'
\
'■/M
Ç>o liklinik
Prof. Mazhar Osman için yapılan jübile
1 II ’ ÜRK Nöro - Psichiyatri cemiyeti, ** eri bulunan Prof. Mazhar Osman
Uzman'ın hekimlik hayatının otuz be
şinci •, başhekimliğinin yirmi beşinci yıl dönümünü Üçüncü Mıntaka Etibba Odasında tesit etmiştir. Cemiyetin iyi bir program tanzim etmesi neticesi de ğerli hocanın Türk milletine ve Türk
tababetine yaptığı sayısız hizmetlerden bir kısmı olsun tebarüz ettirilebilmiştir. Denilebilir ki, bu merasim bundan ev vel yapılan jübilelerin en muntazamı ve en samimisi olmuştur.
İlk sözü Üniversite Rektörü Prof.
Cemil Bilsel almış, Prof. Mazhar Os man'ın yüksek ilminden ve idare kabi
liyetlerinden bahsetmiş, kendisini bu muvaffakiyetlerinden dolayı tebrik et miştir.
Rektörden sonra sırasile Prof. Nazım
Şakir, Dr. Hüseyin Kenan Tunakan ve Dr. İhsan Şükrü Aksel; Mazhar Osman
hakkmdaki ihtisaslarını anlattılar ve kıymetli meslekdaşımızm ne derece bü yük bir intizamla çalıştığını söylediler, eserlerini birer birer saydılar. Kendi sine karşı şükran borcu olduğunu bil dirdiler.
Gösterilen teveccühten çok mütehas sis olarak büyük bir heyecan duyan
Mazhar Osman, son sözü alarak duygu
larını anlattı. Takdir edilmenin hasıl ettiği sevincini izhar etti ve nutkunu göz yaşları arasında şu cümlelerle bitirdi:
Dr. SÜREYA KADRİ GÜR
«Arkadaşlar, müsaade ediniz de mesut günümde mistik vazifemi yapayım. Din- darane bir huşu ile mazinin önünde iğile- yim. Bir kere beni bu kadar mesut bir talihe sahip eden Rabbi Hilkate hamdü minnetlerimi sunayım. Beni sağlam bir maneviyetle hayat sahasına getiren anacı ğımı ve babacığımı rahmetle anayım. Ba na ilk irfan feyzini veren KIrklareli iptidaî ve Rüştiyesine, Üsküdar idadisine, şerefli Askerî Tıbbiyeye ve Gülhane şeriri yatma minnettarlıklarımı söyliyeyim. Bu şubenin Türkiyede bihakkın piri olan hocam Raşit
Tahsin merhumun masum ruhundan isti
ane edeyim.
Bizi böyle insanca yaşıyabilecek bir is tikbale sahip eden, bize medenî ufuklar açan Türkün en büyük evlâdı Atatürk’ün hatırasına riyasız saygılarımı arzeyliyeyim. Şanlı hükümetimizin başında bulunan Re- isicümhur Hazretlerine tazimlerimi, Başve kil doktor Refik Saydam’ın lûtüf ve hima yelerine şükranlarımı arzedeyim. Vekâlete geçtiği gündenberi payansız takdirlerini her vesile ile esirgemiyen Sıhhiye Vekili doktor Hulusi Alataş’a hürmetlerimi suna yım. Hepinize, ey sevgili misafirlerim, he pinize şükran borçlarımı takdim ediyor, afiyet ve saadetinizi diliyorum. Biz fanî evlâtlarını sinesinde yetiştiren, büyüten ve bütün varlığımızı borçlu olduğumuz vata nımız, büyük milletimiz daima şan ve şe refle yaşasın..»
Hocanın nutku uzun uzun alkışlan dı. Hazır bulunan bütün meslekdaşlar kendisini tebrik ettiler. Talebeleri elini öptüler.
Mazhar Osman, çok okumuş, çok
Prof. Mazhar Osman
asabiye şubesine ait ecnebi memleket lerde toplanan beynelmilel hemen her kongreye iştirak ile Türk hekimlerinin mesaisini duyurmuş, müteaddit cemi yetler kurmuş, bir çok meslekdaşlarm yetişmelerini temin etmiş, akliye, asa biye şubesinin memleketimizde müsta kil bir şube olmasına yalnız başına âmil olmuş, çok konferans vermiş, hekimlik mesleğinin şerefini korumayı her fır sattan istifade ederek gaye edilmiştir.
