• Sonuç bulunamadı

Ahmet Haşim'e dair

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Haşim'e dair"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

t T

r

AHMET HÂŞlM’ E DAİR

• M A Z H A R Ö N A D •

C

enap merhum «Beni hiç kimse anlamadı» di­ yen adama sormak istermiş: «Allah’mısm he herif?»

Bu espri -her hatırlayışında- pek güldürürdü Hâşim’i; dolayısiyle anlaşılamamaktan şikâyet eden adama içerlediğini açıklamış olurdu. (O ’nun zehir saçan alaylı kahkahaları meşhurdur) Hangi münasebetle söylediğini şimdi hatırlamıyorum: «E n korktuğum şey, bir gün bir ukalânın çıkıp be­ ni tahlile tâbi tutması, hükme bağlamağa kalkış­ ması olacaktır» demişti.. Bu cümle ile, hayatı bo­ yunca kendisini rahatsız eden en büyük endişeyi -belki tek endişeyi- özetlemiştir, sanırım.

Gerçekte Hâşim'in bâzı kelim elere karşı garip bir allerjisi vardı: Anlaşılmak, anlatılmak.. Bunlar, budalaca iddiâlar ve boş çabalar gibi görünürdü. O ’na.. Yaradılışlarında duyarlıkları zekâlarına eşit insanların haklı gururuyle, eserine çevrilen her te­ cessüste (b ir parça hamakat) aradı. Edebî kim liği üstüne giydirilmek istenen her hüküm O'nu ürpert­ miş, yahut giildürmüştür.. Bu davranışlarında va­ kit vakit mübalağaya kaçtığı ve tezatlara düştüğü de vâkidir: ŞUr san’atını, peygamber kelâmı gibi çeşitli yönlerden tefsire muhtaç ve çeşitli anlam­ larda izaha müsâit bir hüner sayması ve bunu ha­ raretle savunması bir örnektir. (1 ) Tefsirin her şeklinden ve izahın her nevinden tiksinmekle be­ raber, şiirde (ilham a) bayılırdı..

O ’nun, şüphesiz, kendine has bir sembolizmi, hattâ bir romantizmi vardır; bu hayâl örgüsünde mânâ, romantizmde olduğu gibi şişirilmemiş, sem­ bolizmde olduğu kadar küçültülmemiş, sâdece mıs- ra’ların içine belirsiz mozayikler hâlinde işlenmiş, yahut görünmez kum tâneleri gibi serpiştirilmiştir.. Hâyaller aleminde, hiç kimseye sezdirmeden ben­ zememek ve yüzde yüz (enfüsî) kalmak, Ahmet Hâşim ’in san’at özelliği ve bütün ustalığı bundadır.

Bir gün bize düşüncelerinin izâhım yaparken : Malarme’ye, Verlaine’e, Baudelaire’e dikkat ediniz, demişti. Onlar sık sık bizim hayâl takatimi­ zin dışına çıkarlar.. Bizim dünyamıza mensup ol­ madıkları sanısını uyandıran yaratıkların garip hayâlleri, çürük kokulan, kadavra kokulan, kâ­ busa benzeyen rüyalar, sayıklamalar ,diş gıcırtıları, hırs, sevgi, nefret, güzellik, duâ, küfür, renk, göz­ yaşı, karmakanşık durur şiirlerinde. Benim dün­ yamda, benim sezişlerimde, benim hayâllerimde, benim hasretlerimde, her şeyden önce beşerî ol­ mak iddiası değil, duygulu olmak eğüimi vardır.

