notlarında şöyle anlatılıyor:. «Dinin ruha ne kadar keskin nüfuzu varsa, Şevket Bey'ln tabloları o nispet­ te bir kuvvete

Afrika ormanları güzel, vahşiler hemen birçok filimlerde görünen vahşi­ lerin aynıdır.. Yalnız cüceler müstesna, onların da hari- kulâde bir tipleri

Ölümümüzü geciktirmeyi, daha acısız kılmayı başa­ rabiliyoruz, ileri de bu alanda çok daha büyük başarılar elde edebileceğimiz gibi, gen biliminde

O ’nun, şüphesiz, kendine has bir sembolizmi, hattâ bir romantizmi vardır; bu hayâl örgüsünde mânâ, romantizmde olduğu gibi şişirilmemiş, sem­