Mazhar Osman'ın neşriyat hayatı da
çok zengindir. Türkçe, almanca, fran- sızca bir çok kitaplar neşretmiştir. Bun ların bir kısmı müteaddit defalar tabe- dilmişlerdir.
Amelî ve muhtasar emrazı asabiye 1330,
Sıhhat Almanağı 1933, Akıl hastalıkları
1935, Ce que nous trouvons dans leur ap
pareil de digestion 1934, Beitage zur Histo pathologie der haller vorden Spalzscken erkrankungen 1935, Un cas de la maladie de Recklinhausen simulant la paralysie gé
nérale, La paralysie générale n’est-elle
due qu’à la syphilise 1935, Öjenik, İğdiş,
Kısır 1935, Sinir hastalıkları 1936... v. s.
Kitapları hatırımıza gelenler arasın dadır. Hele kütüphanelerimizi süsliyen yirmi bir senelik İstanbul seririyatı ko leksiyonları, neşriyatının en ehemmiyet lisidir.
Memleketimizde şimdiye kadar çı kan bütün ilim, meslek ve tıp mecmu alarının en kıdemlisi bulunan İstanbul
Seririyatı, üzerinde ehemmiyetle durul-,
mağa değer. İlmî kısmında muhtelif dillerde sayısız orijinal travaylar neşre dilmiş, genç istidat ve kalemlerin ya zılarına makes olarak inkişaflarını ko laylaştırmıştır. Paramedikal kısminde üstadın kendisine has bir üslûp ile yaz dığı seyahat notlarile deontolojinin memleketimizde teessüsünü ve hekimlik ihtiyaçlarını tebarüz ettiren çok kıy metli yazılar, vesikalar çıkmıştır.
Tıbbî mecmualarımızın muntazam çıkma ve yaşamasındaki bin bir türlü müşkülât nazarı dikkate alınırsa İstan
bul Seririyatı'nm da bu müddet zarfın
da bir takım güçlüklerle karşılaşmış ol ması tabiîdir. Fakat üstadın sarsılmaz iradesi bu güçlükleri ortadan kaldırmış
İstanbul Seririyatı bir gün bile teehhür
etmeden 1917 senesindenberi neşriyatı na devam etmiştir... Bir ilim adamı için ne büyük mazhariyet...
Bütün bu hizmetlerde Türk tababe tine şeref veren Prof. Mazhar Osman'ı samimiyetle tebrik ile sıhhat ve afiyet ve uzun ömür dilerim.
Prof. Mnzhar Osman’ın Kısa Tercümei Hali
Prof Mazhar Osman, jübile münase-
betile hayatını anlatmıştır. Bu kısa tercümei hali Son Posta gazetesinden alarak sayfalarımıza naklediyoruz:
«Trakyadâ Sofulu kasabasında 1300 se nesinde dünyaya geldim. Babam gene ay nı mmtakada Fereciklidir. Hurşit ağanın torunuyum. Yani paşazade değilim ben!..
İlk tahsilimi Kırklarelinde, idadiyi de Üsküdarda yaptım. Sınıf arkadaşlarım, avukat Kenan Ömer, profesör Cevdet Fe-
rid, eski icra reisi Ahmet Refik... Hemen
aklıma gelenler bunlar...
Tıbbiyei Askeriyede okudum. Doktor çıktıktan sonra Gülhanede asistanlık et tim; hoca oldum. 1914 senesinde Gülha nede askerî hekimlere, « emrazı akliye ve asabiye» dersine lüzum olmadığı sıhhiyei askeriyece karar altına alındı. Dersimden menedildim ve Haydarpaşa askerî hastane sine mütehassıs tayin olundum. Bu tarihe de askerlikten istifam rastlar. Şimdi ka palı olan Haseki Mecanin müşahedehane- sine aynı sene sertabib tayin edildim. İşte o zamandanberi Mecanin müşahedehane- sinde, Şişli hastanesinde, Toptaşmda, Zeynep Kâmil hastanesinde, Bakırköyün- de emrazı akliye ve asabiye ile meşgul ve Bakırköyünde müdür ve sertabib olarak bu lunuyorum.