B ir örnek vereyim size: Leylekler, su kenarına di­ zilmiş, sessizce geceyi seyre dalmışlar.. Gökyüzünü bir göle, yıldızları bu gölün böceklerine benzetiyo­ rum.. G öl’ü, yerden ziyâde gökte tasavvur etmek hiç te hayâl mahsulü değildir. Canlılann ve can­ sızların Kâinatta yüzebildikleri her sâha, ister su, ister hava, ister boşluk, ister ateş olsun, bir göldür. Ben soruyorum: Neden bu gölde avlananlar yok? Bu kaynaşan böcekleri hangi kuşlar yer? (2) Olur mu böyle şey, diyorlar bana; olmaz elbette ,ama mantıkan olmayan herşey şiirde olur :Bir şeyler seziyorsun; bu (b ir şeylerin) izâhı yoktur; kaleme gelmez, ölçüye sığmaz b ir duygu; yakalamak im­ kânsız, şekil verilmez, rengi belirsiz, ama yine de hissediyorsun onu değil mi? Damarlarımızdaki kanın akışım dur dur amayız; kalmibizin atışını durduranlayız, ama yine de bu atışları duyarız.. Kâinat, baştan başa b ir avlanma sâhası.. Bütün canlılar birbirlerini yemekle meşgul, biz bile bu birleşmelerden doğmuyor muyuz? Bunun mantık­ sızlık neresinde?..

(Îb h a m ) da bu biçim beşerî olduğunu iddia eden, iddiasını tevsik için bin dereden su getiren bu hayat dolu, hareket dolu adamın şiirlerinde (ga m ), (m elâl) kelimelerine neden o kadar çok, ne­ den o kadar ısrarla yer verdiğini anlamak zordur:

Melâli aşka yabancıyken oldular mahrem

Ne kadar gamlı bu akşam vakti

Bir gamlı hazanın seherinde

Gûya o zaman nurunu ey Mahı mükedder

Melali anlamayan nesle âşinâ değiliz

İlah..

Belki de bu kelimeleri, insiyâki bir itişle, far­ kında olmadan tekrarlıyordu; tekrarladığım bile bümiyordu.. Bu zaaf yalnız Ahmet Hâşim ’e has de­ ğildir: (M efkû re) kelimesini imâl eden -ki Süley­ man N azif’e göre galat fahiştir- Ziyâ Gökalp’ın hiç bir yazısını bilmiyoruz ki, içinde en az dört beş defa mefkûre kelimesi geçmemiş olsun.. Bizzat Süleyman N azif’in yazılarında (Şebab), konuşma­ larında (karikatür) kelimesini adetâ israf ettiğini biliyoruz..

Ahmet Hâşim'in renklere karşı duyduğu cezbe -zira bu bir extase hâli idi, kendinden geçerdi- gam

(2)

len mehtabın esrarlı ışıkları.. Ve., çöller.. Çöllerin insana korku veren derin ıssızlığı.. Çöllerin ardın­ dan, kızgın bir bakır parçası gibi ağır ağır yükse­ len Ay.. Gece karanlığında, gûya tarihten önceki çağlara ait efsânevi yaratıkların.. Plâtonik aşk ihtiraslariyle çürümüş kalblerin, kan ve gözyaşı emmekten usanarak bir çoban aldatan kuşuna is­ tihale ediverm eleri ve kapatıldıkları mahpesler- den meçhul ufuklara doğru uçup gitmeleri.. Şeytan kılığına girmiş günahkâr ruhlar.. Tek ayaklariyle kendilerini akasya dallarına asarak .incecik gaga­ larından kan damlayana kadar inledikleri rivayet edilen îshak kuşları ve bunların meraretli hikâye­ leri.. Bütün bunlar, Ahmet Hâşim'in kafasında kaynaşan hayâl ve hürâfe sembolleridir. Şu y a rasa tasvirine bakınız :

Dağılmış hazândide tüller gibi Uçuşmakta sessizce haffaşeler, Giderler, gelirler, san örmekteler, Zılâmı kederle nücûmu-şebbl..

I---Yüreği var özünden çoğalır güzelliği Yansır yeryüzünden yıldızlara

Kutsal resimlere benzetirim hüznünü Güldüğüne kanmayın yanılırsınız Am an yakından tanımayın kendisini Sonra hiç kopamazsınız.

Yani demeyin sonra, ah işte nasıl... O n u r hiç eskimiyen alnı

Dağınık bir kâhkülle gizler Ucuz tutkulara selâmı yok Yalanı yok, korkusu yok Katkısız ağzında kamçılı sözler

H iç birşeyden yılgısı yok - olmadı olmayacak

A tila özer

Durgun güne katlanamaz çok yorgun olsa da Yaşaması - ölmelerle sonsuza varmak

Duraklamışsa, dinleniyorsa bekleyin lütfen biraz B ir volkandır az sonra patlıyacak.