Bu sene yirmi beşinci yıl doldu. Hem bu münasebetle ve hem de Türkiyede en eski sertabib bulunmam hasebile müessisi bulunduğum «Türk Nöro - Psişyatri cemi yeti» azasım teşkil eden muhterem müte hassıs arkadaşlarım hakkımda böyle yir cemile göstermeyi tensip buyurmuşlar ve beni haberdar etmişlerdir.
Beni sevenlerin, takdir edenlerin bu lu- tufkâr alâkaları beni pek mütehassis et miştir. Kendimin liyakatinden bahsede cek değilim! Çünkü aczimi ve hayatta neye muvaffak olabildiğimi herkesten iyi bilirim. Bu bir sevgi ve saygı alâmetidir. Etrafımı kuşatan bu sevgi halesi içinde cidden mesudum. Memleketimizde bu ka bil şeyler yeni yapılıyor, henüz bunlara alışıyoruz. Arkadaşlarımın ve şakirdleri- min bu nezaketleri her halde hoş görüne cek bir teşebbüstür. Bu teşebbüs bugün
benim gibi bir liyakatsize teveccüh etmiş tir. Yarının şüphesiz yetiştireceği erabı liyakatin daha büyük takdir ve hayran lıkla karşılaşacağına bir mebde olduğu için de bu cihetten ayrı bir güzel hatıra teşkil edecektir.
Küçükken doktor olmağı düşünmedim. Hele sinir hekimliğim büsbütün zorakidir. Ben küçük yaştanberi Mülkiyei Şahaneye girmek ve memleketin İdarî ve siyasî teşki lâtında hizmet görmek arzu ediyordum. Üsküdar idadisinden çıktığım vakit yaşım çok küçüktü. Mülkiye müsabakasına sırf yaşım yüzünden kabul edilmedim. Mah zun, boynum bükük maarif koridorlarında günlerce uğraştım. Fakat bir türlü muvaf fak olamadım. Bu sıralarda beni doktor luğa teşvik ettiler. Hiç istemiyordum. Zer re kadar bir arzu yoktu bende doktor ol mak için... Hattâ mühendisliği bile göze' almıştım. O zaman memleketimizde mü hendislik bir belediye memurluğundan iba retti. İlimde terakki etmek ümidi de pek azdı. Nihayet teşviklerin neticesi Tıbbiyei Askeriyeye girdim. Zengin çocuğu olmadı ğım için Mülkî Tıbbiyede okuyamazdım. Tıbbiyei Askeriyeden çıkınca istikbal de müemmen değildi. Buraya girerken kadın hekimi olmağı düşünüyordum. O zamanki seririyatın müşküllüğü yüzünden ona da kabul edilmedim. Dahili hastalıkların kad rosu da dolu idi. Asabi bahis tecessüsümü uyandırdı. Hocam Raşit Tahsin’in teşviki ni cana minnet bilerek bu şubeye ayrıl dım.
Mesleğimi çok severim.' Bir mefkûre peşinde koşmaktayım. Dünyaya bir defa daha gelmeyi hiç düşünmüyorum ve ona hiç bir arzum da yok... Çünkü hayat ben ce o eski zamanda tarif edilen Sırat köp rüsü gibi bir şey... Bundan yeniden geç mek tecrübesinde bulunmak istemem. Çok yorucu bir iş. Bu yoruculuğuna göre, aynı zamanda da üzücü. Onun için evlâtlarımın hiç birine doktor olunuz diyemedim. Fa kat içlerinden birisi doktor olursa ve ba basının şubesini tutarsa memnun olmıya- cak da değilim. Madem ki evlât, babanın hayatının temadisidir. O halde mesleği me karşı merbutiyeti, muhabbeti ve mef- kûreperestliğimi istidlâl buyurabilirsiniz.
Diplomayı aldığım ve hür olarak yat tığım gecenin zevkini, heyecanını asla unu- tamıyacağım. Bunun içindir ki son sınıfta mektepte ikmale ve sınıfta kalan bir gen ce acıdığım kadar pek az şeye acırım.
Sabahleyin 5,30 da kalkarım. Şimdi yaz. 6,15 vapurile İstanbula inerim. Bu vapur la indiğim zaman Şişli hastanesine gide rim. 7,15 le inersem Bakırköyüne. Bakır- köyünde 14,30 a kadar otururum. Her iki hastanede de bir saniye boş durmam. Bü tün işlerimi kendim görmeğe çalışırım. Kendim okur, kendim yazarım. Her ge len ve çıkan hastayı ben muayene ederim. Ayrıca muayeneye gelen hastaları muaye ne ederim. Yemek için ayırdığım zaman beş dakikadır. Geceleri okur, yazarım. Senede bir iki defa tiyatroya, fakat her hafta mutlaka sinemaya giderim. Ekseri ya mektep günlerinde, dersten yorgun çı
karım. O dakikalarda kitap okuyacak hal de değilimdir.
Sinemaya altı buçuk matinesine gide rim. Burada hem film seyreder, hem din lenirim. Gece dokuzda yemeğimi yer, gene çalışırım. Gece yarısına kadar çalıştığım çok vakidir. Yatar yatmaz da uyurum. Sade kâfi miktarda spor yapmadığımdan, bir taraftan da yaşlandığımdan son zaman larda şişmanlık, tansiyon, romatizma gibi sızıltılar başladı. Bittabi perhiz de araya girdi. Her sene Avrupaya giderim. Bütün istirahatim vapurdadır. Çünkü şehre in dikten sonra meslekdaşlarımı ziyaret, has tanelerde tetkikatla vaktimi geçiririm.
Bütün gençlere tavsiyem sebat.. Ve bir meslekten ayrılmamak... Dünyada sebat her şeye insanı muvaffak eder. Şöhret de, servet de kendiliğinden gelir.»
Meslek hayatlarının ellinci yılını idrak eden hekim lerimiz şerefine yapılan jübile münasebetile:
Prof. Cemil Topuzlu’nun bazı hatıraları
Bu jübile münasebetile, hafızamı ya rım asrın karanlığından kurtarmağa çalı
şınca şimdi artık hem toprak olmuş bir çok arkadaşlarımı ve hem de uzun yılların nisya nma gömülen acı tatlı bir çok hatıralarımı göz önüne getiriyorum.
Arkadaşlıkların en yürekten olanı, en saf bulunanı çok zaman
mektep sıralarında do- Pro- Cemil Topuzlu ğar. Meselâ şimdi be
raber ak saçlı bir ihtiyar olan general
Hazım ile Pariste beraberdik.
Bizim Parise, o zamanki tâbir ile «ik mali tahsil» e gidişimiz de ayrı bir mace radır. O zaman, «Mektebi Tıbbiyei Aske riye» mezunları doğrudan doğruya yüzbaşı olurlardı. Ben de zoru zoruna, vaktin şey- hislâmmdan koparabildiğim tavsiye mektu bunun tesiri ile Parise, « ikmali tahsil» e gi debilmiştim. Fakat, talihim fazla yaver ol
mamış, ayrıca tahsisat alamamıştım. Da ha açık izah edeyim: Bazılarımız, hem bir rütbe yükseği ile maaşlarını, hem de ayrı ca tahsil ücreti alıyorlardı. Ben ve daha bir kaç arkadaşım yalnız bir rütbe «m a fevk» maaşını bin müşkülle koparabilmiş- tik ki o da ayda 180 frank ediyordu. Hat tâ üstelik seyahat masrafını da kesemizden vermiştik.
General Hazım da bizim güruhtan, ya ni parasızlar takımındandı. Felâkete de bakın ki maaş da muntazam çıkmazdı.
İşte, gene parasız bir günümdü. Zira, üç buçuk aydanberi 180 frangın hayali ile avunuyorduk. Sabah erkenden oda kapısı vuruldu, içeriye Hazım girdi. Bana:
— Aman birader, ne yapacağız Valla hi açım. İki gündenberi, Lüksemburg bah çesinde, ayak üstünde yalnız peynir ekmek
yiyorum. Halimiz ne olacak.
Hazım'ın sözüne karşı halime şükrettim.
Çünkü ben de iki gündenberi lop yumurta ile karnımı doyuruyordum! Hazım, peynir
*
ekmek trajedisini söyleyince:. Meğer ben den de beteri varmış, diye güldüm.