T Ü R K Â N

İ L D E N İ Z

ve melale karşı duyduğu zaafla ölçülemeyecek kar dar derindir.. Renkler, O ’nun için başlı başına ve bambaşka bir âlemdi.

O'nun kanısına göre biz hepimiz, bu âlemde renklerin sâdece göze çarpan yönlerini, sâdece fırçaya gelen yönlerini, sâdece boya unsurlarını görebilen birer daltonizm hastası idik. Hâşim, renklerin içine giriyor, onları dile getiriyor, ister­ se teker teker, dilerse b ir hamur hâlinde yoğura­ rak bu hamurdan efsânevî palet parçalarını andı­ ran şiirler dokuyordu.

Renklerin kaynaştığı, tutuştuğu, birbirine ka­ rıştığı ve birbiri içinde ağır ağır eridiği akşam va­ kitleri O’nun en geniş muhayyelesiydi; gece en büyük ilham kaynağı :

Karanlıklara gömülü bahçeler, içinde papiros- ların yıldızlarla, kurbağaların su sinekleriyle giz­ lice evlendikleri metrûk havuzlar.. Harâbelerde uçan ve boşluklara seslenen yarasalar.. Y a n açık bir kamara penceresinden dinlediğimiz engin de­ niz musikisi.. Vâdileri her gece aydınlatmağa

ge-Y A N K

(3)

Yâni :

Dağılmış param parça tül parçaları Gibi gece kuşları

Uçuşmakta sessizce Giderler .gelirler. San örmekteler, Karanlık kederleri Gecenin yıldızlariyle.. (3 )

Yarasaların bu kadar canlı, bu kadar orijinâl tablosunu kim çizebilmiştir?

Çöllerde kervan ve kervana öncülük eden (mer- kep) tasviri :

Bir ufku-tehî, bir gece, binlerle sittâre Samtı-ebediyyetle bakar hâbı - bahâ re.. Bir kaafile, üç beş deve aheste ilerler. Tâ önde gider gölgeli bir şekli mükedder..

Yâni :

Boş bir ufuk, bir gece, Binlerle yıldız gökte, Bakarlar ebedî sessizlikle Bahar uykusuna.

Bir kaafile.. ilâh..

Ahmet Hâşim, mühayyelesini dolduran hâyal ye efsâne mahşerini, içli bir özleyiş ve sessizliğe bürünmüş gizli bir terennüm hâline

getirebilmiş-HER YERDE

VARSIN

i

M E V L Â N A

(Ç eviren : M . Ö N D E R ) Şultanımsm, canımsın,

Çanımda, gönlümde imânımsm.,

Çan da n’ola! Sen benim yüzlerce canım, Çan ciğerim, can verenim, kanımsm.. Suyum, ekmeğim, katığım

Herşeyimsin sen benim. Sen cömertçe elde ettiğim Şekerimsin, balımsm.. Bağım, bahçem, cennetim, Çiçeğim, yaprağım, dalımsın.. Sen gönül madenimin özü Karanlık gecelerimde aysın.

Sustum artık.. Değil mi ki sen ey Sultan: Her yerde varsın..

tir. Beşerî ihtirasları işlemeğe en elverişli aşk şiirlerinde büe Hâşim, istekli olmaktan ziyâde isteğe kanıksamış görünürdü. Bununla beraber, gam ve melâl düşüncesi O’nu nefretin başka bir istihâlesi olan bıkkınlık ve bezginliğe götürmemiş­ tir.. Bu büyük tabiat âşığının ruhunda, insanları alçaltan nefret duygusu barınacak köşe bulama­ mıştır. Şüphesiz O ’nun da kinleri, O ’nun da bez­ ginlikleri olmuştur, ama bunlar, hayatmda iz bı­ rakmayan rüzgârlar gibi gelip geçmiş, san'atım ve kişiliğini gölgelememiştir. Heyecanlı sözleri ve ateşli tartışmaları, vakit vakit sohbet masaların­ dan sokaklara taşar, kendisiyle birlikte başkaları­ nı da sürüklerdi.. Nükte ve espriyi şiir kadar, nâdi- de yemekler kadar severdi; bunları, m isafir sever bir ev sahibi edâsiyle hoşlandığı kimselere bol bol ikram ederdi.. Bu ziyafet sofralarına katüanlar, Haşim’in yanından dâima ruhları dolmuş ve doy­ muş olarak ayrılmışlardır..