Fakat kahkaha ile ne midemizdeki açlık gidiyordu, ne de cebimizdeki meteliksizlik.
Hazım’ a:
— Bankaya gidelim, maaş havalelerimi zin gelip gelmediğini soralım, dedim.
Hazım:
— Benden paso!.
Cevabını verdi. Sordum: — Niçin
—•' Bankaya o kadar çok uğradım ki, ev velki gün, havale memuru: «Her gün se ninle mi uğraşacağız, mösyö » deyip beni adeta kovdu!
Bu ümit kapısının kapandığını anlayın ca, aklıma sefir Esad Paşaya müracaat et mek ve aylıklarımıza mahsuben birer rhik-
dar avans istemek geldi. Hazım ile beraber sefarethanenin yolunu tuttuk. Bereket ver sin, cebimizde tramvaya binecek kadar pa ra vardı. Gelgelelim, onu da üste vermiş olmıyalım mı? Çünkü, Esad Paşa bize bol bol vaadlerde bulundu, o kadar... Açıkçası, ağzımıza bir parmak bal çalıp sepetledi. Bu sefer tabanvay ile Kartiyelatene, o zaman talebelerin toplandığı Kafevaşete döndük. Diğer arkadaşları da bulduk. Vaziyeti an lattık ve neticede doğrudan doğruya Ab-
dülhamid II ye müracaat etmeğe karar ver
dik. Çektiğimiz telgrafın meali hâlâ hatı- rımdadır:
«Üç buçuk aydanberi maaş alamıyoruz. Fevkalâde zaruretteyiz. Sayei şahanenizde açız»
Borç olarak bulduğumuz para ile tel grafı yolladıktan yirmi dört saat sonra, bir aylık maaşımızı verdiler. Bu suretle dört günlük zarurî bir açlık grevini müteakip tekrar lokantaya gitmek ve kursağımıza sıcak bir yemek gönderebilmek imkânını bulduk!
Size bir de eğlenceli hatıramı anlata yım. Meşhur cerrah Pean bizim hocamızdı. Kendisinin ayrıca bir de hususî hastanesi vardı ve yaptığı ameliyatlardan pek çok para kazanırdı. Hattâ bir Amerikalının tır
nağını çıkarmak için o zaman 100.000 frank almıştı.
Ben, Prof. Pean’dan hususî hastanesine gelmek ve mühim ameliyatları görmek için müsaade istedim.
Prof. Pean;
— Yarım saat sonra Pepo Ancelo’yu da al, beraber gel.
Dedi. Pepo Ancelo da benim gibi tah silde olan bir hekimdi ve kendisile dostlu ğum varı. (Pepo Ancelo, ölünceye kadar Bahriye hastanesi operatörlüğünü yapmış ve rütbesi miralaylığa kadar yükselmiştir.) Hemen onu buldum ve beraber ameliyat haneye gittik, profesöre yardım ettik. Pean memnun kaldı. Ameliyattan sonra bize et suyu ve Bordo şarabı ikram etti: Giderken, profesörün muavini:
— Dur Cemil.
Dedi ve avücuma bir kâğıt sıkıştırdı. Bu sırada Pepo Ancelo yanımda değildi. Bir yandan cnu beklerken, bir yandan da avucumdaki kâğıda baktım. Bir de ne gö reyim? 100 franklık bir banknot! Hemen,
Pean’m muavinini buldum ve:
— Ben, buraya para almağa değil, öğ renmeğe geldim, diyerek 100 frangı iade et tim. Aşağı indim ve Pepo Ancelo’yu tekrar beklemeğe başladım. Birden, hazret, kapı dan göründü. Yüzü güle güle koşa koşa yanıma geldi. Sevinçle:
— İyi ki buraya geldik. Dedi.
Sordum: — Hayrola?
Pepo Ancelo, elindeki 100 franklığı gös
terdi :
— Sana da verdiler mi?
— Verdiler. Fakat ben almadım! — Nasıl olur? İnsanın eline hiç para geçer de o cebe atılmaz mı?
Velhasıl Pepo Ancelo’yu, bana verilen 100 franklığı reddettiğime bir türlü inan- dıramadım! Fakat Prof. Pean da o gün den sonra her yaptığı ameliyata beni ça
ğırdı, Pepo’yu çağırmadı.
45