Bazan sebebsiz yere acılaştığım görürdük, öy. le anlarında Hâşim, tehlikeli, tecavüzkâr bir insan olurdu.. B ir kere hışmına uğramıştım: Y o lla r şi­ irini okuyordu bize :

Yolfar ki gider, Kimsesiz, tehî, ebedî, Yollar..

Hangi şeytan dürttü, bilmiyorum: H enri de Régnier’nin aynı ismi taşıyan şiirini hatırladım :

Les routes, les routes Qui s'en vont à l'infini Les routes..

(K im sesiz) kelimesi hâriç, Ahmet Hâşim’in şi­ iri tıpatıp bu mısralara uyuyordu :

— Tercümeniz çok başarılı olmuş üstadım, de­ dim.

Korkunç gözlerini gözlerime dikm işti :

— Hangi tercümeden bahsediyorsun çocuk, diye gürledi.

Regnier’nin mısra’lannı okudum.. O anda ba­ kışlarındaki öfkeyle karışık şaşkınlığı unutamam.. Bu şimşeğin parlamasiyle sönmesi bir oldu ve Ah­ met Hâşim, utanç dolu b ir sükûnetle :

— Ha, evet ,diye mırıldandı, o şiiri yazarken Henri de Regnier’den mülhem olmuştum, unut­ muşum..

Evet, derken, bana hayır, der gibi gelen bu tastik işaretinin sırrım halâ çözmüş değilim..

André Gide, san’at hayatım bir tek cümleyle özetlemiş (ölüm ün elinden bir şeyler kurtarmağa çalışıyorum, bütün yaptıklarım bundan ibaret) de. mişti.. Ahmet Hâşim’in şansı daha hasis davran­ dı: O nükteler, bize bıraktığı bir avuç şaheser ara­ sında, bir avucu doldurmayacak kadar azdır: (B i­ ze G öre), (Gurebâhaneyi Laklakan), (Piyâle), (Göl Saatleri), (Frankfurt Seyahatnâmesi).. Bütün bunlar, bütün o zerafet oyunlarının donuk parıltı­ larıdır.. ölüm , kendisinden daha fazla b ir şey ko­ parılmasına râzı olmayarak kırkdokuz yaşında O'nun yakasına yapıştı ve Ahmet Hâşim’i

aramız-14

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Pretreatment of A549 cells with Ro-32-4032 and the dominant-negative mutant of c-Src DN inhibited thrombin-induced IKK alphabeta activity, kappaB-Luc activity, and NF-kappaB-

Please list the surgical techniques used for root coverage in key features and clinical effectiveness.. Please list the types of maxilla sinus lifting procedure and their

Result(s): Of 342 women with pathology-confirmed fibroids who were included in the study, 108 received myomectomy only (group I), and 234 underwent the uterine depletion

Güven (2013) ilkokul öğretmenlerinin okul müdürlerini öğretimsel lider olarak algılama düzeyleri ile mesleki tükenmişlikleri arasındaki ilişkiyi incelediği

Attilâ İlhan ve Savaş Ay’ın şiir kasetleri arasında ne fark var.. Bir yanda “Ben Sana Mecburum” diyen

NADİR NADİ — Cumhuriyet kurulduğu zaman ben henüz onbeş yaşındaydım ve babam daha önce, Yenigün'ü çıkardığı için ve Yenigün de cok başarılı bir

Öğretim elemanlarının derslerinde sanat ve bilim iliĢkisine yer vermesinin nedeni olarak farklı malzeme ve teknoloji kullanımı doğrultusunda değerlendiren 4

[r]